Radyo Kategorisinde “SÜKUNET” Kelimesinden “1” Adet Bulunmuştur.
Kitap Kategorisinde “SÜKUNET” Kelimesinden “3” Adet Bulunmuştur.
Doğal Ebeveynlik
Tanıtım
Bugün çocuklarda karşılaşılan problemlerin çoğunun temelinde, çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatar. Çocuk içinde hissettiği coşkuyla sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” ikazlarının, bir şeyleri merak edip birkaç soru sorsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisi için seçilen bir kıyafetin rengini beğenmediğini söylese “Sana elbise alanda suç zaten” şeklindeki bastırmaların, bir yemeğin damak tadına uymadığını ifade edecek olsa “Sende de hiç zevk yokmuş” gibi aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda, çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Bu kitapta çocukların davranışları “öğrenme”sinin değil “edinmesi”nin, bir başkasını taklit ederek değil kendi “irade”sini ortaya koyarak istenen davranışları kazanmasının yolları üzerine ufuk açıcı bir anlayışla karşılaşacaksınız.
Adem Güneş, çocukları ceza ve mükâfat kıskacına almadan, onlara insan olmanın değeri yaşatarak ebeveynlik etmenin mümkün ve değerli olduğunu dolu dolu bir içerikle aktarıyor. Doğal Ebeveynlik, duygularındaki özgürlüğü davranışlarında disipline dönüştürebilen, “kendisi olabilen” çocukların anne babalarının yeni yol arkadaşı…
İçindekiler
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………..9
EDİTÖRDEN NOTLAR……………………………………………………………………11
Davranış Eğitimi mi İrade Eğilimi mi?……………………………………………………15
Bizim Çocuğun içinden Hiçbir Şey Yapmak Gelmiyor…………………………………...17
“Merak” Anlayabilme Çabasıdır…………………………………………………………...24
Merak Duygusu Heyecan Oluşturur……………………………………………………….25
İtici Bir Güç Olarak “Taklit” Hevesi………………………………………………………27
Fıtrat Tetiklenmesi Nedir?…………………………………………………………………30
İnsan Olabilme Gücü: “İrade”……………………………………………………………..33
“Bilinçsiz irade” Kullanımından “Tercih Edici İradeye” Geçiş……………………………35
Davranışın öğrenilmesi mi Edinilmesi mi?………………………………………………..38
İrade Nedir?………………………………………………………………………………..41
Bağımlılık Halleri ve İrade………………………………………………………………...47
Sahte Benlik( İki yüzlülük Hali)…………………………………………………………....57
İnşan Olma Mayası: “Duyarlılık”………………………………………………………….63
Duyarsızlığın Belirtileri……………………………………………………………………..73
Doğal Olabilmek: “Kendi Gibi Olabilmek”……………………………………………….77
Fıtri Halin Bozulmaması……………………………………………………………………83
Ebeveynlik Sınırı……………………………………………………………………………95
Kaygılı Bağlanma………………………………………………………………………...100
Güvensiz Bağlanma………………………………………………………………………102
İkinci Doğum……………………………………………………………………………….105
Fıtratın Yaşanabileceği Özgür Bir Ortam………………………………………………..107
Yetişkinin Ürküten Bakışları……………………………………………………………...121
Hızlılık Duyarsızlaştırır……………………………………………………………………129
Duyguda Özgürlük Davranışta Disiplin………………………………………………….133
Güçlü Benlik Yapısı Neden Önemli?.................................................................................134
Koşulsuz Saygınlık İlkesi……………………………………………………………….….141
Değer Vermek Ne Demektir?…………………………………………………………….145
Merak Duygusu Yeniden Kazanılabilir mi?...................................................................…151
Ödül Yerine Hediye………………………………………………………………………..155
Sosyal Benlik Algısı Nedir?………………………………………………………………..159
1.Suçluluk Hissi…………………………………………………………………………..166
2.Değersizlik Hissi………………………………………………………………………..170
3.Yetersizlik Hissi………………………………………………………………………...172
Duyuların işlevselliği……………………………………………………………………….177
1.Soyut Düşünebilme……………………………………………………………………..176
Ne Yapmalı?…………………………………... ……………………………………...184
2.Sembol Kullanabilme…………………………………………………………………...188
Ne Yapmalı?...................................................................................................................191
Alışkanlık Bozukluğu Nedir?…………………………………………………………..193
Empatik Drama Oyunları Nedir?………………………………………………………195
3.Eşyaya Nüfuz Edebilme………………………………………………………………...197
Ne Yapmalı?…………………………………………………………………………...202
4.Algısal Hız, Ön Görü; Feraset……………………………………………………….…203
Eşya ile Hadiseler Arasındaki İlintiyi Görebilmek Nedir?…………………………….204
5.Bellek Gücü…………………………………………………………………………..…206
Önsöz
Bir insanın en büyük kazancı kendi gibi olabilecek güce erişmiş olmasıdır.
Günümüz anne babalarına “Kendi gibi olan değil, beklendiği gibi dan çocuk daha İyi çocuktur” telkininde bulunulsa da bir ebeveynin asıl başarısı çocuğunu fıtratını bozmadan, var olduğu hali ile yetişkinliğe taşımayı becerebilmesidir.
Bugün çocuklarda karşılaşılan neredeyse bütün problemlerin temelinde çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatmaktadır.
Çocuk içindeki coşku dolu hali İle sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” gibi ikaziann, azıcık merak edip öğretmenine birkaç soru soracak olsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisine alınacak bir kıyafetin rengini beğenmediğini söyleyecek olsa “Sana elbise alanda suç zaten…” şeklindeki bastırmaların, damak tadına uymayan bir yemeği ifade edecek olsa “Senin de hiç zevkin yokmuş” benzeri aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Çocuktan yetişkin olgunluğu beklemek çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır. Çocuk, çocuk olabildiği kadar kişilikli bir insan olabilir.
Çocukluğu engellemeler ve aşağılamalar içinde geçmiş kişiler yetişkinlik yıllarında maalesef agresif. huzursuz, duyarsız, asık suratlı, mutluluğu bir türlü beceremeyen ve kimi zaman zayıf kişilikli halleri ile hem kendilerine hem de çevresindekilere acı veren insanlara dönüşüyorlar.
Bu kitapta çocuklara “davranış öğretmek” için onların nasıl da ceza ve mükâfat kıskacına alınacağını değil, insana insan olmanın değeri yaşatılırsa her şeyin doğal seyri içinde nasıl da adım adım gerçekleştiğini bulacaksınız. Umarım toplumsal duyarlılığın oluşmasına katkı sağlayacak bir eser olur…
1.DAVRANIŞ EĞİTİMİ Mİ İRADE EĞİTİMİ Mİ?
Pek çok ebeveyn "çocuk eğitimi" nin çocuğa "davranış öğretmek" olduğu yanılgısına düşüyor. Bu nedenle birçok evde "düzgün dur", "düzgün otur", "dişlerini fırçala", "erken yat", "misafirlikte beni rezil etme" sesleri eksik olmuyor. Halbuki çocuk terbiyesi çocuğa "davranış öğretmek" değil "duyarlılık" ve "irade" kazandırmaktır.
Anne babalar her ne kadar "bizim çocuk ödevlerini yapmıyor" şeklinde bazı "davranışlardan" şikayetçi olsalar da bir çocuğun ödevinin başına bir türlü oturamaması çoğunlukla onun iradesi ile ilgilidir. Çocuk yarım saat dersin başında oturabilecek kadar kendine güç yetiremiyor yani iradesini kullanamıyorsa buradaki sorun davranış sorunu değil, kendini "yönetememe" sorunu-dur. Bir başka deyişle irade kullanamama sorunudur. Ebeveynler çoğu defa baskı ve zorlama ile çocuklarına davranış öğretmeye çalışırken onların duyarlılıklarını ve iradelerini kırdıklarını fark edemiyorlar. "Alışkanlık kazansın" diye zorla yataktan kaldırılan, söylene söylene okul servisine bindirilen, odasını toplamadığı için aşağılanan, ödevler yüzünden her an azar işitmeyi bekleyen bir çocuk kendisinden beklenen davranışları yerine getirse de aslında “duyarlılığını ve iradesini” kaybetmektedir.
-İçselleşmemiş bir davranışın kalıcı olması mümkün değildir.
-Tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur.
-Bir yetişkin kendini çocuk adına geliştirmedikçe kaba bir eğitimciden başka bir şey olamaz.
-Ebeveynler genellikle güçlerinin ötesinde bir hız ile karşılaştıklarında çocuklarına “hiperaktif” etiketini yapıştırırlar. Bu, çocuğa yapılacak büyük bir haksızlıktır.
-Erken çocukluk döneminde çocuk terbiyesi taklitlerden ibarettir.
2. İNSAN OLABİLME GÜCÜ: “İRADE”
İlk çocukluk dönemindeki "merak duygusu" ve "taklit yeteneği" belli bir yaşa kadar itici rol oynayabilir. Çocuk gerek eğitimde gerek birtakım davranışlar kazanmada üstün bir rol sahibi olabilir. Ancak yaratılıştan zaten var olan bu hazır içsel güçler bir süre sonra azalarak tükenecektir.
Ebeveynler çocukluk döneminin bu en masum iki içsel gücünü bir basamak yaparak kişilik ve karakter eğitiminin bir üst basmağı olan "irade" kullanımını çocuklarında geliştirmelidir. Bir önceki dönemde ebeveynler sadece kendi örnek yaşamlarını çocuklarına sunarak onlara birtakım davranışlar kazandırsa da, kişilik kazanımının asıl kökeni çocuğun sahip olduğu iradeyi kendisinin kullanabilir duruma gelmesidir. Belki de çocuk terbiyesinin en kritik aşaması işte burasıdır.
-İlerleyen yaşlarda irade sadece merak duygusunun yönlendirilmesini değil, merak ettiği halde çocuğun bazı yerlerden uza durmasını da kapsamalıdır.
-Edinmek ruhun öğrenmesidir ve kişinin karakterini oluşturur. Edinilen bilgi unutulmaz.
-Bir insan aşağılanarak ve baskı ile kendisinden istenilen davranışı sergiliyorsa kişilik kaybına uğrar. Bu, çocuk için de böyledir.
-Başlarına inat kendi başarısını kazanmaya çalışan kişilerin elde ettiği başarı değil, kendisini “sunma” başkalarına kendini kabul ettirme çabasıdır.
-Çocuk ancak yapabildiği işlerle iradesini geliştirir.
-Vazgeçmemek iradesizliktir.
-Çocuk ne kadar yapabiliyorsa yetişkin o kadarına razı olmalıdır.
-Mütevazılığını kaybetmiş kişiler genellikle “irade” sahibi değil “hırs” sahibidirler.
3. SAHTE BENLİK (İKİ YÜZLÜLÜK HALİ)
Sahte benlik kişinin olduğu gibi değil etrafındaki insanların kendisini görmek istediği gibi davranmaya çalışmasıdır.
Sahte benlik iki şekilde oluşur. Birincisi şiddetten kaynaklanan sahte benlik oluşumudur. Çocuk içindeki coşku ile var olmaya çalışırken zarara uğratılırsa uğradığı zarardan kurtulmak için kendisinden istenilen davranışları sergilemeye başlar. Örneğin, küçük kardeşi ile girdiği çatışmalarda ebeveyni tarafından hep "Sen onun ağabeyisin ne istiyorsa versen ne olur?" diye hitap edilen bir çocuk, kardeşinin haksız davranışlarına "problem çıkmasın diye" boyun eğmeye başlamışsa kardeşi ile girdiği ilişkide kendi gibi değil kendinden beklendiği gibi davranmaya başlamış demektir. Bu durumdaki çocuklarda genellikle küçük kardeşe karşı kıskançlık, öfke, nefret duyguları oluşur. Halbuki kardeşler arasındaki ilişkide kavga çıkmasın diye büyük çocuğa sorumluluk yüklemek ve ondan "ağabeylik/ablalık yapmasını istemek" yerine iki çocuk arasında adaleti tesis etmek gerekir. Haklıyı veya haksızı savunmak çocukta suçluluk hissi uyandırır.
-Çocuğuna aşırı düşkün ebeveynler çocuklarının benliklerini yaşamasına engel olurlar.
-Duygusal gelişimi zayıf olan kişiler ahlak zafiyeti taşımaya adaydır.
4. İNSAN OLMAK MAYASI “DUYARLILIK”
Çocuklarda irade kazanımı devam ederken “duyarlılık gelişim süreci” de ihmal edilmemelidir. Zira duyarlılık olmadan elde edilmiş bir irade bir hiçtir hatta yıkıcıdır. Bütün zarar vericiler irade sahibi oldukları halde duyarlı olmayanlardır.
-Güçlü iradeye sahip olması istenen çocukların çevreyi tanıma girişimleri desteklenmelidir.
-Duyguları engellenen çocuklar yetişkinlik yıllarında öfke kontrol bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve panik atak gibi rahatsızlıklara doğru adım adım yol alırlar.
5. DUYARSIZLIĞIN BELİRTİLERİ
Bir gün Anadolu'da bir seminerde, "Duyarsız çocuklar duymazlar" diye bir söz söylemiştim. Programın çıkışında bir anne yanıma yaklaştı ve ıslak gözlerle "Hocam, bizim çocuğun da duyarsızlaştığını düşünüyorum" dedi. Ben "Nereden anladınız?" diye sorduğumda "Ben ona sesleniyorum, beni duymuyor, daldığı oyundan ayrı1ıp beni dinlemiyor?" cevabını verdi. Halbuki benim tarif ettiğim "duyamama hali" kulaktan duymak değildi.
İçsel bir sızıdır duyabilmek. Gözler kapandığında sanki kalbin üzerinde bir ince sızı hissettirir duyabilme hali. Ancak bu "duyamama" hali son noktadır. Peki, bu aşamaya gelirken çocuklarda hangi durumlar göze batar?
-Duyarsızlık sürecindeki çocuk internet ve televizyona karşı aşırı bağımlılık taşır.
-Duyarsızlık dönemine giren çocuk hızlanır.
-Duyarsızlaşan çocuk mahcubiyet ve utanma hissini de kaybetmeye başlar.
-Duyarsızlaşan çocuklar çok sık yalan söyler, sıklıkla bahaneler üretir.
-Duyarsızlığın ilk evresi “edilgen” kişilik yapısıdır.
6. DOĞAL OLABİLMEK: “KENDİ GİBİ OLABİLMEK”
Aslında çocukluğun ilk yılları çocuğun iradesinin en güçlü olduğu yıllardır. Düşünürseniz, iki-üç yaşındaki bir çocuk ne istediğini bilir ve o istediğini sonuna kadar direnç göstererek elde etmeye gayret eder. Gerekirse ağlar, hırçınlık gösterir veya kendini yerlere atar.Çocukluk döneminin bu güçlü iradesi yıkılmadan, ezilmeden ve pişman edilmeden ileriki yıllara taşınırsa çelik gibi güçlü iradeye sahip çocuklar yetiştirilebilir.
Ancak ebeveynler küçük hesaplar nedeniyle, “Bu çocuk daha bu yaşta bizi dinlemiyor, büyüyünce hiç dinlemez, ezelim başını” derken aslında çocuğun başını değil çelik gibi güçlü iradesini eziyor. Birçok çocuk ebeveyni ile girdiği bu izzet savaşından şaşkın, çaresiz ve perişan bir halde çıkar. Birçok çocuk bu savaşın sonunda heyecanı sönmüş olarak yaşama tutunmaya çalışır. İradesini kullanamaz, zira iradesini kullandığına ve kullanacağına pişman edilmiştir. Böylesi çocuklar toplum içinde daha çok “özgüveni yok” diye tanımlanır. Halbuki çocukta olmayan şey özgüven değil iradedir. Bir başka deyişle yapabilme becerisidir yok edilen şey. Şimdi çocuk korkak, sinmiş ve çekingen bir halde bir güçlüye dayanarak yaşamaya çalışmaktadır.
-Doğal ebeveyn modelinde anne ağırlıklı olarak “şefkat ve sevgiyi” sağlarken baba daha çok “kararlılık ve otorite”yi sağlayacak bir rol üstlenir.
7.FITRİ HALİN BOZULMAMASI
Çocuğun güçlü bir iradesi olabilmesi için o çocuğun doğal, fıtri olması gerekir. Zira irade doğal yaşamdan beslenir. Çocuk ne kadar suni ve başkalarına benzeyen bir yaşam sürerse çocuğun iradesi de o kadar zayıf olur. Çocuk ne kadar kendisi olabilirse o kadar güçlü bir iradeye sahip olur. Bir insanın kendisi olabilmesi haline de “doğal” veya “fıtri” olması diyoruz.
Ancak bir çocuğun kendi fıtratını ortaya koyabilmesi için üç temel şart lazım. Çocuğa bu üç temel şart sağlanabilirse o çocuk kendi çekirdeğini çınara çevirebilir. Yoksa çocuğun özü, çekirdeği toprak altında kalır.
Çocuğun kendi özündeki fıtratını ortaya çıkarabilmesi için gerekli şartlar: duygusal destek, yeterince özgür bir ortam, koşulsuz saygı…
-Bir annenin tükenmişliği genellikle çok yorulmasından değil, eşinden yeterince duygusal destek alamamasından kaynaklanır.
-Çocuk duygu dünyası ile çocuktur. İlk yılların çocuksu coşkusu engellenmemeli ki çocuk ne ise o olabilsin ve öyle de kalabilsin.
-Çocuğun insan olmaktan kaynaklanan kıymeti vardır. Ona Yaratan’dan ötürü saygı duyulması gerekir.
8.EBEVEYNLİK SINIRI
Birçok ebeveyn, çocuklarının sorumluluklarını öylesine üstlenirler ki neredeyse onları sahiplenmişlerdir.
Onların yemesini, içmesini, uyumasını kendilerinin düzene koyacaklarına inanırlar. Ancak ebeveynlik bir çizgiye kadardır. O çizginin ötesine geçmek çocuğun gelişimine zarar verir. Çünkü insanı mükemmel surette yaratan Allah onun gelişim çizgisini de kendisi tayin etmiştir. Çocukların edindiği birçok yeteneğin ebeveyn ile ilgisi yoktur. Çocuğun bebeklikten başlayarak yetişkinliğe kadar devam eden gelişim sürecinde ebeveynlerinden bağımsız bir plan, program ve düzen vardır. Çocuklarıyla problem yaşayan birçok ebeveyn işte bu düzene uygun hareket etmeyen ebeveynlerdir.
-Çocuğun ruhsal gücünün kaynağı bağlanmalardır.
-Çocuğun annesine bağlanmasında sorun oluşuyorsa annenin de çocuğuna bağlanmasında sorun olur.
9.İKİNCİ DOĞUM
Çocuk aslında dört yaşında doğar. Evet, belki çocuk fizyolojik olarak dört yıldır bizimle beraberdir ancak dört yaş öncesi ruhen henüz doğmamıştır.
Çocuğun anne karnında geçirdiği zaman dilimi fizyolojik doğumuna hazırlandığı süredir. Doğumdan dört yaşına kadar geçen zaman ise ruhsal doğumuna hazırlandığı süreçtir. Nasıl ki dokuz ay fizyolojik olgunlaşma için gerekli ise dört yıl da çocuğun ruhsal olgunlaşması ve yaşama gözlerini açabilmesi için gerekli olan süreçtir. Bundan dolayıdır ki çocuklar üç buçuk-dört yaş civarında kardeş, arkadaş isterler; okula gitmek, dışarıda oynamak isterler. Tıpkı anne karnındaki çocuğun vakti gelince dışarı çıkmak istemesi gibi, ruhsal olgunluğa ulaşan çocuk da artık evden dışarı çıkmak ister. Çocuk bu dönemde sanki uykudan uyanmış gibi gözlerini açar ve çevresini ilk defa görmeye başlar.
10.FITRATIN YAŞANABİLECEĞİ ÖZGÜR BİR ORTAM
Çocuğun birinci bağını emniyete alıp ikinci bağlanma dönemine girmesi için özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
Bu dönem çocuğun fıtratının, mizacının ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Ancak çocuk birinci bağlanmadan ayrılıp ikinci bağlanmaya geçtiği bu dönemde kendini engellenmiş hissederse kendi gibi olmaktan çekinir. Çocuğun bu dönemde engellenmesi, onu agresif ve huzursuz yapacağı gibi onun “zihinsel” ve “fiziksel” gelişimini engeller, duygusal gelişimini geriletir.
-Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür bir ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
-Ebeveyn çocuğuna “baskı ve zorlamalar” yaparak onu istediği “kıvama” getirmeye çalışmak yerine “çocuk kimdir” ve “hangi yaşta ne yaşıyor?” sorularının farkındalığını kazanmalıdır.
-Akşam erken yatmak, sabah erken kalkmak, güne ailece başlayabilmek kaliteli yaşam süren bir ailenin en temel özelliğidir.
11. YETİŞKİNİN ÜRKÜTEN BAKIŞLARI
Çocuğu kendini ifade edebileceği saygın bir ortamdan alıkoyan en temel etkenlerden biri ebeveynin çocuğa yönelttiği aşağılayıcı ve ürkütücü bakışlardır. Aşağılamalar içinde en derin iz bırakanı, bakışlarla yapılan aşağılamadır.
Aslında kişinin kendisinde üstünlük vasfı varmış gibi birini aşağılayarak ona bakması, toplumumuza sızmış hastalıklı bir haldir. Çünkü bizim insan ilişkilerindeki en temel çizgimiz, “tevazu”dur. Tevazu sahibi olmayan biri için Anadolu’da, “Firavun ahlakı var.” denilir. Başkasını hor gören, aşağılayan insanlar için, “Allah onun şerrinden korusun.” denilir.
-Birçok ailede çocuk, yetişkin bakışlarıyla ezilir.
-Ebeveynler çocuklarını gözleriyle, sözleriyle ezmemelidir.
12. HIZLILIK DUYARSIZLAŞTIRIR
Her çocuğun kendine ait dinginliği, yavaşlığı vardır.
Bir ebeveynin çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onun dinginliğini bozmamaktır.
Ancak yetişkinler çoğu defa “Hadi, çabuk ol.”, “Giy ayakkabılarını.”, “Oyalanma, çabuk yap dersini.”, “Çabuk bitir yemeğini.”, “Hızlı oku.”, “Hızlı yaz.” diyerek çocuğun içsel ahengi ile uyumlu bir şekilde geliştirdiği dinginliği bozduklarının farkında değildir.
Çocuk kendi ritmi içerisinde yavaşça resim yaparken o yaptığı resimden büyük haz alır. Yeni yeni yazı yazmaya başlayan bir çocuk kalem tutarken, sayfanın üzerinde bir harfi eğerek, bükerek ve büyük bir dikkatle yaparken birçok yeteneğini geliştirir. Bu esnada çocuk dikkat toplama gücü elde etmekte, algı gücünü yükseltmektedir. Zira algı gücü, yavaşlıkla direkt ilgilidir. Kişi hızlı hareketle kendini duyarsızlaştırmayı bilinç altı bir dürtü olarak alır.
13.DUYGUDA ÖZGÜRLÜK DAVRANIŞTA DİSİPLİN
Çocuk ilk dört yaş döneminde mümkün olduğunca serbest bırakılmalı, onun eşyayı tanımasına izin verilmelidir. Sadece eşyayı tanıma değil, eşyanın işlevini öğrenme gayretindeki çocuk da engellenmemelidir.
Bir çocuğun duygu dünyasının özgür olmasından, o çocuğun var olduğu haliyle kendisini ortaya çıkartabilmesi için anne babanın doğal bir zemin hazırlaması anlaşılmalıdır. Çocukluk yıllarına ait her türlü duygular masumdur. Çocuk bu masum döneminde duygu dünyasını ne kadar özgürce yaşayabilirse, o kadar güçlü bir benlik yapısına sahip olur.
Burada bir noktanın da altını çizmekte fayda var. Maalesef günümüzdeki övünme üzerine kurulu yaşam tarzı, anne babaların çocuklarını “el aleme göre yetiştirme” çabası, çocuğun doğal olmasının yani duygularını özgürce ifade etmesinin önüne geçiyor.
Eğer bir çocuk duygularını olduğu gibi ifade edebilecek bir aile ortamı içindeyse, gerektiğinde öfkesini yaşayabiliyorsa, kızgınlığını, kıskançlığını ifade edebiliyorsa, bu durum anne babalar için bir sorun değil, kârlılık halidir.
Erken dönemde eşyaları tanıyan ve eşyaya hükmedebilmeyi başaran çocuğun ilerleyen yıllarında güçlü bir benlik yapısı ile nefsine hâkim olması kolaylaşır. Zira erken çocukluk döneminde çocuğun iradesini kırabilecek güçte dürtüleri henüz uyanmamıştır. Çocuk duygularını tanıma fırsatı bulur ve bunları kontrol etmeyi başarırsa, ergenlik döneminin en güçlü duygusu olan cinselliğe karşı güçlü bir duruş sergileyebilir. Aksi halde hazza esir olan çocuğun kişiliği de, kendine saygınlığı da yavaş yavaş kaybolur. Çünkü ancak kendine gücü yeten kişi kendine saygı duyar.
14.KOŞULSUZ SAYGINLIK İLKESİ
Kişinin en kıymetli yanı insan olmasıdır. İnsan bir başkasının kabul etmesi ile değil, insan olduğu için insandır. İnsan, insan olduğu için saygı görür; birtakım koşulları yerine getirdiği için değil. Kişiye saygın bir şekilde davranılmıyorsa, saygı görmeyen kişinin saygınlığını değil, o kişiye saygı göstermeyen kişinin saygın bir kişi olup olmadığını düşünmek gerekir. Zira kendisine saygısı olan kişi, başkalarına da saygı gösterir. Kendini değersiz bulan kişiler ise başkalarına değer veremez.
Çocukluk yıllarında çok hırpalanmış, aşağılanmış, küçük düşürülmüş ve böylece kendi saygınlığını oluşturamamış bir kişinin kendi çocuklarına saygıdeğer davranması ancak bu kişinin kendi trajik durumunu fark etmesi ve değiştirmesi ile mümkündür.
-Çocuğunun çocuksu davranışlarını tebessümle karşılayabilmek bir ebeveynlik zaferidir.
-İç düzeni olmayan çocukların en belirgin sorunu dikkat dağınıklığıdır.
-Bir yetişkin için çocuğa saygın davranmak ona bir lütuf değil zaten hakkı olan şeyi sunmaktır.
15.ÖDÜL YERİNE HEDİYE
Ebeveynler çocuklarına birtakım davranışlar kazandırmak için onları ödüllendirmeyi tercih ediyorlar. Beklenen davranışı gerçekleştiren ve bunun için ödüllendirilen çocuğun o davranışının pekişeceğini düşüyorlar. Ancak çocuk dünyasını yakından gözlemlediğimizde durumun hiç de düşünüldüğü gibi basit olmadığını görüyoruz.
Bir davranışın karşılığının verilmeye çalışılması o davranışın kıymetinin ancak verilen ödül kadar olduğu izlenimini uyandırır. Halbuki hediyeleşmenin, herhangi bir davranış karşılığında olmadığını, kişiye hiçbir koşul olmadan duyulan sevgiden kaynaklandığını görüyoruz. Karşılığı olmayan, sadece “aklıma geldiği için” veya “seni düşündüğüm için alıyorum, veriyorum” denilen bir şeydir hediyeleşme. Bir karşılık beklendiğinde ise zaten hediye hediye olmaktan çıkar.
Bir kişinin kendisine çevresi tarafından nasıl davranıldığı o kişinin benlik saygısını veya sosyal benlik algısını oluşturur. Kendisine koşullar öne sürülerek muamelede bulunulmuş çocukların “benliği” kaygılıdır.
16. SOSYAL BENLİK ALGISI NEDİR?
Aslında insanlar kendilerinin başkaları tarafından nasıl görüldüğünü bilinç altından sezerler. Başkalarının kendilerine bakışlarından, konuşmalarından, koşullandırmalarından, ne kadar değer verip vermediklerini hissederler.
Çocuklar için de bu böyledir. Çocuk ebeveynin kendisi ile geçirdiği vakitlerde ne kadar mutlu olduğunu ya da olmadığını görür. Bu da çocuğun kendisinin ebeveynin gözünde kıymetli olup olmadığının veya ne derece kıymetli olduğunun algısını oluşturur. Çocuk, yetişkinlerin olaylar karşısındaki tepkilerine göre onların gözündeki değerini hissetmeye çalışır. Böylece çocuk kendi “sosyal benlik algısını” oluşturur. “Ben insanların gözünde böyle biriyim.” der. Çocuğun kendine nasıl baktığıyla ilgili kendisinde oluşan bu algı çocuğa değersizlik hissi hissettiren bir nitelikteyse bu, “sosyal benlik kaygısı”na dönüşür. Böylece kişi kendisini başkalarının yanında yetersiz, güvensiz, ezik hisseder. Çocukluk yıllarında edinilen bu hissediş kalıcıdır.
-Ebeveyni tarafından aşağılanan çocuk, aşağılandığına değil, kendisinin aşağılık biri olduğuna üzülür. Çünkü çocuk inanır, ebeveyninin kendisini aşağılamasını haklı görür.
-Sosyal benlik algısı başkalarının kişiye bakışı ile oluşur. Kişi kendisini değerli görse de, başkalarının gözünde hâlâ değersiz olduğunu zannettiği için hakettiği değeri kendine vermekte zorluk çeker.
-Günümüzde “özgüven eksikliği” diye tanımlanan çocukların temelinde yatan his “yetersizlik” hissidir.
17. DUYULARIN İŞLEVSELLİĞİ
“Saygıdeğer” bir ortamda “duygusal yakınına bağlanarak” “güven” içinde bir çocukluk dönemi geçiren çocukların temel insani yeteneklerinin işlevsel olduğunu görüyoruz. Bu özellikler, çocuğun kendini var olduğu hali ile ortaya koyabilmesinin doğal sonucudur. Bunlar; soyut düşünebilme becerisi, sembol kullanma becerisi, eşyaya nüfuz edebilme becerisi, Algısal hız (eşya ile olaylar arasındaki bağlantıyı çözebilme), yüksek bellek gücüdür.
- Soyut düşünebilme yeteneği, “gerçekçi” hayal kurabilmekten tutun, geleceğe ait bütün planlamaların yapılabileceği bir alandır.
-Soyut düşünebilme sadece duygu dünyasına ait bir yetenek değildir; aynı zamanda zekânın da bir işlevidir.
- Maalesef, incitilen ve aşağılanan çocukların soyut düşünebilme yeteneği körelir.
- Hem kendisinde hem de çocuğunda soyut düşünme yeteneğini körelten ebeveynin yapması gereken, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “detaylara yoğunlaşmak” olmalıdır.
- İnsanların bir kısmı doğayı seyrederken gördüğü her bir eşyadan farklı anlamlar çıkartabilirken, bazıları ise eşyanın kendi görünüşünün dışına çıkamaz.
- Semboller bir anlam taşır ve çocuk hangi davranışın hangi anlama geldiğini, hangi ses tonunun ne olduğunu ailesiyle olduğu süre içinde anlar.
- Alışkanlık bozukluğu, bir problemin çocuk üzerinde alışkanlık olarak kalması durumudur.
-Çocuk daha en erken çocukluk döneminden itibaren “önce eşyayı tanımaya” sonra “tanıdığı eşyaya hâkim olmaya”, “hâkimiyetinin sınırlarını çizmeye” ve sonra da o eşya üzerinde “kendisini var etmeye” çabalar.
- Eşyayı tanıyamamış, ona nüfuz edememiş bir çocuk eşyaya kötü davranır, zarar verir.
- Eşyayla bütünleşememiş çocuk eşyadan korkar. Böyle çocukların bir çoğunda gece korkuları vardır.
- Kalbine ilham gelen, ruhunun derinlerinde insanı hissedebilen, hissetme yeteneği olan, bir insanın canını yakabilir mi?
- Duyma yeteneğinin bir sonucu da kişinin “feraset” sahibi olmasıdır.
- Olayları dar bir gözlükle gören, olaylar arasındaki ilişkiyi göremeyen bir ebeveyn, çocukta doğal bir yetenek olan ferasetin kullanılmasının önüne geçer.
- Problem çözme yeteneği olmayan, olayları kaba kuvvet, zor kullanma ve şiddet ile çözmeye çalışan bir öğretmenin de çocuklara aktardığı şey “şiddet”tir.
Güvenli Bağlanma
Tanıtım
Hayat bağlanmalardan ibarettir.
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından "yaşama" ve "yaşamaya" bağlanma… Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. Ve bu duygusal kazanım ancak çocukluk yıllarında edinilir.
Bebeğin, kendisini tümüyle bebeğine bırakmış annesinin kucağında huzur bulmasıyla başlayan, yetişkinlik yıllarında romantik bağlanmalara kadar devam eden hayatın ana çizgisidir bağlanma.
Pedagog Adem Güneş yeni kitabı Güvenli Bağlanma'da insanın olmanın, kişilik gelişiminin, hayatın her döneminde sağlıklı ve doyum veren ilişkiler kurmanın esası olan "bağlanma" konusunu ele alıyor.
Emzirmeden birlikte uyumaya, aidiyet ilişkisinden ayrılmaya, süt annelikten tuvalet eğitimine, farkında olmadan bebeğe hissettirilen duygusal ve psikolojik şiddetten baba-bebek ilişkisinin sınırlarına varıncaya kadar pek çok konuyu "bağlanma" çerçevesinde değerlendiriyor.
İçindekiler
Başlarken 11
Önsöz 13
Hayat Bağlanmalardan İbarettir 15
Bağlanabilme 17
“Güven Duygusu” Bağlanmanın Özüdür 25
Hisleri Hissedememek 28
Bağlanma ve Bağlanmaya Karşı Koyabilme 30
Bağlanma ve İrade İlişkisi 32
Düşünce Gücü 35
3 Temas İle Bağlanma 36
Ten ile temas 37
Göz ile temas 38
Ses ile temas 39
Bağlanmanın Temeli: Anne ile Yatma 40
Anne ile Yatan Bebekler Daha Huzurlu Oluyor 44
Birlikte Yatarken Bebeğime Zarar Verirsem… 46
Bebekle Birlikte Yatmak Onun Mahremiyet Duygusuna
Zarar Verir mi? 48
Anne-Çocuk Arasındaki Büyülü Bağ: Emme 49
Sütannelik ile Güvenli Bağlanma İlişkisi 51
Hangi Şartlar Altında Emzik Kullanılmalı? 55
Bağlanma İçin Gündelik Fırsatlar 57
Güvenli Bağlanma ve Hastalık 58
Güvenli Bağlanma Döneminde Babanın Rolü 59
Anneden Koparken 63
Birinci Aşama: Sütten Kesme 64
İkinci Aşama: Tuvalet Alışkanlığı 66
Üçüncü Aşama: Yataktan Ayırma 67
Dördüncü Aşama: Odadan Ayırma 71
“Vaktinde ve Yeterince” 75
Annenin Güçlüğü 76
Modern Yaşam ve Annelik 76
Dakik Bebekler! 80
İhtiyacın “Yeterince” Karşılanması 82
İhmal, Suiistimal ve Şiddet 83
Bir Anne Çocuğuna Neden Şiddet Uygular? 90
Yetersizlik Duygusu… 90
Annenin Çocukluk Yılları… 90
Benmerkezci Olmak… 91
Yaşama Sevinci Yoksa… 92
Anne Yeterli Miktarda Uyumalı… 92
İleri Yaşlarda Çocuk Sahibi Olma… 93
Psikolojik Şiddet, Duygusal Şiddet 93
“Sığınacak Bir Liman” Arayışı 97
Mizacı-Fıtratı Bozmak 105
Suiistimal ile İhmaller Fıtratı Bozar 108
Asıl Amaç Davranış Öğretmek Değil 110
Mizaç İhtiyaçları Ortaya Çıkarır 111
Dengeli Yaşam İçin Feraset ve Basiret 115
Feraset Nedir? 115
Ferasetin Basiretle İlişkisi 119
Eşyaya Nüfuz Edebilme, Feraset ve Basiret 122
Duyguda Özgürlük, Davranışta Disiplin 124
Uyum 125
Feraseti Olmayanlar Sabırsızdır 127
Ebeveynler Çocukların Ferasetini Kapatmamalı 130
Karşıdakini Duymak 135
Empati 135
Empati ile Değersizlik-Suçluluk Hissi Bağlantısı 137
Auralar ve Kişilik İhlalleri 140
“Atmosfer” 147
Evde Dedikodu Yapılıyorsa… 147
“Evet, Annem Haksızlık Yapmış” 149
“Bu Kıyafet Sana Hiç Yakışmamış” 150
Ebeveyn Küsmemelidir 150
“Bana Kötü Davransan da Seni Çok Seviyorum” 151
Duygusal Bağı Kesmek 151
Çocukluk Hisleri Peşini Bırakmaz… 152
Atmosferin Kabuklaşması: Aidiyet 153
“Kaybetmek” 161
Güven Duygusu Sonuç Değil Süreçtir 161
Annelik Cesareti 164
Güven Duygusuyla Bağlanma İlişkisi 168
Bağlanma ile Aidiyet İlişkisi 172
Kazanılmış Güven Duygusu Kaybı 173
Güven Duygusu Kaybedilince 176
Davranışla Kişilik Birbirinden Ayrılmalı 180
Son Söz: Her Şey İçin Geç mi Kaldım? 183
Notlar 186
Önsöz
İlk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda anne-babalığın bu kadar mesuliyetli olduğunu hiç düşünmemiştik. Oysa dokuz yüz yıl önce Epictetos “Bir insanın anavatanı çocukluğudur” diyerek hepimiz için son noktayı koymuş. Açıkçası bu gerçeği kavramak bizim zamanımızı aldı. Pedagog Adem Güneş Bey’in kitapları, radyo programları bu zorlu yolda bize hep yoldaşlık etti. Eşim de ben de okuduklarımız, dinlediklerimiz sayesinde çok şey öğrendik. Düşe kalka ama iştiyakla mesafe katederken tek amacımız çocuğumuzun güven duygusunu zedelememekti. Ama her sorumuza cevap, her hatamıza ikaz, her problemimize çözüm bulmakta zorlandığımız zamanlar çok oldu. Şu an elinizde tuttuğunuz gibi bir eserin kütüphanemizde yokluğunu her zaman hissettik. Neyse ki ikinci kızımızın dünyaya geldiği şu günlerde bütün sorularımıza cevap bulabileceğimiz bir başucu kitabımız var artık.
Bence bu eser sadece kendini yetiştirmek isteyen anne babalara değil, aynı zamanda her şeye yeniden başlama cesaretini kendinde bulan yetişkinlere de hitap ediyor. Özü itibariyle de mükemmel şekilde yaratılmış insana nasıl kıymet verileceğini; dünyaya dupduru gelmiş bir bebeğin yavaş yavaş annesine, babasına, ailesine, çevresine sonra da hayata nasıl bağlandığını anlatıyor.
Umarım Güvenli Bağlanma hayatınızda yeni yeni kapılar aralar, anne-babalık kıvamınıza katkı sağlar.
Herkese verimli okumalar dilerim…
Tuba Kabacaoğlu
HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye. Sonra babaya ve aileye. Ardından da yaşama… Yaşama sevinci olmayan kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde ya bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır.
Bağlanma derin, duygusal bir beceridir ve çocukluk yıllarında edinilir. Bağlanamamak bir sorun olduğu gibi kime ne kadar bağlanacağını bilememek de ayrı bir sorundur.
Çocukluk yıllarını “güven” duygusu ile geçirememiş kişiler yetişkinlik yıllarında bağlanmaktan kaçınır. Bunlar “bağlanamayanlar”dır.
Bir çocuğun en belirgin davranışı “bağlanma çabası”dır.
Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir.
Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.
Bağlanma bir sonuçtur, başlangıç ise güven duygusudur.
Kaygı varsa duygular özgürce yaşanamaz. Kaygı bağlanamamanın verdiği tedirginliktir, kişinin kendini emniyette hissedememesi hâlidir.
Çocukluk döneminde güvenli bağlanma süreci yaşamamış kişiler yetişkinlik yıllarında iç dürtülerinin esiri olur, bağlanmaması gereken kişilere ve durumlara bağlanır. Örneğin lise çağındaki çocukların yoğun duygusal bağlanmalar yaşaması ve bunlara karşı koyamamalarının altında yatan temel etken erken dönemde çocuk ile ebeveyn arasındaki bağlanma problemidir. Bu nedenledir ki uzmanlar, babaları ile duygusal doyuma erişmemiş kız çocuklarının daha fazla erkek arkadaş arayışına girdiğini söyler.
Ten ile temas
Bağlanmanın en etkin yolu tensel temastır. Çocuk ilk iki yıl yoğun bir şekilde tensel temas açlığı çeker. Sükûnet içinde dokundukça rahatlar, gevşer, kendini emniyet içinde anneye bırakır. Bu bırakmışlık hali, anne-çocuk bağlanmasının en önemli bağlanma noktasıdır.
Göz ile temas
Bağlanmanın en güçlü ikinci kanalı “göz ile temas”tır. Göz, duygu dünyasının dışa açılan kanalıdır. Kişi duygularında ne yaşarsa göz içteki duyguyu dışa yansıtır. Sevinçli anlarda göz hafif kısılır ve bakışlar sıcaklaşır… Korku, öfke ve kızgınlıkta göz bebekleri büyür… Mutluluk ve sevinç anlarında “göz suyu” göze ışıltı vererek onu ıslatır, hissizlik ve duyarsızlık anlarındaysa gözler ölü gibi cansızlaşır… Gözün duyguyu dile getiren bütün bu istemsiz hareketleri bebek tarafından oldukça net algılanır. Çocuk kendisine öfke duyan birini, gözlerinden anlar. Hissizce bakan göze karşı kendini kapatır. Duyarsızlığa karşı ağlayarak kendini korumaya çalışır.
Ses ile temas
Ses ile çocuğa temas etmek, bağlanmanın “güven” eksenli kısmını oluşturur. Çocuğu ile bağlanmaya çalışan bir anne, ses tonunu “sıcak” ve “içten” kullanmalıdır. Sert, ince, sesle emredici ve kararlı bir duyarsızlık içinde bir konuşma biçimi, çocuk ile bağlanmayı zarara uğratır. Sesin okşayıcı, kulağa hitap edici, kendi içinde melodik bir yapıya sahip olması gerekir.
“VAKTİNDE VE YETERİNCE”
Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır.
Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir.
Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir.
Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır.
“SIĞINACAK BİR LİMAN” ARAYIŞI
Güven duygusu emniyet hissini oluşturur. Emniyet hissi ile var olan biri, kişiliğine zarar verilmeyecek olmasının keyfini yaşar. Aksi takdirde oldukça kasılır, kendini tehlikelerden koruma çabası içine girer, gerginleşir.
Çocuğun ilk tadacağı duygu aile içinde “güven” duygusudur. Çocuk “Annem babam zarar veren, zorlayan, baskı yapan insanlar değil, beni olduğum hâlimle kabul ediyor, incitmiyor. Çevremiz de tıpkı onlar gibi” diye hissetmelidir.
Emniyet hissinin oluşmasında aslında iki temel faktör vardır. Birincisi kişinin kendini var olduğu hâliyle ortaya koyabilmesi, ikincisi de bu hâl ile çevresi tarafından kabul edilmesidir.
Evet, günümüz anne babaları çocuklarını seviyor, onlarla ilgileniyor. Fakat çok önemli bir şey eksik kalıyor. Çocuğu “o hâli” ile kabul etme… Çünkü çocuğun doğal bir şekilde var olması ayrı, ebeveynin bunu kabul etmesi apayrıdır.
Ebeveynin çocuğun içinden geldiği gibi davranmasına tepki vermemesi, çoğu kez özgür bırakması onu olduğu şekilde kabul ettiği anlamına gelmez. Burada kilit nokta çocuğun duygularına, hislerine, düşüncelerine, hayallerine “eşlik etmek”, “eşduyum” gerçekleştirebilmektir.
Mesela çocuk hayal kurar, bir yere gitmiş gelmiş gibi anlatır. Ebeveyn anlatımı “etkin” şekilde dinler, oğluyla-kızıyla aynı heyecanı iç dünyasında yaşarsa çocuğunu var olduğu hâliyle kabul etmiş olur. Çocuğun hayal ve anlatımlarına duygularıyla eşlik etmez, jest ve mimiklerini onunla eşgüdüm hâline getiremezse çocuğuna özgür bir ortam sunsa bile onunla bütünleşemez.
Bunun ötesinde, ebeveyn çocuğun coşku dolu anlatımlarını eleştirel göz ve dudak hareketleriyle takip ediyor, duygusuz ve ruhsuz vaziyette ona sadece bakıyorsa anne baba açısından bu utanç verici bir durumdur.
Bu şekilde sürekli engellenen, hayallerine itiraz edilen çocuklar bir süre sonra ebeveynle bir şey paylaşmamaya başlar ve her duyguyu kendi içinde yaşar.
Çocuklar rol modeller aracılığıyla gelişimlerini tamamlamak ister. Bu esnada kendisinin anne, annesinin de kızı olmasını planlar. Kız çocuğu baba olmak istediği zaman bu da çok anormal değildir. Çünkü çocuk yaşamların her birini etraftan görerek öğrenir.
Bu açıdan bakıldığında çocuk ile ebeveyn arasındaki uyuşmazlığın en problemli alanı burasıdır. Çocuk kendini doğal hâliyle ortaya koymaya çalışırken ebeveyn “Hayır, öyle değil, böyle olacak” diye yönlendirmeye başlarsa çatışma ve uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu gibi tavırlara ebeveynlerin yakasını bir türlü bırakmayan gerçeklik saplantısı neden olur. Oysa çocuğun gelişim dönemlerini hesaba katmadan, onu eleştirel bir gözle değerlendirmek, çocuğu hayal kırıklığına uğratmaktır.
MİZACI-FITRATI BOZMAK
Çocuğun “kim” olduğunu, ruhsal yapısının neye uygun olduğunu bilmeden ona yaklaşmak onun gelişimi için risk oluşturur. Yani Fatih Sultan Mehmet olacak bir çocuk Mevlana’ya dönüştürülmeye çalışılıyorsa problemler başlar. Bundan dolayı ebeveynler, kişiliğin sorunsuzca nasıl geliştiğini ya da hangi yanlış tutumlarla zarara uğratıldığını bilmelidir. Konuyu biraz daha netleştirebilmek için önce “Fıtrat, mizaç nedir?” sorularına cevap verilmelidir.
Fıtrat “bir varlığın kendine ait türünün özelliğini barındırmasına” denir.
Örneğin insan fıtratından bahsediyorsak, “insan türünün” özelliklerine “insan fıtratı” denilir. Ya da “kuşların fıtratı” denildiğinde, “kuşların ortak özellikleri kastedilmiştir; onların uçmaları, gagalarının olması, ötmeleri o canlı türünün genel özellikleridir. Veya “kadın fıtratı” denildiğinde insanlar içindeki bir grup olan “kadınların” ortak özellikleri kast edilir.
Mizaç ise; bireyin kendine has özellikleridir.
Her bir bireyin, sadece kendisine has özelliği o kişinin mizacını ifade eder.
Dünyada yaratılmış insan kadar farklı mizaç özelliği bulunur. Fakat fıtrat birdir. Fıtrat genel özellikler, mizaç ise bir fıtrata sahip şahsın sadece kendisine has özellikleridir.
Fıtrat ve mizaç doğuştandır. İnsanın özünü oluşturur.
Mizaç fıtratla asla çelişmez. Çeliştiğinde kişilik bozukluğu riski başlar. Bu çelişki doğuştan değil, kişinin sonradan edindiği alışkanlıklardan kaynaklanır.
DENGELİ YAŞAM İÇİN FERASET VE BASİRET
Feraset Nedir?
Ferasetin kelime anlamı öngörüdür. Aynı zamanda farkına vararak yaşama, bir süre sonrasını tahmin edip hissedebilmektir. Duyuların işlevselliğiyle hayatı yudum yudum tatmaktır, bir bardak su içerken onu zerresine kadar hissedebilmektir.
Alışkanlık kazanmadan yaşamaktır. Çünkü bu insanda iki şeyi ortadan kaldırır; biri hissedebilme diğeri de irade.
İradede uyanıklık mecburidir. İrade yoksa “Bir kişinin sürekli ve iradi davranışları” şeklinde tanımlanan karakter de ortadan kalkar. Mesela alışkanlıklarıyla namaz kılan birine “namaz karakteridir” denilemez. Orada irade ve uyanıklık hâli ortadan kalkmıştır zira.
Ferasetin Basiretle İlişkisi
Feraset aynı zamanda fark etmektir. Bunun için de “görebilmek” gerekir. İşte “görebilme yeteneği” olarak tanımladığımız basiretle feraset bundan dolayı birbiriyle ilintilidir.
Ne feraset basiretsiz, ne de basiret ferasetsiz olabilir. Kişi olayları, kâinatı basiretle görür sonra da olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi ferasetle yakalayabilir.
Konuyu biraz daha ayrıntılandıralım. Eşyayı ya da olayı tek başına görebilmeye “yalın görebilme” diyoruz. Örneğin kişi sandalyeyi, masayı, kütüphaneyi direkt görür ama birbiriyle ilişkisini çözemez. “Bu parçaların devamında hangisi gelmelidir?” diye sorduğumuzda cevap “Araba” olabilir.
Yalın görebilme eşyalar arasındaki ilişkiyi fark edebilecek hâle getirildiyse ancak o zaman basiretten söz edebiliriz. Eşyalar arasındaki ilintiyi görebilmekse eşyaya nüfuz etmenin sonucudur. Üstelik enerji de gerektirir.
Halk arasında “tembel” diye tarif edilen kişilerin yeteneklerinin sınırlı kalmasının sebebi eşya ve olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi görememeleridir. Bireyin gücü bunları algılamaya ne yazık ki yetmez.
Aslında modern psikoloji feraset ile basiretin birleşimine “zekâ” diyor ve bunu “olaylar arasındaki ilişkiyi en hızlı şekilde kavrayabilme yeteneği” olarak tanımlıyor. O yüzden zekâ ölçüm testlerinde birbiriyle ilişkili üç resim verilir, dördüncünün bulunması istenir. Orada kişinin basireti ölçülür. Bellek gücü ne kadar yüksek çıkarsa zekâsı da o kadar fazladır, gözüyle bakılır.
KARŞIDAKİNİ DUYMAK
Empati
Benlik, kendini emniyette hissederse güzel kokulu çiçekler gibi etrafa ruhsal salınım yapar. Bir de kendini annelik hissiyatına bırakmış, duru bir kadının duygularıyla buluşursa bağlanma gerçekleşir. Böylece ilk ruhsal temas başlar. Ondan sonra çocuk buradan elde ettiği yetenek, başarı ve beceriyle karşısındakinin duygu dünyasına temas edebilecek empati gücünü kendi içinde geliştirir. Aslında bizim duygusal gelişim dediğimiz olgunun özünde de empati vardır.
Auralar ve Kişilik İhlalleri
Eşyaya nüfuz edebilme eşyayla özgürce meşgul olmanın, onu kavramanın bir neticesidir. Bunu başarabilmiş kişiler asla eşyayı cansız-değersiz göremez, ona zarar veremez, her zerresinin kıymetini bilir, varlık sebebini en iyi şekilde anlamaya çalışır. İnsanla k da aslında böyle bir şeydir.
Empatisizlik kişinin hak ve auralarına saygısızlığı da beraberinde getirir. Kişilik ise fiziksel, duygusal ve zihinsel auraların birleşiminden oluşur.
Uzmanlar çocuk eğitimini “Çocuğa kişilik ve karakter kazandırma” olarak tanımlar. Yani çocuk yetiştirmek kızınızın-oğlunuzun dişlerini fırçalaması, erken uyuması, çok kitap okuması değildir.
Kişilik ise çocuğun kendi aurasını (sınır-alan) oluşturabilmesidir. Bunu “Çemberin içine alınmış biri” gibi de hayal edebilirsiniz. Eğer bir ebeveyn çocuğunun kişilik sınırına bodoslama girip onu ihlal ediyor, umursamıyor, bu sınıra istediği gibi girip çıkıyorsa çocukta kişilik oluşumu engellenir.
“ATMOSFER”
Atmosfer oluşturma, kültürümüzde, çocuk terbiyesinde ve insani ilişkilerde oldukça önemli yer tutar. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” göndermesi atmosfer oluşturmaktır mesela. Karşı tarafa direkt değil indirekt nüfuz etmektir.
Atmosfer oluşturmayı modern pedagoji de sıklıkla kullanır. Çocuğun bazı davranışlarını değiştirmesi isteniyorsa ona hikâyeler anlatılır. Çocuğun baş kahramanla sı sağlanır. Kahramanın davranışlarının nasıl değiştiği anlatılır, bu yolla çocuğa nüfuz etmeye çalışılır. Bazı aileler bu yöntemi bilinçli şekilde kullansa da çoğu aile evdeki atmosferi direkt çocuğa yansıtır.
“KAYBETMEK”
Çoğu ebeveyn çocuklarına kazandırdıkları güven hissinin devamının nasıl olacağını, ilerleyen yıllarda nelere dikkat etmesi gerektiğini merak ediyor. Yanlış birtakım tutum ve davranışa düşmemek için kaygılanıyor, bir çuval inciri mahvetmekten korkuyor.
Öncelikle güven duygusunun temel fonksiyonunu tekrar hatırlamak gerekir. Güven duygusu veya emniyet hissi çocuğun kabuğundan çıkıp mizacını ortaya koyabilmesi için gereklidir. Yalnız burada geçen “güven duygusu” çocuğun annesine, babasına ya da kendine güvenmesi değil içinin, benliğinin kendini güvende hissetmesi hâlidir. Bir başka deyişle çocuğun içinde bulunduğu ortamdan güven duymasıdır.
Çocuk Neyi Neden Yapar-1
Tanıtım
Her anne babanın canını sıkan sorunlardır; çocuğunun bir türlü tuvalet alışkanlığı kazanamaması, yemek yememesi, kardeşiyle kavga etmesi, inatçılığı, internet düşkünlüğü ve dahası...
Bir kısım anne baba, bu davranışların ne anlama geldiğini bildikleri için çocuklarını incitmeden sorunları çözerken, bir kısım anne baba ise sorunların çözümünde çaresiz kalarak çocukları ile bir çatışmaya girerler. Bu çatışmalarda, hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratırlar.
Pedagog Dr. Adem Güneş Çocuk Neyi Neden Yapar? İsimli kitabı, bir 'çocuk davranışları anlama rehberi' olarak hazırladı. Çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın bir dille, ebeveynlerle paylaştı. Konu bitiminde verilen soru-cevaplarla da anne babaya; o davranışın nasıl ortaya çıktığını, çocuğun bu davranışı niçin sergilemiş olduğunu ve anne babanın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlattı.
Oğlum neden yalan söylüyor olabilir?
Oğlum, geçen gün okulda arkadaşının kalemini almış. Bana, "Öğretmenim verdi bu kalemi" dedi. Arkadaşının annesiyle konuşunca, gerçekleri öğrendim. Oğlum neden yalan söylüyor?
Kendisini baskı altında hisseden çocuk, yalan söyler.
Çocuğa ihtiyacı olduğu halde kalem alınmıyor, okulda da öğretmen illa o kalemin getirilmesini istiyorsa, anne-baba da çocuğa, "Şimdi alırız, yarın alırız" diye uygulamada gecikmeye sebep oluyorsa, çocuk da kalemi olması adına kendince bir çözüm bulmuş olabilir.
Arkadaşının kalemini alarak ihtiyacını gidermeye çalışan çocuğa, anne evde sorsa, "Bu kalem kimin?" diye, bu çocuğun annesine "Arkadaşımdan bu kalemi izinsiz aldım" diyebilmesi için, annesi tarafından ne duygusal, ne de psikolojik baskı altında tutuluyor olması lazım.
Eğer çocuk annesinden gelecek bir şiddet veya tepkiyle karşılaşacağını tahmin ederse, o takdirde kendisini koruyabilmek için yalan söyleyecektir. Böylesi bir durum varsa sizden korkuyor demektir. İzinsiz aldığını söylediği zaman vereceğiniz tepkiden çekiniyor demektir. O takdirde, çocuğun yalan söylememesi için üstünde baskı olmaması lazım. Çocuk bugün kalem için yalan söylemeye başlarsa, yarın daha kötü şeyler için de yalan söyleyebilir.
Pedagog Dr. Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar? Kitabında temel pedagojik bilgilerle birlikte, kısa ve öz olarak olumsuz çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini sunuyor. Yalın bir dille ele alınan bu konuların tamamı, bütün anne-babaların sorunları arasında belki de...
Ve Pedagog Dr. Âdem Güneş, satırları arasında çocuk davranışlarının altında yatan nedene şöyle bir açıklama getiriyor:
"Çocuk kendini olduğu gibi kabul eden bir ebeveyn yanında değilse, içinde yaşadıklarını dışa vuramıyorsa veya kendini dışa vurduğu kadarlık kısmıyla dahi ciddiye alınmıyorsa, böylesi bir çocuk, düdüklü tencerenin ısınması ve patlamaya hazırlanması gibi bir durumdadır."
Çocuk eğitimine dair 'sıkça sorulan sorulara' cevap vermeye çalışan kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor. Kitap tam manasıyla, pratik bir bilgi kaynağı...
İçindekiler
Teşekkür 11
Önsöz 13
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı 15
Gelişimsel İhtiyaçlara Gelince 18
Temel İhtiyaçlar Nelerdir? 19
Yeme Problemi 21
3Z Formülü Nedir? 22
Çocuğa Damak Tadı Sunmak Gerekir mi? 25
Televizyon İzlerken Çocuğa Yemek Yedirmek Doğru mu? 26
Ödül ve Ceza ile Yemek Yedirsek Olmaz mı? 26
Çocuklarda Uyku Düzeni 33
Hangi Sebeplerle Çocuk Uykuya Direnir? 34
Anne-Babanın Uyku Düzeni Çocuğa Tesir Eder mi? 37
Çocuklar Neden Gece Ağlayarak Uyanır? 37
Gece Terörü Yaşayan Çocuklara Nasıl Davranılmalı? 39
Sallayarak Uyutmak Doğru Bir Yöntem mi? 39
Çocuklarda Dil Gelişimi 45
Gecikmiş Konuşma Nedir? 46
Konuşma Gecikmesinde Anne-Babanın Rolü Nedir? 46
Çocuğun Yanlış Söylediği Kelimeyi Düzeltmek Doğru mu? 47
Televizyon İzlemek Çocuğun Dil Öğrenimini Hızlandırır mı? 48
Çocuğun Konuşmasının Gecikmesi Ne Anlama Gelir? 49
İkinci Dil Öğrenimi Nasıl Olmalıdır? 49
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler 55
Çocuklar Küfür İçeren Kelimeler Kullandığında Ceza Verilmeli mi? 56
Olumsuz Söz Kullanan Çocuklara Nasıl Yaklaşmalı? 56
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar 63
Anne-Baba Ne Yapmalı? 64
Çocuğu Bağırmaya İten En Önemli Sebep Sindirilmesi mi? 64
Bağırmak Anne-Babadan Kalıtımla mı Geçer, Sonradan mı Öğrenilir? 65
Adım Adım Tuvalet Eğitimi 69
Tuvalet Eğitiminde Püf Noktalar Neler? 72
Anne Nasıl Davranmalı? 73
Tuvalet Alışkanlığı Kazanamayan Çocuk İçin Ne Zaman Pedagoga Başvurulur? 73
Çocuklarda Parmak Emme 81
Parmak Emme Alışkanlığına Nasıl Son Verilir? 82
Parmak Emme, Duygusal Yoksunluktan Kaynaklanıyorsa Ne Yapılmalı? 83
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci 89
Bu Dönemin Özellikleri Nelerdir? 90
Çocuğun Damak Zevkinin Gelişmesi, Emme Alışkanlığının Kesilmesinde Etkili Olur mu? 91
Emme Alışkanlığı Nasıl Bıraktırılır? 91
Çocuklarda Tırnak Yeme 99
Tırnak Yiyen Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalı? 100
Tırnak Yemek, Alışkanlığa Dönüştüğünde Ne Yapılabilir? 101
Çocuklarda Korkular 105
Çocukluk Dönemi Korkuları Nelerdir? 106
Kardeş Kıskançlığı 113
Kardeş Kıskançlığını Hangi Davranışlar Tetikler? 113
Anne-Baba Ne Yapmalı? 115
Kardeşler Arası Çatışmalar Bazen Faydalıdır da...116
Kardeş Kavgalarında Ne Zaman Müdahale Edilmelidir? 116
Çocuklar ve İçe Kapanıklık 125
Çocuk Duyarlı mı, Ezilmiş mi? 126
İçe Kapanıklığın Sebepleri Nelerdir? 127
Anne-Baba Ne Yapmalı? 128
Çocuk ve Yalan 135
7 Yaşından Önce Söylenenler Yalan mı? 136
Çocukları Yalan Söylemeye Sevk Eden Nedir? 136
Yalan Nasıl Alışkanlığa Dönüşür? 138
Anne-Babalar Ne Yapmalı? 138
İzinsiz Eşya Getirme 145
7 Yaşından Küçük Çocukların Anne-Babaları Ne Yapmalı? 146
Çocukları İzinsiz Eşya Almaya İten Nedir? 147
İzinsiz Eşya Almanın Alışkanlığa Dönüşmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 148
Hareketli Çocuklar 155
Çocuğun Hiperaktif Olup Olmadığını Nasıl Anlarız? 158
Üstün Zekâlı Çocuklar ile Hiperaktifler Nasıl Ayrılır? 159
Hiperaktivite Nasıl Tedavi Edilir? 159
Hareketli Çocuk Aynı Zamanda Dikkati Dağınık Çocuk mudur? 160
Çocuklarda İnatçılık 167
Çocukla İnatlaşılırsa Ne Olur? 168
‘İnat Döneminin’ Kalıcı Hale Gelmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 169
Çocuk Her Şeyi İnatla Yaptırmayı Öğrendiyse, Çıkış Yolu Nasıl Olmalı? 170
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı 177
Her Vurma Şiddet midir? 177
Çocuklarda Tik’ler 183
Hangi Sorunlar Tiki Tetikler? 184
Kimlerde Daha Sık Görülür? 184
Anne-Baba Ne Yapmalı? 184
Tik Başka Sorunları da Tetikler mi? 185
Teknoloji Bağımlılığı 189
Teknoloji Bağımlılığı Neden Çok Çabuk Yayılıyor? 190
Anne-Baba Ne Yapabilir? 191
‘Bilgiye Ulaşma Kültürü’ Nasıl Oluşturulur? 193
Çocuk İnternet Bağımlısı Olduysa Ne Yapılmalı? 194
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme 201
Çocuklar Neden Kendini Tatmine Yönelir? 202
Kendi Kendine Geçer mi? 203
Çözüm Nedir? 203
Önsöz
Bir gün sanatçı bir dostum “Kitap okumaya hiç vaktim yok... Şöyle pratik çocuk eğitimi kitabı yazsanız da beş-on dakikalık fırsatlarda göz atarak bir şeyler öğrensek” demişti. Çocuk eğitimi ‘şöyle bir göz atarak’ öğrenilecek şey değildir aslında. Ancak, birçok anne-baba maalesef yoğun koşturmacalar içinde detaylı kitap okumaya fırsat bulamıyor.
İşte bu kitap temel pedagojik bilgileri içermesine rağmen, kısa ve öz olarak ele alındı. Ele alınan başlıklar hemen hemen bütün anne-babaların sorunları arasındaydı. Ki bilhassa da sıklıkla karşılaşılan bu sorunlardan seçmeye çalıştık konuları. Her konu bitiminde, soru-yorumlara da yer verildi ki, konunun anlaşılmasında kolaylık olsun. Çocuk eğitimine dair ‘sıkça sorulan sorulara’ cevap vermeye çalıştığımız bu kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor.
Uzman Pedagog Adem Güneş İstanbul, 2014
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı
İhtiyaçların bir kısmı doğuştandır. Bebeğin dünyaya geldiği andan itibaren kendini gösterir; ki bunlar, ‘temel’ ihtiyaçlardır. Doğan her çocukta şaşmaz bir aynılık içindedir, fıtrîdir. Bu ihtiyaçlar, onun yetişkin olma serüveninin temelini teşkil eder. Fıtrî ihtiyaçların karşılanmaması, insanın yaşama devam edemeyeceği anlamına gelir; ölüm ile sonuçlanır.
-Çocuklarda saldırgan davranışların birçoğu, ihtiyacın önündeki engelleri kaldırmak için masum davranışlardır
-Kişiliğin bir parçası haline dönüşmüş bir ihtiyaç karşılanmazsa, insanda bir gerilim hali oluşur.
-Gelişimsel ihtiyaçlar, çocuğun yaşı ilerledikçe, belli dönemlere eriştikçe ‘fıtrî’ olarak ortaya çıkar.
-Yemek yemek temel bir ihtiyaçtır, ebeveynler bu temel ihtiyacı yanlış davranışlarla sorunlu hale getirmemelidir.
-Aşırı tat, tuz ve acı gıdalarla tat sınırı aşılmış yemeğe alıştırılan çocuklarda yeme bozuklukları sık görülür.
-Yeme sorunları anlık bulunan çözümlerle çözülmemelidir.
Çocuklarda Uyku Düzeni
Uyku, direnilmesi zor bir ihtiyaç halidir. Öyle ki, açlığa dayanılır, uykusuzluğa direnilemez! İster çocuk olsun ister yetişkin, uykusuzluğa tahammül edemez. Böyle olduğu halde birçok ebeveyn çocuklarının geç uyuduklarından, sabah uyanmadıklarından yakınır. Burada bilinmesi gereken en önemli ayrıntı; ebeveynler çocuklarını uyutmaya zorladıkça çocuklarının direnecekleridir. Zira zorla uyku olmaz!
-Çocuk güncel yaşamda ebeveyni ile duygusal doyuma erişmedikçe, uykuya karşı direnç gösterir.
-Erken ya da geç uyuması için zorlanan çocuk, uykusu olsa da uyumamak için direnç gösterir
-Uyumamak üzere ağlayan çocukların ya duygusal ya da fiziksel ihtiyacı giderilmemiştir.
-Çocuk annesinin yatağından kademeli şekilde ayrılırsa kendi odasına geçişi, daha kolay olur.
-Gece teröründe çözüm, anne-çocuk bağlanmasıdır.
Çocuklarda Dil Gelişim
Çocuklarda dil ‘edinimi’ doğdukları andan itibaren başlar. Daha birkaç günlük çocuk, işittiği her bir sesi, hafızasına kaydeder. Benzer sesler duydukça kendi de o sesleri çıkartmak için çaba harcar. Çocuğun dil ediniminde iki hafızası vardır. Birincisi; pasif hafıza ki, her duyulan sözcük buraya kaydolur. Pasif hafızaya kaydolan sözcükler 6 ay boyunca kullanılmaya devam edilirse, bu kayıtlar ‘aktif hafıza’ya aktarılır.
-Dil öğrenme, işitmenin devamıdır.
-Konuşma çabasıyla dalga geçilen çocuklarda konuşma bozuklukları daha sık görülür.
-Televizyon, dil gelişimini ilerletmek yerine, geriletir. İletişim diyalog halinde olursa dil gelişimine katkı sağlar, ki televizyon monolog bir iletişim aracıdır.
-İki dil öğrenecek olan çocuklarda ana dilin annenin konuştuğu dil olması, öğrenilecek yabancı dilin de babanın dili olması çift dil öğrenmeye katkı sağlar.
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler
Çocuk yetişkinliğe doğru yolculuk yaparken, farklı kişiler, farklı davranışlar ve farklı alışkanlıklarla tanışacaktır. Çocuk olmanın da gereği olarak, her karşılaştığı yeniliği pratiğe geçirmekten de büyük bir haz duyacaktır. Çocuğun yeni kelimeler öğrenmekten çok mutlu olduğu okul öncesi dönemde, zaman zaman ‘argo’ kelimeler veya ‘çirkin/küfür/kaba’ içerikli kelimeler de kendi kelime dağarcığına dokunuverir. Panik yapmamak gerekir, çünkü çocuk kullandığı argo veya kötü sözlerin içeriğini bilerek değil, yeni yeni duyuyor olmanın heyecanı ile kullanır.
-Kaba ve argo kelimeler kullanan çocuğa kızmak, azarlamak, dövmek çözüm değildir. Bunun verdiği tepkisellik sorunu daha derinleştirir.
-Çocuk, kızgınlık ve üzüntü anında hangi kelimeyi kullanacağını bilirse, argo kelimelere başvurmak zorunda kalmaz.
-Anne-babalar, çocukların kullandığı kaba ve çirkin söze değil, bu sözün nereden öğrenildiğine odaklanmalıdır.
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar
Çocuk içinde biriktirdiği negatif ya da pozitif hisleri sözel olarak dışarı çıkartamıyorsa bu noktada sorunlar başlar. Kendini ifade edemeyen çocuk agresiftir, hırçındır, duygusal ve mızmızdır. “Gözünün üzerinde kaşın var” dense; ya ağlamaya, ya da saldırmaya hazırdır. Konuşarak kendini ifade edemeyen çocuk, ağlamayı ya da bağırmayı bir çıkış yolu olarak görür.
-Çocuk ancak kendini varolduğu hali ile kabul eden bir ebeveyn yanında sakindir.
Adım Adım Tuvalet Eğitimi
Tuvalet eğitimi özellikle annelerin en can sıkıcı konusudur. Bilinmesi gereken birkaç noktaya dikkat edildiğinde, tuvalet eğitimi can sıkıcı olmaktan çıkıp, çok keyif verici birkaç günlük eğitime dönüşebilir. Küçük bir çocuk için alt ıslatmanın bir haz ve keyif hali olduğunu gözden kaçırmamak en önemli husustur. Çocuk sıkışmış, zorda kalmış ve idrar yolu tam da dolu olduğu bir sırada rahatlamak için bırakır kendini.
-İdrar yollarındaki kasları kullanma becerisi gözlemlenen çocuklarda tuvalet eğitimi başlayabilir.
-Tuvalet eğitiminin ilk adımı çocuğun ıslaklığı hissetmesini sağlamaktır.
-Tuvalet eğitiminin neden gerektiğini anlaması, çocuğun bu alışkanlığı kazanmasını kolaylaştırır
Çocuklarda Parmak Emme
0-2 yaş, emme refleksinin zirve olduğu bir dönemdir. Çocuk normalde 2 sene boyunca devam eden emme refleksine karşılık olan anne göğsünü bulamadıysa, başka bir şey emmek zorundadır. Elini ağzına alır, parmağını emmeye alışır. Ağzına emzik verilse, emziğe alışır. Eğer çocuk anne sütünü erken dönemde bıraktıysa, o takdirde yeni emdiği şeyi ileriki yaşlara doğru bir alışkanlık olarak götürür.
-Çocuk üzerinde baskı varsa, huzursuz bir atmosferdeyse, kaygı ve korku içindeyse parmağını ağzına sokarak kendisini güvende hisseder.
-4 yaşından sonraki parmak emmeler, duygusal yoksunluğun işaretidir.
-Çocuk ile anne arasında bir bağlanma sorunu olduğunda çocuk parmak emmeye yönelir
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci
Annelerin en çok zorlandıkları konulardan bir diğeri de sütten kesmedir. Anne ile bebek arasında, emzirme döneminde büyük bir ilişki başlar. Bu ilişkinin adı ‘güvenli bağlanma’dır. Annesini doya doya emen, her ihtiyaç duyduğunda annesini yanında bulan ve annesiyle sarmaş dolaş yatan bir çocuk ancak annesine doyar.
-Çocuklarda emme refleksi 24 aydır.
-Çocuk, anne göğsünden kademeli olarak ayrılmalıdır.
-Annesinin ihtiyaçlarını karşılayacağından emin olan çocuk, 24. aydan sonra emme alışkanlığından zorluk çıkarmadan vazgeçer.
Çocuklarda Tırnak Yeme
Bir çocuğun tırnağını ya da parmağını emmesi eğer 2 yaş öncesindeki döneme denk geliyorsa, bu, emme dönemindeki eksikliğin gideriliyor olduğu anlamına gelir. Eğer çocuk 2 yaşından önce anne sütünü bırakmışsa, emme refleksini tamamlayamadığından dolayı elini ağzına götürür. Veyahut taklit döneminin gereği olarak, çocuğun yanında tırnak yiyen bir yetişkin varsa, çocuk da tırnaklarını yemeğe başlayabilir. Hatta elini keyifli bir şekilde ağzına alıyorsa, bu da bir alışkanlığın belirtisidir.
-Emme dönemini tamamlamış olan bir çocukta tırnak yeme, güven yoksunluğunun dışa vurumu olarak ortaya çıkar.
-Çocuk sosyal yaşamda kendi gibi olmayı becerdiğini ve bu haliyle kimseler tarafından eleştirilmediğini fark ettiğinde tırnak yemeyi kendiliğinden bırakır.
Çocuklarda Korkular
Korku, her insanda potansiyel olarak varolan, yaşamın devamlılığı için gerekli olan istemsiz savunma davranışıdır. Korku, insanın yaşam ile uyum sağlamasını, sosyal hayat içinde yer almasını sağlayan, doğal bir duygu durumudur. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Bir başka deyişle ‘korku eşiğinin’ yükselmiş olması halidir.
-Çocuklar belli yaşlarda, duygusal ve zihinsel gelişimin bir gereği olarak korku dönemi yaşayabilir. Bu normaldir.
-Gerçekçi ve soğukkanlı bir ebeveynin yanındaki çocuk, korkularını daha kolay; duygusal ve kaygılı bir ebeveynin yanındaki çocuk ise bu dönemi daha zor atlatır.
Kardeş Kıskançlığı
Kıskançlık duygusu, her insanın yaradılışında vardır. Bu duygunun varlığı, kişinin gelişiminde etkili olduğu kadar, aşırı uyarılmış olması halinde de yaşamı zora sokar. Hele ki bu bir çocuksa daha da zorlaşır yaşam...
-Kıskançlığı anormal hale getiren en önemli sebep anne-baba tutumlarıdır
-Kardeş kıskançlığını oluşturmak istemeyen ebeveynler kardeşler arası ilişkilerde gerçekçi ve doğal olmalı.
-Belirli bir düzeyde, kardeşler arasındaki çatışmalar iletişim yeteneklerini geliştirir, problem çözme becerilerini artırır.
-Kardeş kavgasında asıl olan kimin haksız ya da haklı olduğunu bulmak değil; hangi davranışın doğru olup olmadığına karar vermektir.
-Ebeveynler, kardeşler arasında yol gösterici olmalı.
Çocuklar ve İçe Kapanıklık
Bir çocuk mizacına uygun bir yaşam sürüyorsa, sükûnet içindedir ve genellikle sosyaldir. Böylesi bir çocuk olaylara birdenbire atılmaz, reaksiyon göstermez. Önce etrafını gözler, çevresini tanır, kendisini emniyette hissettikten sonra ortama dâhil olur
-Mizacına uygun bir yaşam süren çocuk, sükûnet içindedir ve sosyaldir
-Annesinden duygusal olarak beslenemeyen çocuk; ya agresif olur, çatışmacıdır ya da içe dönük ve mutsuzdur.
-İçe kapanık çocukların ortak özellikleri, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşamamalarıdır.
Çocuk ve Yalan
İnsanın üç farklı dünyası vardır: (1) Uyku ve rüya dünyası, (2) Hayal dünyası, (3) Gerçek dünya. Sağlıklı bir yetişkinde, bu üç dünya birbirinden net ve kesin çizgilerle ayrılmıştır. Hiçbir yetişkin hayal kurduğu bir şeyi, gerçekmiş gibi anlatmaz. Oysa ilk 7 yaş dönemindeki çocuklar bu üç dünyayı birbirinden ayırt edemez. Onlar için rüya ile gerçek arasında bir fark yoktur. Ya da hayal dünyası, tıpkı gerçek dünya gibidir.
-Yalan, insan fıtratının değil; korkunun, kaygının ürünüdür.
-Yalanı yakalanmak üzere peşinden gidilen çocuk, yalan söylemekte ustalık kazanır
İzinsiz Eşya Getirme
7 yaş grubundan küçük çocuklar için başkasının malı diye bir şey yoktur. Çocuğun çevresindeki her şey, çocuğundur. Üçüncü bir şahsa ait bir şey yoktur. O yüzden çocuk, okuldaki oyuncakları, arkadaşının eşyalarını çok rahatlıkla alır, cebine koyar ve getirir. Çocuk okuldan alıp getirdiği oyuncağı ne çalma niyeti ile alır, ne de başkasının malına el koyma niyeti ile cebine koyar.
-‘Çalma hastalığı’ ile çocukluk döneminde görülen izinsiz eşya alma aynı şey değildir.
-Çocuğu izinsiz eşya almaya iten en önemli sebeplerden biri, ilgisizliktir.
-Çocuğun kişilik haklarına saygı gösterilirse, o da başkalarınınkine göstermeyi öğrenir.
-Yetişkinlik döneminde çalma, bir kişilik probleminin habercisidir.
Hareketli Çocuklar
Çocukta huzursuzluk hali varsa, bu huzursuzluk fiziğe de yansır. Çocuğun eklemlerine yansır. Eli-kolu hızlanır, omuzları kımıldamaya başlar, ayakları kımıldamaya başlar, sağa-sola doğru sallanmaya başlar... Öncelikle bu huzursuzluğa sebep olan unsurların tek tek tespit edilmesi gerekir
-Çocuğa ‘ekstra dürtü’ veren bir ortam sunulursa, çocuk hareketlenir
-Çocuğun biyolojik ritmi bozulmuşsa, bozulmuş olan o ritim de çocuğa dürtü verir ve çocuğu hızlandırır.
-Duygusal yoksunluk yaşayan çocuklar, hiperaktif gibi, hızlı hareket etmeye başlarlar
-Çocuk hareketlenmeye başladığında beraberinde bir sorun daha çıkar: dikkat eksikliği
-Dikkat eksikliği öğrenme güçlüğünü oluşturur.
Çocuklarda İnatçılık
Her gelişim döneminin kendine özgü davranışları vardır. Çocuk 2 yaşından sonra anormalleşmez, normalleşir. 2 yaşına kadar bütün ihtiyaçlarını annesiyle gideren bir çocuk, annesiyle ruhsal bir sekine dönemi yaşadıktan sonra, sanki bir uykudan uyanır ve insan olma yolunda adımlar, “Ben yapacağım” demeye başlar.
-‘Ben gelişim’ döneminde, çocuğun yapmak istediği şeylere izin verilirse, kişilik gelişiminde olumlu tesirler oluşur.
-Çocuk, yaşamda engellerle karşılaştıkça güçlenir; engellendikçe agresifleşir.
-Çocuk engelleri şiddet kullanarak aşmayı alışkanlık hali getirmeye başlarsa, bu, ileriki dönem için davranış bozukluğuna sebep olur.
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı
Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler. Arzu ettikleri şeye erişememek, anne-babayı kendine yöneltememek, içlerinde sevgi ihtiyacı kaldığı halde ebeveynine ulaşamamak çocukların vurma davranışlarının ortaya çıkmasında etkilidir.
-Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler.
Çocuklarda Tik’ler
Tik istemsiz kas kasılmasıdır. Çocuğun istemeden bir kasının sürekli olarak aynı periyot ve aynı zaman dilimi içerisinde kasılıp bırakılıyor olmasıdır. Bir insanın üzerinde baskılar artmaya başladığında, bu insandaki ilk fiziksel reaksiyonların göz kırpmalar, kaş kaldırmalar, dudak ısırmalar gibi kafasıyla, vücuduyla alâkalı birtakım fizyolojik tepkiler olduğu görülür. Ne kadar baskı artar ve çocuk ne kadar işin içerisinden çıkamaz ise kaşı, gözü, dudakları, vs. o kadar çok hareket etmeye başlar.
-Tik’lerin kaynağı gerginliktir.
-Çocuğu gerginliğe iten sebep bulunmadıkça, tik de ortadan kalkmayacaktır.
-Müdahale edilmediği takdirde tikler kronik seyir gösterebilir.
Teknoloji Bağımlılığı
Alkol ve uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının yanında bilgisayar, cep telefonu, internet gibi teknolojik gereçlerin de bağımlılığa dönüştüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Özellikle, aile içi iletişimin zayıf olduğu ortamlarda yetişen çocukların böylesi bağımlılığa düşme riskinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Aile içinde bir bireyin, teknolojik gereçlerden birine bağımlılık kazanması ailenin diğer bireylerini anında etkiliyor.
-Teknolojik gereçler, zayıf aile bağı olan çocuklarda daha çok bağımlılık yapmaktadır.
-Teknoloji, bir oyun değil bilgiye ulaşma aracı olarak tanımlanmalıdır.
-Çocuk teknoloji ile düşman değil, onunla dost yetiştirilmelidir.
-İnternet kullanımında ailenin sloganı, “Kullan, işini hallet, çık” olmalı.
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme
Henüz ön ergenliğe erişmemiş bir çocuğun kendi bedenine yönelmesini cinsel tatmin olarak göremeyiz. Genellikle erken yaşlarda, bir şekli ile çocuklar kendi bedenlerini keşfedebiliyorlar. Cinsellik olmayan, fakat tıpkı bir tatlı kaşınma şeklinde kendi genital bölgelerine yoğunlaşabiliyorlar. Günümüzde oldukça sık rastlanılan bu çocuk davranışını, cinsellikle bağdaştırmak çocuğa yapılacak bir haksızlık olur.
-Kendini tatminde en belirgin sebep, çocuğun anne ile bağlanmasındaki problemlerdir.
-Çocuk mastürbasyonu vaktinde önlenmez ise kalıcılık gösterir.
-Böylesi bir alışkanlığın terki, 6 ayı bulan, ‘haz değiştirme ve davranış unutma süreci’ni kapsar
-Sorunun çözümü, anne ile çocuk arasındaki yeniden bağlanmayla gerçekleşir.
Makale Kategorisinde “SÜKUNET” Kelimesinden “5” Adet Bulunmuştur.
Bir çocuk 7’sinde ne ise 70’inde de o mudur?
İnsan yaşamının en önemli dönemi çocukluk yıllarıdır.
Zira çocukluk, “hislerin” oluştuğu dönemdir.
Hisler, bir kişinin kişiliğini oluşturan en temel dürtü kaynağıdır.
Mesela, çocukluk yıllarında kendisine “saygıdeğer” olarak davranılmamış, kimi zaman küçük düşürülmüş, kimi zaman aşağılanmış ve ihmale uğratılmış bir çocuğun içinde “değersizlik hissi” oluşur. Böylesi bir hissin oluştuğu kişi, yıllar da geçse, içindeki bu histen kurtulmayı kolay kolay başaramaz.
Zira hisler kalıcıdır, söküp atılması oldukça zordur.
Hisler, kişinin huyunu oluşturur. Huyun kontrolü, aklın elinde değil, “duyguların” elindedir. Duygular hislerin artık şekle bürünmüş halidir.
Çocukluk döneminde “güvensizlik” hissi oluşmuş olan bir kişi, yetişkinlik döneminde kimseye kolay kolay güvenemez. Böylesi bir kişinin siz ne kadar aklına hitap etseniz ve güven dolu sözler söyleseniz de o kişinin “duygularını” değiştirmedikçe güvensizlik hissini yok edemezsiniz. Bir kişinin duygularının değişmesi ancak kendisine hitap eden kişiye “tam bir güven” duyması ile olur.
Yetişkinlik yıllarındaki psikolojik problemlerin birçoğunun kaynağı çocukluk hatıralarından edinilen böylesi hislerdir.
Kurtulunamamış hisler kişide psikolojik problemlere yol açar…
Çocuk zihni savunmasızdır.
Bir yetişkin çocuğa nasıl davranıyorsa, çocuk, kendisinin öyle davranılması gereken biri olduğuna inanır.
Kendisine yapılan kötü muameleyi, o yetişkinin insana “saygısızlığı” olarak değil, kendisinin “saygıya değmeyen biri” olduğundan kaynaklandığını zanneder.
Bu yüzden bir ebeveyn çocuğuna ne kadar kötü davranırsa davransın, çocuk ertesi gün yine de kendisine kötü davranan ebeveyninin yanına sokulur, ona yaranmak için “şımarmaya, yılışmaya” başlar. Bu, ebeveynine ihtiyacı olduğu için bir çıkar arayışı değil, değersiz olan kendisini ebeveynine yeniden kabul ettirme çabasıdır.
Bir anne kızgınlık anında çocuğunu “Geri zekâlı mısın nesin sen de be!” diye aşağılasa, bu sözü işiten çocuk daha çok gülmeye ve yılışmaya başlar.
Aslında bu bir çocukluk dramıdır.
Zira burada çocuk, annesinin kendisine hakaret ettiğini düşünmez, kendisinin aslında gerçekten geri zekâlı biri gibi olduğuna inanır. Ve geri zekâlı olan kendisini annesine sevdirmek için ekstra bir “sevimlilik” çabasına girişir, daha çok hoplar, daha çok zıplar, dil çıkartır, güler… Bu durum çocuk açısından kendini sevdirme çabası olsa da, yetişkin için çoğu defa çocuğun şımarması olarak yorumlanır…
Eğer çocuğun davranışlarının temelinde yatan hisler ebeveyni tarafından doğru olarak algılanmaz ve o hislerin onarımı için gerekirse çocuktan özür dilenmez ise çocuktaki bu hisler bir süre sonra kalıcı hale dönüşür.
Kendisinin geri zekâlı gibi olduğuna inanan bir çocuk, artık okulda da garip garip davranışlar sergiler, derste öğretmenini, teneffüste arkadaşlarını bunaltır… Aslında böylesi durumlarda çocuğun aradığı şey “değerlilik hissidir”. Ve bunu o çocuğa kim verirse, çocuk onunla sükûnete erer.
Bütün bu hislerin en yoğun kazanıldığı dönem, 6 yaş öncesi dönemdir. Atalarımız, “Bir çocuk 7’sinde ne ise 70’inde de odur” diye boşuna söylememiş olsa gerek...
Eğiticinin eğitilmesi “iletişim becerisi” ile başlar
Bir eğiticinin en önemli özelliği nedir diye sorsalar, “sükûnetidir” diye cevap verirdim. Zira öğrenme, ancak sükûn halinde olursa derinlik kazanır.
Yoksa “pıtır pıtır” sağa sola koşturan, nefes nefese ders anlatan, elinde tuttuğu kitaplarından biri aşağı biri yukarı sarkmış olduğunu dahi fark etmeden öğrencisinin karşısına çıkan bir eğitici, çocuğa hitap edemez.
Sadece davranışta sükûnet değil, eğitici, öğrencisine hitap ederken de “sakin” olmalı, tane tane konuşmalı, arada bir durup, anlattıklarının anlaşılıp anlaşılmadığını gözlemledikten sonra anlatımlarına devam etmelidir. Yoksa eğitimci “iletişim engelli” gibi hızlı hızlı konuşuyor, kelimeleri yutuyor, ne anlatacağını bir süre sonra kendisi de unutuyorsa, böylesi bir eğitimcinin çocuğa vereceği şey ancak “kaygıdır.”
Bir gün bana sorsalar, sıradan bir meslek sahibi ile öğretmen arasındaki en belirgin fark nedir diye, “İletişim becerisidir” derdim. “Öğretmen, hitap etmesini bilen, mesleğini, sahip olduğu iletişim becerisi ile yücelten kişidir.”
Hitap, sadece öğrencisine değil, öğrencilerinin velileri ile de konuşmasını becerebilmelidir bir eğitimci. Okulda arkadaşı ile kavga etmiş bir öğrencisini, “Sizin oğlan bugün ortalığı birbirine kattı, gidince onunla anlayacağı şekilde konuşun, tamam mı?” diye annesine şikâyet ediyorsa… Ödevini yapmamış öğrencisinin velisine telefon açıp, “Çocuğunuz bugün yine…” diye başlayan cümleler kuruyorsa… “Bizim çocuk neden düşük not aldı acaba?” diye merak eden veliyi, “Çünkü çocuğunuz hiç ders çalışmıyor da ondan” diye anne babayı çocuğa karşı kışkırtıyorsa, böylesi bir öğretmen sadece çocuğa değil o ailenin yapısına da zarar verir.
Birçok anne baba çocuğuna öğretmen tercihi yaparken, öğretmenin iletişim becerisine değil de, nasıl da “disiplinli” olduğuna bakıyor, kendi baş edemediği çocuğunun öğretmen tarafından “adam” edilmesinden hoşlanıyor. Çoğu defa okul önlerinde veliler kendi aralarında konuşurken parmak ucu ile gösterdiği öğretmen için, “Bu öğretmen çok da disiplinliymiş, bir haftada çocukları muma çeviriyormuş. Öğrenciler korka korka da olsa harıl-harıl ders çalışıyorlarmış… Çok uğraştım ama bizim çocuğu onun sınıfına aldıramadım. Sınıfına da hep torpilli öğrenciler geliyormuş…” diye konuşulan, şiddetin revaç bulduğu bir eğitim anlayışına göre benim yazdıklarım biraz lüks gelebilir belki, ama çocuk ruh sağlığını önemseyen anne babalar için bir öğretmenin çocukla iletişim becerisine sahip olması hayati derecede önemlidir.
Geçmiş zamanda bir öğretmenle öğrencinin iletişimine şahit oldum.
Çocuk, “Öğretmenim, ben…” diyor.
Öğretmen, “Sus… bir de konuşma karşımda.” diye azarlıyor.
Çocuk, “Ama öğretmenim…” diyor, öğretmen “Bak hâlâ konuşuyor. Kapa çeneni dedim sana.” diye aşağılayarak susturuyor öğrenciyi.
Canım sıkıldı…
Bir öğretmenin öğrencisini böyle aşağılamasını içime sindiremedim.
Ama asıl canımı sıkan şey, öğretmenin çocuğu aşağılayarak konuşması değil, bu konuşmanın öğretmenler odasında olması idi. Odadaki bir Allah’ın kulu, en azından bir bakış ile bir duruş ile küçük bir jest veya mimik ile de olsa rahatsızlığını göstermemesi idi…
İşte bundan dolayı, çocukla iletişim becerisi bir lüks olmaktan çıkmalı, eğiticilerin eğitilmesinin birinci başlığı haline getirilmeli.
Çocuk ile iletişim, gazetelerde haber olmalı… radyolarda program… Televizyonlarda siyasetten, ekonomiden, “dünya savaşlarından” daha öncelikli konuma yükselmeli ki, o toplum kendi geleceğini çocuk ile inşa edebilsin.
Yoksa “kapa çeneni” diyen eğiticilerin elinde çocuklar kişiliksizleşir de, kimse bu çocuk okuldan niye soğudu sorusunun cevabını bir türlü bulamaz.
Yazarın 18 Ağustos 2014 tarihli yazısıdır
Edinerek öğrenmenin temel ilkesi: Biyolojik ritme saygı (2)
Çocuğu birinci sınıfa başlamış bir anne-baba çaresizlik içinde yanıma gelmişti.
Çaresizliklerinin sebebi, 19 kişilik sınıfta 18 kişi okuma yazmayı öğrenmiş, bir tek kendi kızları kalmış okumaya geçemeyen. Çalmadıkları kapı kalmamış, kimi “Disleksi var galiba çocuğunuzda” demiş. Kimi “Beyindeki kimyasal denge bozukluğundan” bahsetmiş.
Bütün bunlarla yetinmeyen anne, gittiği yerlerden birinde “Kızınıza kötü cinler musallat olmuş” diye duyunca film kopmuş…
Kocaman değil, henüz 6 yaşında bir kız çocuğunun okul hayatında başına gelenlerden bahsediyorum… Göz ucu ile şöyle bir baktım, utangaçtı… Bilirim ki kız çocukları bu yaşta böylesi utangaç olurlardı, sorun yoktu benim için. Adını sormak istedim, annesinin arkasına saklandı. Babası kolundan tutup saklandığı yerden çıkartırken “Amca adını soruyor, söylesene adını hadi…” demesi çocuğun içinde bulunduğu durumu özetlemeye yetti.
“Üzgünüm çocuklar sizler adına” demek geldi içimden, söyleyemedim…
“Siz dışarıda bekleyin isterseniz?” diye anne-babayı dışarıya davet ettim.
Çocuk öylece kalakaldı oturduğu koltukta… Kaygılı idi. Başına ne geleceğini bilememenin, ama kendinden büyük birisine de itaat etmesi gerektiğinin çelişkisi okunuyordu vücut dilinden.
Kendimi tanıttım. Güzel resim yapabildiğimden bahsettim. İsterse birlikte resim yapabileceğimizi söyledim. “Hı hı” diye başını salladı ürkekçe… Diz çökerek oturduk yere, sehpanın üzerine koyduğum kâğıda boya kalemleri ile ev yapmaya başladık…
Ben, yazı da yazabildiğimi söyledim. Çocuk, “Ben de yazıyorum ama biraz yavaş” dedi. “Olsun” dedim, “Ben de önceden yavaş yazıyordum. Hem yavaş yazınca bazen daha güzel oluyor” deyince gözlerime baktı, rahatladı. Sonra kaşlarını çatıp “Ama öğretmenim dedi ki hızlı yazmalıymışım. Hem ödevimi yavaş yapınca annem kızıyor.” derken, ülkemiz çocuklarının eğitim dramını anlatıyordu aslında…
İkimiz de önümüze yeni bir kâğıt aldık… Oturduğumuz yerde, benim söylediğim harfleri birlikte yazmaya başladık. Küçücük parmakları ile nasıl da samimi çabalıyordu, içim burkuldu…
Üç-beş harfi yazdıktan sonra “Ben yazı da okuyabiliyorum” dedim.
Çocuk beni duymazdan geldi. Kalemle çizgi çizmeye devam etti. İncinmişliği vardı belli ki…
“Hatta ben, bu harfin hangi harf olduğunu bilebilirim” deyince başını kaldırdı, “Ben de bilirim, o A” dedi. Cesaret kazanmıştı. Çünkü kendini zorlamayan, ona uyum sağlayan bir yetişkin vardı yanında.
“Peki, bu hangi harf?” diye sordum, onu da bildi, diğerini de… “Hadi bu harfleri yan yana okuyalım dedim”, yavaş yavaş da olsa okudu.
“Ne güzel okuyorsun” dedim. Çocuk: “Ama annem sıkılıyor ben okurken. Babama diyor ki gel şu çocuğu sen okut, yoksa ben çıldıracağım.”
Dakikalarca gözlemledim, ne “disleksi” idi problemin adı, ne de “cin çarpması”. Aklı başında, narin bir kız çocuğu ve ona hitap edemeyen yetişkinlerin çatışması vardı ortada, “beklenti çatışması”… Çocuk, kendi biyolojik ritmi ile “edinerek öğrenmeye” çabalarken, anne-babanın bu hızı yavaş bulup hızlandırma gayreti, çocuğu sersemleştirmişti.
Çocuğu dışarı alıp anne-babayı yeniden davet ettim. Dikkat ettim ki anne babanın da biyolojik ritmi oldukça bozuk. Baba beni dinler iken ayaklarını sallayıp duruyor, anne konuşurken hızlı hızlı ve yutarak konuşuyordu…
Hâlbuki edinerek öğrenmenin en temel ilkesi, eğiticinin “sekine” halinde bir biyolojik ritme sahip olmasıdır.
“Aktif bir pasiflik”, eğiticinin en üstün özelliğidir.
Konuşurken, inci tanesi gibi kelimeleri tek tek çıkarmak... Yürürken, yavaş ve SÜKUNET içinde yürümek… Göz göze gelindiğinde, gözlerle çocuğun gözlerine dokunacak kadar sakin bakmak, edinerek öğrenmenin olmazsa olmaz prensipleridir.
Kalıcı öğrenmenin önündeki en büyük engel, çocuğu hızlandırmaktır, “Hadi, hadi… Çabuk, çabuk… Herkes yaptı bir sen kaldın” gibi baskılar çocuğu psikolojik olarak gerdiği gibi, bilginin içselleşmesinin önünü de kapatır.
Çocuğa iyilik yapmak isteyen eğiticiler, onun biyolojik ritmine saygı duymalı. Belki kendilerinin bozulmuş olan biyolojik ritimlerini de “sekine” haline çevirerek çocuğun karşısına çıkmalıdır. Bu bir lüks değil, çocuk hakkıdır.
Yazarın 02 Aralık 2014 tarihli yazısıdır
Varoluş izni
Çocuklarının çok sinirli olduğundan şikâyet eden bir anne baba ile karşılaştım. Dokuz yaşında genç bir delikanlı.
Annesi, “Hocam efeliği de kabadayılığı da bize. Evde kardeşine karşı acımasız. Dışarıda tam tersi, pısırık. Kaç defa dayak yemiş halde geldi okuldan ağlayarak, sayısını ben unuttum.”
Babası, “Dışarıda kendini bu kadar savunamadığı için gittim karateye yazdırdım. Orada da sorun çıkarttı. Hocasının gösterdiği teknikleri yapamadığı için ağladı, ‘Ben gitmeyeceğim artık’ diye tutturdu.”
Annesi ilave etti, “Sadece karatede değil, bir işi başaramadığı zaman hemen ağlıyor, sinirleniyor. Eşim sağ olsun çocukları ile çok ilgilenir. Ailecek oyunlar oynarız akşam vakitleri. Oyunda yenileceğini anlayınca, birden sinirlenir, ya kızar bağırır ya da oyunu bozar. Bir yerlerde hata yaptık ama nerede bilemiyorum.”
Dinledim anne babayı, ilgisiz bir anne baba değildi bu kişiler. Sorunun kökenine erişebilmek için, genç delikanlı ile de konuşmalıydım, davet ettim içeri.
Baktım, gayet terbiyeli bir çocuk gibi görünüyordu aslında. Birçok anne babanın özeneceği, “akıllı uslu” bir çocuk yani. Biraz sohbet ettik. Sıkılgan bir yapısı vardı belli. Konuşmayı da sevmiyordu. Hal dili ile “bir an önce bitse de gitsek” der gibiydi.
Biraz anne babasından bahsettik. Onları çok seviyordu. Hele annesini o kadar seviyordu ki, o olmadan yaşayamayacağını söyledi. Durdum birden… Ne demek istediğini sordum.
Anladım ki, annesi duygusal olarak o kadar yakındı ki kendisine, bir şeye ihtiyacı olduğunu daha o söylemeden hissedebiliyordu. İçeri girerlerken ben de fark etmiştim, çocuğun montunu annesi çıkartmış askıya asmıştı.
Sordum, ayakkabı bağlamasını bilmiyordu bu çocuk henüz, annesi bağlıyordu hâlâ. Montunun fermuarını çekmesini beceremediği için de annesi giydiriyordu montunu da.
Çocuk dışarı çıktığında anne babayı davet ettim…
Anneye sordum, “Oğlunuzu çok mu seviyorsunuz?”
“Çok seviyorum. Biz sevgisiz bir ortamda yetiştik. 5 yaşındayken annem vefat etti. Üvey anne yanında büyüdüm. Ne babamdan, ne de anneliğimden sevgi aldım. Yaşadıklarımı çocuğuma yaşatmamak için elimden geleni yapıyorum. Ömrüm oldukça da onun üzülmesini istemiyorum.”
Aslında bu anne çocuğunu değil, çocukluğundaki kendisini yetiştiriyordu da farkında değildi. Çocuğu mutlu oldukça, mutlu olan kendi içindeki çocukluğu idi. Çocukluğunda yarım kalan duygularını, çocuğu ile aşırı bağlanarak gideriyordu, ne acı…
Aslında ortada çocuk yoktu, yaşanmamış çocukluk vardı ve acısını çocuğunun üzerinde onaran bir annenin yeteneksiz bıraktığı bir başka çocuk…
Bu aşırı ilgi, çocuğun gelişimini aksatmıştı. Çocuk, kendi yaşının gereklerini yapamıyor olmanın sinirini yaşıyordu aslında.
Hâlbuki çocuk yetiştirmenin özü, çocuğa “kendi eserini ortaya çıkartmasına izin vermektir.”
Bu, çocuğun “varoluş iznidir.”
Dört yaşındaki bir çocuğun uğraşa uğraşa montunun fermuarını çekmeye çalışması, bir varoluş çabasıdır. Boyama kitabını acemi acemi de olsa kendi başına boyaması, annesinin de onu “müdahale etmeden sükûnet ile seyretmesi”, bir varoluş iznidir aslında.
Ve varoluşuna izin verilmiş çocuklardır yaşamda güçlü olanlar.
Çocuk bir iş yapacağı sırada, anne babası çocuktan önce o işi yapmak için adım atıyorsa, bir süre sonra çocukta bir sinirlilik hali oluşur. Bu, kendi eserini ortaya çıkartamamanın öfkesidir. Beceriksizliği kabullenememe öfkesi… Böylesi anne babalar, çocuklarına iyilik ettiklerini zannetseler de, aslında çocuklarını engelli hale getirirler de farkında değildirler.
Parmakları olmayan bir çocuğun montunun fermuarını çekememesi ile çocuğunun her işini yapan bir anne babanın, çocuğunu, fermuarını çekemez hale getirmesi arasında, çocuğun yaşadığı psikolojik zorluk açısından bir fark yoktur.
Yazarın 10 Mart 2015 tarihli yazısıdır.
Kardeş çatışmaları ve birkaç çözüm önerisi (1)
Anne babaların baş etmekte zorluk çektiği en belirgin sorun, kardeş çatışmalarıdır.
Büyük çocuk oyun oynarken küçüğün onun yanına gitmesi... Sanki evde başka oyuncak yokmuş gibi, aynı oyuncakla oynamak istemesi... Önce ‘o benim, bırak oyuncağımı’ sesleri, hafif hafif itiş kakış... Ardından ne olduğu belirsiz bir ağlama ve ‘anneeeee’ çığlığı...
Odaya hışımla giren anne, baba...
İtiş kakış içinde çocuklar...
Ve cinnet nöbetleri: ‘Ne oldu yine, ne yaptın bu çocuğa!’
‘Oyuncağımı aldı vermiyor...’
‘Sen ne biçim ablasın, versen ne olur elindekini kardeşine...’
‘Ama o benim, kendinin de var, onu alsın...’
Laflar... sözler... öfkeler...
Hemen her evde yaşanan kardeş çatışmalarında birçok anne baba çaresizdir. Çocuklar da çaresiz kalan anne babaların altında çaresiz kalır.
Pedagojik olarak bakıldığında, sorun, çatışmanın bizzat kendisi değil, bu çatışma sırasında ebeveynin öfkesini yönetememesidir.
Hâlbuki, kardeş olan evde çatışma olmamasını beklemek çocukluk gerçeğine aykırıdır. Kardeş çatışmaları gelişimin bir parçasıdır ve doğru yönetilirse her çatışma gelişime katkı sağlar.
Basit bir mantıkla bakıldığında, aslında kardeş çatışmalarının sebebi, çocukların o an yaşadıkları problemi çözememiş olmalarıdır ve o an ihtiyaçları olan şey, yeni bir bağırtı çağırtı değil, mevcut problemin nasıl çözülebileceğine dair bilgidir.
Bundandır ki anne babalar, duydukları gürültü patırtıdan hemen etkilenip kendilerini de problemin bir parçası hâline getirmemelidirler. Eğer böyle davranırlarsa, çocuklarına problem çözmede ‘şiddeti’ kullanmayı öğretmiş olurlar. Bundandır ki öfkesine hâkim olamayan anne babaların çocukları sokakta, okulda karşılaştıkları problemleri bağırtı-çağırtı, kavga-dövüşle çözmeye çalışırlar. Böylesi çocuklar büyüyüp kendileri de eş olduklarında, evliliklerinde karşılaştıkları sorunları kavga ederek çözecekleri yanılgısı içindedirler. Onlar, sükûnet ve sakinliğin problemleri nasıl çözdüğüne dair tecrübeleri edinmemişlerdir.
Bundandır ki çatışma sırasında bir ebeveynin en önemli tutumu, sükûnet ve sakinliğidir. Kavga ve gürültü ne kadar şiddetli olursa olsun, ebeveynler sükûnetini bozmadan ve çatışmanın bir eğitim fırsatı olduğu bilinci ile önemli olanın problemin kendisi değil, nasıl çözüleceği konusunda çocukların bilgilendirilmesi olduğunu fark ederek hareket etmelidir.
Böylesi durumlarda ebeveynler genellikle, kısa sürede pratik çözüme erişip yarım bıraktıkları işlerinin başına dönmek isterler. Bundan dolayı, adaletli bir çözüm fırsatını kaybederler.
Ve genellikle adaletsiz çözümlerdeki en büyük yanılgı fedakârlığın büyük çocuktan beklenmesidir. Hâlbuki, kardeş çatışmalarının birçoğunda mağdur, zaten büyük çocuğun bizzat kendisidir. Mağdurdan fedakârlık beklemek, mağdur edene mağduru ezdirmek demektir.
Kardeş çatışmalarının en güçlü çözüm yönetimi, çocuklara zaman planlamasını öğretmektir.
Bunun ne olduğuna ve pratikte nasıl uygulanacağına haftaya değinmeye çalışacağım...
Video Kategorisinde “SÜKUNET” Kelimesinden “2” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Eşler Arası Sevginin Çocuğa Yansıması
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EŞLER ARASINDAKİ SEVGİNİN ÇOCUĞA YANSIMASI
06.31: İçinizdeki değerlilik duygusunu tanıyor muyuz; bu duygu bireyde temel duygudur.
08.16: Değerlilik duygusunun birey icindeki yansıması sessizlik. Genişlik, rahatlık halidir. Bireyin içerisindeki SÜKUNET halidir.
11.21: Çocuk kendi dünyasındaki hisleri anne simasında görmeye başladıkça çocuğun içinde bir rahatlik, genişlik uyandıran bu his değerlilik hissidir.
19.02: Eğer fizyolojik bir sebep yoksa çocuk sürekli ağlıyorsa duygusal ihtiyaçları karşılanmıyordur.
20.12: Değerlilik hissinden sonra uyanan duygu sevildiğine değer olduğunu hisseder.
23.07: Daha sonra uyanan his ise sevmedir. Sevme aktif bir duygudur, sevilme pasif bekleme halidir.
27.53: Çocukluğunda esduyum becerisi geliştirmiş birey karşısındaki ile iletişime geçer.
38.20: soru ve cevaplar
Pedagoji Okulu- Çocuklarda Kardeş Çatışmaları
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EŞLER ARASI SEVGİNİN ÇOCUĞA YANSIMASI
06.31: İçinizdeki değerlilik duygusunu tanıyor muyuz; bu duygu bireyde temel duygudur.
08.16: Değerlilik duygusunun birey içindeki yansıması sessizlik. Genişlik, rahatlık halidir. Bireyin içerisindeki SÜKUNET halidir.
11.21: Çocuk kendi dünyasındaki hisleri anne simasında görmeye basladıkça çocuğun içinde bir rahatlık, genişlik uyandıran bu his degerlilik hissidir.
19.02: Eğer fizyolojik bir sebep yoksa çocuk sürekli ağlıyorsa duygusal ihtiyaçları karşılanmıyordur.
20.12: Değerlilik hissinden sonra uyanan duygu sevildiğine değerli olduğunu hisseder.
23.07: Daha sonra uyanan his ise sevmedir. Sevme aktif bir duygudur, sevilme pasif bekleme halidir.
27.53: Çocukluğunda eş duyum becerisi geliştirmiş birey karşısındaki kişi ile iletişime geçer.
SORULAR VE CEVAPLAR
38:20