Radyo Kategorisinde “EMNİYET” Kelimesinden “1” Adet Bulunmuştur.
Kitap Kategorisinde “EMNİYET” Kelimesinden “9” Adet Bulunmuştur.
Doğal Ebeveynlik
Tanıtım
Bugün çocuklarda karşılaşılan problemlerin çoğunun temelinde, çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatar. Çocuk içinde hissettiği coşkuyla sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” ikazlarının, bir şeyleri merak edip birkaç soru sorsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisi için seçilen bir kıyafetin rengini beğenmediğini söylese “Sana elbise alanda suç zaten” şeklindeki bastırmaların, bir yemeğin damak tadına uymadığını ifade edecek olsa “Sende de hiç zevk yokmuş” gibi aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda, çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Bu kitapta çocukların davranışları “öğrenme”sinin değil “edinmesi”nin, bir başkasını taklit ederek değil kendi “irade”sini ortaya koyarak istenen davranışları kazanmasının yolları üzerine ufuk açıcı bir anlayışla karşılaşacaksınız.
Adem Güneş, çocukları ceza ve mükâfat kıskacına almadan, onlara insan olmanın değeri yaşatarak ebeveynlik etmenin mümkün ve değerli olduğunu dolu dolu bir içerikle aktarıyor. Doğal Ebeveynlik, duygularındaki özgürlüğü davranışlarında disipline dönüştürebilen, “kendisi olabilen” çocukların anne babalarının yeni yol arkadaşı…
İçindekiler
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………..9
EDİTÖRDEN NOTLAR……………………………………………………………………11
Davranış Eğitimi mi İrade Eğilimi mi?……………………………………………………15
Bizim Çocuğun içinden Hiçbir Şey Yapmak Gelmiyor…………………………………...17
“Merak” Anlayabilme Çabasıdır…………………………………………………………...24
Merak Duygusu Heyecan Oluşturur……………………………………………………….25
İtici Bir Güç Olarak “Taklit” Hevesi………………………………………………………27
Fıtrat Tetiklenmesi Nedir?…………………………………………………………………30
İnsan Olabilme Gücü: “İrade”……………………………………………………………..33
“Bilinçsiz irade” Kullanımından “Tercih Edici İradeye” Geçiş……………………………35
Davranışın öğrenilmesi mi Edinilmesi mi?………………………………………………..38
İrade Nedir?………………………………………………………………………………..41
Bağımlılık Halleri ve İrade………………………………………………………………...47
Sahte Benlik( İki yüzlülük Hali)…………………………………………………………....57
İnşan Olma Mayası: “Duyarlılık”………………………………………………………….63
Duyarsızlığın Belirtileri……………………………………………………………………..73
Doğal Olabilmek: “Kendi Gibi Olabilmek”……………………………………………….77
Fıtri Halin Bozulmaması……………………………………………………………………83
Ebeveynlik Sınırı……………………………………………………………………………95
Kaygılı Bağlanma………………………………………………………………………...100
Güvensiz Bağlanma………………………………………………………………………102
İkinci Doğum……………………………………………………………………………….105
Fıtratın Yaşanabileceği Özgür Bir Ortam………………………………………………..107
Yetişkinin Ürküten Bakışları……………………………………………………………...121
Hızlılık Duyarsızlaştırır……………………………………………………………………129
Duyguda Özgürlük Davranışta Disiplin………………………………………………….133
Güçlü Benlik Yapısı Neden Önemli?.................................................................................134
Koşulsuz Saygınlık İlkesi……………………………………………………………….….141
Değer Vermek Ne Demektir?…………………………………………………………….145
Merak Duygusu Yeniden Kazanılabilir mi?...................................................................…151
Ödül Yerine Hediye………………………………………………………………………..155
Sosyal Benlik Algısı Nedir?………………………………………………………………..159
1.Suçluluk Hissi…………………………………………………………………………..166
2.Değersizlik Hissi………………………………………………………………………..170
3.Yetersizlik Hissi………………………………………………………………………...172
Duyuların işlevselliği……………………………………………………………………….177
1.Soyut Düşünebilme……………………………………………………………………..176
Ne Yapmalı?…………………………………... ……………………………………...184
2.Sembol Kullanabilme…………………………………………………………………...188
Ne Yapmalı?...................................................................................................................191
Alışkanlık Bozukluğu Nedir?…………………………………………………………..193
Empatik Drama Oyunları Nedir?………………………………………………………195
3.Eşyaya Nüfuz Edebilme………………………………………………………………...197
Ne Yapmalı?…………………………………………………………………………...202
4.Algısal Hız, Ön Görü; Feraset……………………………………………………….…203
Eşya ile Hadiseler Arasındaki İlintiyi Görebilmek Nedir?…………………………….204
5.Bellek Gücü…………………………………………………………………………..…206
Önsöz
Bir insanın en büyük kazancı kendi gibi olabilecek güce erişmiş olmasıdır.
Günümüz anne babalarına “Kendi gibi olan değil, beklendiği gibi dan çocuk daha İyi çocuktur” telkininde bulunulsa da bir ebeveynin asıl başarısı çocuğunu fıtratını bozmadan, var olduğu hali ile yetişkinliğe taşımayı becerebilmesidir.
Bugün çocuklarda karşılaşılan neredeyse bütün problemlerin temelinde çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatmaktadır.
Çocuk içindeki coşku dolu hali İle sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” gibi ikaziann, azıcık merak edip öğretmenine birkaç soru soracak olsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisine alınacak bir kıyafetin rengini beğenmediğini söyleyecek olsa “Sana elbise alanda suç zaten…” şeklindeki bastırmaların, damak tadına uymayan bir yemeği ifade edecek olsa “Senin de hiç zevkin yokmuş” benzeri aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Çocuktan yetişkin olgunluğu beklemek çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır. Çocuk, çocuk olabildiği kadar kişilikli bir insan olabilir.
Çocukluğu engellemeler ve aşağılamalar içinde geçmiş kişiler yetişkinlik yıllarında maalesef agresif. huzursuz, duyarsız, asık suratlı, mutluluğu bir türlü beceremeyen ve kimi zaman zayıf kişilikli halleri ile hem kendilerine hem de çevresindekilere acı veren insanlara dönüşüyorlar.
Bu kitapta çocuklara “davranış öğretmek” için onların nasıl da ceza ve mükâfat kıskacına alınacağını değil, insana insan olmanın değeri yaşatılırsa her şeyin doğal seyri içinde nasıl da adım adım gerçekleştiğini bulacaksınız. Umarım toplumsal duyarlılığın oluşmasına katkı sağlayacak bir eser olur…
1.DAVRANIŞ EĞİTİMİ Mİ İRADE EĞİTİMİ Mİ?
Pek çok ebeveyn "çocuk eğitimi" nin çocuğa "davranış öğretmek" olduğu yanılgısına düşüyor. Bu nedenle birçok evde "düzgün dur", "düzgün otur", "dişlerini fırçala", "erken yat", "misafirlikte beni rezil etme" sesleri eksik olmuyor. Halbuki çocuk terbiyesi çocuğa "davranış öğretmek" değil "duyarlılık" ve "irade" kazandırmaktır.
Anne babalar her ne kadar "bizim çocuk ödevlerini yapmıyor" şeklinde bazı "davranışlardan" şikayetçi olsalar da bir çocuğun ödevinin başına bir türlü oturamaması çoğunlukla onun iradesi ile ilgilidir. Çocuk yarım saat dersin başında oturabilecek kadar kendine güç yetiremiyor yani iradesini kullanamıyorsa buradaki sorun davranış sorunu değil, kendini "yönetememe" sorunu-dur. Bir başka deyişle irade kullanamama sorunudur. Ebeveynler çoğu defa baskı ve zorlama ile çocuklarına davranış öğretmeye çalışırken onların duyarlılıklarını ve iradelerini kırdıklarını fark edemiyorlar. "Alışkanlık kazansın" diye zorla yataktan kaldırılan, söylene söylene okul servisine bindirilen, odasını toplamadığı için aşağılanan, ödevler yüzünden her an azar işitmeyi bekleyen bir çocuk kendisinden beklenen davranışları yerine getirse de aslında “duyarlılığını ve iradesini” kaybetmektedir.
-İçselleşmemiş bir davranışın kalıcı olması mümkün değildir.
-Tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur.
-Bir yetişkin kendini çocuk adına geliştirmedikçe kaba bir eğitimciden başka bir şey olamaz.
-Ebeveynler genellikle güçlerinin ötesinde bir hız ile karşılaştıklarında çocuklarına “hiperaktif” etiketini yapıştırırlar. Bu, çocuğa yapılacak büyük bir haksızlıktır.
-Erken çocukluk döneminde çocuk terbiyesi taklitlerden ibarettir.
2. İNSAN OLABİLME GÜCÜ: “İRADE”
İlk çocukluk dönemindeki "merak duygusu" ve "taklit yeteneği" belli bir yaşa kadar itici rol oynayabilir. Çocuk gerek eğitimde gerek birtakım davranışlar kazanmada üstün bir rol sahibi olabilir. Ancak yaratılıştan zaten var olan bu hazır içsel güçler bir süre sonra azalarak tükenecektir.
Ebeveynler çocukluk döneminin bu en masum iki içsel gücünü bir basamak yaparak kişilik ve karakter eğitiminin bir üst basmağı olan "irade" kullanımını çocuklarında geliştirmelidir. Bir önceki dönemde ebeveynler sadece kendi örnek yaşamlarını çocuklarına sunarak onlara birtakım davranışlar kazandırsa da, kişilik kazanımının asıl kökeni çocuğun sahip olduğu iradeyi kendisinin kullanabilir duruma gelmesidir. Belki de çocuk terbiyesinin en kritik aşaması işte burasıdır.
-İlerleyen yaşlarda irade sadece merak duygusunun yönlendirilmesini değil, merak ettiği halde çocuğun bazı yerlerden uza durmasını da kapsamalıdır.
-Edinmek ruhun öğrenmesidir ve kişinin karakterini oluşturur. Edinilen bilgi unutulmaz.
-Bir insan aşağılanarak ve baskı ile kendisinden istenilen davranışı sergiliyorsa kişilik kaybına uğrar. Bu, çocuk için de böyledir.
-Başlarına inat kendi başarısını kazanmaya çalışan kişilerin elde ettiği başarı değil, kendisini “sunma” başkalarına kendini kabul ettirme çabasıdır.
-Çocuk ancak yapabildiği işlerle iradesini geliştirir.
-Vazgeçmemek iradesizliktir.
-Çocuk ne kadar yapabiliyorsa yetişkin o kadarına razı olmalıdır.
-Mütevazılığını kaybetmiş kişiler genellikle “irade” sahibi değil “hırs” sahibidirler.
3. SAHTE BENLİK (İKİ YÜZLÜLÜK HALİ)
Sahte benlik kişinin olduğu gibi değil etrafındaki insanların kendisini görmek istediği gibi davranmaya çalışmasıdır.
Sahte benlik iki şekilde oluşur. Birincisi şiddetten kaynaklanan sahte benlik oluşumudur. Çocuk içindeki coşku ile var olmaya çalışırken zarara uğratılırsa uğradığı zarardan kurtulmak için kendisinden istenilen davranışları sergilemeye başlar. Örneğin, küçük kardeşi ile girdiği çatışmalarda ebeveyni tarafından hep "Sen onun ağabeyisin ne istiyorsa versen ne olur?" diye hitap edilen bir çocuk, kardeşinin haksız davranışlarına "problem çıkmasın diye" boyun eğmeye başlamışsa kardeşi ile girdiği ilişkide kendi gibi değil kendinden beklendiği gibi davranmaya başlamış demektir. Bu durumdaki çocuklarda genellikle küçük kardeşe karşı kıskançlık, öfke, nefret duyguları oluşur. Halbuki kardeşler arasındaki ilişkide kavga çıkmasın diye büyük çocuğa sorumluluk yüklemek ve ondan "ağabeylik/ablalık yapmasını istemek" yerine iki çocuk arasında adaleti tesis etmek gerekir. Haklıyı veya haksızı savunmak çocukta suçluluk hissi uyandırır.
-Çocuğuna aşırı düşkün ebeveynler çocuklarının benliklerini yaşamasına engel olurlar.
-Duygusal gelişimi zayıf olan kişiler ahlak zafiyeti taşımaya adaydır.
4. İNSAN OLMAK MAYASI “DUYARLILIK”
Çocuklarda irade kazanımı devam ederken “duyarlılık gelişim süreci” de ihmal edilmemelidir. Zira duyarlılık olmadan elde edilmiş bir irade bir hiçtir hatta yıkıcıdır. Bütün zarar vericiler irade sahibi oldukları halde duyarlı olmayanlardır.
-Güçlü iradeye sahip olması istenen çocukların çevreyi tanıma girişimleri desteklenmelidir.
-Duyguları engellenen çocuklar yetişkinlik yıllarında öfke kontrol bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve panik atak gibi rahatsızlıklara doğru adım adım yol alırlar.
5. DUYARSIZLIĞIN BELİRTİLERİ
Bir gün Anadolu'da bir seminerde, "Duyarsız çocuklar duymazlar" diye bir söz söylemiştim. Programın çıkışında bir anne yanıma yaklaştı ve ıslak gözlerle "Hocam, bizim çocuğun da duyarsızlaştığını düşünüyorum" dedi. Ben "Nereden anladınız?" diye sorduğumda "Ben ona sesleniyorum, beni duymuyor, daldığı oyundan ayrı1ıp beni dinlemiyor?" cevabını verdi. Halbuki benim tarif ettiğim "duyamama hali" kulaktan duymak değildi.
İçsel bir sızıdır duyabilmek. Gözler kapandığında sanki kalbin üzerinde bir ince sızı hissettirir duyabilme hali. Ancak bu "duyamama" hali son noktadır. Peki, bu aşamaya gelirken çocuklarda hangi durumlar göze batar?
-Duyarsızlık sürecindeki çocuk internet ve televizyona karşı aşırı bağımlılık taşır.
-Duyarsızlık dönemine giren çocuk hızlanır.
-Duyarsızlaşan çocuk mahcubiyet ve utanma hissini de kaybetmeye başlar.
-Duyarsızlaşan çocuklar çok sık yalan söyler, sıklıkla bahaneler üretir.
-Duyarsızlığın ilk evresi “edilgen” kişilik yapısıdır.
6. DOĞAL OLABİLMEK: “KENDİ GİBİ OLABİLMEK”
Aslında çocukluğun ilk yılları çocuğun iradesinin en güçlü olduğu yıllardır. Düşünürseniz, iki-üç yaşındaki bir çocuk ne istediğini bilir ve o istediğini sonuna kadar direnç göstererek elde etmeye gayret eder. Gerekirse ağlar, hırçınlık gösterir veya kendini yerlere atar.Çocukluk döneminin bu güçlü iradesi yıkılmadan, ezilmeden ve pişman edilmeden ileriki yıllara taşınırsa çelik gibi güçlü iradeye sahip çocuklar yetiştirilebilir.
Ancak ebeveynler küçük hesaplar nedeniyle, “Bu çocuk daha bu yaşta bizi dinlemiyor, büyüyünce hiç dinlemez, ezelim başını” derken aslında çocuğun başını değil çelik gibi güçlü iradesini eziyor. Birçok çocuk ebeveyni ile girdiği bu izzet savaşından şaşkın, çaresiz ve perişan bir halde çıkar. Birçok çocuk bu savaşın sonunda heyecanı sönmüş olarak yaşama tutunmaya çalışır. İradesini kullanamaz, zira iradesini kullandığına ve kullanacağına pişman edilmiştir. Böylesi çocuklar toplum içinde daha çok “özgüveni yok” diye tanımlanır. Halbuki çocukta olmayan şey özgüven değil iradedir. Bir başka deyişle yapabilme becerisidir yok edilen şey. Şimdi çocuk korkak, sinmiş ve çekingen bir halde bir güçlüye dayanarak yaşamaya çalışmaktadır.
-Doğal ebeveyn modelinde anne ağırlıklı olarak “şefkat ve sevgiyi” sağlarken baba daha çok “kararlılık ve otorite”yi sağlayacak bir rol üstlenir.
7.FITRİ HALİN BOZULMAMASI
Çocuğun güçlü bir iradesi olabilmesi için o çocuğun doğal, fıtri olması gerekir. Zira irade doğal yaşamdan beslenir. Çocuk ne kadar suni ve başkalarına benzeyen bir yaşam sürerse çocuğun iradesi de o kadar zayıf olur. Çocuk ne kadar kendisi olabilirse o kadar güçlü bir iradeye sahip olur. Bir insanın kendisi olabilmesi haline de “doğal” veya “fıtri” olması diyoruz.
Ancak bir çocuğun kendi fıtratını ortaya koyabilmesi için üç temel şart lazım. Çocuğa bu üç temel şart sağlanabilirse o çocuk kendi çekirdeğini çınara çevirebilir. Yoksa çocuğun özü, çekirdeği toprak altında kalır.
Çocuğun kendi özündeki fıtratını ortaya çıkarabilmesi için gerekli şartlar: duygusal destek, yeterince özgür bir ortam, koşulsuz saygı…
-Bir annenin tükenmişliği genellikle çok yorulmasından değil, eşinden yeterince duygusal destek alamamasından kaynaklanır.
-Çocuk duygu dünyası ile çocuktur. İlk yılların çocuksu coşkusu engellenmemeli ki çocuk ne ise o olabilsin ve öyle de kalabilsin.
-Çocuğun insan olmaktan kaynaklanan kıymeti vardır. Ona Yaratan’dan ötürü saygı duyulması gerekir.
8.EBEVEYNLİK SINIRI
Birçok ebeveyn, çocuklarının sorumluluklarını öylesine üstlenirler ki neredeyse onları sahiplenmişlerdir.
Onların yemesini, içmesini, uyumasını kendilerinin düzene koyacaklarına inanırlar. Ancak ebeveynlik bir çizgiye kadardır. O çizginin ötesine geçmek çocuğun gelişimine zarar verir. Çünkü insanı mükemmel surette yaratan Allah onun gelişim çizgisini de kendisi tayin etmiştir. Çocukların edindiği birçok yeteneğin ebeveyn ile ilgisi yoktur. Çocuğun bebeklikten başlayarak yetişkinliğe kadar devam eden gelişim sürecinde ebeveynlerinden bağımsız bir plan, program ve düzen vardır. Çocuklarıyla problem yaşayan birçok ebeveyn işte bu düzene uygun hareket etmeyen ebeveynlerdir.
-Çocuğun ruhsal gücünün kaynağı bağlanmalardır.
-Çocuğun annesine bağlanmasında sorun oluşuyorsa annenin de çocuğuna bağlanmasında sorun olur.
9.İKİNCİ DOĞUM
Çocuk aslında dört yaşında doğar. Evet, belki çocuk fizyolojik olarak dört yıldır bizimle beraberdir ancak dört yaş öncesi ruhen henüz doğmamıştır.
Çocuğun anne karnında geçirdiği zaman dilimi fizyolojik doğumuna hazırlandığı süredir. Doğumdan dört yaşına kadar geçen zaman ise ruhsal doğumuna hazırlandığı süreçtir. Nasıl ki dokuz ay fizyolojik olgunlaşma için gerekli ise dört yıl da çocuğun ruhsal olgunlaşması ve yaşama gözlerini açabilmesi için gerekli olan süreçtir. Bundan dolayıdır ki çocuklar üç buçuk-dört yaş civarında kardeş, arkadaş isterler; okula gitmek, dışarıda oynamak isterler. Tıpkı anne karnındaki çocuğun vakti gelince dışarı çıkmak istemesi gibi, ruhsal olgunluğa ulaşan çocuk da artık evden dışarı çıkmak ister. Çocuk bu dönemde sanki uykudan uyanmış gibi gözlerini açar ve çevresini ilk defa görmeye başlar.
10.FITRATIN YAŞANABİLECEĞİ ÖZGÜR BİR ORTAM
Çocuğun birinci bağını EMNİYETe alıp ikinci bağlanma dönemine girmesi için özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
Bu dönem çocuğun fıtratının, mizacının ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Ancak çocuk birinci bağlanmadan ayrılıp ikinci bağlanmaya geçtiği bu dönemde kendini engellenmiş hissederse kendi gibi olmaktan çekinir. Çocuğun bu dönemde engellenmesi, onu agresif ve huzursuz yapacağı gibi onun “zihinsel” ve “fiziksel” gelişimini engeller, duygusal gelişimini geriletir.
-Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür bir ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
-Ebeveyn çocuğuna “baskı ve zorlamalar” yaparak onu istediği “kıvama” getirmeye çalışmak yerine “çocuk kimdir” ve “hangi yaşta ne yaşıyor?” sorularının farkındalığını kazanmalıdır.
-Akşam erken yatmak, sabah erken kalkmak, güne ailece başlayabilmek kaliteli yaşam süren bir ailenin en temel özelliğidir.
11. YETİŞKİNİN ÜRKÜTEN BAKIŞLARI
Çocuğu kendini ifade edebileceği saygın bir ortamdan alıkoyan en temel etkenlerden biri ebeveynin çocuğa yönelttiği aşağılayıcı ve ürkütücü bakışlardır. Aşağılamalar içinde en derin iz bırakanı, bakışlarla yapılan aşağılamadır.
Aslında kişinin kendisinde üstünlük vasfı varmış gibi birini aşağılayarak ona bakması, toplumumuza sızmış hastalıklı bir haldir. Çünkü bizim insan ilişkilerindeki en temel çizgimiz, “tevazu”dur. Tevazu sahibi olmayan biri için Anadolu’da, “Firavun ahlakı var.” denilir. Başkasını hor gören, aşağılayan insanlar için, “Allah onun şerrinden korusun.” denilir.
-Birçok ailede çocuk, yetişkin bakışlarıyla ezilir.
-Ebeveynler çocuklarını gözleriyle, sözleriyle ezmemelidir.
12. HIZLILIK DUYARSIZLAŞTIRIR
Her çocuğun kendine ait dinginliği, yavaşlığı vardır.
Bir ebeveynin çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onun dinginliğini bozmamaktır.
Ancak yetişkinler çoğu defa “Hadi, çabuk ol.”, “Giy ayakkabılarını.”, “Oyalanma, çabuk yap dersini.”, “Çabuk bitir yemeğini.”, “Hızlı oku.”, “Hızlı yaz.” diyerek çocuğun içsel ahengi ile uyumlu bir şekilde geliştirdiği dinginliği bozduklarının farkında değildir.
Çocuk kendi ritmi içerisinde yavaşça resim yaparken o yaptığı resimden büyük haz alır. Yeni yeni yazı yazmaya başlayan bir çocuk kalem tutarken, sayfanın üzerinde bir harfi eğerek, bükerek ve büyük bir dikkatle yaparken birçok yeteneğini geliştirir. Bu esnada çocuk dikkat toplama gücü elde etmekte, algı gücünü yükseltmektedir. Zira algı gücü, yavaşlıkla direkt ilgilidir. Kişi hızlı hareketle kendini duyarsızlaştırmayı bilinç altı bir dürtü olarak alır.
13.DUYGUDA ÖZGÜRLÜK DAVRANIŞTA DİSİPLİN
Çocuk ilk dört yaş döneminde mümkün olduğunca serbest bırakılmalı, onun eşyayı tanımasına izin verilmelidir. Sadece eşyayı tanıma değil, eşyanın işlevini öğrenme gayretindeki çocuk da engellenmemelidir.
Bir çocuğun duygu dünyasının özgür olmasından, o çocuğun var olduğu haliyle kendisini ortaya çıkartabilmesi için anne babanın doğal bir zemin hazırlaması anlaşılmalıdır. Çocukluk yıllarına ait her türlü duygular masumdur. Çocuk bu masum döneminde duygu dünyasını ne kadar özgürce yaşayabilirse, o kadar güçlü bir benlik yapısına sahip olur.
Burada bir noktanın da altını çizmekte fayda var. Maalesef günümüzdeki övünme üzerine kurulu yaşam tarzı, anne babaların çocuklarını “el aleme göre yetiştirme” çabası, çocuğun doğal olmasının yani duygularını özgürce ifade etmesinin önüne geçiyor.
Eğer bir çocuk duygularını olduğu gibi ifade edebilecek bir aile ortamı içindeyse, gerektiğinde öfkesini yaşayabiliyorsa, kızgınlığını, kıskançlığını ifade edebiliyorsa, bu durum anne babalar için bir sorun değil, kârlılık halidir.
Erken dönemde eşyaları tanıyan ve eşyaya hükmedebilmeyi başaran çocuğun ilerleyen yıllarında güçlü bir benlik yapısı ile nefsine hâkim olması kolaylaşır. Zira erken çocukluk döneminde çocuğun iradesini kırabilecek güçte dürtüleri henüz uyanmamıştır. Çocuk duygularını tanıma fırsatı bulur ve bunları kontrol etmeyi başarırsa, ergenlik döneminin en güçlü duygusu olan cinselliğe karşı güçlü bir duruş sergileyebilir. Aksi halde hazza esir olan çocuğun kişiliği de, kendine saygınlığı da yavaş yavaş kaybolur. Çünkü ancak kendine gücü yeten kişi kendine saygı duyar.
14.KOŞULSUZ SAYGINLIK İLKESİ
Kişinin en kıymetli yanı insan olmasıdır. İnsan bir başkasının kabul etmesi ile değil, insan olduğu için insandır. İnsan, insan olduğu için saygı görür; birtakım koşulları yerine getirdiği için değil. Kişiye saygın bir şekilde davranılmıyorsa, saygı görmeyen kişinin saygınlığını değil, o kişiye saygı göstermeyen kişinin saygın bir kişi olup olmadığını düşünmek gerekir. Zira kendisine saygısı olan kişi, başkalarına da saygı gösterir. Kendini değersiz bulan kişiler ise başkalarına değer veremez.
Çocukluk yıllarında çok hırpalanmış, aşağılanmış, küçük düşürülmüş ve böylece kendi saygınlığını oluşturamamış bir kişinin kendi çocuklarına saygıdeğer davranması ancak bu kişinin kendi trajik durumunu fark etmesi ve değiştirmesi ile mümkündür.
-Çocuğunun çocuksu davranışlarını tebessümle karşılayabilmek bir ebeveynlik zaferidir.
-İç düzeni olmayan çocukların en belirgin sorunu dikkat dağınıklığıdır.
-Bir yetişkin için çocuğa saygın davranmak ona bir lütuf değil zaten hakkı olan şeyi sunmaktır.
15.ÖDÜL YERİNE HEDİYE
Ebeveynler çocuklarına birtakım davranışlar kazandırmak için onları ödüllendirmeyi tercih ediyorlar. Beklenen davranışı gerçekleştiren ve bunun için ödüllendirilen çocuğun o davranışının pekişeceğini düşüyorlar. Ancak çocuk dünyasını yakından gözlemlediğimizde durumun hiç de düşünüldüğü gibi basit olmadığını görüyoruz.
Bir davranışın karşılığının verilmeye çalışılması o davranışın kıymetinin ancak verilen ödül kadar olduğu izlenimini uyandırır. Halbuki hediyeleşmenin, herhangi bir davranış karşılığında olmadığını, kişiye hiçbir koşul olmadan duyulan sevgiden kaynaklandığını görüyoruz. Karşılığı olmayan, sadece “aklıma geldiği için” veya “seni düşündüğüm için alıyorum, veriyorum” denilen bir şeydir hediyeleşme. Bir karşılık beklendiğinde ise zaten hediye hediye olmaktan çıkar.
Bir kişinin kendisine çevresi tarafından nasıl davranıldığı o kişinin benlik saygısını veya sosyal benlik algısını oluşturur. Kendisine koşullar öne sürülerek muamelede bulunulmuş çocukların “benliği” kaygılıdır.
16. SOSYAL BENLİK ALGISI NEDİR?
Aslında insanlar kendilerinin başkaları tarafından nasıl görüldüğünü bilinç altından sezerler. Başkalarının kendilerine bakışlarından, konuşmalarından, koşullandırmalarından, ne kadar değer verip vermediklerini hissederler.
Çocuklar için de bu böyledir. Çocuk ebeveynin kendisi ile geçirdiği vakitlerde ne kadar mutlu olduğunu ya da olmadığını görür. Bu da çocuğun kendisinin ebeveynin gözünde kıymetli olup olmadığının veya ne derece kıymetli olduğunun algısını oluşturur. Çocuk, yetişkinlerin olaylar karşısındaki tepkilerine göre onların gözündeki değerini hissetmeye çalışır. Böylece çocuk kendi “sosyal benlik algısını” oluşturur. “Ben insanların gözünde böyle biriyim.” der. Çocuğun kendine nasıl baktığıyla ilgili kendisinde oluşan bu algı çocuğa değersizlik hissi hissettiren bir nitelikteyse bu, “sosyal benlik kaygısı”na dönüşür. Böylece kişi kendisini başkalarının yanında yetersiz, güvensiz, ezik hisseder. Çocukluk yıllarında edinilen bu hissediş kalıcıdır.
-Ebeveyni tarafından aşağılanan çocuk, aşağılandığına değil, kendisinin aşağılık biri olduğuna üzülür. Çünkü çocuk inanır, ebeveyninin kendisini aşağılamasını haklı görür.
-Sosyal benlik algısı başkalarının kişiye bakışı ile oluşur. Kişi kendisini değerli görse de, başkalarının gözünde hâlâ değersiz olduğunu zannettiği için hakettiği değeri kendine vermekte zorluk çeker.
-Günümüzde “özgüven eksikliği” diye tanımlanan çocukların temelinde yatan his “yetersizlik” hissidir.
17. DUYULARIN İŞLEVSELLİĞİ
“Saygıdeğer” bir ortamda “duygusal yakınına bağlanarak” “güven” içinde bir çocukluk dönemi geçiren çocukların temel insani yeteneklerinin işlevsel olduğunu görüyoruz. Bu özellikler, çocuğun kendini var olduğu hali ile ortaya koyabilmesinin doğal sonucudur. Bunlar; soyut düşünebilme becerisi, sembol kullanma becerisi, eşyaya nüfuz edebilme becerisi, Algısal hız (eşya ile olaylar arasındaki bağlantıyı çözebilme), yüksek bellek gücüdür.
- Soyut düşünebilme yeteneği, “gerçekçi” hayal kurabilmekten tutun, geleceğe ait bütün planlamaların yapılabileceği bir alandır.
-Soyut düşünebilme sadece duygu dünyasına ait bir yetenek değildir; aynı zamanda zekânın da bir işlevidir.
- Maalesef, incitilen ve aşağılanan çocukların soyut düşünebilme yeteneği körelir.
- Hem kendisinde hem de çocuğunda soyut düşünme yeteneğini körelten ebeveynin yapması gereken, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “detaylara yoğunlaşmak” olmalıdır.
- İnsanların bir kısmı doğayı seyrederken gördüğü her bir eşyadan farklı anlamlar çıkartabilirken, bazıları ise eşyanın kendi görünüşünün dışına çıkamaz.
- Semboller bir anlam taşır ve çocuk hangi davranışın hangi anlama geldiğini, hangi ses tonunun ne olduğunu ailesiyle olduğu süre içinde anlar.
- Alışkanlık bozukluğu, bir problemin çocuk üzerinde alışkanlık olarak kalması durumudur.
-Çocuk daha en erken çocukluk döneminden itibaren “önce eşyayı tanımaya” sonra “tanıdığı eşyaya hâkim olmaya”, “hâkimiyetinin sınırlarını çizmeye” ve sonra da o eşya üzerinde “kendisini var etmeye” çabalar.
- Eşyayı tanıyamamış, ona nüfuz edememiş bir çocuk eşyaya kötü davranır, zarar verir.
- Eşyayla bütünleşememiş çocuk eşyadan korkar. Böyle çocukların bir çoğunda gece korkuları vardır.
- Kalbine ilham gelen, ruhunun derinlerinde insanı hissedebilen, hissetme yeteneği olan, bir insanın canını yakabilir mi?
- Duyma yeteneğinin bir sonucu da kişinin “feraset” sahibi olmasıdır.
- Olayları dar bir gözlükle gören, olaylar arasındaki ilişkiyi göremeyen bir ebeveyn, çocukta doğal bir yetenek olan ferasetin kullanılmasının önüne geçer.
- Problem çözme yeteneği olmayan, olayları kaba kuvvet, zor kullanma ve şiddet ile çözmeye çalışan bir öğretmenin de çocuklara aktardığı şey “şiddet”tir.
Mahremiyet Eğitimi
Tanıtım
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için "tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç" gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.
Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…
Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.
Pedagog Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara "zarafet ve nezaket" kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi'nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.
İçindekiler
Başlarken... 9
NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET 15
Duyguların Yönetimi Eğitimi 15
Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı 17
Zarafet ve Nezaket 19
Ruhsal İncelme 20
Zarafet Edinimi Yaşı 23
Nezaket Nedir? 24
Yeniden Zarafet... 25
İnsan Hissedebildiği Kadar Yaşar 29
Ruhun Kendini Emniyette Hissetmesi 30
1. Fiziksel Aura 31
Fiziksel Auranın Yıkılması 34
Fiziksel Aura Mesafesi 35
Çocuğu Öperken İzin Almak 39
2. Zihinsel Aura 41
3. Duygusal Aura 45
MAHREMİYET EĞİTİM SÜRECİ 49
Yönlendirme - Rehberlik Etme 51
Utanma ve Mahcubiyet 55
Temel Davranış Refleksi Kazanımı 61
Mahremiyet Bilincini Oluşum Süreci 63
Temel Davranış Refleksi Oluşum Süreci 64
1. “Bedenim bana aittir” bilinci 65
2. “İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci 69
3. “Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi 71
4. Fiziksel baskıya direnme gücü 76
5. “Vücudum görünmemeli” hissi 81
6. “Banyoda çıplak olunmamalı” bilinci 84
7. “Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci 88
8. “Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi 90
9. “İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi 94
10. Akraba-Çevre Farkındalığı 96
11. “Biz” Bilincini Geliştirme 97
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 105
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 107
Cinsel eğitim ile mahremiyet eğitimi arasındaki farklar 108
Sosyal Davranış Becerisi Kazanımı 113
1. Öfke Suiistimali Önler 114
Öfke, Sosyal Hayatı Düzenler 116
Öfke, Tacizden Korur 116
Sosyal Hayatın Provası Evde Yapılır 117
Öfkenin Önüne Geçilmeli midir? 118
Öfke Kontrolü 118
Öfke-Vicdan Dengesi 119
Çocuklar Anne-Babasının Aynasıdır 122
Çocuk Vicdanını Anne Babadan Besler 124
Vicdanım Ne Kadar Hassas? 124
Bahane Vicdanı Zayıflatır 125
Değerler Bilinci ve Vicdan 126
Yalan, Vicdanı Duyarsızlaştırır 127
Adalet, Vicdan Duygusunu Geliştirir 129
Tüm Canlıları Hissedebilme... 129
Ceza, Duyarsızlığa Yol Açar 131
2. “Hayır” Diyebilmeyi Öğrenmek 132
BİLİNÇLİ ŞÜPHECİLİK 137
Ebeveynin Tedirginliği Çocuğa Yansır 137
Tacizin Şahidi Olmaz 142
Taciz Yaşayan Çocuklardaki Davranış Bozuklukları 145
1. Erkek Çocuk “Maço” Kimlik Benimser 147
2. Kız Çocuk İçe Kapanır 149
3. Erkek Çocuk “Agresif”, Kız Çocuk “Depresif’ Olur 152
4. Erkek Çocuk Kızlarla Oynamayı Bırakır 155
Önemli Bir Ayrıntı: Cinsel tacizle eşcinsel eğilim
arasında bir bağlantı var mı? 157
5. Erkek Çocuk Güç Kazanmak, Kız Çocuk Güçlüye
Sığınmak İster 163
6. Kız Çocuk, Yaşından Büyük Davranır 168
7. Geçici Hafıza Kayıpları Yaşanır 169
TACİZ NEDİR? 171
Taciz Nedir? 173
Duygusal Taciz 174
Fiziksel Taciz 174
Taciz İstatistikleri ve Tehlikenin Yakınlığı 174
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR 177
1. Tacizciler, genellikle bekâr veya yalnız yaşayan,
problemli kişilerdir. 177
2. Cinsel tacizde bulunabilecek kişilerin büyük kısmının
kıyafetleri kötüdür, görünüşü anormaldir, ekonomik
durumu zayıftır. 179
3. Tacizciler genelde orta yaşlı kişilerdir. 179
4. Tacizci yaptıklarından pişmanlık duymaz. 180
5. Ceza artarsa, tacizci sayısı azalır. 181
6. Pedagoglar, doktorlar, öğretmenler bir suiistimal
varsa hemen aileyle irtibata geçer. 182
7. İhmal edilmiş ve parçalanmış aile çocukları potansiyel
kurbanlardır. 183
8. Genellikle hedef kız çocuklarıdır. 183
9. Çocuklar zarara uğratıldığını hayal edip gerçekmiş gibi
söyleyebilir. 183
10. Parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaat
sahaları riskli bölgelerdir. 184
11. Tacizciler hedef olarak kendini tanımayan çocukları
seçer. 184
12. Bir suiistimalin yaşandığı semtte, olayın tekrar etme
ihtimali zayıftır. 185
13. Tacizci, rastgele bir anda, rastgele bir hedefe yönelir. 185
14. Pornografi tacizi yaygınlaştırır. 186
15. Tacizci, çocuğu genelde bir kez zarara uğratır. 187
16. Öz babanın kendi çocuğunu taciz etmesi hemen hemen imkânsızdır. 187
17. Aşırı alkol ve uyuşturucu madde kullanımı suiistimal
riskini artırır. 188
18. Taciz, sadece psikolojik bir hastalıktır, fiziksel veya
nörolojik bağlantıları yoktur. 188
19. Kişi, uygulamadığı sürece, suiistimal eğilimi
taşımasında bir sakınca yoktur. 188
20. Zarara uğratılmış biri tacizci olmaz. 188
21. Zarara uğratılmış kişi psikolojik destek alarak
yaşadıklarını unutabilir. 189
Çocuklukta Yaşanan Suiistimalin Yetişkinlikteki Karşılığı
Nedir? 190
Soyut-Gerçek İç Çatışması: 190
Somut-Gerçek İç Çatışması 192
SON SÖZ 193
Önsöz
Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer... Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.
Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.
Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun...” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.
Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.
İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.
Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim... Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’... Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”
Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…
“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar...” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.
Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.
Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.
Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:
“Ya da bir başka örnek vereyim size... Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak... Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir... İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”
Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.
Güvenli Bağlanma
Tanıtım
Hayat bağlanmalardan ibarettir.
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından "yaşama" ve "yaşamaya" bağlanma… Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. Ve bu duygusal kazanım ancak çocukluk yıllarında edinilir.
Bebeğin, kendisini tümüyle bebeğine bırakmış annesinin kucağında huzur bulmasıyla başlayan, yetişkinlik yıllarında romantik bağlanmalara kadar devam eden hayatın ana çizgisidir bağlanma.
Pedagog Adem Güneş yeni kitabı Güvenli Bağlanma'da insanın olmanın, kişilik gelişiminin, hayatın her döneminde sağlıklı ve doyum veren ilişkiler kurmanın esası olan "bağlanma" konusunu ele alıyor.
Emzirmeden birlikte uyumaya, aidiyet ilişkisinden ayrılmaya, süt annelikten tuvalet eğitimine, farkında olmadan bebeğe hissettirilen duygusal ve psikolojik şiddetten baba-bebek ilişkisinin sınırlarına varıncaya kadar pek çok konuyu "bağlanma" çerçevesinde değerlendiriyor.
İçindekiler
Başlarken 11
Önsöz 13
Hayat Bağlanmalardan İbarettir 15
Bağlanabilme 17
“Güven Duygusu” Bağlanmanın Özüdür 25
Hisleri Hissedememek 28
Bağlanma ve Bağlanmaya Karşı Koyabilme 30
Bağlanma ve İrade İlişkisi 32
Düşünce Gücü 35
3 Temas İle Bağlanma 36
Ten ile temas 37
Göz ile temas 38
Ses ile temas 39
Bağlanmanın Temeli: Anne ile Yatma 40
Anne ile Yatan Bebekler Daha Huzurlu Oluyor 44
Birlikte Yatarken Bebeğime Zarar Verirsem… 46
Bebekle Birlikte Yatmak Onun Mahremiyet Duygusuna
Zarar Verir mi? 48
Anne-Çocuk Arasındaki Büyülü Bağ: Emme 49
Sütannelik ile Güvenli Bağlanma İlişkisi 51
Hangi Şartlar Altında Emzik Kullanılmalı? 55
Bağlanma İçin Gündelik Fırsatlar 57
Güvenli Bağlanma ve Hastalık 58
Güvenli Bağlanma Döneminde Babanın Rolü 59
Anneden Koparken 63
Birinci Aşama: Sütten Kesme 64
İkinci Aşama: Tuvalet Alışkanlığı 66
Üçüncü Aşama: Yataktan Ayırma 67
Dördüncü Aşama: Odadan Ayırma 71
“Vaktinde ve Yeterince” 75
Annenin Güçlüğü 76
Modern Yaşam ve Annelik 76
Dakik Bebekler! 80
İhtiyacın “Yeterince” Karşılanması 82
İhmal, Suiistimal ve Şiddet 83
Bir Anne Çocuğuna Neden Şiddet Uygular? 90
Yetersizlik Duygusu… 90
Annenin Çocukluk Yılları… 90
Benmerkezci Olmak… 91
Yaşama Sevinci Yoksa… 92
Anne Yeterli Miktarda Uyumalı… 92
İleri Yaşlarda Çocuk Sahibi Olma… 93
Psikolojik Şiddet, Duygusal Şiddet 93
“Sığınacak Bir Liman” Arayışı 97
Mizacı-Fıtratı Bozmak 105
Suiistimal ile İhmaller Fıtratı Bozar 108
Asıl Amaç Davranış Öğretmek Değil 110
Mizaç İhtiyaçları Ortaya Çıkarır 111
Dengeli Yaşam İçin Feraset ve Basiret 115
Feraset Nedir? 115
Ferasetin Basiretle İlişkisi 119
Eşyaya Nüfuz Edebilme, Feraset ve Basiret 122
Duyguda Özgürlük, Davranışta Disiplin 124
Uyum 125
Feraseti Olmayanlar Sabırsızdır 127
Ebeveynler Çocukların Ferasetini Kapatmamalı 130
Karşıdakini Duymak 135
Empati 135
Empati ile Değersizlik-Suçluluk Hissi Bağlantısı 137
Auralar ve Kişilik İhlalleri 140
“Atmosfer” 147
Evde Dedikodu Yapılıyorsa… 147
“Evet, Annem Haksızlık Yapmış” 149
“Bu Kıyafet Sana Hiç Yakışmamış” 150
Ebeveyn Küsmemelidir 150
“Bana Kötü Davransan da Seni Çok Seviyorum” 151
Duygusal Bağı Kesmek 151
Çocukluk Hisleri Peşini Bırakmaz… 152
Atmosferin Kabuklaşması: Aidiyet 153
“Kaybetmek” 161
Güven Duygusu Sonuç Değil Süreçtir 161
Annelik Cesareti 164
Güven Duygusuyla Bağlanma İlişkisi 168
Bağlanma ile Aidiyet İlişkisi 172
Kazanılmış Güven Duygusu Kaybı 173
Güven Duygusu Kaybedilince 176
Davranışla Kişilik Birbirinden Ayrılmalı 180
Son Söz: Her Şey İçin Geç mi Kaldım? 183
Notlar 186
Önsöz
İlk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda anne-babalığın bu kadar mesuliyetli olduğunu hiç düşünmemiştik. Oysa dokuz yüz yıl önce Epictetos “Bir insanın anavatanı çocukluğudur” diyerek hepimiz için son noktayı koymuş. Açıkçası bu gerçeği kavramak bizim zamanımızı aldı. Pedagog Adem Güneş Bey’in kitapları, radyo programları bu zorlu yolda bize hep yoldaşlık etti. Eşim de ben de okuduklarımız, dinlediklerimiz sayesinde çok şey öğrendik. Düşe kalka ama iştiyakla mesafe katederken tek amacımız çocuğumuzun güven duygusunu zedelememekti. Ama her sorumuza cevap, her hatamıza ikaz, her problemimize çözüm bulmakta zorlandığımız zamanlar çok oldu. Şu an elinizde tuttuğunuz gibi bir eserin kütüphanemizde yokluğunu her zaman hissettik. Neyse ki ikinci kızımızın dünyaya geldiği şu günlerde bütün sorularımıza cevap bulabileceğimiz bir başucu kitabımız var artık.
Bence bu eser sadece kendini yetiştirmek isteyen anne babalara değil, aynı zamanda her şeye yeniden başlama cesaretini kendinde bulan yetişkinlere de hitap ediyor. Özü itibariyle de mükemmel şekilde yaratılmış insana nasıl kıymet verileceğini; dünyaya dupduru gelmiş bir bebeğin yavaş yavaş annesine, babasına, ailesine, çevresine sonra da hayata nasıl bağlandığını anlatıyor.
Umarım Güvenli Bağlanma hayatınızda yeni yeni kapılar aralar, anne-babalık kıvamınıza katkı sağlar.
Herkese verimli okumalar dilerim…
Tuba Kabacaoğlu
HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye. Sonra babaya ve aileye. Ardından da yaşama… Yaşama sevinci olmayan kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde ya bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır.
Bağlanma derin, duygusal bir beceridir ve çocukluk yıllarında edinilir. Bağlanamamak bir sorun olduğu gibi kime ne kadar bağlanacağını bilememek de ayrı bir sorundur.
Çocukluk yıllarını “güven” duygusu ile geçirememiş kişiler yetişkinlik yıllarında bağlanmaktan kaçınır. Bunlar “bağlanamayanlar”dır.
Bir çocuğun en belirgin davranışı “bağlanma çabası”dır.
Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir.
Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.
Bağlanma bir sonuçtur, başlangıç ise güven duygusudur.
Kaygı varsa duygular özgürce yaşanamaz. Kaygı bağlanamamanın verdiği tedirginliktir, kişinin kendini EMNİYETte hissedememesi hâlidir.
Çocukluk döneminde güvenli bağlanma süreci yaşamamış kişiler yetişkinlik yıllarında iç dürtülerinin esiri olur, bağlanmaması gereken kişilere ve durumlara bağlanır. Örneğin lise çağındaki çocukların yoğun duygusal bağlanmalar yaşaması ve bunlara karşı koyamamalarının altında yatan temel etken erken dönemde çocuk ile ebeveyn arasındaki bağlanma problemidir. Bu nedenledir ki uzmanlar, babaları ile duygusal doyuma erişmemiş kız çocuklarının daha fazla erkek arkadaş arayışına girdiğini söyler.
Ten ile temas
Bağlanmanın en etkin yolu tensel temastır. Çocuk ilk iki yıl yoğun bir şekilde tensel temas açlığı çeker. Sükûnet içinde dokundukça rahatlar, gevşer, kendini EMNİYET içinde anneye bırakır. Bu bırakmışlık hali, anne-çocuk bağlanmasının en önemli bağlanma noktasıdır.
Göz ile temas
Bağlanmanın en güçlü ikinci kanalı “göz ile temas”tır. Göz, duygu dünyasının dışa açılan kanalıdır. Kişi duygularında ne yaşarsa göz içteki duyguyu dışa yansıtır. Sevinçli anlarda göz hafif kısılır ve bakışlar sıcaklaşır… Korku, öfke ve kızgınlıkta göz bebekleri büyür… Mutluluk ve sevinç anlarında “göz suyu” göze ışıltı vererek onu ıslatır, hissizlik ve duyarsızlık anlarındaysa gözler ölü gibi cansızlaşır… Gözün duyguyu dile getiren bütün bu istemsiz hareketleri bebek tarafından oldukça net algılanır. Çocuk kendisine öfke duyan birini, gözlerinden anlar. Hissizce bakan göze karşı kendini kapatır. Duyarsızlığa karşı ağlayarak kendini korumaya çalışır.
Ses ile temas
Ses ile çocuğa temas etmek, bağlanmanın “güven” eksenli kısmını oluşturur. Çocuğu ile bağlanmaya çalışan bir anne, ses tonunu “sıcak” ve “içten” kullanmalıdır. Sert, ince, sesle emredici ve kararlı bir duyarsızlık içinde bir konuşma biçimi, çocuk ile bağlanmayı zarara uğratır. Sesin okşayıcı, kulağa hitap edici, kendi içinde melodik bir yapıya sahip olması gerekir.
“VAKTİNDE VE YETERİNCE”
Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır.
Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir.
Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir.
Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır.
“SIĞINACAK BİR LİMAN” ARAYIŞI
Güven duygusu EMNİYET hissini oluşturur. Emniyet hissi ile var olan biri, kişiliğine zarar verilmeyecek olmasının keyfini yaşar. Aksi takdirde oldukça kasılır, kendini tehlikelerden koruma çabası içine girer, gerginleşir.
Çocuğun ilk tadacağı duygu aile içinde “güven” duygusudur. Çocuk “Annem babam zarar veren, zorlayan, baskı yapan insanlar değil, beni olduğum hâlimle kabul ediyor, incitmiyor. Çevremiz de tıpkı onlar gibi” diye hissetmelidir.
Emniyet hissinin oluşmasında aslında iki temel faktör vardır. Birincisi kişinin kendini var olduğu hâliyle ortaya koyabilmesi, ikincisi de bu hâl ile çevresi tarafından kabul edilmesidir.
Evet, günümüz anne babaları çocuklarını seviyor, onlarla ilgileniyor. Fakat çok önemli bir şey eksik kalıyor. Çocuğu “o hâli” ile kabul etme… Çünkü çocuğun doğal bir şekilde var olması ayrı, ebeveynin bunu kabul etmesi apayrıdır.
Ebeveynin çocuğun içinden geldiği gibi davranmasına tepki vermemesi, çoğu kez özgür bırakması onu olduğu şekilde kabul ettiği anlamına gelmez. Burada kilit nokta çocuğun duygularına, hislerine, düşüncelerine, hayallerine “eşlik etmek”, “eşduyum” gerçekleştirebilmektir.
Mesela çocuk hayal kurar, bir yere gitmiş gelmiş gibi anlatır. Ebeveyn anlatımı “etkin” şekilde dinler, oğluyla-kızıyla aynı heyecanı iç dünyasında yaşarsa çocuğunu var olduğu hâliyle kabul etmiş olur. Çocuğun hayal ve anlatımlarına duygularıyla eşlik etmez, jest ve mimiklerini onunla eşgüdüm hâline getiremezse çocuğuna özgür bir ortam sunsa bile onunla bütünleşemez.
Bunun ötesinde, ebeveyn çocuğun coşku dolu anlatımlarını eleştirel göz ve dudak hareketleriyle takip ediyor, duygusuz ve ruhsuz vaziyette ona sadece bakıyorsa anne baba açısından bu utanç verici bir durumdur.
Bu şekilde sürekli engellenen, hayallerine itiraz edilen çocuklar bir süre sonra ebeveynle bir şey paylaşmamaya başlar ve her duyguyu kendi içinde yaşar.
Çocuklar rol modeller aracılığıyla gelişimlerini tamamlamak ister. Bu esnada kendisinin anne, annesinin de kızı olmasını planlar. Kız çocuğu baba olmak istediği zaman bu da çok anormal değildir. Çünkü çocuk yaşamların her birini etraftan görerek öğrenir.
Bu açıdan bakıldığında çocuk ile ebeveyn arasındaki uyuşmazlığın en problemli alanı burasıdır. Çocuk kendini doğal hâliyle ortaya koymaya çalışırken ebeveyn “Hayır, öyle değil, böyle olacak” diye yönlendirmeye başlarsa çatışma ve uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu gibi tavırlara ebeveynlerin yakasını bir türlü bırakmayan gerçeklik saplantısı neden olur. Oysa çocuğun gelişim dönemlerini hesaba katmadan, onu eleştirel bir gözle değerlendirmek, çocuğu hayal kırıklığına uğratmaktır.
MİZACI-FITRATI BOZMAK
Çocuğun “kim” olduğunu, ruhsal yapısının neye uygun olduğunu bilmeden ona yaklaşmak onun gelişimi için risk oluşturur. Yani Fatih Sultan Mehmet olacak bir çocuk Mevlana’ya dönüştürülmeye çalışılıyorsa problemler başlar. Bundan dolayı ebeveynler, kişiliğin sorunsuzca nasıl geliştiğini ya da hangi yanlış tutumlarla zarara uğratıldığını bilmelidir. Konuyu biraz daha netleştirebilmek için önce “Fıtrat, mizaç nedir?” sorularına cevap verilmelidir.
Fıtrat “bir varlığın kendine ait türünün özelliğini barındırmasına” denir.
Örneğin insan fıtratından bahsediyorsak, “insan türünün” özelliklerine “insan fıtratı” denilir. Ya da “kuşların fıtratı” denildiğinde, “kuşların ortak özellikleri kastedilmiştir; onların uçmaları, gagalarının olması, ötmeleri o canlı türünün genel özellikleridir. Veya “kadın fıtratı” denildiğinde insanlar içindeki bir grup olan “kadınların” ortak özellikleri kast edilir.
Mizaç ise; bireyin kendine has özellikleridir.
Her bir bireyin, sadece kendisine has özelliği o kişinin mizacını ifade eder.
Dünyada yaratılmış insan kadar farklı mizaç özelliği bulunur. Fakat fıtrat birdir. Fıtrat genel özellikler, mizaç ise bir fıtrata sahip şahsın sadece kendisine has özellikleridir.
Fıtrat ve mizaç doğuştandır. İnsanın özünü oluşturur.
Mizaç fıtratla asla çelişmez. Çeliştiğinde kişilik bozukluğu riski başlar. Bu çelişki doğuştan değil, kişinin sonradan edindiği alışkanlıklardan kaynaklanır.
DENGELİ YAŞAM İÇİN FERASET VE BASİRET
Feraset Nedir?
Ferasetin kelime anlamı öngörüdür. Aynı zamanda farkına vararak yaşama, bir süre sonrasını tahmin edip hissedebilmektir. Duyuların işlevselliğiyle hayatı yudum yudum tatmaktır, bir bardak su içerken onu zerresine kadar hissedebilmektir.
Alışkanlık kazanmadan yaşamaktır. Çünkü bu insanda iki şeyi ortadan kaldırır; biri hissedebilme diğeri de irade.
İradede uyanıklık mecburidir. İrade yoksa “Bir kişinin sürekli ve iradi davranışları” şeklinde tanımlanan karakter de ortadan kalkar. Mesela alışkanlıklarıyla namaz kılan birine “namaz karakteridir” denilemez. Orada irade ve uyanıklık hâli ortadan kalkmıştır zira.
Ferasetin Basiretle İlişkisi
Feraset aynı zamanda fark etmektir. Bunun için de “görebilmek” gerekir. İşte “görebilme yeteneği” olarak tanımladığımız basiretle feraset bundan dolayı birbiriyle ilintilidir.
Ne feraset basiretsiz, ne de basiret ferasetsiz olabilir. Kişi olayları, kâinatı basiretle görür sonra da olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi ferasetle yakalayabilir.
Konuyu biraz daha ayrıntılandıralım. Eşyayı ya da olayı tek başına görebilmeye “yalın görebilme” diyoruz. Örneğin kişi sandalyeyi, masayı, kütüphaneyi direkt görür ama birbiriyle ilişkisini çözemez. “Bu parçaların devamında hangisi gelmelidir?” diye sorduğumuzda cevap “Araba” olabilir.
Yalın görebilme eşyalar arasındaki ilişkiyi fark edebilecek hâle getirildiyse ancak o zaman basiretten söz edebiliriz. Eşyalar arasındaki ilintiyi görebilmekse eşyaya nüfuz etmenin sonucudur. Üstelik enerji de gerektirir.
Halk arasında “tembel” diye tarif edilen kişilerin yeteneklerinin sınırlı kalmasının sebebi eşya ve olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi görememeleridir. Bireyin gücü bunları algılamaya ne yazık ki yetmez.
Aslında modern psikoloji feraset ile basiretin birleşimine “zekâ” diyor ve bunu “olaylar arasındaki ilişkiyi en hızlı şekilde kavrayabilme yeteneği” olarak tanımlıyor. O yüzden zekâ ölçüm testlerinde birbiriyle ilişkili üç resim verilir, dördüncünün bulunması istenir. Orada kişinin basireti ölçülür. Bellek gücü ne kadar yüksek çıkarsa zekâsı da o kadar fazladır, gözüyle bakılır.
KARŞIDAKİNİ DUYMAK
Empati
Benlik, kendini EMNİYETte hissederse güzel kokulu çiçekler gibi etrafa ruhsal salınım yapar. Bir de kendini annelik hissiyatına bırakmış, duru bir kadının duygularıyla buluşursa bağlanma gerçekleşir. Böylece ilk ruhsal temas başlar. Ondan sonra çocuk buradan elde ettiği yetenek, başarı ve beceriyle karşısındakinin duygu dünyasına temas edebilecek empati gücünü kendi içinde geliştirir. Aslında bizim duygusal gelişim dediğimiz olgunun özünde de empati vardır.
Auralar ve Kişilik İhlalleri
Eşyaya nüfuz edebilme eşyayla özgürce meşgul olmanın, onu kavramanın bir neticesidir. Bunu başarabilmiş kişiler asla eşyayı cansız-değersiz göremez, ona zarar veremez, her zerresinin kıymetini bilir, varlık sebebini en iyi şekilde anlamaya çalışır. İnsanla k da aslında böyle bir şeydir.
Empatisizlik kişinin hak ve auralarına saygısızlığı da beraberinde getirir. Kişilik ise fiziksel, duygusal ve zihinsel auraların birleşiminden oluşur.
Uzmanlar çocuk eğitimini “Çocuğa kişilik ve karakter kazandırma” olarak tanımlar. Yani çocuk yetiştirmek kızınızın-oğlunuzun dişlerini fırçalaması, erken uyuması, çok kitap okuması değildir.
Kişilik ise çocuğun kendi aurasını (sınır-alan) oluşturabilmesidir. Bunu “Çemberin içine alınmış biri” gibi de hayal edebilirsiniz. Eğer bir ebeveyn çocuğunun kişilik sınırına bodoslama girip onu ihlal ediyor, umursamıyor, bu sınıra istediği gibi girip çıkıyorsa çocukta kişilik oluşumu engellenir.
“ATMOSFER”
Atmosfer oluşturma, kültürümüzde, çocuk terbiyesinde ve insani ilişkilerde oldukça önemli yer tutar. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” göndermesi atmosfer oluşturmaktır mesela. Karşı tarafa direkt değil indirekt nüfuz etmektir.
Atmosfer oluşturmayı modern pedagoji de sıklıkla kullanır. Çocuğun bazı davranışlarını değiştirmesi isteniyorsa ona hikâyeler anlatılır. Çocuğun baş kahramanla sı sağlanır. Kahramanın davranışlarının nasıl değiştiği anlatılır, bu yolla çocuğa nüfuz etmeye çalışılır. Bazı aileler bu yöntemi bilinçli şekilde kullansa da çoğu aile evdeki atmosferi direkt çocuğa yansıtır.
“KAYBETMEK”
Çoğu ebeveyn çocuklarına kazandırdıkları güven hissinin devamının nasıl olacağını, ilerleyen yıllarda nelere dikkat etmesi gerektiğini merak ediyor. Yanlış birtakım tutum ve davranışa düşmemek için kaygılanıyor, bir çuval inciri mahvetmekten korkuyor.
Öncelikle güven duygusunun temel fonksiyonunu tekrar hatırlamak gerekir. Güven duygusu veya EMNİYET hissi çocuğun kabuğundan çıkıp mizacını ortaya koyabilmesi için gereklidir. Yalnız burada geçen “güven duygusu” çocuğun annesine, babasına ya da kendine güvenmesi değil içinin, benliğinin kendini güvende hissetmesi hâlidir. Bir başka deyişle çocuğun içinde bulunduğu ortamdan güven duymasıdır.
Aile İle Bağlanma Aidiyet
Tanıtım
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini EMNİYETte hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna, doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumunu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu kitapta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
İçindekiler
AİDİYET 15
AİDİYET OLUŞUMUNUN TEMELLERİ 23
DEĞER GÖRME, OLDUĞU GİBİ KABUL EDİLME 23
KORUNAKLI BULMA 26
SEVME İHTİYACI 26
VARLIĞIN ONAYLANMASI 28
Ben Algısı 33
Sosyal Ben Algısı 35
YETERLİ BULMA 36
Ebeveyn Karşında Kendini Yeterli Bulma 38
ENGELLENME 40
İLETİŞİM KURMA 42
Açık İletişim 48
Kapalı İletişim 48
Kendini Paylaşma: Duyusal İletişim 50
Ergenlerle İletişim 58
Çocuğun Çocukla İletişimi 59
MANTIKLI BULMA 59
EMPATİ BULMA 61
PAYLAŞMA (Kendini, acıyı, hüznü, sevinci...) 64
AİDİYETİ KIRAN SEBEPLER 69
DEĞERSİZLİK HİSSİ 69
KOŞULLANDIRMA 75
SUÇLULUK 77
Suçluluğun İnşası 80
“Ben almadım, ben yapmadım, ben görmedim!” 84
Örtebilmek 84
“Ne yapacağım ben?” 85
YETERSİZLİK HİSSİ 88
EMNİYETSİZLİK 101
ULAŞAMAMAK 107
ÖN YARGI 109
“Ben hak ettim zaten...” 112
YAŞINDAN BÜYÜK BEKLENTİ 114
Geçmişle Bağlantı 116
Küçük Adam, Hanım Hanımcık Kız 119
KIYASLANMAK 122
Kıyas Benliği Zayıflatır 123
Davranış Bozukluklarının Özünde Kıyas Vardır 127
MÜKEMMELİYETÇİLİK 129
Mükemmeliyetçilik Bulaşır 131
GÜVENSİZLİK 133
Sizin Değil, Oranın Çocuğu 136
Yalansızlık Tesiri Artırır 138
GERÇEKÇİLİK - GERÇEKÇİ OLMAYAN BEKLENTİ 141
BAĞLANMAMIŞ OLMAK 147
VARLIĞIN ONAYLANMASI 150
AİDİYET AŞAMALARI 155
AİLEYLE AİDİYET 157
SOSYAL HAYATLA AİDİYET 161
SOYUT AİDİYET 172
AİDİYET YANILGISI 183
Sahiplenme 183
Minnet Oluşturma 186
PASİF AİDİYET 187
YAPAY AİDİYET 189
AİDİYET SAPMALARI 193
AİDİYETİN KENDİNDENLİĞİ 193
SAPLANTILI AİDİYET 194
AİDİYET KARMAŞASI 197
AİDİYET YOKSUNLUĞU 199
AİDİYET-KİŞİLİK BOZUKLUĞU İLİŞKİSİ 202
DOYUMSUZ AİDİYET 204
YENİDEN AİDİYET 209
1. Bastırılan aidiyetin yeniden uyarılması 210
2. Aidiyetin aile dışında başka yerlerde giderilmeye
çalışılması 218
Önsöz
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini EMNİYETte hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu kitapta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
Adem Güneş
Çocuk Deyip Geçmeyin
Tanıtım
"Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.
Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, 'insan olmanın değerini' duyarak yaşamış çocuklar…
Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin 'çocuk deyip geçilmiş' olduğunu da gördüm.
Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.
Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?"
Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin'de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman "Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir" diyor, kimi zaman "çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına" dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan "güven" duygusunun altını çiziyor.
İçindekiler
Önsöz ....................................................................................................................................9
ZAMAN AKIYOR ÇOCUKLUK YILLARI GERİDE KALIYOR .........................................11
Çocukluk Yılları Geride Kalırken .......................................................................................13
Anne ile Uyumak Güven Veriyor ........................................................................................17
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur ......................................................................21
Çocukların da Bir Tükenme Noktası Vardır ........................................................................25
Çağın Hastalığı: Narsisizm ..................................................................................................29
Hiperaktif Çocukların Dramı ...............................................................................................35
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?..........................................................................................39
Kız Çocuklarında Baba Yoksunluğu Daha Derin Oluyor ....................................................43
Ancak Sevilen Kişi Sevmeyi Bilir....................................................................................... 49
Ceza ile Çocuk Eğitimi Olur mu?........................................................................................ 53
Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Çocuklar .............................................................................57
“Sorun Yok, Ben Hallederim” ..............................................................................................61
İnternet Oyunları ve Farklı Bilinç Halleri ............................................................................65
İletişim Yeteneğini Kaybeden Çocuklar ...............................................................................69
Suçluluk Duygusu Kalıcıdır .................................................................................................73
Çocukluk Yılları ve Değersizlik Hissi .................................................................................77
Hitap Edilemeyen Çocukların Dramı ...................................................................................83
Çocuklarda Zamana Karşı Duyarlılık ..................................................................................87
Hayatı Yaşayarak Öğrenmek ...............................................................................................91
HER ÇOCUK ÖZELDİR .........................................................................................................95
Her Çocuk Özeldir...............................................................................................................97
Öğrenmenin Üç Sihirli Anahtarı .......................................................................................101
Yaşatılmayan Çocukluk Yılları .........................................................................................105
Cezasız Çocuk Eğitimi Olur mu? .....................................................................................109
Korku Eğitimin Bir Unsuru Olamaz .................................................................................113
Mahcubiyet Hissi Yitirilirse…...........................................................................................117
Birinci Sınıfta Eğik Yazı Öğretmek Doğru mu? ...............................................................121
Ders Derste Öğrenilir ........................................................................................................125
Eğitimdeki Temel Sorunlar ...............................................................................................129
Cinsel Eğitim mi Mahremiyet Eğitimi mi? .......................................................................135
Eğitim Şefkat ile Başlar ....................................................................................................139
Kreşe Uzun Süre Bırakılan Çocuklar ...............................................................................143
Çocuğuna Sahip Çıkan Kazanır .......................................................................................147
Çocuklar Spor ile Sosyalleşir ...........................................................................................151
Futbol Fanatiği Çocuklar .................................................................................................155
Tatil Ödevi Olmalı mı? ....................................................................................................159
Bazı Kayıplar Sınav Kaybından Daha Acıdır ..................................................................163
Okul Serviste Başlar ........................................................................................................169
Okul Servislerinde “Sesli Kitap” .....................................................................................173
ANNELERİN DE BİR ÇOCUKLUK ÖYKÜSÜ VAR........................................................ 177
Eş Eşin Terapistidir ..........................................................................................................179
Sağlıklı Evlilik İçin Sağlam Kişilik .................................................................................183
Terapiye Muhtaç Terapistler ............................................................................................187
Çocuğa Bağlanmak ..........................................................................................................191
Annelerin de Bir Çocukluk Öyküsü Var ..........................................................................195
Kardeş Sayısı ve Çocuk Gelişimi ....................................................................................199
Baba Bugün Ne Oldu Biliyor musun? .............................................................................201
Anne Babaların Çocukluk Hatıraları ...............................................................................205
BAYRAM YAŞANMAK İSTENİRSE BAYRAM OLUR ...................................................209
Kusurun Nazara Verilmemesi Prensibi ............................................................................211
“Tekne Orucu” ve İrade Eğitimi ......................................................................................215
Bayram Yaşanmak İstenirse Bayram Olur .......................................................................219
Çocukluk Yıllarında Bayramlar Özeldir ..........................................................................221
Yetişkinlerin İbadeti ve Çocuklar ....................................................................................225
Çocuk Dövmeyi Din mi Emrediyor? ...............................................................................229
Kur’an Eğitiminin Püf Noktaları .....................................................................................233
Çocuklar Uyurken Kur’an Dinlerse.......................................................................................237
Önsöz
Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye...
Yetişkinler bilirler ki, çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hali ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.
Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir…
Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…
Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi değil, “his” ile kişilik kazanma dönemidir.
Örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesine yenik düşen bir çocuğu akli nasihat ile durdurmanız zordur, zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.
Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.
Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değersizlik hissi ile geliştirir.
Çocuk zihninin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…
Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…
Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eğiticilerle inşa edilecektir.
Adem Güneş
İstanbul
Anne ile uyumak güven veriyor
Fransa Notre Dame Üniversitesi “Anne-Bebek Uyku Davranışları Laboratuvarı”nda yapılan çalışmalar, bebeğin annesi ile yatmasının hem “fizyolojik” hem de “psikolojik” olarak bebeğe fayda sağladığı gibi, bu yakınlığa annenin de ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Laboratuar’da anne ile uyuyan bebeklerin daha “huzurlu” ve “uyumlu” olduğu gözlemlendi.
İsviçre’de yapılan iki ayrı araştırmada ise bebeği ile birlikte uyuyan annelerin “oksitosin” (emzirme esnasında salgılanan hormon) düzeyler inde artış gözlemlendi. Oksitosin düzeyinin artması ise hem annenin hem de bebeğin yararına olacak şekilde rahim kasılmalarına ve gelen süt miktarının artmasına neden oluyordu. Aynı zamanda bu hormon, doğumdan sonra ana rahminin eski halini almasında oldukça önemli bir rol üstleniyordu. Yapılan bu çalışmada, bebeğinden ayrı uyuyan annelerde “sütten kesilmelere” daha sık rastlandığı halde, bebeği ile uyuyan annelerde anne sütündeki belirgin artış oldukça dikkat çekici idi.
Anne ile uyuyan bebeklerde anne vücudunun doğal sıcaklığı ile bebeğin kendi vücut ısısının dengede durması bebeğin fiziksel gelişimi açısından önemli rol oynamakta.
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa o ruhun kimyasını bozar. Anormal davranışlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyi”dir. Ancak çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan davranışına odaklanmak yerine yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır.
Çağın Hastalığı: Narsisizm
Kişilik bozuklukları içinde en sinsi olanı “narsist kişilik bozukluğu”dur.Zira kişi, narsist olduğunu bilmez. O kendini beğenerek değil, insanları yetersiz bularak kendini yüceltir. Nedir narsist kişilik bozukluğu? Kişinin kendini “bir şey” zannetmesi halidir. Kendini beğenme, başkalarını yetersiz bulma hastalığına yakalanmasıdır. Araştırmalara göre, toplumların yüzde birinin narsist kişilik bozukluğu taşıdığını biliyoruz. Yüzde bir az gelmesin sakın, zira böylesi kişiler duyarsızlıklarından elde ettikleri güç ile toplumda kolay yer edinir. Etraflarında zayıf kişilere tesir eder, onları istediği gibi kullanırlar ve genelde başarılıdırlar. Ancak bu, başkalarını ezmek ve duyarsızca yaşamaktan kaynaklandığı için gerçek bir başarı değildir.
-Çocukluk yıllarında annesi ile “bağlanmasında” problem yaşamış çocukların yetişkinlikte narsist kişilik bozukluğuna daha “yatkın” olduğu biliniyor. Reddedici, otoriter ve baskıcı annelerin çocukları önce içlerindeki anne yoksunluğunu “bastırmayı”, kendi iç dünyalarına “derinleşmemeyi”, fazla “duygusal olmamayı”, kimseye “bağlanmamayı”, “güvenmemeyi” öğreniyorlar. Annesine güvenle bağlanamayan kişi hayata güvenle bakamıyor.
-Çocukluk yıllarında “aşağılanmış” kişiler narsisizme yatkın oluyor. Kişi aşağılandıkça kendini güçlendirmeyi, kendini güçlendirdikçe başkalarını hissetmemeyi, onları ezmeyi bir tarz haline getiriyor. Ebeveynler çocuklarını şu ya da bu sebeple aşağılarken aslında duyarsızlaştırdıklarını görmelidir. Duyarsızlık ruhsal ölümdür. En basitinden söylenecek olursa, kardeşi ile kıyaslanan çocuk, aşağılanan çocuktur. Ödevini yapmadığı için sınıfta alay konusu edilen çocuk adım adım duyarsızlaşan bir çocuktur.
-Yine çocukluk yıllarında, ebeveynleri tarafından devamlı “övülmüş” çocuklar da potansiyel bir narsisttir. Örneğin bir ebeveyn “Benim kara gözlü kızım, senin eşin benzerin yok” diyerek kızını sevmişse veya “Benim oğlum gibisi yok bu dünyada” denilerek çocuğa bu övüngen ruh edindirilmişse, böylesi çocuklar potansiyel narsisttir.
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?
Çocuk okula geldiğinde evdeki oyuncağını düşünür. Kardeşi ile kavgasını düşünür. Dışarıda kuş görse o kuşun nasıl uçtuğunu, arkadaşında hoşuna giden bir kalem görse o kalemin ne güzel bir kalem olduğunu düşünür. Zaten “normal” bir çocuğun zihninde yüzlerce düşünce aynı anda gelip gider.
Önemli olan eğitimcinin, çocuğun zihnini bunca “düşünce akışı” içinde kendi anlattıklarına doğru bir “merak hissi” ile yönlendirebilmesidir. Dikkatleri toplayabilmek çocuğun değil eğitimcinin becerisidir. Adını çokça duyduğumuz ama kendisini henüz ülkemizde bir türlü göremediğimiz “çocuk merkezli eğitim”in temel amacı, eğiticinin birtakım enstrümanlar kullanarak çocuğun dikkatini anlatılan konuya odaklayabilmesidir.
Böylesi sıcacık ve rengârenk dünyası olan insana “yavan” bir eğitim sunmak, onu “can sıkıcı” bir eğitici ile baş başa bırakmak, daha ilkokuldan itibaren “ödevler” altında ezmek ve sonra da yetişkinin beklentileri altında ezilmiş bu çocuğu “dikkatini toparlayamıyor” diye etiketlemek ona büyük saygısızlıktır.
Ancak sevilen kişi sevmeyi bilir
Çocuk kendisini zorla yataktan kaldıran, söylene söylene servise bindiren, odasını toplamadığı için aşağılayan, ödevler yüzünden her gün vaaz veren ebeveynine karşı bir süre sonra sağır oluyor, ne söylerse söylesin ebeveyn çocuğa tesir edemediğini görüyor.
Hâlbuki çocuk ancak kendisini güven ve EMNİYET içinde hissettiğinde ebeveyn yanında duygu dünyasını geliştirir ve aidiyet hisseder.
Çocuk, kendisini sözle inciten, tehditle aşağılayan ebeveyni ile aidiyet duygusu kuramaz. Böyle çocuklar ya dışarıda kendilerine bir güvenli liman arar ya da kendi duygu dünyalarını sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar “bastırırlar.”
İnternet oyunları ve farklı bilinç halleri
Günümüz teknolojisi ile üretilen oyunların birçoğunun çok tutulması, oynayan kişiye farklı bilinç hâlleri yaşatmasından ve onu paralel bir yaşam tarzına sürüklemesinden kaynaklanıyor. Bu türevdeki oyunlar özellikle Norveç katliamından sonra Batıda adım adım takip ediliyor ve yasaklanıyor. Mesela Norveç, elli bir adet oyunun ülkesine girişini ve oynanmasını yasakladı.
Neden yasaklanıyor? Çünkü farklı bilinç hâllerini yaşamaya başlayan kişiyi oluşturduğu o paralel yaşamdan çıkartmak oldukça zor. “Fizik” olarak bilgisayarın arkasında olmasına rağmen “ruhu” ile oyunun içine giriyor.
İletişim yeteneğini kaybeden çocuklar
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır, of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında “dili tatlanan” çocuk, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler genelde “hiç anlaşılmadıklarından” şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak ancak kendini ifade etmekle mümkündür. Fakat böyle kişilerin beklentisi “söylemeden anlaşılayım” oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra “içsel konuşmalar” başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişinin kendisini depresyondan koruyan kalkanıdır.
Çocuk Neyi Neden Yapar-1
Tanıtım
Her anne babanın canını sıkan sorunlardır; çocuğunun bir türlü tuvalet alışkanlığı kazanamaması, yemek yememesi, kardeşiyle kavga etmesi, inatçılığı, internet düşkünlüğü ve dahası...
Bir kısım anne baba, bu davranışların ne anlama geldiğini bildikleri için çocuklarını incitmeden sorunları çözerken, bir kısım anne baba ise sorunların çözümünde çaresiz kalarak çocukları ile bir çatışmaya girerler. Bu çatışmalarda, hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratırlar.
Pedagog Dr. Adem Güneş Çocuk Neyi Neden Yapar? İsimli kitabı, bir 'çocuk davranışları anlama rehberi' olarak hazırladı. Çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın bir dille, ebeveynlerle paylaştı. Konu bitiminde verilen soru-cevaplarla da anne babaya; o davranışın nasıl ortaya çıktığını, çocuğun bu davranışı niçin sergilemiş olduğunu ve anne babanın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlattı.
Oğlum neden yalan söylüyor olabilir?
Oğlum, geçen gün okulda arkadaşının kalemini almış. Bana, "Öğretmenim verdi bu kalemi" dedi. Arkadaşının annesiyle konuşunca, gerçekleri öğrendim. Oğlum neden yalan söylüyor?
Kendisini baskı altında hisseden çocuk, yalan söyler.
Çocuğa ihtiyacı olduğu halde kalem alınmıyor, okulda da öğretmen illa o kalemin getirilmesini istiyorsa, anne-baba da çocuğa, "Şimdi alırız, yarın alırız" diye uygulamada gecikmeye sebep oluyorsa, çocuk da kalemi olması adına kendince bir çözüm bulmuş olabilir.
Arkadaşının kalemini alarak ihtiyacını gidermeye çalışan çocuğa, anne evde sorsa, "Bu kalem kimin?" diye, bu çocuğun annesine "Arkadaşımdan bu kalemi izinsiz aldım" diyebilmesi için, annesi tarafından ne duygusal, ne de psikolojik baskı altında tutuluyor olması lazım.
Eğer çocuk annesinden gelecek bir şiddet veya tepkiyle karşılaşacağını tahmin ederse, o takdirde kendisini koruyabilmek için yalan söyleyecektir. Böylesi bir durum varsa sizden korkuyor demektir. İzinsiz aldığını söylediği zaman vereceğiniz tepkiden çekiniyor demektir. O takdirde, çocuğun yalan söylememesi için üstünde baskı olmaması lazım. Çocuk bugün kalem için yalan söylemeye başlarsa, yarın daha kötü şeyler için de yalan söyleyebilir.
Pedagog Dr. Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar? Kitabında temel pedagojik bilgilerle birlikte, kısa ve öz olarak olumsuz çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini sunuyor. Yalın bir dille ele alınan bu konuların tamamı, bütün anne-babaların sorunları arasında belki de...
Ve Pedagog Dr. Âdem Güneş, satırları arasında çocuk davranışlarının altında yatan nedene şöyle bir açıklama getiriyor:
"Çocuk kendini olduğu gibi kabul eden bir ebeveyn yanında değilse, içinde yaşadıklarını dışa vuramıyorsa veya kendini dışa vurduğu kadarlık kısmıyla dahi ciddiye alınmıyorsa, böylesi bir çocuk, düdüklü tencerenin ısınması ve patlamaya hazırlanması gibi bir durumdadır."
Çocuk eğitimine dair 'sıkça sorulan sorulara' cevap vermeye çalışan kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor. Kitap tam manasıyla, pratik bir bilgi kaynağı...
İçindekiler
Teşekkür 11
Önsöz 13
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı 15
Gelişimsel İhtiyaçlara Gelince 18
Temel İhtiyaçlar Nelerdir? 19
Yeme Problemi 21
3Z Formülü Nedir? 22
Çocuğa Damak Tadı Sunmak Gerekir mi? 25
Televizyon İzlerken Çocuğa Yemek Yedirmek Doğru mu? 26
Ödül ve Ceza ile Yemek Yedirsek Olmaz mı? 26
Çocuklarda Uyku Düzeni 33
Hangi Sebeplerle Çocuk Uykuya Direnir? 34
Anne-Babanın Uyku Düzeni Çocuğa Tesir Eder mi? 37
Çocuklar Neden Gece Ağlayarak Uyanır? 37
Gece Terörü Yaşayan Çocuklara Nasıl Davranılmalı? 39
Sallayarak Uyutmak Doğru Bir Yöntem mi? 39
Çocuklarda Dil Gelişimi 45
Gecikmiş Konuşma Nedir? 46
Konuşma Gecikmesinde Anne-Babanın Rolü Nedir? 46
Çocuğun Yanlış Söylediği Kelimeyi Düzeltmek Doğru mu? 47
Televizyon İzlemek Çocuğun Dil Öğrenimini Hızlandırır mı? 48
Çocuğun Konuşmasının Gecikmesi Ne Anlama Gelir? 49
İkinci Dil Öğrenimi Nasıl Olmalıdır? 49
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler 55
Çocuklar Küfür İçeren Kelimeler Kullandığında Ceza Verilmeli mi? 56
Olumsuz Söz Kullanan Çocuklara Nasıl Yaklaşmalı? 56
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar 63
Anne-Baba Ne Yapmalı? 64
Çocuğu Bağırmaya İten En Önemli Sebep Sindirilmesi mi? 64
Bağırmak Anne-Babadan Kalıtımla mı Geçer, Sonradan mı Öğrenilir? 65
Adım Adım Tuvalet Eğitimi 69
Tuvalet Eğitiminde Püf Noktalar Neler? 72
Anne Nasıl Davranmalı? 73
Tuvalet Alışkanlığı Kazanamayan Çocuk İçin Ne Zaman Pedagoga Başvurulur? 73
Çocuklarda Parmak Emme 81
Parmak Emme Alışkanlığına Nasıl Son Verilir? 82
Parmak Emme, Duygusal Yoksunluktan Kaynaklanıyorsa Ne Yapılmalı? 83
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci 89
Bu Dönemin Özellikleri Nelerdir? 90
Çocuğun Damak Zevkinin Gelişmesi, Emme Alışkanlığının Kesilmesinde Etkili Olur mu? 91
Emme Alışkanlığı Nasıl Bıraktırılır? 91
Çocuklarda Tırnak Yeme 99
Tırnak Yiyen Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalı? 100
Tırnak Yemek, Alışkanlığa Dönüştüğünde Ne Yapılabilir? 101
Çocuklarda Korkular 105
Çocukluk Dönemi Korkuları Nelerdir? 106
Kardeş Kıskançlığı 113
Kardeş Kıskançlığını Hangi Davranışlar Tetikler? 113
Anne-Baba Ne Yapmalı? 115
Kardeşler Arası Çatışmalar Bazen Faydalıdır da...116
Kardeş Kavgalarında Ne Zaman Müdahale Edilmelidir? 116
Çocuklar ve İçe Kapanıklık 125
Çocuk Duyarlı mı, Ezilmiş mi? 126
İçe Kapanıklığın Sebepleri Nelerdir? 127
Anne-Baba Ne Yapmalı? 128
Çocuk ve Yalan 135
7 Yaşından Önce Söylenenler Yalan mı? 136
Çocukları Yalan Söylemeye Sevk Eden Nedir? 136
Yalan Nasıl Alışkanlığa Dönüşür? 138
Anne-Babalar Ne Yapmalı? 138
İzinsiz Eşya Getirme 145
7 Yaşından Küçük Çocukların Anne-Babaları Ne Yapmalı? 146
Çocukları İzinsiz Eşya Almaya İten Nedir? 147
İzinsiz Eşya Almanın Alışkanlığa Dönüşmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 148
Hareketli Çocuklar 155
Çocuğun Hiperaktif Olup Olmadığını Nasıl Anlarız? 158
Üstün Zekâlı Çocuklar ile Hiperaktifler Nasıl Ayrılır? 159
Hiperaktivite Nasıl Tedavi Edilir? 159
Hareketli Çocuk Aynı Zamanda Dikkati Dağınık Çocuk mudur? 160
Çocuklarda İnatçılık 167
Çocukla İnatlaşılırsa Ne Olur? 168
‘İnat Döneminin’ Kalıcı Hale Gelmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 169
Çocuk Her Şeyi İnatla Yaptırmayı Öğrendiyse, Çıkış Yolu Nasıl Olmalı? 170
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı 177
Her Vurma Şiddet midir? 177
Çocuklarda Tik’ler 183
Hangi Sorunlar Tiki Tetikler? 184
Kimlerde Daha Sık Görülür? 184
Anne-Baba Ne Yapmalı? 184
Tik Başka Sorunları da Tetikler mi? 185
Teknoloji Bağımlılığı 189
Teknoloji Bağımlılığı Neden Çok Çabuk Yayılıyor? 190
Anne-Baba Ne Yapabilir? 191
‘Bilgiye Ulaşma Kültürü’ Nasıl Oluşturulur? 193
Çocuk İnternet Bağımlısı Olduysa Ne Yapılmalı? 194
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme 201
Çocuklar Neden Kendini Tatmine Yönelir? 202
Kendi Kendine Geçer mi? 203
Çözüm Nedir? 203
Önsöz
Bir gün sanatçı bir dostum “Kitap okumaya hiç vaktim yok... Şöyle pratik çocuk eğitimi kitabı yazsanız da beş-on dakikalık fırsatlarda göz atarak bir şeyler öğrensek” demişti. Çocuk eğitimi ‘şöyle bir göz atarak’ öğrenilecek şey değildir aslında. Ancak, birçok anne-baba maalesef yoğun koşturmacalar içinde detaylı kitap okumaya fırsat bulamıyor.
İşte bu kitap temel pedagojik bilgileri içermesine rağmen, kısa ve öz olarak ele alındı. Ele alınan başlıklar hemen hemen bütün anne-babaların sorunları arasındaydı. Ki bilhassa da sıklıkla karşılaşılan bu sorunlardan seçmeye çalıştık konuları. Her konu bitiminde, soru-yorumlara da yer verildi ki, konunun anlaşılmasında kolaylık olsun. Çocuk eğitimine dair ‘sıkça sorulan sorulara’ cevap vermeye çalıştığımız bu kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor.
Uzman Pedagog Adem Güneş İstanbul, 2014
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı
İhtiyaçların bir kısmı doğuştandır. Bebeğin dünyaya geldiği andan itibaren kendini gösterir; ki bunlar, ‘temel’ ihtiyaçlardır. Doğan her çocukta şaşmaz bir aynılık içindedir, fıtrîdir. Bu ihtiyaçlar, onun yetişkin olma serüveninin temelini teşkil eder. Fıtrî ihtiyaçların karşılanmaması, insanın yaşama devam edemeyeceği anlamına gelir; ölüm ile sonuçlanır.
-Çocuklarda saldırgan davranışların birçoğu, ihtiyacın önündeki engelleri kaldırmak için masum davranışlardır
-Kişiliğin bir parçası haline dönüşmüş bir ihtiyaç karşılanmazsa, insanda bir gerilim hali oluşur.
-Gelişimsel ihtiyaçlar, çocuğun yaşı ilerledikçe, belli dönemlere eriştikçe ‘fıtrî’ olarak ortaya çıkar.
-Yemek yemek temel bir ihtiyaçtır, ebeveynler bu temel ihtiyacı yanlış davranışlarla sorunlu hale getirmemelidir.
-Aşırı tat, tuz ve acı gıdalarla tat sınırı aşılmış yemeğe alıştırılan çocuklarda yeme bozuklukları sık görülür.
-Yeme sorunları anlık bulunan çözümlerle çözülmemelidir.
Çocuklarda Uyku Düzeni
Uyku, direnilmesi zor bir ihtiyaç halidir. Öyle ki, açlığa dayanılır, uykusuzluğa direnilemez! İster çocuk olsun ister yetişkin, uykusuzluğa tahammül edemez. Böyle olduğu halde birçok ebeveyn çocuklarının geç uyuduklarından, sabah uyanmadıklarından yakınır. Burada bilinmesi gereken en önemli ayrıntı; ebeveynler çocuklarını uyutmaya zorladıkça çocuklarının direnecekleridir. Zira zorla uyku olmaz!
-Çocuk güncel yaşamda ebeveyni ile duygusal doyuma erişmedikçe, uykuya karşı direnç gösterir.
-Erken ya da geç uyuması için zorlanan çocuk, uykusu olsa da uyumamak için direnç gösterir
-Uyumamak üzere ağlayan çocukların ya duygusal ya da fiziksel ihtiyacı giderilmemiştir.
-Çocuk annesinin yatağından kademeli şekilde ayrılırsa kendi odasına geçişi, daha kolay olur.
-Gece teröründe çözüm, anne-çocuk bağlanmasıdır.
Çocuklarda Dil Gelişim
Çocuklarda dil ‘edinimi’ doğdukları andan itibaren başlar. Daha birkaç günlük çocuk, işittiği her bir sesi, hafızasına kaydeder. Benzer sesler duydukça kendi de o sesleri çıkartmak için çaba harcar. Çocuğun dil ediniminde iki hafızası vardır. Birincisi; pasif hafıza ki, her duyulan sözcük buraya kaydolur. Pasif hafızaya kaydolan sözcükler 6 ay boyunca kullanılmaya devam edilirse, bu kayıtlar ‘aktif hafıza’ya aktarılır.
-Dil öğrenme, işitmenin devamıdır.
-Konuşma çabasıyla dalga geçilen çocuklarda konuşma bozuklukları daha sık görülür.
-Televizyon, dil gelişimini ilerletmek yerine, geriletir. İletişim diyalog halinde olursa dil gelişimine katkı sağlar, ki televizyon monolog bir iletişim aracıdır.
-İki dil öğrenecek olan çocuklarda ana dilin annenin konuştuğu dil olması, öğrenilecek yabancı dilin de babanın dili olması çift dil öğrenmeye katkı sağlar.
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler
Çocuk yetişkinliğe doğru yolculuk yaparken, farklı kişiler, farklı davranışlar ve farklı alışkanlıklarla tanışacaktır. Çocuk olmanın da gereği olarak, her karşılaştığı yeniliği pratiğe geçirmekten de büyük bir haz duyacaktır. Çocuğun yeni kelimeler öğrenmekten çok mutlu olduğu okul öncesi dönemde, zaman zaman ‘argo’ kelimeler veya ‘çirkin/küfür/kaba’ içerikli kelimeler de kendi kelime dağarcığına dokunuverir. Panik yapmamak gerekir, çünkü çocuk kullandığı argo veya kötü sözlerin içeriğini bilerek değil, yeni yeni duyuyor olmanın heyecanı ile kullanır.
-Kaba ve argo kelimeler kullanan çocuğa kızmak, azarlamak, dövmek çözüm değildir. Bunun verdiği tepkisellik sorunu daha derinleştirir.
-Çocuk, kızgınlık ve üzüntü anında hangi kelimeyi kullanacağını bilirse, argo kelimelere başvurmak zorunda kalmaz.
-Anne-babalar, çocukların kullandığı kaba ve çirkin söze değil, bu sözün nereden öğrenildiğine odaklanmalıdır.
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar
Çocuk içinde biriktirdiği negatif ya da pozitif hisleri sözel olarak dışarı çıkartamıyorsa bu noktada sorunlar başlar. Kendini ifade edemeyen çocuk agresiftir, hırçındır, duygusal ve mızmızdır. “Gözünün üzerinde kaşın var” dense; ya ağlamaya, ya da saldırmaya hazırdır. Konuşarak kendini ifade edemeyen çocuk, ağlamayı ya da bağırmayı bir çıkış yolu olarak görür.
-Çocuk ancak kendini varolduğu hali ile kabul eden bir ebeveyn yanında sakindir.
Adım Adım Tuvalet Eğitimi
Tuvalet eğitimi özellikle annelerin en can sıkıcı konusudur. Bilinmesi gereken birkaç noktaya dikkat edildiğinde, tuvalet eğitimi can sıkıcı olmaktan çıkıp, çok keyif verici birkaç günlük eğitime dönüşebilir. Küçük bir çocuk için alt ıslatmanın bir haz ve keyif hali olduğunu gözden kaçırmamak en önemli husustur. Çocuk sıkışmış, zorda kalmış ve idrar yolu tam da dolu olduğu bir sırada rahatlamak için bırakır kendini.
-İdrar yollarındaki kasları kullanma becerisi gözlemlenen çocuklarda tuvalet eğitimi başlayabilir.
-Tuvalet eğitiminin ilk adımı çocuğun ıslaklığı hissetmesini sağlamaktır.
-Tuvalet eğitiminin neden gerektiğini anlaması, çocuğun bu alışkanlığı kazanmasını kolaylaştırır
Çocuklarda Parmak Emme
0-2 yaş, emme refleksinin zirve olduğu bir dönemdir. Çocuk normalde 2 sene boyunca devam eden emme refleksine karşılık olan anne göğsünü bulamadıysa, başka bir şey emmek zorundadır. Elini ağzına alır, parmağını emmeye alışır. Ağzına emzik verilse, emziğe alışır. Eğer çocuk anne sütünü erken dönemde bıraktıysa, o takdirde yeni emdiği şeyi ileriki yaşlara doğru bir alışkanlık olarak götürür.
-Çocuk üzerinde baskı varsa, huzursuz bir atmosferdeyse, kaygı ve korku içindeyse parmağını ağzına sokarak kendisini güvende hisseder.
-4 yaşından sonraki parmak emmeler, duygusal yoksunluğun işaretidir.
-Çocuk ile anne arasında bir bağlanma sorunu olduğunda çocuk parmak emmeye yönelir
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci
Annelerin en çok zorlandıkları konulardan bir diğeri de sütten kesmedir. Anne ile bebek arasında, emzirme döneminde büyük bir ilişki başlar. Bu ilişkinin adı ‘güvenli bağlanma’dır. Annesini doya doya emen, her ihtiyaç duyduğunda annesini yanında bulan ve annesiyle sarmaş dolaş yatan bir çocuk ancak annesine doyar.
-Çocuklarda emme refleksi 24 aydır.
-Çocuk, anne göğsünden kademeli olarak ayrılmalıdır.
-Annesinin ihtiyaçlarını karşılayacağından emin olan çocuk, 24. aydan sonra emme alışkanlığından zorluk çıkarmadan vazgeçer.
Çocuklarda Tırnak Yeme
Bir çocuğun tırnağını ya da parmağını emmesi eğer 2 yaş öncesindeki döneme denk geliyorsa, bu, emme dönemindeki eksikliğin gideriliyor olduğu anlamına gelir. Eğer çocuk 2 yaşından önce anne sütünü bırakmışsa, emme refleksini tamamlayamadığından dolayı elini ağzına götürür. Veyahut taklit döneminin gereği olarak, çocuğun yanında tırnak yiyen bir yetişkin varsa, çocuk da tırnaklarını yemeğe başlayabilir. Hatta elini keyifli bir şekilde ağzına alıyorsa, bu da bir alışkanlığın belirtisidir.
-Emme dönemini tamamlamış olan bir çocukta tırnak yeme, güven yoksunluğunun dışa vurumu olarak ortaya çıkar.
-Çocuk sosyal yaşamda kendi gibi olmayı becerdiğini ve bu haliyle kimseler tarafından eleştirilmediğini fark ettiğinde tırnak yemeyi kendiliğinden bırakır.
Çocuklarda Korkular
Korku, her insanda potansiyel olarak varolan, yaşamın devamlılığı için gerekli olan istemsiz savunma davranışıdır. Korku, insanın yaşam ile uyum sağlamasını, sosyal hayat içinde yer almasını sağlayan, doğal bir duygu durumudur. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Bir başka deyişle ‘korku eşiğinin’ yükselmiş olması halidir.
-Çocuklar belli yaşlarda, duygusal ve zihinsel gelişimin bir gereği olarak korku dönemi yaşayabilir. Bu normaldir.
-Gerçekçi ve soğukkanlı bir ebeveynin yanındaki çocuk, korkularını daha kolay; duygusal ve kaygılı bir ebeveynin yanındaki çocuk ise bu dönemi daha zor atlatır.
Kardeş Kıskançlığı
Kıskançlık duygusu, her insanın yaradılışında vardır. Bu duygunun varlığı, kişinin gelişiminde etkili olduğu kadar, aşırı uyarılmış olması halinde de yaşamı zora sokar. Hele ki bu bir çocuksa daha da zorlaşır yaşam...
-Kıskançlığı anormal hale getiren en önemli sebep anne-baba tutumlarıdır
-Kardeş kıskançlığını oluşturmak istemeyen ebeveynler kardeşler arası ilişkilerde gerçekçi ve doğal olmalı.
-Belirli bir düzeyde, kardeşler arasındaki çatışmalar iletişim yeteneklerini geliştirir, problem çözme becerilerini artırır.
-Kardeş kavgasında asıl olan kimin haksız ya da haklı olduğunu bulmak değil; hangi davranışın doğru olup olmadığına karar vermektir.
-Ebeveynler, kardeşler arasında yol gösterici olmalı.
Çocuklar ve İçe Kapanıklık
Bir çocuk mizacına uygun bir yaşam sürüyorsa, sükûnet içindedir ve genellikle sosyaldir. Böylesi bir çocuk olaylara birdenbire atılmaz, reaksiyon göstermez. Önce etrafını gözler, çevresini tanır, kendisini EMNİYETte hissettikten sonra ortama dâhil olur
-Mizacına uygun bir yaşam süren çocuk, sükûnet içindedir ve sosyaldir
-Annesinden duygusal olarak beslenemeyen çocuk; ya agresif olur, çatışmacıdır ya da içe dönük ve mutsuzdur.
-İçe kapanık çocukların ortak özellikleri, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşamamalarıdır.
Çocuk ve Yalan
İnsanın üç farklı dünyası vardır: (1) Uyku ve rüya dünyası, (2) Hayal dünyası, (3) Gerçek dünya. Sağlıklı bir yetişkinde, bu üç dünya birbirinden net ve kesin çizgilerle ayrılmıştır. Hiçbir yetişkin hayal kurduğu bir şeyi, gerçekmiş gibi anlatmaz. Oysa ilk 7 yaş dönemindeki çocuklar bu üç dünyayı birbirinden ayırt edemez. Onlar için rüya ile gerçek arasında bir fark yoktur. Ya da hayal dünyası, tıpkı gerçek dünya gibidir.
-Yalan, insan fıtratının değil; korkunun, kaygının ürünüdür.
-Yalanı yakalanmak üzere peşinden gidilen çocuk, yalan söylemekte ustalık kazanır
İzinsiz Eşya Getirme
7 yaş grubundan küçük çocuklar için başkasının malı diye bir şey yoktur. Çocuğun çevresindeki her şey, çocuğundur. Üçüncü bir şahsa ait bir şey yoktur. O yüzden çocuk, okuldaki oyuncakları, arkadaşının eşyalarını çok rahatlıkla alır, cebine koyar ve getirir. Çocuk okuldan alıp getirdiği oyuncağı ne çalma niyeti ile alır, ne de başkasının malına el koyma niyeti ile cebine koyar.
-‘Çalma hastalığı’ ile çocukluk döneminde görülen izinsiz eşya alma aynı şey değildir.
-Çocuğu izinsiz eşya almaya iten en önemli sebeplerden biri, ilgisizliktir.
-Çocuğun kişilik haklarına saygı gösterilirse, o da başkalarınınkine göstermeyi öğrenir.
-Yetişkinlik döneminde çalma, bir kişilik probleminin habercisidir.
Hareketli Çocuklar
Çocukta huzursuzluk hali varsa, bu huzursuzluk fiziğe de yansır. Çocuğun eklemlerine yansır. Eli-kolu hızlanır, omuzları kımıldamaya başlar, ayakları kımıldamaya başlar, sağa-sola doğru sallanmaya başlar... Öncelikle bu huzursuzluğa sebep olan unsurların tek tek tespit edilmesi gerekir
-Çocuğa ‘ekstra dürtü’ veren bir ortam sunulursa, çocuk hareketlenir
-Çocuğun biyolojik ritmi bozulmuşsa, bozulmuş olan o ritim de çocuğa dürtü verir ve çocuğu hızlandırır.
-Duygusal yoksunluk yaşayan çocuklar, hiperaktif gibi, hızlı hareket etmeye başlarlar
-Çocuk hareketlenmeye başladığında beraberinde bir sorun daha çıkar: dikkat eksikliği
-Dikkat eksikliği öğrenme güçlüğünü oluşturur.
Çocuklarda İnatçılık
Her gelişim döneminin kendine özgü davranışları vardır. Çocuk 2 yaşından sonra anormalleşmez, normalleşir. 2 yaşına kadar bütün ihtiyaçlarını annesiyle gideren bir çocuk, annesiyle ruhsal bir sekine dönemi yaşadıktan sonra, sanki bir uykudan uyanır ve insan olma yolunda adımlar, “Ben yapacağım” demeye başlar.
-‘Ben gelişim’ döneminde, çocuğun yapmak istediği şeylere izin verilirse, kişilik gelişiminde olumlu tesirler oluşur.
-Çocuk, yaşamda engellerle karşılaştıkça güçlenir; engellendikçe agresifleşir.
-Çocuk engelleri şiddet kullanarak aşmayı alışkanlık hali getirmeye başlarsa, bu, ileriki dönem için davranış bozukluğuna sebep olur.
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı
Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler. Arzu ettikleri şeye erişememek, anne-babayı kendine yöneltememek, içlerinde sevgi ihtiyacı kaldığı halde ebeveynine ulaşamamak çocukların vurma davranışlarının ortaya çıkmasında etkilidir.
-Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler.
Çocuklarda Tik’ler
Tik istemsiz kas kasılmasıdır. Çocuğun istemeden bir kasının sürekli olarak aynı periyot ve aynı zaman dilimi içerisinde kasılıp bırakılıyor olmasıdır. Bir insanın üzerinde baskılar artmaya başladığında, bu insandaki ilk fiziksel reaksiyonların göz kırpmalar, kaş kaldırmalar, dudak ısırmalar gibi kafasıyla, vücuduyla alâkalı birtakım fizyolojik tepkiler olduğu görülür. Ne kadar baskı artar ve çocuk ne kadar işin içerisinden çıkamaz ise kaşı, gözü, dudakları, vs. o kadar çok hareket etmeye başlar.
-Tik’lerin kaynağı gerginliktir.
-Çocuğu gerginliğe iten sebep bulunmadıkça, tik de ortadan kalkmayacaktır.
-Müdahale edilmediği takdirde tikler kronik seyir gösterebilir.
Teknoloji Bağımlılığı
Alkol ve uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının yanında bilgisayar, cep telefonu, internet gibi teknolojik gereçlerin de bağımlılığa dönüştüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Özellikle, aile içi iletişimin zayıf olduğu ortamlarda yetişen çocukların böylesi bağımlılığa düşme riskinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Aile içinde bir bireyin, teknolojik gereçlerden birine bağımlılık kazanması ailenin diğer bireylerini anında etkiliyor.
-Teknolojik gereçler, zayıf aile bağı olan çocuklarda daha çok bağımlılık yapmaktadır.
-Teknoloji, bir oyun değil bilgiye ulaşma aracı olarak tanımlanmalıdır.
-Çocuk teknoloji ile düşman değil, onunla dost yetiştirilmelidir.
-İnternet kullanımında ailenin sloganı, “Kullan, işini hallet, çık” olmalı.
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme
Henüz ön ergenliğe erişmemiş bir çocuğun kendi bedenine yönelmesini cinsel tatmin olarak göremeyiz. Genellikle erken yaşlarda, bir şekli ile çocuklar kendi bedenlerini keşfedebiliyorlar. Cinsellik olmayan, fakat tıpkı bir tatlı kaşınma şeklinde kendi genital bölgelerine yoğunlaşabiliyorlar. Günümüzde oldukça sık rastlanılan bu çocuk davranışını, cinsellikle bağdaştırmak çocuğa yapılacak bir haksızlık olur.
-Kendini tatminde en belirgin sebep, çocuğun anne ile bağlanmasındaki problemlerdir.
-Çocuk mastürbasyonu vaktinde önlenmez ise kalıcılık gösterir.
-Böylesi bir alışkanlığın terki, 6 ayı bulan, ‘haz değiştirme ve davranış unutma süreci’ni kapsar
-Sorunun çözümü, anne ile çocuk arasındaki yeniden bağlanmayla gerçekleşir.
7-14 Yaş Çocuk Eğitiminde 100 Temel Kural
Tanıtım
Pedagog Dr. Adem Güneş, "okul çağı çocuğu" da diyebileceğimiz 7-14 yaş dönemi çocuğuyla ilgili temel özellikleri kısa ve net bilgilerle bir kitapta topladı… Uzun okumalara fırsat bulamayan… Kısa ve öz bilgilerle bu dönemin farkındalığını kazanmak isteyen yetişkinler için 7-14 Yaş Dönemi Çocuk Eğitiminde 100 Temel Kural bir ilke kitabı niteliğinde…
İçindekiler
BİR VEFA BORCU 13
YAYINA HAZIRLAYANIN NOTU 15
1-Çocuktuk üç dönemdir: bağlanma, aidiyet ve uyum 16
2-7 - 14 yaş dönemi, aidiyet' dönemidir 18
3-Çocuk kendini nereye ait hissediyorsa ait hissettiği yerdekiler gibi davranmaya başlar 20
4-Ailesiyle bağı olmayanın çevresiyle bağının güçtü olması marifet değildir 22
5-Yedi yaşından büyük çocuğun bulunduğu bir evde aile toplantısı' olmaması eksikliktir 24
6-Öğretmenlikte başarı, sınıfı yönetmekle değil, çocuğa kendisini yönetmeyi öğretebilmekle ölçülür 26
7-Bir eğiticinin çocuğa yapabileceği en büyük iyilik, onun çocukluğunu yaşamasına fırsat vermektir 28
8-Otoriter eğiticilerin başarılı, fakat agresif öğrencileri olur 30
9-Baskın eğitim ortamı, çocuğu hiperaktif eder 32
10-En iyi eğitici, çok şey öğreten değil, 'öğrenmeyi öğreten’dir 34
11-Çocuğunu kendi çocukluğu ile kıyas eden iletişim, kusurlu iletişimdir 36
12-1 yapabilirken 5 istemek, çocuğu agresifleştirir 38
13-Başarılı eğitimcinin en belirgin özelliği, öğrencisine derste öğretebilmesidir 40
14-Evde öğretmenlik yapan ebeveynler anne babalığı ihmal ederler 42
15-Çocuğun karne notu aynı zamanda eğitimcinin öğretmenlik' notudur 44
16-Başarısız çocuk yoktur, hitap edilememiş çocuk vardır 46
17-İçten gelen öğrenmenin üç motivasyon basamağı; merak, heves ve istektir 48
18-Kaliteli bir eğiticinin en üstün özelliği öğretmeyi öğrenebilmesi'dir 50
19-Öğrencisini dinlemeyen eğitici öğrencisi tarafından da dinlenmeyecektir 52
20-Sana güveniyorum, başaracaksın' sözü başarıya değil, kaygıya sebep olur 54
21-Sınav sonucuna ne kadar vurgu yapılırsa, kaygı o kadar artar 56
22-Hızlı okumak değil, anlayarak okumak başarıyı getirir 58
23-Bilgi öğretilmez öğrenilir 60
24-Öğrenmede kalıcılık zihinle değil, duyularla gerçekleşir 62
25-Kalıcı başarıların özünde merak duygusu, geçici başarıların özünde eğitici zorlaması vardır 64
26-Yeni olan her şey çocukta merak uyandırır, bilgi eskidikçe merak kaybolur 66
27-Meraksız eğitim, en başarısız eğitimdir 68
28-Her kitap değil, merak uyandıran kitap çocuğa hitap eder 70
29-En başarısız eğitimci sınıfını merakla değil baskı ile susturan eğitimcidir 72
30-Eğitimde ceza, merak duygusunu yok eder 74
31-Kendini gerçekleştirmesine izin verilmiş çocuklar, saldırgan değil, problem çözücü olurlar 76
32-Saldırganlık aşağılanmışlık hissinin dışa vurumudur 78
33-Dışlanmışlık aşağılanma hissettirir 80
34-Çocuklarda bağımlılık yetersizlik hissinin sonucudur 82
35-Okul çağı çocuğunun en belirgin özelliği unutkanlığıdır 84
36-Eğitimde baskı çocuğu zihinsel olarak güçlendirirken duygusal olarak zayıflatır 86
37-Çocuğun yaşadığı endirekt şiddet, en az direkt şiddet kadar yıkıcıdır 88
38-Kumbara çocuğu tasarruflu olmaya değil, bencilliğe alıştırır 90
39-7 yaş binicilik yaşıdır, at ile temas çocuğu güçtü hissettirir 92
40-Çocuğun horoz sesini duyması, kuzuya dokunması en iyi terapiden daha iyi terapidir 94
41-Her insanın özü, kendi çocukluğudur 96
42-Kız çocuklarını 'maşallah, erkek gibi' diye övmek, çocuğun kişiliğine haksızlıktır 98
43-Çocuk önce insandır, sonra çocuk 100
44-Çocuk başkalarına saygı duymayı kendisine saygı duyulduğu kadar becerir 102
45-Gel bakim, senin adın ne?' diye sormak çocuğu ezer 104
46-Tepkisellik çocuğun kendini gerçekleştirmek istemesinin önündeki engeli kaldırma mücadelesidir 106
47-Dikkat dağınıklığı ilaçla değil, aile ortamı düzenlenerek çözülür ....108
48-Oyuncakla değil, insanla oynanan oyunlar, dikkat güçlenmesini sağlar 110
49-Öğrencinin dikkati eğiticinin heyecanı kadardır 112
50-Yetişkinlerin çocukları Allah ve cehennemle korkutarak kendilerine itaate zorlamaları bir din suiistimalidir114
51-Çocuklarda düzen fikri, tertiple değil dekorasyon keyfiyle geliştirilmelidir 116
52-Yetişkin rahatlığı çocuğu rahatsız eder 118
53-Çocuğunun gözünde itibarını kaybeden tesirini de kaybeder 120
54-Ben senin yaşındayken' diye başlayan iletişim, en yanlış iletişimdir 122
55-Çocuğun yanlış davranışının eleştirilmesine değil, doğru davranışı öğrenmeye ihtiyacı vardır 124
56-Çocuğun eşyası kontrolsüzce arttıkça ebeveyniyle duygusal bağı azalır 126
57-Çocuk ebeveyninin çocukluk hikâyelerinde kendini bulur 128
58-Bir çocuğun ebeveyninden duyabileceği en güzel söz sen beni sevmesen de ben seni seviyorum'dur 130
59-Vaktinde ve yeterince yanında olunmayan çocuk, ihmale uğrayan çocuktur 132
60-Otorite olmak’, sözü dinlenir olmaktır 134
61-Her ebeveyn çocuğunu sever, ama sadece bazı ebeveynler çocuğunu duyar 136
62-Çocukta bir yetenek korunacaksa hissedebilme yeteneği korunmalıdır 138
63-Okulda cezalandırılan çocuk evde hiperaktif davranış sergiler 140
64-Çocuğun ağlamasına engel olmak onu güçlendirmez, duyarsızlaştırır 142
65-Duyguları denetlenen çocuklar ya edilgen olur ya agresif 144
66-Kaygılı ebeveynin korkak çocuğu olur 146
67-Duyguları ebeveynlerin denetimine girmiş çocuklar, vaktinde ağlamayı, vaktinde gülmeyi beceremezler 148
68-Marifet çocuğa gelecek hazırlamak değil, çocuğu geleceğe hazırlamaktır 150
69-iyi bir eğitimcinin en belirgin özelliği öğrencisine tebessümüdür ....152
70-Çocuğun varoluşunu engelleyen en büyük etken, duygusal tükenmişliklerdir 154
71-Çocuk duygusal tükenmişliğe zor düşer, fakat bir düşerse tam düşer 156
72-Duygusal tükenmişliğin sebebi, duygusal şiddettir 158
73-Erkek çocukları cüzdan, kız çocukları çanta ile düzeni öğrenir 160
74-Televizyon çocuğu hiperaktif eder 162
75-Kaliteli iletişim ânın yaşandığı iletişimdir 164
76-Akşam yemekleri bir arada olunduğu için özeldir 166
77-Okul çağında çocuğu olan ebeveynin kazanması gereken
en öncelikli özellik, iletişim becerisidir 168
78-Sorgulayıcı iletişim, sorunlu iletişimdir 170
79-Çocuğa bir işin nasıl yapıldığı değil, ne olduğu tarif edilmelidir 172
80-ilkokul çocuğuna haftalık değil, günlük harçlık verilir 174
81-Nefret ve kin olmadıkça kardeş kavgası güçlenmeye sebeptir 176
82-Doğal olmak,'kendi gibi olmaktır' 178
83-Çocuk 'her şeyi' değil 'tercih ettiği şeyi' yaşadıkça kişiliğini geliştirir 180
84-Öğretmenin kişiliği, öğrencisinin kişiliğinin zeminidir 182
85-Kişilik değiştirmek, kişilik oluşturmaktan zordur 184
86-Okul çocuğuna cinsel eğitim verilirken mahremiyet hissi zarara uğratılmamalıdır 186
87-Güçlü kişilik sahibi çocuk sadece almayı değil,vermeyi de öğrenen çocuktur 188
88-Teknoloji bağımlılığı çocuğun biraz oyalansın diye teknolojiyle baş başa bırakılmasıyla başlar 190
89-Yalan söyleyen çocuk değil, kendini savunmak zorunda bırakılan çocuk vardır 192
90-7 yaş çocuğuna alınabilecek en güzel hediye,bir analog kol saatidir 194
91-iradesi zayıf ebeveynlerin çocuklarının da iradesi zayıf olur 196
92-Davranış yanlış olabilir, çocuk yanlış olamaz 198
93-Çocuğun kendi yönetmediği hiçbir erdemli davranış,o çocuğa erdem kazandırmaz 200
94-Bir çocuğun başına gelebilecek en büyük kayıp davranışlarını yönetme becerisi'ni kaybetmesidir 202
95-Mahremiyet eğitimi, duyguların yönetimi eğitimidir 204
96-Aşağılanmış çocuk, aşağılayan ebeveyn olur 206
97-Anne babaların şiddet eğilimi, kendi çocukluk deneyimlerinin sonucudur 208
98-Çocuksuluğun engellenmesi kendi başına sorunlu bir davranış olduğu gibi, engellenmiş çocuk da sorunlu davranışa yönelir 210
99-En kötü geçmiş, çocukluğu yaşanmamış geçmiştir 212
100-Marifet, çocuğun sosyal yaşama uyum sağlarken bireysel varoluşunu sürdürebilecek güce erişmiş olmasıdır 214
Önsöz
Bir çocuğun kazanabileceği en güzel özellik; var olduğu hali ile kendini ortaya koyabilecek güce erişmiş olmasıdır...
Kendi gibi oturması...
Kendi gibi konuşması...
Kendi gibi gülmesi...
Kendi gibi düşünmesi...
Ne taklit başkalarını, ne korku başkalarından...
"Ne derler" diye değil, ne ise öyle olabilecek güce erişmiş olması...
Mevlana’ca ifade ile "ya göründüğü gibi olması ya da olduğu gibi görünebilmesi"...
Kişilik sahibi olması yani...
Zira kişilik 7 yaş sonrasında ve ancak kendini EMNİYETte hissetmesiyle içten içe gelişir çocukta...
Kişiliğin hem kazanıldığı hem de en çok zarara uğradığı dönemdir bu; okul dönemi yani...
Bir yandan ebeveynin kaygısı, çocuğunun okul başarısı adına... Diğer yandan öğretmen baskısı, öğrencisine daha çok öğretebilmek için...
Öte yandan çocuğun kendini ortaya koymasından değil, ortaya koyulanı tekrar etmesinden hoşlanan eğitim sistemi...
Çocuk adım adım öğrenir, var olduğu gibi olup da başına iş açmaktansa, kendisinden beklendiği gibi olmanın daha iyi olacağını...
Çocuksu sevimliğin birden bitip yetişkin baskılarının başladığı dönem bu dönemdir...
Kendisine sunulan imkânları kullanamadığı için "suçluluk hissinin" oluşturulduğu dönem bu dönemdir...
Ödev, okul, sorumluluk, tertip düzen yüzünden sevgilerin azaldığı, "değersizliğin hissedildiği" dönem bu dönemdir... Yapabildiği kadarına razı olunmadığı için daha çok başarı beklentileri karşısında kendini "yetersiz hissettiği" dönemdir bu dönem...
Çocuksu coşkularla uykuya dalmak yerine, yetişkinlerin beklentilerine karşılık vermek için kaygıların oluştuğu dönem...
Bir başka deyişle, kişiliği oluşturmak yerine, adım adım kişilik kaybının yaşandığı dönem...
Çocuklara bir vefa borcum vardı üzerimde taşıdığım...
Onu bu kitapta ödemek istedim...
Ve çocuklara bir vefa borcu olduğunu düşünen yetişkinlerle bu kitapta buluşmak...
Umarım, her bir satır kendi çocukluğumuza eriştirir bizleri... Ve bir çocuk gözü ile çocuklara yeniden bakmayı kolaylaştırır... Sevgilerimle...
Adem Güneş İstanbul, 2015
Çocukluk üç dönemdir: bağlanma, aidiyet, uyum.
Çocuğun ilk yılları “Güvenli Bağlanma” dönemidir; 0-4 yaş arasını kapsar. Güvenli Bağlanma, ikiye ayrılır: 0-2 yaş Bağlanma, 2-4 yaş Ayrılma…Güvenli Bağlanma çocuk ile ona bakım veren “tek” kişi ile olursa sağlıklı olur…
7-14 yaş dönemi, “aidiyet” dönemidir.
Önceden sürekli annesi ile olmak için çaba harcayan çocuğa artık 7 yaşından sonra anne yetersiz gelir… Çocuk, aidiyet ihtiyacından dolayı kalabalıklar ister, kardeş ister, okul ister, sokak ister…
Çocuk kendini nereye ait hissediyorsa ait hissettiği yerdekiler gibi davranmaya başlar.
Aidiyet, bir grubun içerisinde kişinin kendisini iyi hissetmesiyle oluşan duygunun adıdır. Çocuk birilerinin yanında kendini iyi hissetmeye başladıkça o gruptakilere benzeme ihtiyacı hisseder. Onlar gibi oturur… Onlar gibi konuşur… Onlar gibi güler… Onların yaptıklarını benimser…
Ailesiyle bağı olmayanın çevresiyle bağının güçlü olması marifet değildir.
Birçok anne baba, okul çağı çocuklarının çevresinin genişliğiyle ve çok sosyal olmalarıyla övünür. Arkadaşlarının çokluğu ve onların içinde aranan biri olması çocuğu adına birçok ebeveyni mutlu eder. Ancak gelişim sürecine bakıldığında, çocuğun arkadaşlarından daha kuvvetli bir bağın ailesi ile olup olmadığı önemlidir…
7 yaşından büyük çocuğun bulunduğu bir evde "aile toplantısı" olmaması eksikliktir.
Çocuk sosyal yaşamda nasıl davranılacağını aile içinde öğrenir. Alışveriş yaparken, birisine selam verirken, misafir ağırlarken… Anne babalarının davranışlarına bakarak çocuk sosyal beceri edinir…
Öğretmenlikte başarı, sınıfı yönetmekle değil, çocuğa kendisini yönetmeyi öğretebilmekle ölçülür.
Kendi işini kendi görebilecek yeteneğe erişmesi, okul çocuğuna oldukça keyif verir. Ve bu onun için bir ihtiyaçtır…Çocuk bir işi yapabildiğini gördükçe “yapabilmekten kaynaklanan mutluluk” ile yeni işler yapabilme hevesi oluşur. Ve böylece gelişim süreklilik kazanır.
Bir eğiticinin çocuğa yapabileceği en büyük iyilik, onun çocukluğunu da yaşamasına fırsat vermesidir.
Eğitim bir çocuğun yaşamında önemli bir yer teşkil eder. Ancak yaşamının tamamını oluşturmaz…Çocuğun yeni bilgiler öğrenmeye ihtiyacı olduğu kadar, oynamaya, eğlenmeye, gülmeye ve arkadaşlarıyla koşturmaya da ihtiyacı vardır.
Otoriter eğiticilerin başarılı, fakat agresif öğrencileri olur.
Okul çocuğu, öğretmenden daha güçsüzdür... Öğretmen kendi gücünü çocuğun üstünde bir baskı unsuru olarak kullanıyorsa; o öğretmen, çocuğa zarar veren öğretmendir. Çocuksa böylesi bir öğretmenin zararına uğramamak üzere daha çok ders çalışmak ve duygularını da bastırmak zorunda hisseder kendini.
Baskın eğitim ortamı çocuğu hiperaktif eder.
Okul çocuklarının en büyük ihtiyacı harekettir. Çocuk hareket ettikçe gelişir… Hareketi kısıtlanan çocuğun gelişimi de kısıtlanmış demektir. Zihinsel gelişimin en önemli kaynağı da yine çocuğun hareket serbestliğidir. Çocuk hareket ettikçe kan dolaşımı artar… Artan kan dolaşımı beyni güçlendirir… Güçlenen beynin öğrenmesi kolay olur.
En iyi eğitici, çok şey öğreten değil, “öğrenmeyi öğreten”dir.
Birilerine bağlı olarak bilgi edinmek değildir sürdürülebilir bir eğitimin amacı… Bilgiye kişinin kendisinin ulaşabilme yeteneğine sahip olmasıdır eğitimde kalitenin özelliği… Eğiticinin öğrencisine öğreteceği her hazır bilgi, çocuğun öğrenme sürecine konulan bir engeldir.
"Sana güveniyorum, başaracaksın" sözü başarıyı değil, kaygıyı oluşturur.
"Sana güveniyorum, başaracaksın" sözü çocukta baskı oluşturur… Bu öyle bir baskı ki, o işin başarılması durumunda “kendisine güven” duyulacak, başarılamaması durumunda, “güvensizlik…”Kendisinin, kendisine güvenilmeyecek biri olması insana ağır gelir…
Kalıcı başarıların özünde merak duygusu, geçici başarıların özünde eğitici zorlaması vardır.
Merak, öğrenmenin en temel motivasyonudur. Çocuk bir şeyi öğrenmeye merak saldığında, eğitimci bu fırsatı iyi değerlendirmeli… Çocuğun merak duyduğu şeyden yola çıkarak kendi öğrenmeleri ile onun merak duyduğu şeyler arasında bağ kurmalıdır.
Eğitimde ceza merak duygusunu yok eder.
Merak bir içsel motivasyondur, çocuğun içinde kıpır kıpır bir yaşama sevincidir…Ceza ise dış motivasyondur. Öğrenme süreci içindeki bir çocuğa ceza vermek iç motivasyonunu zedeler… Ceza çocukta aşağılanmışlık hissi oluşturur.
Okul çağı çocuklarının en belirgin özelliği unutkanlığıdır.
Çocuğun unutkanlığı üzerine baskı yapmak yerine, ona unuttuğu şeyleri hatırlamasında yardımcı olmak, problemi çözmesinde destek olmak gerekir… Çocukluğun bu kıpır kıpır olduğu dönemde çocuğa “unutma” baskısı yapmak, onun unutkanlığını daha da artırır…
Çocuğun horoz sesini duyması, kuzuya dokunması en iyi terapiden daha iyi terapidir.
İnsanın doğaya ihtiyacı vardır… toprakta yürümeye… canlılar ile temasa… kulağına başka canlıların sesinin gelmesine… onlarla etkileşime… Zira insan doğanın bir parçasıdır… Ve doğa ile bütünleşebildiği kadar dingindir…
"Gel bakim, senin adın ne?" diye sormak çocuğu ezer…
“Gel bakim, senin adın ne?" diye çocuğu çağırmak çocukta yetersizlik hissine yol açar… Emredici bir halde çocuğa yaklaşmak, çocuğun yetişkin karşısında zayıf düşmesine sebeptir… Çocukla tanışmak isteyen yetişkin naif ve mütevazı olmalıdır… Çocuğun yanına gitmeli, eğilmeli, onunla göz hizasında mütebessim bir sima ile “merhaba” laşarak konuşmaya başlamalıdır…
Yetişkinlerin çocukları Allah ve cehennemle korkutarak kendilerine itaate zorlamaları bir din suiistimalidir.
Suiistimal; amaca erişmek için bir şeyi araç olarak kullanmadır. Eğer çocuğun kendine itaat etmesi amacı ile dini bir araç olarak kullanıyorsa bir yetişkin, dini suiistimal ediyor demektir. Din insan yaşamında bir araç değil, amaçtır.
Çocuğun yanlış davranışının eleştirilmesine değil, doğru davranışı öğrenmeye ihtiyacı vardır
Birçok yetişkin çocuğun yaptığı yanlışları eleştirerek, ona doğru davranışı öğreteceğini zanneder. Hâlbuki eleştiri bir öğrenme aracı değildir. Hele ki çocuklarda hiç değildir… Çocuk yanlışları eleştirildikçe değil, doğru davranışları öğrendikçe beceri kazanır…
“Otorite olmak” sözü dinlenir olmaktır
Birçok yetişkin “otorite” olmak ile “otoriter” olmayı karıştırır. “Otoriter” olmak baskıcı ve zorlayıcı olmaktır… Gücüyle isteğini yerine getirtiyor olmaktır. “Otorite” olmak ise sözü dinlenir olmaktır. Ne güç sahibi olması “otorite” olmaya etkendir ne de baskıcı olması… Bir ebeveynin “otorite” olması, sevecen olmasıyla… saygıdeğer olmasıyla… bilgi ve donanımlarıyla sözü dinlenir olmasıdır…
Duyguları denetlenen çocuklar ya edilgen olur ya agresif.
Ebeveynler çocuklarının sokakta, okulda, bahçede neler yaşadığını merak ederler. Bundandır ki, onlara okulda “ne olduğunu”, “neler yaptığını” sorarlar. Hatta böylece çocukla ilgilendiklerini zannederler.Halbuki böylesi sorgulayıcı ve didikleyici sorular bir süre sonra çocuğun tepkiselleşmesine, tamamen susmasına… ve artık hiçbir şey anlatmamasına sebep olur…
Çocuğun varoluşunu engelleyen en büyük etken, duygusal tükenmişliklerdir
Çocuk, içerisinde yaşama sevinci olduğu kadar kendini var edebilir… duygularını ifade eder, düşüncelerini ortaya koyar… arkadaşlıklar kurar… eğitim yolculuğuna devam eder… Çocuğun umudu tükendikçe, yaşama sevinci de tükenir… Okumayı başaramayacağını hissetmek... Dersleri yapamayacağını düşünmek… Üniversiteye giremeyeceğine inanmak duygusal tükenmişliklere sebeptir…
Kaliteli iletişim ânın yaşandığı iletişimdir
Bir kısım ebeveyn, çocukla kaliteli vakit geçirmenin, birlikte sinemaya, tiyatroya ve spora gitmek olduğunu düşünür… Bir kısım ebeveyn ise, çocuğa nasihat vermenin çocukla kaliteli iletişim olduğunu zannederler… Hâlbuki kaliteli iletişim, ânın yaşandığı iletişimdir…
Akşam yemekleri karın doyurmak için değil bir arada olunduğu için özeldir.
Okul çocuğunun en büyük ihtiyaçlarından birisi “ailesini bir arada görme” isteğidir… Ailesini bir arada görebilen çocuklar duygusal güçlü çocuklardır… Ebeveynler buldukları her fırsatta aileyi bir araya getirmeyi planlamalıdır…Bunlardan en güzel fırsat, akşam yemekleridir…
İlkokul çocuğuna haftalık değil günlük harçlık verilir.
Haftalık harçlık verilen çocuk, elindeki harçlık miktarı kadar etrafında gördüğü şeyleri almak ister. O parayı bir günde bitirebilir… Ki bu normaldir. Çocuklar ancak 12 yaşından sonra duygularını, hazlarını ve davranışlarını yönetebilecek iradeye sahip olabilirler…
7 yaş çocuğuna alınabilecek en güzel hediye, bir analog kol saatidir
7 yaşından sonraki çocukların en belirgin ihtiyacı; zamana karşı duyarlılık eğitimidir… Bu, çocuğun aynı zamanda adım adım iradesini de kuvvetlendiren bir eğitimdir… Neyin, nerede, ne kadar sürüyor olduğunu fark etmesi oldukça önemlidir… Bu farkındalık zamanın nasıl işlediği bilincine eriştirir…
Toplumsal kurallar içerisinde bireysel varoluşun adıdır; aidiyet
Aidiyet sosyal yaşamın bir parçası olarak kişinin kendisini özgür hissetmesidir…Çocuk önce toplumun bir parçası olarak var etmelidir kendini…Zira toplumsal uyumdur, yaşama becerisini kazanabilmek için ihtiyaç duyduğu…Çocuk toplumsal uyum içinde kendi farkındalığını edinerek bireysel varoluşunu devam ettirmelidir.
Ergenlik Döneminde 100 Temel Kural
Tanıtım
Eskilerin "Bizim zamanımızda ergenlik mi vardı!" deyip kabullenmediği; yenilerin "Bizimki yine ergen takılıyor!" diye abarttığı ergenlik döneminin özellikleri nelerdir?Ergenlik, gerçekten problemli bir dönem midir, yoksa geçmiş yıllarda biriken problemlerin dışa vurulduğu bir ruhsal arınma dönemi mi? Ergenin aşırılıkları baskı ve yasaklarla mı, duygusal bağların kuvvetlendirilmesiyle mi çözüme kavuşur?
Hepsi bir yana, kimdir ergen… Yetişkin midir, çocuk mu? Ergen; yetişkin bedeninde çocuksu ruha sahip bireydir. Yetişkinlere düşen, bu zor dönemde, elde olmadan sergilediği aşırılıkları, kabalıkları ve taşkınlıkları nasıl yönetebileceği konusunda ona yardımcı olmaktır.
Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş, yetişkinlerin dünyaya bir ergen gözüyle bakabilmesinin ipuçlarını ve ergenlerle iletişim kurma yöntemlerini tek bir kitapta topladı. Ergenlik Döneminde 100 Temel Kural, bu döneme dair bir farkındalık kitabı...
İçindekiler
GİRİŞ …………………………………………………………………………….…….....13
YAYINA HAZIRLAYANIN NOTU.. ……………………………………………....….....14
1 Sessiz ergen yoktur, iletişim becerisi olmayan ebeveyn vardır …………………….......16
2 Ergenin en sinir olduğu şey, tanımadığı ortamlarda kendinden bahsedip konuşmak zorunda bırakılmaktır .………………………………………………………………………......................….......18
3 Şımaracak kimsesi olmayanın ergenliği olmaz ………………………………….……...20
4 Ergenin düzeni, evin yönetiminde rol sahibi olmasıyla başlar ……………………….....22
5 Ergen kız çocuğu, babasından kopuk olduğu kadar erkek arkadaşa yatkın olur ……......24
6 Ergenliğini sert bir anneyle geçiren kız çocuğu, kendisi anne olduğunda çocuğuna karşı tahammülsüz olur ………………………………………………………………………...................................26
7 Bir ergenin en zorda kaldığı an, kendisinin bir başkasına yakıştırıldığı andır ………......28
8 Agresif ergeni ilaç değil, sakin duran ebeveyn iyileştirir …………………………..…....30
9 Zayıf ergenin en belirgin özelliği kendini büyük gösterme çabasıdır................................ 32
10 Günümüz gençlerine yapılan en büyük haksızlık, 'kendi gibi olmak' yerine, başkaları gibi olmanın' dayatılmasıdır ........................................................................................................................34
11 Ergenlik dönemi, insan davranışlarının en acemi olduğu dönemdir.. ...............................36
12 Ergenin en güçlü ihtiyacı bağımsızlıktır ...........................................................................38
13 Ergenin en büyük ihtiyacı aidiyet içinde özgürlüktür .......................................................40
14 Genç kız da sever, bu anormallik değil, insan olmanın bizzat kendisidir.......................... 42
15 Ergenlik bir problem dönemi değil, çocukluk dönemi problemlerinin dışa vurumudur.....44
16 Çocuklukta ekilen ergenlikte biçilir ...................................................................................46
17 Ergen akıl almaktan değil, akıl vermekten hoşlanır ...........................................................48
17 Ergenin sessizliği hırçınlığından daha tehlikelidir .............................................................50
19 Ergenin sessizleşmesi her zaman olgunlaştığının değil, çoğu zaman bunaltısının işaretidir ...................................................................................................................................................52
20 Gençleri kendine benzeten değil, gençlere benzeyen yetişkin kendini geliştirir................ 54
21 Ev ancak genç çocuklarla bir tarza bürünür ........................................................................56
22 Ergenin dürtüye açık yanı her zaman olumsuz değil, yetişkinin yorgunluğuna gençlik vericidir de ...................................................................................................................................................58
23 Gençleri anlamak, ruha gençlik verir ...................................................................................60
24 Ergenin agresifliği, kendini terapidir, agresifliğin engellenmesi terapiyi engellemektir .....62
25 Ergen, haksızlık karşısında tepkiseldir .................................................................................64
26 Gençler, duygusal yakınlığı 'güçlü'de değil, 'adaletli' kişide bulur.,.. ...................................66
27 Erkek çocuklar ergenliğe 'utanma', kızlar ise 'büyüklük' hissiyle girer ................................68
28 Ergenin fiziği ne kadar hızlı gelişirse agresifliği o denli fazla olur ..................................... 70
29 Aile içi iletişim azaldıkça ergenlik problemleri artar ............................................................72
30 Ergen ile uyum, suskunlaştıkça değil ergen kadar cıvıldaştıkça artar....................................74
31 Ergenin karşısında çok olgunluk, 'ergen suskunluğuna' yol açar ..........................................76
32 Ergenler çok olgun kişileri sevseler de sıkıcı bulurlar ..........................................................78
33 Ergen, memnuniyetsizliğe zaten yatkındır, bir de buna zemin oluşturmamak gerekir .........80
34 Ergenin 'sorumluluk'tan çok yetki'ye ihtiyacı vardır .............................................................82
35 Ergen, cami duvarını görünce ağlar, Konya kaşığını görünce oynar; endişe etme, seyret ....84
36 Ergen, kendini dinleyen yetişkini dinlemekten keyif alır ......................................................86
37 Ergenlik erkek çocuklarda babadan uzaklaşma hissiyle başlar, babadan daha çok keyif alarak sona erer ......................................................................................................................................................88
38 Kızlarda ergenlik, anne ile yakınlaşmayla başlar, çatışmayla devam eder, bütünleşmeyle son bulur ......................................................................................................................................................90
39 Ergen boş kaldıkça ya kendini yer ya çevresini .....................................................................92
40 Fiziksel değil duygusal zayıf ergenler akran şiddetine maruz kalır....................................... 94
41 Ergenin eli titrer, yüzü yanar; bu ne tuhaftır ne de fena .........................................................96
42 Ergen kızın içi titredikçe, dışa soğukkanlılık yansır ...............................................................98
43 Ergenin tepkiselliği, savunma ihtiyacındandır ......................................................................100
44 Ön ergenlikte erkek çocuk, kız çocuktan daha utangaçtır .....................................................102
45 Ergenliğin erkek çocuklarda en bariz belirtisi suçluluk duygusudur......................................104
46 Ergenlikte karşı cinse heyecan duymak değil, kendini bu heyecana kaptırmaktır sorun olan .....................................................................................................................................................106
47 Ergen, duygularını taşkın yaşar, sevinci de öfkesi de şaşkıncadır..........................................108
48 Çocukluğunda yeterince sevilmemiş kişi, yetişkin de olsa ergen gibidir ..............................110
49 Gençler yetişkinlerden daha adildir .......................................................................................112
50 Adil olmayan bir ortamda yetişen gencin hâkim duygusu; bencilliktir .................................114
51 Ergenin ruhen sağlıklı olduğu, kendi tarzını oluşturmasından anlaşılır .................................116
52 Her ergenin özünde 'mutlaka' kendine has bir tarz vardır, kimisi bunu ortaya koyar, kimisi içinde saklar ......................................................................................................................................................118
53 Ergenin en nefret ettiği sevgi yapmacık sevgidir ...................................................................120
54 Ergeni yıkan şey, anne babasının yalanına şahit olmaktır ......................................................122
55 Ergenler kendilerini seveni değil, doğal olanı severler ..........................................................124
56 Ergen çocukla yaşamak, 'gönül razı olmasa da' bazen susmayı öğretmelidir anne babalara..126
57 Ergenlerin en belirgin özelliklerinden biri 'unutkanlıktır' ......................................................128
58 Duygusal olarak zayıf ergene, problemli kişiler cazip görünür .............................................130
59 Ergenlikte 'ağlayamamazlık' içsel derinliği olan bir pedagojik sorundur ...............................132
60 Babasına bir anne gibi şefkatli davranabilme özgürlüğü, her genç kıza iyi gelir ...................134
61 Ergenin en riskli yanı, heyecana ilgisidir ................................................................................136
62 Değersizlik hissi, ergende kendini değerli hissedeceği birilerini arama ihtiyacını oluşturur ..138
63 Fanatik ebeveynin şiddet eğilimli çocuğu olur ........................................................................140
64 Sınırsız internet Ergene iyi gelmez ..........................................................................................142
65 Sürekli dizi izlemek, ergende 'özenti kişilik' oluşturur .............................................................144
66 Meslek tercihi, aynı zamanda ergenin kişilik tercihidir ............................................................146
67 Meslek seçimi rehberliğinde, mesleğin popülerliğinden çok kişisel yatkınlık önemsenmelidir.148
68 Ergenin ben merkezli bakışı bencillik değil; duygusal gelişimin gereğidir ...............................150
69 Ergenle çatışıp da kârlı çıkmış anne baba yoktur .......................................................................152
70 Ergenlik problem dönemi değil, bir arınma ve ruhsal temizlenme dönemidir ...........................154
71 Erkek ergenler kızlara göre daha sakardır ...................................................................................156
72 Erkek ergen çocuklarının en hızlı edindiği davranış, maçoluktur ...............................................158
73 Baskı altındaki ergen kız çocuğu kendini saf göstererek savunmaya çalışır ...............................160
74 Ergen, tadından hoşlandığı için değil, arkadaşları arasında dışlanmamak için sigaraya başlar ...162
75 Sigara alışkanlığı nikotine değil, sigara ile ilişkilendirilen duyguya bağımlılıkla başlar .............164
76 Ergenlik döneminin en temel eğitimi, mahremiyet eğitimidir ......................................................166
77 Ergenin üç büyük zaafı sihir, gizem ve korkudur ..........................................................................168
78 Ergenin en zor kullandığı uzvu kollarıdır ......................................................................................170
79 Erkek ergen duygularına, kız ergen fiziğine dikkat eder ...............................................................172
80 Ergenin duygu dünyası, olumsuz söylem ve müziğe yatkındır .....................................................174
81 Ergenlik değil, ergenle iletişimi bilememek problemdir ...............................................................176
82 Düşüncesi hafife alınan ergen kendini aşağılanmış hisseder .........................................................178
83 Fiziksel ergenliğe eriştiği halde ruhen henüz ergen olamamış çocuğa ergenlik ağır gelir .............180
84 Ergeni en rahatsız eden şey, yetişkin tavrı ile sorgulanmaktır ........................................................182
85 Ergene günlük değil, haftalık harçlık verilir ...................................................................................184
86 Ergenin alınmadığına bakıp yanılmamalı, gençlerde hırsa bağlı duygular çabuk uyanır ...............186
87 Sevgisiz geçen çocukluk yılları, ergenlikte saplantılı aidiyete' yol açar .........................................188
88 Ergenlik dönemindeki çocuklara sunulacak en önemli şey, akran dostluğudur ..............................190
89 Erkek ergenler yakışıklı olduğunu, kız ergenler güzel olduğunu duymaktan keyif alırlar ..............192
90 Ergenler okulda değil, yaşamın içinde öğrenir .................................................................................194
91 Ergenin asla kaybetmemesi gereken duygu umuttur ........................................................................196
92 Ergen depresyonunun en belirgin dışa vurumu yalnız kalma isteğidir .............................................198
93 Ergen depresyonunun son belirtisi gündüz uykusudur ......................................................................200
94 Ergen at bindikçe duygularını özgür hisseder, duygularını özgürce hisseden kişi yaşamdan keyif alır .................................................................................................................................................................202
95 Ruhsat özgürlük davranış özgürlüğü değildir ....................................................................................204
96 Sınırsız ve sorumsuz davranışlar, ruhsal rahatlama değil, içsel huzursuzluk oluşturur .....................206
97 Ergen ne uyumak ister ne uyanmak ...................................................................................................208
98 Gençler, öğretmenden çok birbirlerinden öğrenir .............................................................................210
99 Ergenlerde 'davranış eğitimi' akranla gerçekleşir ...............................................................................212
100 Ergen çocuğundan utanma! nazik ergen yoktur.................................................................................214
1 SESSİZ ERGEN YOKTUR, İLETİŞİM BECERİSİ OLMAYAN EBEVEYN VARDIR.
Ergen çocuğunu kaybetmek istemeyen yetişkinler, ergen ile iletişim kurma becerisi kazanmalı, onlarla bağlarını kuvvetlendirmelidir. Bu hem kendilerine hem de ergen çocuklarına iyi gelecektir.
2 ERGENİN EN SİNİR OLDUĞU ŞEY, TANIMADIĞI ORTAMLARDA KENDİNDEN BAHSEDİP KONUŞMAK ZORUNDA BIRAKILMAKTIR
Ergene yapılacak en büyük iyilik, onu yetişkin ortamlarında bulundurmak ve gözlem yapmasına fırsat vermektir…
3 ŞIMARACAK KİMSESİ OLMAYANIN ERGENLİĞİ OLMAZ
Çocukluk döneminde sürekli kısıtlanmış, engellenmiş, “şımartılmamış” çocuklar, ergenlik dönemine “istemsiz bir olgunluk”la girer…
4 ERGENİN DÜZENİ, EVİN YÖNETİMİNDE ROL SAHİBİ OLMASIYLA BAŞLAR
Ergenin ödevi kendi ödevidir, o ödevi yapabilmesi için kendisine aile içinde sessizlik fırsatları verilmelidir.
5 ERGEN KIZ ÇOCUĞU, BABASINDAN KOPUK OLDUĞU KADAR ERKEK ARKADAŞA YATKIN OLUR
Sevmek ve sevilmek nasıl ki insan fıtratının en önemli ihtiyacı ise, “sığınılmak” ve “EMNİYETte hissetmek” de insanın en temel ihtiyacıdır.
6 ERGENLİĞİNİ SERT BİR ANNEYLE GEÇİREN KIZ ÇOCUĞU, KENDİSİ ANNE OLDUĞUNDA ÇOCUĞUNA KARŞI TAHAMMÜLSÜZ OLUR
Kızının geniş ve tahammül sahibi bir anne olmasını isteyen anneler, onu duyarsızlaştıracak davranışlardan uzak durmalıdır.
7 BİR ERGENİN EN ZORDA KALDIĞI AN, KENDİSİNİN BİR BAŞKASINA YAKIŞTIRILDIĞI ANDIR
Ergen çocuk, kendinin birine yakıştırılmaya çalışılması ile duygularının önemsenmediği izlenimi edinir, değersizlik hisseder…
8 AGRESİF ERGENİ İLAÇ DEĞİL, SAKİN DURAN EBEVEYN İYİLEŞTİRİR
Ebeveynler nörolojik ve biyolojik kökenli sorunları olmadığı halde çocuklarının davranışlarını ilaç ile düzenlemeye çalıştıklarında, onların haklarına girdiklerini unutmamalıdır.
9 ZAYIF ERGENİN EN BELİRGİN ÖZELLİĞİ KENDİNİ BÜYÜK GÖSTERME ÇABASIDIR
Bir ergenin en değer gördüğü an, anne babası ile insan insana konuşabildiği andır…
10 GÜNÜMÜZ GENÇLERİNE YAPILAN EN BÜYÜK HAKSIZLIK, 'KENDİ GİBİ OLMAK' YERİNE, BAŞKALARI GİBİ OLMANIN' DAYATILMASIDIR
El alem ne der?” diye çocuğun içine iç ses yerleştirmek, o çocuğun bütün bir yaşamını kendi gibi olmak yerine sürekli “başkaları ne der?” diye geçirmesine sebep olacaktır…
11 ERGENLİK DÖNEMİ, İNSAN DAVRANIŞLARININ EN ACEMİ OLDUĞU DÖNEMDİRAnne babalar, genellikle ergen çocuklarının görünüşlerine aldanıp onlardan yetişkin davranışları beklerken, onların çocuksu yanları ile karşılaştıklarında hayal kırıklığı yaşarlar…
12 ERGENİN EN GÜÇLÜ İHTİYACI BAĞIMSIZLIKTIR
Ergenin cesur yanı, kaliteli iletişim ve kararlılıkla dengelenmelidir…
13 ERGENİN EN BÜYÜK İHTİYACI AİDİYET İÇİNDE ÖZGÜRLÜKTÜR
Ailesi ile bağı arttıkça ergenin, özgürlük ihtiyacının sınırlarını kendi çizmeye başlar… Ailesi ile bağları zayıfladıkça, özgürlük arzusu sınır tanımaz bir hal alır…
14 GENÇ KIZ DA SEVER, BU ANORMALLİK DEĞİL, İNSAN OLMANIN BİZZAT KENDİSİDİR
İnsan yaşamının doğal seyri içinde oluşan bu duygularla aslında çocuk iç dünyasında evliliğe yatkınlık oluşturur… Bu yatkınlık kendi elinde olan bir durum değil, insan olmanın gereğidir… ve bu sayede devam eder insan nesli…
15 ERGENLİK BİR PROBLEM DÖNEMİ DEĞİL, ÇOCUKLUK DÖNEMİ PROBLEMLERİNİN DIŞA VURUMUDUR
Ergenin yaşadığı sorun, ergenlik dönemine has sorunlar değil, geçmiş dönemlerin bir birikintisidir… Ve çocuk, bu birikintiyi, öfke ve kızgınlıkla... heyecan ve tepkisellikle dışa vurur… Bu sayede, iç temizliğini gerçekleştirir…
16 ÇOCUKLUKTA EKİLEN ERGENLİKTE BİÇİLİR
Ebeveynin bir türlü gülmeyen yüzü… aşağılayıcı bakışları… tedirgin edici sözleri… yıllar sonra ergenin gülmeyen yüzüne, aşağılayıcı bakışlarına ve tedirgin edici sözlerine dönüşür…
17 ERGEN AKIL ALMAKTAN DEĞİL, AKIL VERMEKTEN HOŞLANIR
Ergenin güveni, kendi işini “acemice de olsa” kendi yaptıkça oluşur… O bir işi yaparken, akıl almaktan değil, akıl vermekten hoşlanır…
18 ERGENİN SESSİZLİĞİ HIRÇINLIĞINDAN DAHA TEHLİKELİDİR
Ebeveynler ergen çocuklarının “biraz deli-dolu” olmalarına tebessümle göz yummalıdır ki, duygularını düzenlemelerine fırsat versinler…
19 ERGENİN SESSİZLEŞMESİ HER ZAMAN OLGUNLAŞTIĞININ DEĞİL, ÇOĞU ZAMAN BUNALTISININ İŞARETİDİR
Ergenler problemlerini çözecek bir duygusal yakın bulamadıklarında, içine kapanır ve sessizleşirler…
20 GENÇLERİ KENDİNE BENZETEN DEĞİL, GENÇLERE BENZEYEN YETİŞKİN KENDİNİ GELİŞTİRİR
Ebeveynler ergen çocuklarını dar kalıplar içine sıkıştırıp, kendilerine benzetmek yerine, onların getireceği yeniliklere açık olup kendilerini gençleştirmelidirler.
21 EV ANCAK GENÇ ÇOCUKLARLA BİR TARZA BÜRÜNÜR
“Okul alışverişini birlikte yapalım dediğime bin pişman oldum, şu beğendiğin çantaya bak, hippi çantası gibi.” demek yerine; “Ben gençliğimde hiç böyle bir çanta kullanmamıştım. Galiba şimdi gençler arasında bunlar popüler değil mi?” demelidir.
22 ERGENİN DÜRTÜYE AÇIK YANI HER ZAMAN OLUMSUZ DEĞİL, YETİŞKİNİN YORGUNLUĞUNA GENÇLİK VERİCİDİR DE
“Akşam akşam ne dışarı çıkması kızım? İşten yeni geldim, adamı deli etmeyin.” demek yerine; “Senin şu kıpır kıpır halin var ya… Tamam, yemeğimizi yiyelim, bir kahve yudumlamak için dışarı çıkalım… İyi ki varsın kızım…” demelidir.
23 GENÇLERİ ANLAMAK, RUHA GENÇLİK VERİR
“Ne arkadaşlarla gezmesiymiş? Otur evinde ne güzel… Biz sana yetmiyor muyuz?” demek yerine; “Gittiğiniz yerlerde bize de tavsiye edeceğiniz bir yer olursa söyleyin, bir ara da birlikte gidelim...” demelidir.
24 ERGENİN AGRESİFLİĞİ, KENDİNİ TERAPİDİR, AGRESİFLİĞİN ENGELLENMESİ TERAPİYİ ENGELLEMEKTİR
“Başlatma şimdi öfkene… Adamın asabını bozma, alırım ayağımın altına!” demek yerine, “Seni sinirlendirdiğimi yeni fark ediyorum, hakkını helal et oğlum.” demelidir.
25 ERGEN, HAKSIZLIK KARŞISINDA TEPKİSELDİR
“Arkadaşlarının hesabını her zaman sen ödeyeceğin yere, biraz kurnazlık et de başkaları da ödesin…” demek yerine; “Oğlum hesabı bazen sen öde, bazen de arkadaşlarının ödemesine fırsat ver ki onlar da kendilerini iyi hissetsinler…” demelidir.
26 GENÇLER, DUYGUSAL YAKINLIĞI 'GÜÇLÜ'DE DEĞİL, 'ADALETLİ' KİŞİDE BULUR
“Oğlum parana karşı cimri ol… Unutma insanlar parası kadar adamdır.” demek yerine; “Oğlum para bir araçtır, amaç insanın iç huzurudur… Para bu amaca hizmet etmiyorsa, hiçbir kıymeti yoktur. ” demelidir.
27 ERKEK ÇOCUKLAR ERGENLİĞE 'UTANMA', KIZLAR İSE 'BÜYÜKLÜK' HİSSİYLE GİRER
“Kızım biraz dışarı çıkar mısın, teyzeler ile konuştuğumuz şeyler biraz özel?” demek yerine; “Kızım, tabi ki sen de kalabilirsin yanımızda. Sen de düşüncelerinle katkı sağlayabilirsin bize.“ demelidir.
28 ERGENİN FİZİĞİ NE KADAR HIZLI GELİŞİRSE AGRESİFLİĞİ O DENLİ FAZLA OLUR
“Kocaman adam oldun hala kardeşinin oyuncakları ile oynamak istiyorsun, aşkolsun.“ demek yerine; “Kardeşinin oyuncaklarını saklama istersen, ortaya çıkar da hep beraber oynayalım.” demelidir.
29 AİLE İÇİ İLETİŞİM AZALDIKÇA ERGENLİK PROBLEMLERİ ARTAR
“Şu konuştuğun konulara bak, çantaymış ayakkabıymış, biraz da derslerini konuşsan.” demek yerine; “İnternette gördüm, hasır iplerden çok farklı çantalar yapılabiliyormuş, ne dersin biz de yapmayı deneyelim mi?” demelidir.
30 ERGEN İLE UYUM, SUSKUNLAŞTIKÇA DEĞİL ERGEN KADAR CIVILDAŞTIKÇA ARTAR
“Hem telefonuma bakıp, hem seni dinleyebiliyorum, agresifleşmene gerek yok.” demek yerine;“Kızım bana 1 dakika izin verir misin? Şu mesaja kısacık bir cevap yazayım, seni bol bol dinleyeceğim.” demelidir.
31 ERGENİN KARŞISINDA ÇOK OLGUNLUK, 'ERGEN SUSKUNLUĞUNA' YOL AÇAR
“Kanarya Adaları’nın Kuşadası’nda olduğunu nereden çıkarttın, saçmalama.” demek yerine; “Ben de önceden Kanarya Adaları’nın, Kuşadası’nda olduğunu zannediyordum, ama değilmiş… Haritaya bir bakalım mı? ” demelidir.
32 ERGENLER ÇOK OLGUN KİŞİLERİ SEVSELER DE SIKICI BULURLAR
“Tamam, lunaparka gidelim. Ama ben bir şeye binmem, siz binin…” demek yerine; “İnanın korkudan ödüm kopuyor, ama sizinle bu duyguları yaşamak istiyorum, tamam ben de bineceğim, söz.” demelidir.
33 ERGEN, MEMNUNİYETSİZLİĞE ZATEN YATKINDIR, BİR DE BUNA ZEMİN OLUŞTURMAMAK GEREKİR
“Eğitim sistemi benim zamanımda da sorunluydu, şimdi de… Biz ölür gideriz bu sorunlar çözülmez…” demek yerine,“Evet, eğitimde sorunlar var ama biz sorunlara değil, önümüzdeki hafta gireceğimiz sınava odaklanalım.” demelidir.
34 ERGENİN 'SORUMLULUK'TAN ÇOK YETKİ'YE İHTİYACI VARDIR
“Yine zayıf aldın değil mi, sana verdiğimiz emeklere yazıklar olsun… ” demek yerine;“Zayıf not alsan çok üzülmem, yüksek not alsan da çok sevinmem… Sen kendi yaşamını hazırlıyorsun unutma, benimkini değil.” demelidir
35 ERGEN, CAMİ DUVARINI GÖRÜNCE AĞLAR, KONYA KAŞIĞINI GÖRÜNCE OYNAR; ENDİŞE ETME, SEYRET
“Sana da laf söylemeye gelmiyor. Ne oldu birden bire de ortalığı birbirine katıyorsun?” demek yerine; “Yordum seni galiba, istersen biraz mola verelim mi?” demelidir.
36 ERGEN, KENDİNİ DİNLEYEN YETİŞKİNİ DİNLEMEKTEN KEYİF ALIR
“Sabahtan beri konuşuyorsun yaa, bir sus! Azıcık da kafamı dinlemek istiyorum.” demek yerine; “Seninle konuşmaya doyum olmuyor… İstersen geri kalanını da yemekten sonra anlatır mısın?” demelidir.
37 ERGENLİK ERKEK ÇOCUKLARDA BABADAN UZAKLAŞMA HİSSİYLE BAŞLAR, BABADAN DAHA ÇOK KEYİF ALARAK SONA ERER
“Oğlum o senin baban, saçını okşamak isteyince niye başını kenara çekiyorsun, üzülüyor baban.” demek yerine; “Bazen insanların yalnız kalmaya ihtiyacı olabilir, babası sen de biraz anlayışla karşıla istersen oğlunu.” demelidir.
38 KIZLARDA ERGENLİK, ANNE İLE YAKINLAŞMAYLA BAŞLAR, ÇATIŞMAYLA DEVAM EDER, BÜTÜNLEŞMEYLE SON BULUR
“Benim eşyam, ne demek? Eşyanı istediğim yere koyar, istersem de sokağa atarım. Var mı diyeceğin?” demek yerine; “Alışkanlık işte kızım, senin özel eşyalarını fark edemedim. Hepsini birden toparlayayım demiştim.” demelidir.
39 ERGEN BOŞ KALDIKÇA YA KENDİNİ YER YA ÇEVRESİNİ
“Evin içinde bomboş dolaşacağına git içeride ödevini yapsana!” demek yerine; “Canının çok sıkıldığını tahmin edebiliyorum. İstersen hafta sonları bir etkinlik planlamak için spor kulüplerini bir gezelim mi?” demelidir.
40 FİZİKSEL DEĞİL DUYGUSAL ZAYIF ERGENLER AKRAN ŞİDDETİNE MARUZ KALIR...
“Senin de ellerin yok muydu iki tane de sen vuraydın ya… geri zekalı…” demek yerine; “Bu güne kadar seni çok incittim oğlum artık bunu fark ediyorum. Söz veriyorum bundan sonra sana layık bir anne olacağım, yeniden başlayalım mı?” demelidir.
41 ERGENİN ELİ TİTRER, YÜZÜ YANAR; BU NE TUHAFTIR NE DE FENA
“Ay yerim seni, konuşurken yüzün ne de güzel kızarıyor öyle.” demek yerine; “Hiç mahcup olmana gerek yok, bazen benim de param olmuyor üzerimde, bu seferlik ben ödeyeyim, bir dahaki sefere sen ödersin.” demelidir.
42 ERGEN KIZIN İÇİ TİTREDİKÇE, DIŞA SOĞUKKANLILIK YANSIR
“Ay valla buzdolabı gibisin, senin de sohbetine doyum olmuyor.” demek yerine; “Şu anda aklıma ne geldi biliyor musun, anlatsam gülmekten yerlere yatarsın.” demelidir.
43 ERGENİN TEPKİSELLİĞİ, SAVUNMA İHTİYACINDANDIR
“İstemiyorsan istemiyorsun! Ne öyle bağırıp çağırıyorsun… Sakin konuşamaz mısın sen?” demek yerine; “Hiç kızmana, kendini yormana gerek yok kızım, ben seni anladım; istemiyorsun.” demelidir.
44 ÖN ERGENLİKTE ERKEK ÇOCUK, KIZ ÇOCUKTAN DAHA UTANGAÇTIR
“Oğlum kız gibi utanma, kaldır kafanı da komşu teyzeye bir ‘merhaba’ de.” demek yerine;“Oğlum, kişinin kendini iyi hissetmediği zamanlarda içine kapanması yerine, karşılaştığı insanlara selam vermesi daha iyi gelir insana.” demelidir.
45 ERGENLİĞİN ERKEK ÇOCUKLARDA EN BARİZ BELİRTİSİ SUÇLULUK DUYGUSUDUR
“Galiba senin bu kıza ilgin mi var ne, saklama benden, doğruyu söyle.” demek yerine;“Utanmana gerek yok, senin yaşlarında herkes bu duyguları yaşadı, emin olabilirsin.” demelidir.
46 ERGENLİKTE KARŞI CİNSE HEYECAN DUYMAK DEĞİL, KENDİNİ BU HEYECANA KAPTIRMAKTIR SORUN OLAN
“Daha yaşın kaç, başın kaç da birisine ilgi duyduğunu söylüyorsun, çekil şurdan!” demek yerine; “Kızım seni gün boyunca müzik dinlerken görüyorum, paylaşmak istediğin bir şey var mı?” demelidir.
47 ERGEN, DUYGULARINI TAŞKIN YAŞAR, SEVİNCİ DE ÖFKESİ DE ŞAŞKINCADIR....
“Bu kadar abartacak ne var, aslı astarı kuşun öldü.” demek yerine, “Kuşunla duygusal bir bağ kurduğunu biliyorum, onu ben de özleyeceğim.” demelidir.
48 ÇOCUKLUĞUNDA YETERİNCE SEVİLMEMİŞ KİŞİ, YETİŞKİN DE OLSA ERGEN GİBİDİR
"Biraz rahat bıraksan da annenle konuşsak olmaz mı… Git içeri kardeşinle sohbet et sen de.” demek yerine; “Tabi ki sen de aramıza katılabilirsin, sensiz bir bütün olamıyoruz, hadi gel.” demelidir.
49 GENÇLER YETİŞKİNLERDEN DAHA ADİLDİR
“Oğlum her şeyin helalini haramını düşünecek olursak, biz bu dünyada zor yaşarız.” demek yerine;
“Oğlum insan olmanın en önemli yanı, başkalarının haklarına da saygı gösterecek bir büyüklüğe erişmektir. Bunu sende görüyorum, lütfen bu özelliğini kaybetme.” demelidir.
50 ADİL OLMAYAN BİR ORTAMDA YETİŞEN GENCİN HÂKİM DUYGUSU; BENCİLLİKTİR
“Boş ver iyilik meleği olmayı, her koyun kendi bacağından asılır. ” demek yerine;“Dostluklar zor günlerde belli olur kızım, herkes onu terk etse de, arkadaşının bu zor gününde yanında olmanı tavsiye ederim. ”demelidir.
51 ERGENİN RUHEN SAĞLIKLI OLDUĞU, KENDİ TARZINI OLUŞTURMASINDAN ANLAŞILIR
“Ay sen de iyice saçmaladın, sarı ayakkabı mı olur?” demek yerine; “Sarı ayakkabının bu kadar yakışabileceğini ilk kez sende gördüğümde fark ettim?” demelidir.
52 HER ERGENİN ÖZÜNDE 'MUTLAKA' KENDİNE HAS BİR TARZ VARDIR, KİMİSİ BUNU ORTAYA KOYAR, KİMİSİ İÇİNDE SAKLAR
“Almak istediğin kıyafetlere bakınca, ‘bu oğlan deli mi ne’ diye düşünüyorum… Koy onu yerine, beni kendine söyletme!” demek yerine; “Galiba kendine bir tarz arayışı içindesin, istersen üzerinde bir dene ona göre karar verelim.” demelidir.
53 ERGENİN EN NEFRET ETTİĞİ SEVGİ YAPMACIK SEVGİDİR
“Benim güzel kızım, merak etme sivilcelerinle de, kilonla da sen dünyanın en güzel kızısın.” demek yerine; “Güzelliğine bir şey diyemem, ama sanırım biraz kilo vermeye ihtiyacımız var kızım.” demelidir.
54 ERGENİ YIKAN ŞEY, ANNE BABASININ YALANINA ŞAHİT OLMAKTIR
“Aman tamam haklısın sus ya… sanki küçücük bir yalanla dünya yıkıldı…” demek yerine;“Eğer bir gün benim dürüst olmayan sözüme rastlarsan, herkesten önce sen karşıma çık oğlum; ‘baba kendine gel’ de bana.” demelidir.
55 ERGENLER KENDİLERİNİ SEVENİ DEĞİL, DOĞAL OLANI SEVERLER
“Sen benim bir tanemsin, can tanemsin, aşkımsın, canım ciğerimsin, yerim seni…” demek yerine; “Akşam her şeyden uzak sadece sen ve ben, bir kafeteryada çay içmeye ne dersin oğlum?” demelidir.
56 ERGEN ÇOCUKLA YAŞAMAK, 'GÖNÜL RAZI OLMASA DA' BAZEN SUSMAYI ÖĞRETMELİDİR ANNE BABALARA
“Kızım susacağım diyorum yine de yapamıyorum, şu yemek yiyişine bir bak, hiç yemek görmedin mi sen?” demek yerine; “Üzerine yemek döküldü galiba, sorun yok kızım… İçeride leke sökücü vardı, istersen onunla çıkartabilirsin.” demelidir.
57 ERGENLERİN EN BELİRGİN ÖZELLİKLERİNDEN BİRİ 'UNUTKANLIKTIR'
“Kalemini kaybetmemen için, çocuk gibi boynuna asacağım bundan sonra.” demek yerine… “Kalemin arabanın arka koltuğunda kalmış olabilir, birlikte bakalım mı?” demelidir.
58 DUYGUSAL OLARAK ZAYIF ERGENE, PROBLEMLİ KİŞİLER CAZİP GÖRÜNÜR
“Sen de melankolik arkadaşın da... nasıl da bulmuşsunuz birbirinizi.” demek yerine;“Kızım sen duygusalsın, ancak arkadaşın senin gibi duygusal değil, sanki psikolojik problemleri var gibi… yanılmayasın.” demelidir.
59 ERGENLİKTE 'AĞLAYAMAMAZLIK' İÇSEL DERİNLİĞİ OLAN BİR PEDAGOJİK SORUNDUR
“Bu ne böyle sulu gözlülük böyle… ağlayınca arkadaşın geri mi dirilecek…” demek yerine;“Hüznünü anlıyorum, ben içerideyim kızım belki kendinle baş başa kalmaya ihtiyacın var.” demelidir.
60 BABASINA BİR ANNE GİBİ ŞEFKATLİ DAVRANABİLME ÖZGÜRLÜĞÜ, HER GENÇ KIZA İYİ GELİR
“Kocaman kız oldun üstüme üstüme böyle gelme, çekil kenara biraz.” demek yerine;“Kızım başımı şöylece dizine koysam, saçlarımı okşar mısın?” demelidir.
61 ERGENİN EN RİSKLİ YANI, HEYECANA İLGİSİDİR
“Tamam, lunaparka geldik de illa da tehlikeli araçlara binmemiz gerekmiyor ki, binenleri seyretmek de güzel…” demek yerine; “Lunaparka insanları seyretmek için gelinmez, hadi annesi sen de gel hep beraber binelim.” demelidir.
62 DEĞERSİZLİK HİSSİ, ERGENDE KENDİNİ DEĞERLİ HİSSEDECEĞİ BİRİLERİNİ ARAMA İHTİYACINI OLUŞTURUR
“Ortaokuldaki öğretmenlerin de şikâyetçiydi, şimdi yine başladık öğretmenlerinden şikayet işitmeye. ” demek yerine; “Öğretmeninle çatışmış olmak dünyanın sonu değil oğlum, biraz zamana bırak, gerekirse tekrar konuşursun, düzeltirsin aranı.” demelidir
63 FANATİK EBEVEYNİN ŞİDDET EĞİLİMLİ ÇOCUĞU OLUR
“Lan oğlum adam ol, benim gibi Fener’i tut… ne o kıytırıktan takımları tutmak, güldürme adamı.” demek yerine; “Bir takımı tutman güzel, iyi oynayanı tebrik edebilmen daha güzel oğlum.” demelidir.
64 SINIRSIZ İNTERNET ERGENE İYİ GELMEZ
“Yeter artık atacağım şu bilgisayarı evden, bir kere de kitap okurken görsem seni!” demek yerine;“Sanırım bilgisayara ihtiyacın oldu, sen ihtiyacını gider gel, ben burada sohbetimizin devamı için bekleyebilirim.” demelidir.
65 SÜREKLİ DİZİ İZLEMEK, ERGENDE 'ÖZENTİ KİŞİLİK' OLUŞTURUR
“Aslanım oğlum, bakışa bak bakışa, aynı dizideki kabadayı gibi duruyor annesi bak.” demek yerine;“Dizideki karaktere hiç özenme istersen oğlum, kişinin kendisi gibi olduğu hal en güçlü olduğu haldir.” demelidir.
Cezasız Eğitim
Tanıtım
Birçok yetişkin cezasız çocuk eğitimi olamayacağına inanır...
Çocuğun neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenebilmesi için ceza ve mükâfatın iyi bir eğitim yöntemi olduğunu düşünür.
“Ceza kötü bir şey olsaydı, çocukken cezalandırılan bizler de kötü insanlar olurduk” der.
Ceza insanı kötü biri yapmaz belki… Ama hiperaktif yapar… Şımarık yapar… Yılışıklaştırır… Öfkeli hale getirir… Eşi ile bağ kuramaz, çocuğu ile oynayamaz biri yapar…
Ceza bir eğitim aracı değil, bir aşağılama davranışıdır... Çocuk aşağılanarak değil, ancak değerlilik hissiyle kişiliğini geliştirir…
Pedagog Adem Güneş, Cezasız Eğitim’de çocukluktan yetişkinliğe kişilik gelişimini inceliyor. Baskı, zorlama ve cezanın çocuğun kişiliğine nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor.
Cezasız Eğitim, çocuk eğitimine bakış açınızı kökten değiştirecek bir eser…
İçindekiler
BİRİNCİ BÖLÜM / ÇOCUK EĞİTİMİNDE CEZA ..........................................…....11
Çocuk Eğitiminde Ceza................................................................................................13
İhtiyaç.......................................................................................................................... 29
İhtiyaçların Koşullu Giderilmesi.................................................................................. 35
Çocuğun Özgürlük İhtiyacı ......................................................................................... 45
His ve Duygu .............................................................................................................. 61
Edilgenlik Hisleri ........................................................................................................ 71
Duyguların Yönetimi .................................................................................................. 77
His Bozukluğu............................................................................................................. 81
1. Gerçeklik ................................................................................................................. 85
2. Kendilik.................................................................................................................... 95
3. Dürtüsüzlük ........................................................................................................... 109
İç Genişliği ................................................................................................................ 117
Sevk Hisleri................................................................................................................ 123
İKİNCİ BÖLÜM / BENLİK ..................................................................................... 135
Benlik......................................................................................................................... 137
Kişilik Bozukluğu ..................................................................................................... 151
1. Evre: Tepkisellik ................................................................................................... 152
2. Evre: Sessizlik ....................................................................................................... 153
3. Evre: Sahte Ben...................................................................................................... 155
Benin Yapısı .............................................................................................................. 157
1. İrade....................................................................................................................... 157
2. Duyarlılık .............................................................................................................. 158
1. Etken-Duyarlı Benlik ............................................................................................ 163
1. Merak ve Sığınma (0-2 Yaş).................................................................................. 175
2. Heves ve Savunma (2-4 Yaş) ................................................................................ 193
3. İstek ve Uyum (4-6 Yaş)........................................................................................ 201
2. Etken-Duyarsız Benlik........................................................................................... 221
I. Mimiksizlik ............................................................................................................ 225
II. Tiz Ses .................................................................................................................. 226
III- Oyalanma Davranışları ....................................................................................... 231
1. Hırslanarak Duyarsızlaşma ................................................................................... 238
2. Hissizleşerek Duyarsızlaşma................................................................................. 242
Duyarsızlıkta Çözüm Önerisi..................................................................................... 244
3. Edilgen-Duyarsız Benlik........................................................................................ 251
Onarıcı Unsurlar......................................................................................................... 260
4. Edilgen-Duyarlı Benlik ......................................................................................... 265
ÖZETLE ................................................................................................................... 279
Cezasız Eğitim Nasıl Olur?........................................................................................ 283
1. Çocuk Eğitimi, Ebeveynin Onarımıyla Başlar...................................................... 283
2. Mesafe Koymak Yerine Bağlanmak ..................................................................... 284
3. Baskı Yerine Kararlılık ......................................................................................... 284
4. Sabır Yerine Genişlik ............................................................................................ 284
5. Yönetmek Yerine Eşlik Etmek.............................................................................. 285
6. Mükemmeliyetçilik Yerine Doğallık .................................................................... 285
7. El Âlem Yerine Kendilik....................................................................................... 286
8. Öğrenme Yerine Edinme ...................................................................................... 287
9. İkaz Etmek Yerine Görmezden Gelmek ............................................................... 287
10. Olgunlaştırmak Yerine Çocuklaşmak ................................................................. 288
ÇOCUK EĞİTİMİNDE CEZA
Ceza veren kişi, bir süre sonra cezayla davranışını düzeltmeye çalıştığı kişiyi sürekli yönetmek, yönlendirmek ve kontrol etmek gibi çılgınca bir kısır döngüye girdiğini fark edemez. Böyle bir kısır döngüye giren kişi bir süre sonra baskı ve kontrolü bıraksa sanki her şey rayından çıkacakmış gibi kaygılanır...
Psikoloji bize öğretti ki, insanoğlunun en anlamsız çabası, “bir başkasını kontrol altında tutma çabası”dır. Çünkü insan, özgürlüğe yatkındır... Kontrol altında tutulmaya çalışıldıkça hırçınlaşır, agresifleşir, kişiliği bozulur, sınır dışı davranışlara yönelir.
Çocuk eğitiminde doğru bakış açısı, çocuğu kontrol altında tutmak, onu yönetmek değil, onun kendisini adım adım yönetebilmesine yardımcı olmaktır. Çocuğunu yönetmek üzere sürekli denetçi bir rol üstlenen anne babalar, bir süre sonra bunun imkânsız olduğunu fark edeceklerdir... Bu fark edişe kadar geçecek zaman, çocuk ile ebeveyn ilişkisini yıpratmakla kalacaktır...
-Çocuğu ceza ile yetiştirmeye çalışmanın sonucu koca bir hayal kırıklığıdır.
-Ceza ile yetiştirilmiş kişilerin yetişkinlik yıllarında cezasız eğitimin mümkün olduğuna inanması neredeyse imkânsızdır.
-Ceza, alanı da vereni de tükenmişliğe düşürür.
-İnsanoğlunun en anlamsız çabası, “bir başkasını kontrol altında tutma çabası”dır.
-Çocuğunu korumak için sürekli kol kanat geren anne babaların çocukları, güçlü gibi görünseler de derin kaygılar edinmiştir.
-Ceza verenin niyeti ne olursa olsun, sonuçta ceza çocuğu incitir ve aşağılar.
-Ceza, aşağılama içerdiği için bir şiddet eylemidir.
-İtaat, iç direncin susması ile oluşan bir “edilgen davranış”tır.
-Ceza, değersizlik hissi üzerine kurgulanmış bir eğitim yöntemidir
İHTİYAÇ
İhtiyaç, yokluğunda eksikliği duyulan, giderildiğinde rahatlama hissi oluşturan her şeydir. Gelişimin temel itici gücüdür. Çocuğun her gelişim döneminde yeni yeni ihtiyaçları olur. Maria Montessori bunu “duyarlılık dönemleri” diye adlandırmaktadır.
Montessori’ye göre, çocuğun duygu dünyasında belirli zamanlara bağlanmış “iç uyaranlar” vardır. Bu uyaranlar vakti geldiğinde harekete geçer, bir “itici güç” oluşturur. İhtiyaçlar, “vaktinde, yeterince ve koşulsuzca” giderildiğinde ruhsal bir rahatlama, genişlik hali oluşur. Giderilmeyen veya koşula bağlanan ihtiyaçlar çocuğu gerginleştirir, huzursuzlaştırır, ihtiyacını gidermek için saldırgan tavırlar içine sokar.
-İhtiyaç, yokluğunda eksikliği duyulan, giderildiğinde rahatlama hissi oluşturan davranışlardır.
-İhtiyaçlar, “vaktinde, yeterince ve koşulsuzca” giderildiğinde ruhsal bir rahatlama, bir genişlik hali oluşur.
-İhtiyaçlar koşulsuzca giderildiğinde ruhsal rahatlama, ardından da ihtiyacını gideren kişiye karşı bir yakınlık hissi gelişir.
-Yetişkinlerin çocuklardan hissettikleri birçok rahatsızlığın kökeni kendi çocukluk yıllarında gizlidir.
ÇOCUĞUN ÖZGÜRLÜK İHTİYACI
Birçok ebeveyn çocuklarını ne kadar erken eğitirlerse o kadar iyi olacağını düşünür. Hayatın bir yarış olduğuna inanırlar, öne geçme çabası sergilerler... Başkalarının çocuklarının kaç kelime, kaç hece öğrendiğine dikkat edip kendi çocuklarının onlardan geri kalmaması için yoğun çaba harcarlar...
Halbuki çocuğun ilk 4 yılı eğitim çağı değil, özgürlüklerini doyasıya yaşayarak kendini geliştirdiği çağdır... Bu çağda çocuk, ihtiyaçlarını değişik yollarla haber verir ve bunların giderilmesi için ebeveyninden yardım ister... Bu, kimi zaman ağlamak, kimi zaman da mızırdanmak şeklindedir. Çocuğun ağlamalarına karşılık vermek, ona taviz vermek değil, ihtiyaçlarını gidermektir. Hiçbir çocuk sebepsiz ağlamaz, mızırdanmaz.
-Çocuğun ilk 4 yılı eğitim çağı değil, özgürlüklerini doyasıya yaşayarak kendini geliştirdiği çağıdır.
-Çocukluk yıllarını duygularını bastırarak geçiren kişiler iş hayatında ve sosyal ilişkilerde oldukça başarılı görünürler.
-Birçok çocuk duygu dünyasında yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle ‘davranış bozuklukları’ sergiler.
-Çocuk, duygu dünyasında bir iyilik hali yaşıyorsa yemesi düzenlidir, uykusu kalitelidir, fizyolojik gelişimi yerindedir.
-Çocuk duygu dünyasında bir iyilik hali yaşıyorsa, sosyal gelişimi yerindedir.
-Çocuk kendini iyi hissetmiyorsa, sosyal ortamlarda bulunmaktan keyif almaz, insanlarla iletişimi sağlıklı yürümez.
-Gelişimin devamlılığı iç motivasyona bağlıdır
-“Öğrenme” heyecan verici bir iç motivasyonla gerçekleşir
-Çocukluk yıllarında psikolojik şiddet gören kişiler, yetişkin olduklarında bir problemle karşılaştıklarında hemen bıkkınlık yaşarlar.
HİS VE DUYGU
Psikolojik sorunların kökeni hislerdir. Kişinin yönetmekte zorluk çektiği olumsuz hislerin artmasıdır. Hislerin güçlenip duyguya dönüşmesi ve artık yönetilemez hale gelmesidir.
-Pedagojide his; ötekinin bireyin üzerine bıraktığı “ruhsal hal”dir.
-Hisler yoğunlaştığında duyguyu oluşturur; duygu, his yoğunlaşmasıdır
-Çocukluk çağında akılcı yorumlama devrede değildir.
-Çocuğun kendisiyle ilgili algısına “Ben Algısı”, kendinin dışarıdan nasıl göründüğü ile ilgili algıya da “Sosyal Ben Algısı” denir.
-Çocuğun kişilik gelişimini önemseyen yetişkinler öncelikle kendi duygularını onarmaları gerektiğini bilirler.
-Sevginin eğitim aracı olarak kullanılması “edilgenlik hisleri”nin oluşmasına sebep olur.
-Yetişkinlerde bağımlılık, çocuk yıllarında giderilmemiş ihtiyaçların giderilme çabasıdır.
-Çocukluk yıllarında zarara uğratılmış duyguların onarılması mümkündür.
-Çocuk anne babasının yanında kendini ne kadar değerli hissederse, çevresi ile ilişkileri o denli kaliteli olur.
-Yetişkinin, yaşadığı hisleri objektifiğini bozmadan, sunileştirmeden (üzerinde herhangi bir akılcı işlem yapmadan) çocukla paylaşması gerçekliktir.
-Gerçek duygularla ortaya çıkan davranışlar çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar.
-Suni davranışlarda süreklilik olmaz.
-Yetişkinin çocukla ilişkisinde ‘kendilik hali’ taşıması, çocuğun kişilik gelişiminin temel faktörlerindendir.
-Kendilik, kişinin duygularında başkalarının tesirini değil, kendi hislerini barındırıyor olması halidir.
-Düşünce ve duygularında başkalarının tesirini taşıyan kişi gerçek kendiliğe erişemez.
-Objektifik ve sakinlik ‘gerçek kendiliğin’ en belirgin iki özelliğidir.
-Ebeveynler kendi duygularını onarmadıkça çocuklarını gerçek kendiliğe eriştiremezler.
-Mükemmeliyetçilik, her ne kadar kulağa hoş bir kelime gibi gelse de sorunlu bir kişiliği tanımlar.
-Ne kadar kamçılanırsa kamçılansın hiçbir at doğada özgürce koşan bir atı geçmeyi başaramayacaktır.
-Gerçek kendiliğe erişmek ancak kişinin ‘dürtüsel’ yanlarından kurtulmasıyla mümkündür.
-Gerçek kendilik bireyin başkaları ne der diye kendini sınırlandırması değil, başkaları olmadan da kendi sorumluluğunu taşıma becerisidir.
-Dürtüler, çocukluk yıllarında edinilir, yetişkinlik yıllarında problem haline dönüşür.
-İnsanın geçmişte edindiği olumsuz hisler onu kötü biri yapmaz belki, fakat yetersiz bir ebeveyn yapar.
-Çocuğa karşı sabır bir tür pasif şiddettir; ebeveynler çocuklarına karşı sabırlı olmayı değil, genişlemeyi öğrenmelidir.
-İç genişliği, insan ruhunun çocukluk yıllarında elde edilen en önemli kazanımıdır.
-Çocuk, duygusal ve fiziksel gelişimi için neler yapması gerektiğinin şemasını içinde taşır.
-Bebekler tensel temasa olumlu mimikler sergiler, tebessüm ederler. Bu tatlı mimikler yetişkini dokunmanın devamını getirmeye iter.
-Bir yaşından küçük çocuklar, acıktığı zaman ağlar, ancak bu ağlama acıktığı için değil, korktuğu içindir.
-Sevk hisleri, adım adım çocuğu ‘mizacına’ uygun bir kişilik inşa etmeye yönlendirir.
-Sevk hislerinin birinci görevi, çocuğa insan fıtratının özelliklerini kazandırmaktır.
-Sevk hislerinin ikinci görevi, bir fıtrat üzere yaratılan çocuğun mizacını ortaya çıkarmaktır.
-Çocuk eğer sevk hisleriyle bir ilgi alanına odaklanıyor ve saatlerce sıkılmadan onunla meşgul oluyorsa, muhtemelen o sahada mizacına ait özellikler geliştiriyordur.
BENLİK
Benlik, bireyin taşıdığı tüm duyguların bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir yapıdır. Onlarca duygu bir arada bulunarak bu yapıyı oluşturur. Benlik, pozitif ve negatif duyguları aynı yapı içinde barındırır. Kişinin hakim duyguları negatifse, bu kişinin “benliği” sürekli negatif duygulardan beslenir. Hayata karamsar bakar. Her olayın olumsuz yanını görür. Mutlu olsa da içinde derin bir mutsuzluk vardır. Değer görse de kendisinin değersiz olduğunu hisseder... Her şey yolunda gitse de bunun uzun sürmeyeceğini hisseder... Sevilse de sevilmiyormuş gibi hisseder... Güvenli bir yaşamı olsa da güvensizlik hisseder...
-Çocuğu bozan dört negatif his vardır; değersizlik, yetersizlik, suçluluk ve ürküntü.
-Kişilik, bireyin duygusal yanını ifade eden davranışlar bütünüdür.
-Kişinin sahip olduğu duyguların çoğu pozitifse ‘benliğin’ hakim duygusu pozitiftir.
-Sahte ben, çocuğun davranışlarının kendi duygularına ait hislerden değil, çevresinin kendinden istediği davranışlardan oluşmasıdır.
-Taklit ve alışkanlık bozuklukları hariç olmak üzere, duygusal kökeni bulunan bütün davranış bozuklukları kişilik bozukluğunun çocukluktaki parçasıdır.
-İrade; benliğin bir davranışı sürekli ve farkındalıkla yapabilme gücüne erişmesidir.
-Duyarlılık, içsel seziş yeteneğidir; duygu ile zihnin birlikte çalışma becerisidir.
-Gelişimi normal düzeyde devam eden benliğin duyarlılığı yönetebilecek kadar etken bir iradeye sahip olması gerekir.
-Zarara uğratılmamış çocuk beninde daima etkenlik duyarlılıktan öndedir.
-Ağlamalarına karşılık verilmemiş çocuk, bir süre sonra ağlamayı keser, “duyarlılığını bastırır”, sevk hislerini duymamayı öğrenir.
-Ödevini yapmamış bir çocuğun öğretmenine kendini ifade etmek için kurduğu cümleler, iradesinin bir ürünüdür.
-Gelişimsel ihtiyaçlar çocuğun sevk hisleri tarafından oluşturulur.
-Çocuğun iradesini kıran en belirgin yetişkin davranışı, ceza ve mükâfat ile kendi iç motivasyonunun kaybettirilmesidir.
-Çocuk, ancak iradesi duygularını yönetebileceği sırada iradi davranış sergileyebilir.
-Etkenlik, sadece çevredeki insanların yönetsel tutumları karşısında onların güdümüne girmemeyi değil, aynı zamanda kendi iç dürtülerini yönetebilmeyi de beraberinde getirir.
-Benliğin etken bir yapı kazanmasında 0-6 yaş dönemi oldukça önemlidir.
-Çocuğun duyarlılığı sevk hislerinin devamlılığına bağlıdır.
-Duyarlılığın oluşturduğu keşif, çocuğu benzer bir davranış yapmak üzere iradesini kullanmaya yönlendirir.
-Her yeni heyecan, bir sonraki keşfi yapmak için iradeye güç verir.
-Çocuğun merak hisleri ile gerçekleştirdiği öğrenme çabaları engellenmez ve desteklenirse, duyarlılıktan kaynaklanan etkenliği geliştirilmiş olur.
-Çocuk, eşyaya nüfuz ettikçe ve eşyayı dilediği gibi yönetmeyi öğrendikçe derin bir güçlülük ve bu güçlülükle gelişmiş bir irade ortaya koyar.
-Her olumsuz duygu karşısında sığınılabilecek bir limanının olması, merak duygusuyla gelişen iradenin ‘sürekliliğini’ sağlar.
-Kaygı ve korku yaşadığı sırada güvenli bir limanının olması, çocuğa duygusal bir yetenek de kazandırır.
-Yüzme öğretirken en önemli metot çocuğun kendini ‘sığınaklı bir limanın yanında’ hissetmesidir.
-Çocukluk yıllarında sığınma duygusunu tatmamış kişiler yetişkinlik yıllarında bu duyguya yabancılık çeker, kendilerini güvenli bir liman olarak eşlerine bırakamazlar.
-Kaşık tutma hevesi olan çocuğun ağzına kaşık uzatmak, onun iradesini kırdığı gibi savunma davranışının oluşmasına da sebep olur.
-Çocuğun sınırlarına saygı duymamak, onun duyarlılığına saygısızlık olduğu gibi, geliştireceği iradeye de engel olmak demektir.
-Çocuğun denemeler yaptığı alana müdahale etmek onda savunma davranışı oluşturur.
-Akıl, çocuğun duyarlılığı karşısında iradesini güçlendirmek üzere ona destek olur.
-Lezzet alma, çocuğu yemeğe karşı istekli kılan motivasyonlardan biridir.
-Anne babalar çocuklarından ancak onların yapabileceği kadar bir eylem istemeli, çocuğun yapabildiği kadarın onun iradesini de geliştireceğini unutmamalıdırlar.
-Duyarlılık ve etkenlik inşasında zarara uğratılmamış bir çocuktan beklenen şey, duyarlılığını kaybetmeden sağlıklı iletişim kurabilmesi, kendini ifade etmekten de keyif almasıdır.
-6 yaş öncesi çocuklarda dış dünyaya karşı güvensizlik oluşturmak, duyarlılığı zarara uğratır.
-Aile içinde yaşanan sorunlara çocuğu bastırarak değil, eşler arasındaki sorunları çözerek çare bulunmalıdır.
-Çocukluk döneminde oluşan duyarlı benlik yapısı, yetişkinlik döneminde kişinin kendiyle, çevresiyle ve evrenle barışık olmasını sağlar.
-Duyarsızlığın en önemli belirtisi mimiksizliktir.
-Çocukluk yıllarında geliştirilen kaygılar ve savunma ihtiyacı kişinin ses tonunu inceltir.
-Ses, kaygı yaşayan bireyin en güçlü savunma aracı olduğu için duyarsızlık geliştirmeye başlayan çocukların kaybettiği ilk ‘gerçek kendilik’ parçasıdır.
-Duygusal ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çeken çocuklar, oyalanma davranışlarına yönelirler.
-Çocukluk yıllarında duygularını kullanmayı öğrenmemiş birçok yetişkin, evliliğinde sürekli bir oyalanma aracına ihtiyaç duyar.
-Başarılı birçok kişi başarıyı, duygularını bastırmak için bir araç olarak kullandığını fark etmez.
-Sağlıklı kişilik yapısına sahip olan bireyler iş hayatında olduğu kadar duygusal ilişkilerinde de başarılıdırlar.
-Hırslanarak kendini duyarsızlaştıran kişilerin ortak özellikleri hızlanmak ve ellerini sürekli meşgul etmek üzere bir arayışa girişmektir.
-Sağlıklı benlik yapısının en belirgin özelliği, bireyin biyolojik ritminin düzenli olması, sakin bir fizik yapısına sahip olmasıdır.
-Hissizleşerek duyarsızlaşmayı başarmış kişilerin buldukları oyalanma araçları genellikle romantiktir.
-Ceza devam ettikçe, şiddet çocuğu tehdit eden bir unsur olarak kaldıkça, çocuğun duyarlılaşmasını beklemek imkânsızdır.
-Çocuğun baskın ortamdan kurtulduktan sonra sergileyeceği anormal davranışlar artsa da bir süre sonra bunların normal düzeye geleceği bilinmelidir.
-Edilgenduyarsız benlik, genellikle ebeveyn ihmaline uğrayan çocukların geliştirdikleri bir benlik yapısıdır.
-Edilgenduyarsız kişiler, his alışverişini duyarsız yanlarıyla kapattıkları için lezzet ve haz almaları normal seviyenin altındadır.
-Edilgen yanları, çevredeki kişilerde onlardan zarar gelmeyeceği izlenimini uyandırır.
-Edilgenduyarsız kişilerin en belirgin özelliği, birlikte hareket ettikleri insanlarla uyum içinde olmalarıdır.
-Edilgen ve korkak yanları kendilerini EMNİYETsiz hissettireceğinden herkesle iyi geçinmeye çalışırlar.
-Edilgen duyarsız benliğin çocukluk yıllarındaki temel duygusu değersizliktir.
-Bir çocuğun, alacağı cezadan korkarak ödevini yapması, öğretmenin gözüne girebilmek için sürekli el kaldırması, bakışlarıyla öğretmenden ilgi beklemesi öğretmeni memnun etmemeli, aksine üzmelidir.
-Çocuk sadece davranışlarında değil duygularında da mutlak özgürlüğü yaşamalıdır.
-Hırs, kin, öfke, nefret gibi duygular edilgen duyarlı benlik yapısında gözlemlenmeyen duygulardır.
-Edilgenduyarlı çocukların yetişme sürecinde ebeveyn tavrı genellikle kararsızdır.
-Edilgenduyarlı kişiler yüksek duyarlılıkları ve gelişmemiş iradeleriyle çevrelerinde algıladıkları problemler karşısında kendini yönetici bir tavır sergileyemezler.
-Verici yanları, yoğun empati kuran tavırları, ilişkileri kırmadan yönetmeye çalışma tutumları, edilgenduyarlı kişilerin sevgiyle karşılık bulmasına sebep olur.
-Edilgenduyarlı benlik yapısındaki kişilerin yüksek derecede haz arayışları, heyecan ve coşkuya karşı zaafarı vardır.
-Kuralcılıkları; zayıf kişiliklerinin güven arayışı, kurallar içinde netlik bulmaları ve böylelikle kendilerini EMNİYETte hissetme ihtiyaçlarının sonucudur.
-Kendisine verilen sorumlulukları yerine getirmediğinde zarara uğrayacağına dair hatıralar, bu kişileri farkındalığı düşük bir sorumluluk duygusuna iter.
-Çocuğun bir yandan ailesi tarafından sevildiğini hissetmesi, diğer yandansa o sevildiği ailesi tarafından aşağılanması edilgenduyarlı benlik yapısının oluşmasına neden olur.
Makale Kategorisinde “EMNİYET” Kelimesinden “13” Adet Bulunmuştur.
Çocuğa karşı mahcubiyet hissi yitirilirse
Önceki gün bir arkadaş telefon etti: “Hocam, biliyorsunuz bizim kız 3 yaşında. Kızımızın araç koltuğuna oturması yasal bir mecburiyet. Ancak koltuğa oturtacağımız sırada ciyak ciyak bağırıyor, tepiniyor… Baş edemiyoruz… Bize bir yol gösterin.”
Sordum: “Araca bindiğinizde siz EMNİYET kemeri takıyor musunuz?”
Arkadaş biraz mahcup vaziyette cevap verdi: “Öyle bir alışkanlık edinemedim hocam.”
Tebessüm ederek çocuk dünyasını anlatmaya başladım: “Bu yaşlardaki bir çocuğun davranış kazanması, anlatarak, ikna ederek değil, görerek olur… Çocuk neyi görüyorsa öyle biri olur… Yetişkinlerin yapmadığı bir davranış çocuktan istenirse çocuk korkar, kaygılanır ve güvensizlik hissetmeye başlar… O yüzden siz EMNİYET kemerini takmadan çocuğunuzdan EMNİYET kemerini takmasını istemek pedagojik olarak oldukça yanlış bir ebeveyn tutumudur.”
Biz yetişkinler nedense yapmadığımız şeyleri çocuklardan istemekten çekinmiyoruz… Çocuğun karşısında mahcubiyet hissetmiyoruz…
Çok yakın bir arkadaşımla çay içip sohbet ediyoruz… Bir ara arkadaşım günümüz çocuklarının ders yapma konusundaki eksikliklerinden bahseder oldu… Ve kendi çocuğundan örnek verdi: “Hocam, bizim oğlanı oturtup bir saat ders yaptıramıyoruz. Bıraksak akşama kadar televizyon izleyecek, sabaha kadar internette oyun oynayacak. Bir kenara oturup şöyle sakin sakin bir kitap okumuyor.”
Merak edip sordum: “Evinizin içinde belirli bir kitap okuma saati var mı? Koltuğun bir kenarına siz, diğer kenarına da eşiniz oturup belli saatlerde kitap okuyor musunuz?”
Arkadaş ne demek istediğimi anladı ve sustu. Sonra kafasını kaldırıp “İyi de hocam, biz akşama kadar çalışıp çabalıyoruz, kafamız beynimiz bir kelime dahi götürmüyor artık eve vardığımızda.” dedi.
Azıcık dikkat etse, kendi çocuğunun da sabah erkenden evden çıktığını düşünür, akşama kadar okulda zihnen yorulmuş olabileceğini çok rahatlıkla kavrayabilirdi…
Çocuk eğitimi böyle bir şey değil…
Galiba biz, çocuğa karşı “mahcup olma” hissini kaybettik…
Sadece yapmadığımız bir şeyi çocuktan istemek değil, örneğin çocuğa psikolojik şiddet uygulamak da utanç verici bir şey… Ama birçok yetişkin, hâlâ, sokak ortasında çocuğunun kulağından tutup eve doğru götürüyor olmayı bir marifet zannediyor…
Ne garip değil mi?
Birçok anne babaya bakıyorum, hiç mahcup olmadan çocuklarına bağırabiliyor, hakaret edebiliyor… Hâlbuki bu, çok kötü bir çocuk yetiştirme yöntemi… İnsan çocuğuna şiddet uygularken utanmalı…
Utanma ne zaman biter? Kişinin duygu dünyasını hissetme yeteneğini kaybettiğinde…
Eğer bir yetişkinin duyarlılığı yok olursa oturup hep beraber ağlamak gerekir…
Zira duyarlılığı kaybolmuş olan yetişkinin yanında yetişen çocuk da duyarlılığını kaybeder… Duyarlılığını kaybeden kişi, mahcubiyet hissini de kaybeder…
Ve böylesi biri, acınacak kişi olur...
Çocuk dostu valiler
Geçen hafta Çorum’daydık. Çorum Valisi Nurullah Çakır’ın konutunda misafir olduk. Ordu Valisi Orhan Düzgün’ü tanıma fırsatım oldu. Kısacık bir sohbet esnasında kendilerinden birçok şey öğrendim.
Onlar, “Türkiye Çocuk Zirvesi” tarafından çocuklar adına yaptıkları çalışmalar nedeniyle ödüllendirilen valiler.
Sıradanlığın içinde barındırdıkları güçlü yöneticilik yeteneklerini nasıl da doğal olarak kullanıyor olduklarını görmek çok keyif verici idi.
Daha da ötesi, onca yıllık yöneticilik tecrübelerine rağmen, mütevazı kişilikleri ayrı bir hayranlık uyandırdı bende.
Çay içerken samimi bir sohbet oluştu.
Nurullah Bey sohbetin bir yerinde, “Aslında her bir yöneticiye, kendi idaresi altındaki kişilerle nasıl bir iletişim içinde olduklarını gözlemleyip hatalı davranışlarını kendisine gösterecek bir psikolog desteği lazım. Hatta, ve belki de bu hatalı davranışları düzeltmek için yöneticilere ‘drama’ eğitimleri oluşturmak ne güzel olurdu.” dedi.
Onca yıllık yöneticilik tecrübesine rağmen büyüklük taslamadan sunduğu bu teklif, öyle her yöneticinin “ha deyince” söyleyebileceği bir teklif değil.
Kendisine özendim.
Çorumlular adına da sevindim.
Böylesi içten yöneticilerle o şehirde neler yapılmaz ki…
Hatta kimbilir, Çorum ve Ordu’da da Montessori Okulları açılabilir… Tıpkı İstanbul Bahçelievler’de olduğu gibi...
Bu film, bizim filmimiz
Yılan kurbağayı nasıl avlar, denk geldiniz mi hiç?
Bir belgeselde izlemiştim, ürpertici bir sahneydi…
Yılan, hiçbir şeyden haberi olmadan su kenarında “Vrak vrak!” diyen kurbağayı önce çalılar arasından sessizce seyrediyor… Çatal dilini dışarı çıkartarak kurbağaya saldıracağı yere büyük bir soğukkanlılıkla yerleşiyor… Kurbağa sağa sola bakınıp dururken bir ara ağaçlar arasından kendisine bakan yılanın gözlerine denk geliyor…
Yılanın gözleri çok soğuktur… Ölüm soğukluğundadır...
Yılan kurbağaya öyle bir bakıyor ki, az önce türkü söyleyerek dans eden minik kurbağanın birden dizleri titriyor…
Kurbağanın dizlerinin titrediğini gören yılan, “tısssss” ederek kurbağanın üzerine saldırıyor… Ve şaşkına dönen kurbağayı tek hamlede parçalıyor…
Soğuk ve saldırgan gözlü yılan…
Tıpkı, bakışları ile çocuklarını terbiye etmeye çalışan anne babalar gibi…
Önceki gün Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün düzenlediği seminerdeydim. Anne babalara “Çocuklarınızı şiddet ile değil, şefkat ile kendinize bağlayın… Sesinizle çocuklarınızı korkutmayın… Yılan gibi bakan gözlerinizle çocuğunuzun dizlerini titretmeyin… Bu bizim ahlakımız değil.” dedim…
Programa katılan 65-70 yaşlarında bir beyefendi yanıma geldi, “İçimi yaktın hoca!” dedi… “Niye?” dedim. Önce konuşamadı, sesi titredi… Sonra gözlerini silerek anlattı: “Sen anlatırken kendi çocuklarımı nasıl yetiştirdiğim gözümün önüne geldi… İçim yandı… Nasıl yapmışım bilmiyorum ama çocukları gözlerimle öyle bir hizaya dizer ve bununla övünürdüm ki etraf gıptayla bakardı benim bu yeteneğime… Bir keresinde küçük oğlum bir kabahat işlemişti… Kaşlarımı çattım, gözlerimle öyle korkuttum ki küçücük dizleri titremeye başladı…Bir tokat atacak gibi üstüne gittiğimde birdenbire altını ıslattı…” dedi ve sesi titremeye başladı, daha fazla konuşamadı…
Geçenlerde bir anne geldi benden yardım istemeye…
Bana, kendi kızına uyguladığı şiddetten artık rahatsız olduğunu ve kendisini durduramadığını söyledi…
Çocuğuna şiddet uygulayan anne baba görünce aklıma ilk gelen şey, o anne babanın da çocukken şiddet içinde büyümüş olma ihtimalidir…
“Siz de çocukluk yıllarında şiddet gördünüz mü?” diye sordum. “Şiddet değil de babamdan çok korkardık… Babam bizi bakışları ile korkuturdu… Bir keresinde misafirlikteydik, babam bizim ayakta gezinmemize çok kızdığı için üç kız kardeş duvarın dibine minderin üzerine oturmuştuk… Bize bir bardak limonata getirdi ev sahibi. Herkes aldı limonatayı. Sıra bana gelince yanlışlıkla bardağa dokundum. İçecekler yere döküldü… Ben hemen kafamı kaldırıp babama baktım. Babamın gözleri öylesine şiddetle bana bakıyordu ki o an ne yapacağımı şaşırdım… Kendi bedenimin kontrolünü kaybettim o bakışlarla… Sonra altıma kaçırdığımı hatırlıyorum.”
Babasını rahmetle anıyordu ama içine batan o şiddet kıymığı kendisine annelik yaptırmıyordu bugün…
Şiddet psikolojik bulaşıcılık taşır… Dayak yiyenin kalbi donar… Duyarsızlaşır… Büyüyünce anne gibi annelik yapamaz... Baba gibi baba olamaz...
Adolf Hitler’in “Davam” isimli kitabını okudunuz mu bilmiyorum ama kitapta Hitler’in nasıl Hitler olduğunun ipuçlarını bulabilirsiniz…
Onun da yılan gözlü bir babası vardı…
Babasının kendisini “adam etmek” için nasıl da kırbaçladığını anlatıyor kitabında. Küçük Adolf suç işlediğinde babası belinden çıkarttığı kemeri kırbaç gibi yapıp sıyırdığı sırtına olanca gücü ile vurmaya başlardı… Adolf diyor ki: “İlk kırbaç çok acıtırdı…. Ama kırbaçlar çoğaldıkça bir süre sonra acıyı hissetmezdim… Babam hırsla sırtıma vurmaya devam eder, bense yumruklarımı sıkar, sadece kırbaç darbelerini saymaya çalışırdım…”
İnternette dolaşan “Oğlum bak git!” isimli videoyu defalarca izledim… Belinden kırbaç gibi kemerini çıkartıp babası yaşındaki temizlik işçisine saldırmaya çalışan o zavallı çocuğun haline çok ağladım…
Zira o çocuğun nasıl dayak yediğini hayal ettim, belinden kemerini çıkartan kişilerden… O film, sokaktaki bir adi tartışmanın filmi değil… O çocuğun nasıl dayak yediğinin filmidir… Çaresiz köşeye sıkışmış “Ne olur vurma!” diyerek ellerini kaldırmış yalvarırken, kemerini çıkartmış birinin ona “Ne o! Korktun mu!” diye kırbaç şakırdattığının filmidir…
İster kabul edin, ister etmeyin o film, ülkemizin çocuk terbiyesinin filmidir...
“Toplumsal Erdem”i yakalayabilmek için
Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum.
Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum.
Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısırdöngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum.
Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş.
Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir.
Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar.
Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur.
Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelidir.
Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz, bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya.
Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı?
Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular.
İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum.
Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı…
Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde.
Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte.
Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler.
Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor.
İşte bakın, trafikte şiddet…
Aile içinde şiddet…
Kadına şiddet…
Markette şiddet…
Siyasette şiddet…
Medyada şiddet…
Reklamda şiddet…
Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır.
Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur…
Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve EMNİYET sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür...
Okul servisleri, eğitimin bir parçası olmalıdır
Son zamanlarda dikkatlerim, trafikteki “okul servisi” yazan araçlara yoğunlaştı. Yoğunlaştıkça hayal kırıklıklarım da arttı.
Zira anne-babalar, servislerin modeline ve konforuna dikkat ettikleri kadar, çocuklarının okul yolculuğu sırasında neler yaşadıklarına önem vermiyorlar.
Hâlbuki özellikle büyük şehirlerde en az yarım saat, bir saat süren okul yolculuğu, çocukların ilk ders saatidir. Zihnin öğrenmeye en hazır olduğu sabah saatlerinde çocukların duyacakları, görecekleri şeyler, derslerde duydukları ve gördüklerinden daha kalıcı olur.
Mesela siz, çocuğunuzu bir trafik kazasına kurban vermemek için ona özene bezene trafik kurallarını öğretiyor, kırmızı ışıkta durmanın gerekliliğini anlatıyor, yaya kaldırımının yayalar için olduğunu ifade ediyorsunuz. Gelin görün ki çocuğunuzu her gün emanet ettiğiniz servis şoförü, sizin bu hassasiyetinizi uygulamıyorsa, siz kendinizi boşuna yoruyorsunuz demektir.
Hatta bazen servis şoförü, kuralları uygulamamak bir yana, “Kırmızı ışıkta geçtin abi!” diye kendisini uyaran çocuğa “Boş ver oğlum! Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek güya kendince espri yapıyor ve o servis içindeki çocuklar da masum hâlleri ile bu espriye gülüyorlarsa, sizin eğiticiliğiniz çocuğunuzun “ezilmesinden” başka bir işe yaramıyor demektir.
Hâlbuki çocukların servis içindeki dakikaları eğitimin bir parçasıdır. Ve eğitim okul yolunda başlar.
Nasrettin Hoca’nın eşeğine ters binmesini hatırlarsınız. Nasrettin Hoca, herkesin bildiğinin aksine, insanlar kendisine gülsün diye değil, ilk derslerini okul yolunda yaptığı için eşeğe ters binmiştir.
Hoca, her sabah erken saatte öğrencilerini tek tek evlerinden alır, her bir öğrenci de kendi eşeğine binerek hocanın arkasından okula devam ederdi. Nasrettin Hoca, günün en verimli saatlerini boşa geçirmemek için, eşeğe ters binerek, arkasından gelen öğrencilere ders anlatır, ilk dersi okul yolunda yapardı.
Böyle bir gelenekten gelmiş bir toplumun, çocuklarını emanet ettikleri şoförlerin durumlarını dikkate almaması oldukça trajiktir.
Hatta daha da ötesi, günümüzde okullar “angarya” olarak gördükleri için servis işini “taşeron” şirketlere ihale yolu ile vererek bu “yorucu” işten kenara çekiliyorlar. Hâlbuki bu yanlıştır.
Okullar servis sürecini eğitimin bir parçası hâline getirmeli, servis şoförlerine daha önem vermeli. Servis şoförlüğü, vasıfsız insanların yaptığı bir iş olmaktan çıkartılmalı. Şoförlerin eğitimlerine önem verilmeli, onların okul ve eğitim süreci ile bütünleşmeleri sağlanmalı.
Mesela o hafta Sosyal Bilgiler dersinde kaymakamlıktan, Kızılay’ın görevlerinden bahsediliyor ise çocuklara servis yolculuğu sırasında yolda karşılaşacağı hükümet konağını göstermeli, Kızılay kan merkezlerinin yanından geçerken çocukların dikkatlerini o noktaya çekmeli. Böylece teorik bilgiler pratiğe dökülmüş olur.
Veya yaşlılara saygıdan bahsedildiği bir hafta okul yöneticileri, servis şoförlerini okula davet etse ve “Arkadaşlar bu hafta öğrencilere yaşlılara saygıdan bahsedildi, bu hususta siz de yolda karşılaşacağınız pratik tecrübeleri çocuklara sunar mısınız?” dese ne kadar güzel olur. Böylece bir servis şoförü yolda karşıdan karşıya geçen bir yaşlı teyzeye “Buyrun!” diye yol verdiğinde, çocukların teorik bilgileri pratik ile pekiştirilmiş olur.
Bırakın çocukların yollarda bu denli duyarlı bir eğitim sürecini takip etmelerini, çoğu defa servis şoförleri kendi hoşlarına giden bir arabesk müziği sonuna kadar açıp çocuklara “Ölesim geldi” sözlerini dinlete dinlete yolculuk yapıyorlar. Bu durum, ne okulun ne de ailenin dikkatini çekiyor.
Eğitim bir bütündür. Yolda geçen süre de eğitimin bir parçasıdır.
Okul yönetimleri ve okul aile birlikleri, çocukların trafikteki EMNİYETinden tutun da yolda geçen eğitim sürecinin kalitelendirilmesine kadar söz sahibi olmalıdır...
Mezdeke yerine sesli kitap
Geçen hafta bu köşede, okul servislerinin eğitimin bir parçası olması gerektiğinden bahsetmiştim. Ebeveynlerin araçların modeline dikkat ettiği kadar, çocukların o servislerin içinde neler yaşadıklarına da özen göstermesi gerektiğinin altını çizmiştim.
İyi ki çizmişim. Bu yazıdan sonra aldığım geri dönüşlere baktığımda gördüm ki, okul servisleri eğitimin görünmeyen bir yarasını oluşturuyor.
İşin acı tarafı, ebeveynler bu yarayı görüyor, ama çok da yapacak bir şeyleri olmadığı için gözlerini kapatmış durumdalar. Ta ki ciddi bir sorunla yüz yüze gelinceye kadar…
İşte size iç acıtıcı bir örnek:
“Adem Bey, yazınızdan sonra bu konuyu sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim. Geçen yıl kızım, hep servisteki olumsuz atmosferden bahsediyordu. Ama bizim asıl şok geçirmemize sebep olan olayı okullar kapanmadan bir hafta önce yaşadık. O gün kızımın saçlarını özenerek bağlayıp okula yolcu etmiştim. Okul dönüşünde ise saçları açılmış, ter içinde kalmıştı. Eve gelince ‘Ne oldu kızım? Bu ne hâl?’ diye sorduğumda, ‘Anne hani okullar tatil olacak ya… Servisçi amca Mezdeke’yi açtı… Hostes abla da hadi kalk oyna dedi… Ben de servisin içinde oynadım, herkes de beni alkışladı.’ deyince kanım dondu… Aracın içindeki küçük bir boşlukta dansöz gibi oynatılan kızım, servisin ani bir manevrasıyla savrulup düşebilirdi. Sinirimden kendi kendimi yedim. Ertesi gün duyarlı olduğunu düşündüğüm okul yönetimiyle bu konuyu konuştum ama derdimi tam anlatamadım. Anlatamadığım gibi bir de adım ‘problemli anne’ye çıktı.”
Bir başka anne ise okul servisi tecrübesini şöyle anlatıyor: “Hocam, biz ailecek araç içinde EMNİYET kemerini mutlaka takarız ve bu güzel alışkanlığı küçük yaştan itibaren oğlumuza da kazandırdık. Ama maalesef bizim yıllar süren bu eğitim kazanımımız bir haftalık okul servisi sürecinde yıkıldı gitti. Oğluma servise bineceği ilk gün sıkı sıkıya tembih ettim EMNİYET kemerini mutlaka taksın diye… Akşam olup servisten aldığımda, ‘Emniyet kemerini taktın mı oğlum?’ diye sordum. Oğlum ilk defa bana karşı öfkeli bir ses tonu ile ‘Bir daha bana EMNİYET kemeri deme anne! Herkes benimle dalga geçti.’ dedi… ‘Neden oğlum? Ne oldu ki?’ diye tekrar sorduğumda, ‘Serviste EMNİYET kemeri takılmazmış… Servisçi amca 20 yıllık şoförmüş, korkmama gerek yokmuş… Eğer EMNİYET kemeri takmak istersem uçakla yolculuk yapmalıymışım.’ dedi. O gün bugündür çocuğum kendi hususi aracımızda dahi EMNİYET kemeri takmaz oldu…”
Onlarca örnekten birkaçı idi bunlar…
Evet, bu örnekler sorunun bizzat kendisi… ‘Peki, çözüm için ne yapılabilir?’ diye düşünürken, bir habere rastladım. Haber içeriğinde, Kayseri’de uygulanan sesli kitap projesinden bahsedilmiş. ‘Sesli Kitap’ projesi ile ‘100 Temel Eser’in Kayseri’deki tüm okul servislerinde dinletildiği aktarılmış. Bu proje sadece Kayseri ile de sınırlı kalmamış, Türkiye genelinde 4 bin 400 servis aracında hayata geçirilmiş…
Ne denir buna bilmiyorum! Yukarıdaki olumsuz örneklerden sonra bu duyarlı projeye şapka çıkarmak gerekir. Anca, Kayserili ‘dehası’ ile ortaya çıkan bu proje burada kalmamalı, il il yaygınlaştırılmalı. Sadece ‘100 Temel Eser’ değil, yol boyunca ‘Mezdeke’ çalıp çocukları oynatmak yerine, olumlu davranışlar kazandırmak için hazırlanmış, ‘radyo tiyatroları’ dinletilmeli.
İşte bu bir toplumsal duyarlılıktır.
Veli-okul işbirliği içinde geliştirilecek olan ‘Eğitim Serviste Başlar Projesi’ servis araçlarındaki bu çirkinlikleri önleyebilecek bir reçete olabilir. Çocukların yol boyunca ‘kaba, çirkin’ sözleri işitmeleri ya da trafik kuralları ile ‘dalga geçen’ konuşmalara şahit olmaları yerine okul yolunda eğitimi başlatmış oluruz.
Ben inanıyorum ki böylesi kaliteli bir hayatı, bizim ülkemizin çocukları da hak ediyor. Yeter ki yetişkinler çocukların neler yaşadığını görebilecek duyarlılığa sahip olsun, böylesi duyarlıca hazırlanan projelere candan destek çıksınlar.
Eş eşin terapistidir
Anne-çocuk bağlanması üzerine bir akademik çalışma yürütüyorum şu sıralar. Bir çocuğun annesine “güvenli bağlanması” nasıl gerçekleşiyor? Anne ile çocuk arasında gerçekleşen (ya da gerçekleşemeyen) bu “bağlanma”, çocuğun gelecekteki yaşamına nasıl tesir ediyor? Araştırma oldukça önemli ve bununla meşgulüm şu günlerde…
Belki ülkemiz için yeni olabilir ama pedagojinin en önemli konularından biri olan anne-çocuk “bağlanması” ve “ayrılması”, Batılı akademisyenler için hayati önem taşıyor. Zira erken çocukluk döneminde anne ile çocuk arasında kurulan bu bağın kalitesi çocuğun gelecek yaşamında oldukça belirgin bir rol oynuyor.
Bu konudaki önemli çalışmalardan birini Prof. Dr. David M. Fergusson yaptı. Yeni Zelanda’da 1265 çocuğun, doğdukları günden itibaren, tam 30 yıl boyunca duygusal gelişimleri gözlem altında tutuldu.
Dünya pedagoji literatürüne çok önemli bir katkı sağlayan bu çalışmada, “erken çocukluk döneminde” anne-çocuk arasındaki bağlanmanın çocuğun gelecek yaşamında oluşturduğu etki, hayret verici bir belirginlik ile ortaya konuldu.
Buna göre bebeklik döneminde annesi ile “güvenli bağ” kuramamış çocukların temel ortak özelliği, “kaygılı” olmaları. Endişeli benlik yapısına sahip çocuklarda ise ilerleyen yaş dönemlerinde farklı farklı davranış bozuklukları gözlemleniyor. Örneğin bu çocuklar 7 ile 9 yaş arasında ya içe kapanık bir ruh hâli sergiliyor, sosyal davranışlarında bir gerileme gözlemleniyor ya da agresif bir ruh yapısına sahip oluyorlar…
Daha net ifade ile söyleyecek olursak, erken çocukluk döneminde anne ile doyasıya bağ kuramamış çocuklar ya yaşadıkları bu hayal kırıklığı ile etrafa karşı yıkıcı ve saldırgan oluyorlar veya içe kapanık bir ruh hâli ile yaşamlarının geri kalan kısmını asosyal olarak sürdürüyorlar…
“Çocuk böylesi bir ruha büründü ise her şey bitmiş mi oluyor?” sorusu hemen sorulabilir ama insan ruhuna ait sistem mükemmel bir şekilde işlediği için yapılan hata ve eksikliklerin giderilmesi de her dönemde mümkün oluyor.
Yine aynı araştırmada, çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağ kuramamış çocuklara “ergenlik döneminde” pozitif bir aile ortamı sunulduğu takdirde davranışlarındaki bu negatiflik yeniden olumluya dönebiliyor…
Bütün bu çalışmaları veri olarak aldığımızda, ülkemizdeki anne-çocuk bağlanmasının ne durumda olduğunu araştırmanın, ülkemiz çocuklarının psikolojisini anlamak için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz…
Bu nedenle 800 anne ile bir anket gerçekleştirdik. Ankete katılan annelere iki temel soru sorduk. Birincisi, kendi gözlemlerine dayanarak çocukları ile “güvenli bağ” kurup kuramadıkları idi. Diğeri ise çocuklarında hangi davranış bozukluklarını gözlemledikleriydi.
Anketin değerlendirilmesi devam ediyor, ancak ilk sonuçlara baktığımızda oldukça önemli bir bilgiyi içeriyor.
O bilgi de ankete katılan 800 kişinin sadece 159’unun kendi çocukluk döneminde annesi ile “güvenli bağ” kurduğunu söylemesiydi. Bir başka deyişle annelerin yüzde 81’i kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ile doyasıya bir anne-çocuk ilişkisi kuramadıklarını ifade ediyorlardı…
Annesi ile doyasıya anne-çocuk bağı kuramamış çocuklar, bugün kendileri annelik yapıyor… Bu, oldukça üzücü bir durum…
Zira çocukluk döneminde kendisinde güven ve EMNİYET duygusu oluşmamış bir anne, kendi çocuğuna veya eşine ne kadar güvenebilir ve ne kadar kaygısızca annelik yapabilir ki? Evet bu zor, ama imkânsız da değil…
Eş eşe yardımcı olabilir ve eşler birbirlerinden “mükemmel olmayı beklemezlerse” çocukluk döneminde ne yaşanırsa yaşansın evlilik süreci bu olumsuzlukları olumluya çevirebilecek bir özellik taşıyor… Eşler birbirlerine çocukluk dönemlerinde yaşadıkları gerçekleri de görecek şekilde iletişimde bulunurlarsa birbirlerinin “terapisti” gibi oluyorlar. Ne ilaç, ne psikolog… Eş eşe yetiyor…
Ve o zaman yıllar süren olumsuz hayat, evlilik içinde “yeni bir yaşama” dönüşebiliyor… Aksi takdirde annelerin çocukları ile hırçın ve sinirli, eşlerin de huzursuz ve kavgalı olması kaçınılmazdır...
Kaygının ilacı, EMNİYET ve güven duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa, o ruhun kimyasını bozar. Anormal davranışlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyidir.” Ancak, çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk, anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile, sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada, çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan davranışına odaklanmak yerine, onun yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır…
Veya aslında hiçbir çocuk “saldırgan” değildir. Ancak çocuğu kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” saldırgan bir davranış sergileyebilir. Mesela, yeni bir kardeşi dünyaya gelen çocuk, annesinin kardeşi ile daha çok ilgilendiğini ve kendisinin artık daha az sevildiğini zannederse “kaygılanır. Böylesi bir kaygı hâli, bu çocuğun küçük kardeşine yönelik “şiddet”, “kıskançlık” ve “zarara uğratma” eğilimini artırır. Burada, çocuğun saldırgan davranışından daha önemli olan şey, çocuğun anne sevgisini kaybediyor olduğu kaygısıdır. Böylesi bir çocuğun tekrar “normalleşebilmesi” ancak onun duyduğu kaygıdan arınması ile mümkündür…
Kaygı, bugüne ait düşüncelerle oluşmaz, geleceğe ait belirsizliktir kaygıya sebep olan şey… Sınavından zayıf alan bir çocuğun kaygısı, zayıf aldığı dakikalara ait değildir, sonrası ile ilgilidir. “Biraz sonra anne babama ne diyeceğim?” düşüncesi kaygıyı oluşturur…
Kaygının iki ilacı vardır. Birincisi “anı yaşamak” prensibidir. “Sonuca” odaklanmak değil, “süreci” yaşamak üzere kişi yetenek geliştirirse, kaygının ilk panzehirini almış olur. Ancak bu yeterli değildir. Kişinin kaygıdan arınması için kendini “EMNİYETte” hissetmesi gerekir.
Ne antidepresanlar, ne de sakinleştiriciler… Kaygının en etkin ilacı “EMNİYET” ve “güven” duygusudur.
Yazılıdan zayıf alan bir çocuk, ebeveynine karşı kendini hâlâ EMNİYETte hissederse, kendisinin zarara uğramayacağının “EMNİYETini” ruhunda duyuyorsa, böylesi bir çocuğun yalan söylemesi ihtimal dahilinde değildir… Veya annesinin sevgisini kaybetmeyeceğinden emin olan çocuk, kardeşini kıskanmayacak, ona karşı saldırgan davranışlar sergilemeyecektir…
Çocuk davranışlarının normalleşmesi için, pedagojinin uyguladığı en temel prensip “çocuğun kendini EMNİYET ve güven içinde hissetmesi” prensibidir…
Koşulsuz bir sevgi içinde çocuğa, “sen beni sevmesen de ben seni seviyorum” güveni verildiği sürece çocuk kaygılarından arınır, davranışları normalleşir…
Günümüz ebeveynleri, çocuklarında gördükleri anormal davranışlarla mücadele etmek için çoğu defa, zaten kaygılarından dolayı anormal davranmaya başlamış olan çocuğun üzerine baskı ve zorlamalarla giderek yeni yeni kaygı alanları oluşturuyorlar… Böylesi bir durum ise çocukta yeni yeni anormal davranışlara yol açıyor…
Önümüzdeki hafta çocuklar karneleriyle evlere gelecekler… Karneleri ellerine geçtiğinde, kim bilir kalpleri ne kadar da pır pır atacak, “Acaba annem babam ne diyecek?” diye akşamı bekleyecekler…
Eğer çocuğunuzun başka başka anormal davranışlar edinmesini istemiyorsanız, elinize aldığınız karneye şöyle bir göz ucu ile bakın, düşük notlarını görseniz bile, onu incitmeyin, üzmeyin. “Bu ne biçim karne!” diyerek kaygılandırmayın. Ona “Bunlar hep gelip geçici şeyler oğlum/kızım” diyerek karneyi bir kenara koyun, çocuğunuza coşku ile sarılın… Korkmayın, “Çocuğum bunu suiistimal edebilir” kaygısından siz de kurtulun.
Unutmayın, siz de kaygılarınızdan arınabildiğiniz kadar normal bir ebeveyn olacaksınız.
Hem unutmayın, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, sadece çocuğunuza ait değil. Eğer çocuğunuzun zihinsel bir sorunu yoksa karnedeki notlar aynı zamanda o dersi anlatan öğretmenin notudur… Öğretmenin, öğretmeyi ne kadar başarabildiğinin notudur… Bunun da ötesinde, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, aynı zamanda bir ebeveyn olarak sizin de karnenizdir… Bütün bir yarı yıl boyunca, çocuğunuzla ne kadar ilgilenip ilgilenemediğinizi çocuğunuzun karnesine bakarak görebilirsiniz...
Yazarın 21 Ocak 2013 tarihli yazısıdır
“İyi de hocam nasıl seveceğim?”
Birçok ebeveyn, çocuk terbiyesinin davranış öğretmek olduğunu sanıyor. Bu nedenle birçok evden “düzgün dur, düzgün otur, dişlerini fırçala, erken yat, erkek kalk” bağırtıları duyuluyor…
Hâlbuki çocuk terbiyesi demek çocuğa “davranış öğretmek” değil, onlara “irade” kazandırmaktır. Ve kazandığı bu iradeyle de “doğru ve yanlış” seçimler yapabilmesi için ona kültürünü, değerlerini, din ve ahlak kurallarını öğretmek için rehberlik yapmak demektir.
Bakın isterseniz, bugün anne babaların çocuklarından şikâyet ettikleri birçok olumsuz özelliklerin, onların “irade yoksunluğu”ndan kaynaklandığını göreceksiniz.
-“Bu çocuk neden akşamları oturup bir saat boyunca ders yapamıyor?”
Çünkü kendisini bir saat boyunca bir masada tutabilecek güçte iradesi yok.
-“Peki bu çocuk neden sabahları vaktinde kalkamıyor?”
Çünkü kendisini yataktan kaldırabilecek iradesi yok.
-“Ya bu çocuk neden bir türlü namaz kılamıyor?”
Çünkü kendisine gücü yetmiyor, iradesi yok da ondan.
Aslında anne babalar, çocuklarına baskı ve zorlamayla davranış öğretmeye çalışırken onların iradelerini kırdıkları gibi, kendileri ile arasındaki büyülü bir bağ olan “aidiyet” duygusuna da zarar veriyor.
Çocuk, kendisini zorla yataktan kaldıran, söylene söylene servise bindiren, odasını toplamadığı için aşağılayan, ödevler yüzünden her gün vaaz veren ebeveynine karşı bir süre sonra sağır oluyor, ne söylerse söylesin ebeveyn çocuğa tesir edemediğini görüyor.
Hâlbuki çocuk ancak kendisini güven ve EMNİYET içinde hissettiğinde ebeveyn yanında duygu dünyasını geliştirir ve aidiyet hisseder.
Çocuk, kendisini sözle inciten, tehditle aşağılayan ebeveyni ile aidiyet duygusu kuramaz. Böylesi çocuklar ya dışarıda kendilerine bir güvenli liman arar ya da kendi duygu dünyalarını sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar “bastırırlar.”
Bu bir çocukluk dramıdır. Çocukluk döneminde duygularını bastırmayı öğrenmiş bir çocuk, yetişkinlik döneminde eşine ve çocuklarına karşı kendini bırakmışlık içinde sevgi veremez.
Bir gün aile içi sorunlarına çözüm arayan genç bir çift ile görüştüm. Kadın, eşinin kendisine karşı ilgisiz olduğundan şikâyetçi: “Eşim, akşam işten gelir gelmez televizyon kumandasına yapışıyor ve uykusu gelene kadar televizyondan gözünü ayırmıyor.”
Sonra beyefendi ile konuştum. “Bakın eşiniz nasıl da sizin ilgi ve sevginize muhtaç.” dedim… Aldığım cevap çok ilginçti: “İyi de hocam, ben eşimi nasıl seveceğimi bilmiyorum ki seveyim…”
Bugün, aile içi sorunların temelinde, “sevebilme yeteneği” elde edememiş ve birbirine karşı neredeyse sevgi dilencisine dönmüş eşlerin itirafları yatıyor.
Bu genç beyefendiye çocukluk döneminin nasıl geçtiğini sordum. Aldığım cevap duymaya çok alışkın olduğum cevaptı: “Annem hep iş güç telaşında bir kadındı. Kendisini ya mutfakta veya evin içinde bir yerlere koşturmaca içinde görürdüm. Babam ise her zaman yorgun ve uyuyan bir adamdı. Onlar beni çok sevdiklerini söylerler ama ben o sevgiyi içimde hiç duyamadım. En zor durumlarımda anne babam beni hiç anlamadı. Çocuk diye geçiştirdiler. Geceleri tek başıma yatmaktan korkar, anneme seslenirdim. Annemin cevabı hep aynı olurdu: ‘Gelmeyeyim yanına! Fena yaparım, yat çabuk!”
Evet, yanına gelinmeyen çocukların fena yetiştiği bir ülkede yaşıyoruz.
Eğer çocuklarınızın vefasız, hayırsız olmasını, anormal davranışlarda bulunmasını istemiyorsanız, onları sevin. Hem de çok sevin. Koşulsuz sevin...
Yazarın 25 Şubat 2013 tarihli yazısıdır
Kur’an eğitimi için birkaç pedagojik tavsiye
Yaz aylarının vazgeçilmezlerinden biri de Kur’an eğitimleridir…
Kur’an-ı Kerim’i çocukluk döneminde öğrenmek hem “kolay” hem de “kalıcıdır”. Yaş ilerledikçe Kur’an öğrenmek zorlaşır.
Belki de o yüzden olsa gerek eskiden bir çocuk 4 yaş, 4 ay, 4 gününü doldurduğunda Kur’an eğitimi almaya hazır kabul edilirdi.
Mütedeyyin bir insanın en önemli kazanımlarından biri olan Kur’an öğrenmede birtakım temel pedagojik kurallara uyulmazsa bu durum hem eğitici hem de çocuk için can sıkıcı bir bıkkınlığa dönüşebilir. Ve maalesef her yıl birçok çocuk ellerinde aynı “elif ba” ile bir türlü öğrenemediği Kur’an eğitimi için yollara düşmektedir.
Kur’an öğrenmek, okulda matematik öğrenmek gibi değildir. Kur’an eğitimi aynı zamanda bir “yaşam tarzını” edinmeyi de beraberinde getirir. “Müslümanlık nasıl bir şeydir?” sorusunun cevabını bulduğu ilk yerlerden biri Kur’an eğitimi verilen yerlerdir. Din soyut bir kavramdır, onun elle tutulur gözle görülür hali o dini anlatan kişilerdir. Çocuk, hocasını nasıl görüyorsa, dinin de “işte öyle bir şey” olduğuna inanır. Belki bir “matematik öğretmeni” ders işlerken hata yapsa sadece matematik dersini kapsar ama bir Kur’an eğiticisinin yanlış bir tutumu, kişinin yaşamında dönüm noktasını oluşturabilir. Dine karşı önyargısı olan kişilere baktığımızda, bu önyargıların bizzat dinin kendisinden değil, dini temsil eden kişinin yaşam tarzının kendi vicdanı ile uyuşmamasından kaynaklandığını görebiliriz.
O halde, Kur’an eğitiminin ilk aşaması, çocukla hoca arasında “güvenli bir bağ” kurulabilmesidir. Eğiticinin, çocuğa kendisini sevdirebilmesidir. Ancak bu sevgiyi kazanmak, çocuğa aşırı iltifatlar, abartılı sevgi gösterileri, sürpriz hediyelerle değil, yetişkinin çocuğun karşısında “mütebessim bir çehre ile doğal” olabilmesi ile mümkündür…
Çocuk kendini eğiticinin yanında “güvende ve EMNİYETte” hissettiği, kaygılarından arındığı kadar kalıcı bir eğitim olur…
Belki geleneksel şekilde eğitim almış birçok kişi, “Ama baskı ve zorlamalarla da eğitim olabiliyor” yanılgısına düşse de baskı ile oluşan öğrenmeler “geçicidir”. Baskı kalktığında öğrenme de unutkanlığa dönüşür.
Kalıcı öğrenmenin bir başka önemli unsuru “eğitimde yavaşlık” ilkesidir. Eğer, “Başarılı bir eğiticinin en önemli özelliği nedir?” diye sorulacak olsa hiç tereddüt etmeden “eğiticinin yavaşlığı”dır, diyebiliriz. Hızlı bir eğitici, çocuğun algı gücünü düşürür. “Dikkat dağınıklığına” ve “öğrenme güçlüğüne” sebep olur. Hızlı hızlı konuşan, hızlı hızlı hareket eden bir eğitici, çocuk için eziyettir.
Eğitim “sükûnet” ile başlar, “sekine” ile devam ederse kalıcı olur…
Eğitimi kolaylaştıran unsurlardan bir diğeri de “konsantrasyon”dur. Birçok Kur’an kursunda çocuklar “toplu olarak” bir araya geliyor ve bir çocuğun eğitilmesi sırasında diğerleri hazırlık yapmaya teşvik ediliyor. Hâlbuki böylesi bir durum kenarda bekleyen çocukların konsantrasyonunun yitirilmesine neden olur, çocuklar kendi aralarında konuşup gülüşürlerken biraz sonra alacakları dersin atmosferinden uzaklaşırlar. Buna göre eğitici, çocukları topluca bir araya getirmek yerine, her bir çocuk için 40’ar dakika ayrı ayrı randevular oluşturmalıdır. Bir çocuğun eğitimi bittikten sonra, randevu saati gelen bir diğer çocuğun eğitimi başlamalıdır. Unutmamalı ki Kur’an bireysel bir eğitimdir, geliştirilmesi grup halinde olsa da öğrenilmesi bireysel olmalıdır.
Eğer çocuğun kendine has bir yeteneği yoksa 3-4 yaş grubu çocuklara Kur’an harflerini okutmaya çalışmak doğru olmaz. Bu yaş grubundaki çocukların Kur’an öğrenmesi “okuyarak” değil, “dinleyerek” olursa daha rahat bir öğrenme gerçekleşir. Zira 3-4 yaş dönemindeki çocuklar “dil”e karşı oldukça duyarlı oldukları için, doğal bir ortamda okunan Kur’an’ı “pasif bir dinleyici” olarak rahatlıkla öğrenebilir, ezberleyebilirler.
5-6 yaşındaki çocuklarda ise öğrenme “okuyarak” değil, “yazarak” gerçekleşirse daha kolay ve kalıcı olur. Çocuk, Kur’an harflerinin şekillerini önce bir “kum sandığına”, ardından da bir “yazı tahtasına”, daha sonra da bir “kâğıt” üzerine “çizerek” aşama aşama çalışırsa, ne çocuk ne de eğitici çok fazla zorlanır.
Ergen çocukların Kur’an’a karşı ilgisi, güzel Kur’an okuyan kendi yaşıtları ile tanışmasıyla daha da artar. Ergenler, ergenlerden daha kolay öğrenir. Kur’an bilen gençler, Kur’an öğrenmek isteyen gençler ile eşleştirildiğinde hem gençler arasında kalıcı dostluklar oluşur hem de Kur’an eğiticisi öğrencilerini birbirleri vasıtası ile takip ederek daha yaygın bir öğrenme ağı oluşturur.
Evlilik, eşler için doğal terapi merkezidir
“Günümüz insanının en temel sorunu nedir?” diye sorulacak olsa, hiç tereddüt etmeden anne ile çocuk arasındaki “bağlanma” sorunundan bahsederdim…
Çocuklar, maalesef anneleri “güvenli bağlanma” gerçekleştirmeden gençlik yıllarına adım atıyorlar. Bu durum, hem çocukta duygusal yoksunluktan kaynaklanan bir huzursuzluk oluşturuyor, hem de çocuğu ile bağlanamayan annede hırçınlıklara neden oluyor.
Nedir güvenli bağlanma?
Benliğin henüz yeni yeni şekil almaya başladığı özellikle ilk 4 yaş döneminde, çocuğun, kendini annesine (veya bir duygusal yakına) güven içinde “bırakması” ile oluşan bağlanmanın adıdır güvenli bağlanma. Veya bir başka deyişle, bir çocuğun duygusal olarak annesine doyasıya erişebilmesi ile oluşan “ruh genişliğidir” güvenli bağlanma.
Erken çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağlanmış çocuklar yetişkinlik yıllarında “strese” karşı daha bir dirençli, insan ilişkilerinde daha bir “olgun” kişilik özellikleri taşıdıkları yapılan bilimsel çalışmalarla sabittir. Ayrıca, güvenli bağlanmış kişilerin evlilik ilişkinlerinin de daha bir pozitif olduğu, araştırmalarda ortaya çıkmaktadır.
Bunun tam tersi olarak, annesi ile “güvenli bağlanamamış” kişilerin en temel özellikleri, yaşama ve insanlara karşı “güvensizlik”leridir.
Böylesi kişiler tam bir güven içinde kimseye kendilerini teslim edemezler, bu, eşleri dahi olsa, “yarın ne olur ne olmaz” diye kendilerini EMNİYET içinde tutmaya çalıştıkları bir “güvensizlik alanı” oluşturma gayreti içindedirler. Yaşamı bir “dayanışma” içinde görmek yerine, “kimseye muhtaç olmadan” yaşayabilme çabasından bahsederler hep… Hayat, böylesi kişiler için bir “savaş alanıdır” ve “güçlü olan kazanacaktır.” Bu yüzden onlar için hayatta “duygusallığa” yer yoktur. Acımak, zavallılıktır. Gözyaşı, ancak zavallıların işidir.
Aslında bu kişilere dışarıdan bakıldığında yaşama karşı daha dirençli gibi görünürler. Duyarsızlıklarından elde ettikleri güç ile birçok başarıya imza atabilirler, ancak, duygu dünyalarını çok erken dönemlerden itibaren dinlememeyi bir alışkanlık haline getirdikleri için, o dik duruşlarının ardında aslında garip bir trajedi vardır. Böylesi kişiler, bir çocuk gibi her an sevgiye muhtaç ama açlığını itiraf edemeyecek kadar gururludur ve bir o kadar da sevgiye doyumsuzdurlar. Ne kadar sevilirlerse sevilsinler yine de daha da çok sevgi beklerler. Aslında bekledikleri sevgi ne eş ne dost sevgisidir. O, yıllar önce anne ile doyumsayamadığı ve “güvenli bağlanma” sırasında alamadığı sevginin boşluğudur.
Anne-çocuk bağlanmasının belki en iç acıtıcı tarafı ise, çocukluk döneminde kendi annesi ile güvenli bağlanamamış bir kız çocuğunun yetişip kendisi anne olduğunda, çok istediği halde kendi çocuğu ile bir bütünlük kuramamasıdır.
Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, duygu dünyasında “duyarsızlığı” bir yaşam tarzı haline getirmiş olan annenin kendisini yeniden “duyabilir” hale gelmeye çaba sarf etmesidir. Zira insan duyabildiği kadar yaşayabilir ve çocuk, ancak kendisini duyabilen bir anneye bağlanır.
Çocuk, güvenli bağlandığı bir anneden güvenli ayrılır. Aksi takdirde anne bağımlısı olur. Zira bir çocuğun annesine bağımlı kalması, annesine bir türlü doyamamış olmasının bir sonucudur. Birçok anne “ben çocuğumu canımdan çok seviyorum ve ona bağlıyım” diye kendisini tarif etse de, “bağlanma”, sevmek demek değildir. Bağlanma, annenin kendisini çocuğuna öylece bırakabilmesidir. Çocuğuna karşı buyurucu bir ruha sahip olmak yerine, onunla çocukluğunu yeniden yaşayabilecek genişliğe erişmesi demektir.
Peki, bütün bunlar tek başına olacak şeyler midir?
Tabii ki hayır!
Eş olmadan eş olunmaz…
Belki çocukluk yıllarında anne-çocuk bağlanmasında sorunlar yaşanmış olabilir. Ama unutmamak gerekir ki evlilik, bir doğal terapi merkezidir.
Kim geçmişte ne yaşadıysa yaşasın, huzurlu bir evliliği arzu eden eşler birbirlerinin terapisti olmalı ve birbirine “kördüğüm” gibi bağlanmalıdır.
Zira kim eşine kördüğüm gibi bağlanırsa, çocuğuna da bağlanabilir. Eşine pamuk ipliği ile bağlı olan, çocuğunu çok sevse de, kendini “güven içinde bir bırakmışlık hali” ile çocuğuna bağlamakta zorluk çeker.
Video Kategorisinde “EMNİYET” Kelimesinden “10” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Çocuklarda Davranış Bozuklukları ve Çözüm Önerileri
VİDEO İÇERİĞİ:
01.45: Hiperaktif çocuk
09.54: Çocuğun duygu dünyasının bozulması
18.38: Duygu dünyası bozulan çocuğun onarılması
21.10: Çocuklarda davranış bozukluğunun sebepleri
37.07: Çocuk eğitimi toplumsal duyarlılık işidir
45.12: Sevk hisleri
48.04: Bilişsel çarpıtmalar
01.11.46: Alışkanlık bozukluğu
SORULAR VE CEVAPLAR
01.18.53: 22 aylık ve iki buçuk aylık çocuklarımın uykuları çok hafif hemen uyanıyorlar ne yapmalıyım?
01.19.56: Kardeşler arası hakaret nasıl engellenir?
01.21.43: Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız!!!
01.24.05: Üç yaşındaki çocuğun isteklerini bağırarak elde etmesi
01.26.00: Oğlum beş yaşında anaokuluna gitmek istemiyor ne yapmalıyım.
01.26.59: Kızım iki yaşında doğduğundan beri parmağını emiyor ve battaniyesini hep yanında istiyor onsuz uyumuyor
01.27.50: Çocuğumun öz güveni yok korkuları var ne yapmalıyım?
01.29.28: Beş yaşında oğlum gündüzleri hala altına kaçıyor ?
01.31.08: İki yaşında çocuğum konuşamama sorunu var ne yapmalıyım?
Pedagoji Okulu- Edinerek Öğrenme/Eşler Arası Duyarlılık Farklılığı
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EDİNEREK ÖĞRENME VE EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKLILIĞI
1.53 - 32.14: EDİNEREK ÖĞRENME
32.40 - 47.50: ENGELLENEN ÇOCUK EDİNEMEZ
47.52 - 55.55: DUYGUSAL REDDEDİLMİŞLİĞİN KARŞILIĞI?
SORULAR VE CEVAPLAR
58.56 - 1.00.40: 25 aylık çocuklarda merdiven testini nasıl yapabiliriz?
1.01.15 - 1.04.16: Kızım bebekliğinde eşyaya nüfuz etti, engellemedik ancak, birinci sınıfa başladı dikkat dağınıklığı var ne yapmalıyım?
1.04.20 - 1.04.57: Hocam kızım bir buçuk yaşında, her şeye çığlık atarak ve kendini yere atarak karşılık veriyor ne yapmalıyım?
1.05.05 -1.08.15: Adem Bey, 17 yaşındaki oğlumla yeniden bağlanma umudumuz var mı?
1.08.32 - 1.09.22: Tepkiselliğin düzeltilmesi için ne yapmalıyız?
1.09.25: Bebeğimin yemek yemesi ve uykusu konusunda çok kaygılıyım, kaygılarımızı nasıl yönetebiliriz?
1.11.19 - 1.11.12: Kızım 18 yaşında parmak emiyor bununda duygusal eksiklikle alakası var mı?parmak emme, alışkanlık bozukluğu, ergenlik
1.12.04 - 1.17.32: Dört yaşındaki kızım yabancılara karşı oldukça utangaç ama evde oldukça açık ne yapmalıyım?
1.18.03 - 1.18.53: Beş yaşında ikizlerim var bir saniye bile gözlerini kaçırsalar ağlıyorlar….
1.19.16 - 1.21.10: Hocam çocuğumuz beş yaşında ölüm ile ilgili sorular soruyor. Nasıl davranmalıyız?
1.21.20 - 1.23.09: Özgürlüğün bir sınırı var mıdır? Nüfuz etme konusunda da açıklar mısınız?
1.24.36 - 1.25.03: Üç buçuk yaşındaki kızım, biraz kızsam hemen beni sevmiyor musun diye küserek köşeye çekiliyor…
1.25.08 - 1.26.03: Oğlum birinci sınıfa başladı, çok zeki ama yazı çalışması için kalem tutmak istemiyor parmaklarım acıyor diyor ne yapalım?
1.26.05 - 1.26.36: Oğlum beş yaşında kreşe gidiyor, uyurken dişlerini gıcırdatıyor sebebi ne olabilir?
1.26.18: Diş gıcırtdatmanın iki sebebi vardır; biri fizyolojik mide asiti ile ilgili sebep, diğeri ise duygusal problemden kaynaklanır.
1.26.38 - 1.27.13: Oğlum dinlemek ve öğrenmek istemiyor nasıl yaklaşmalıyım?
1.27.15 - 1.38.00: EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKI
Pedagoji Okulu- Cezasız Çocuk Eğitimi Olur Mu?
VİDEONUN İÇERİĞİ:
CEZASIZ ÇOCUK EĞİTİMİ OLUR MU?
00.56 - 30.20: CEZANIN ÇOCUĞUN YETİŞMESİNE VERDİĞİ ZARARLAR
30.26.-...: SALDIRGANLIK BİR SAVUNMA HALİDİR
48.05-...: ÇOCUK CEZA ALDIKÇA HİSLERİNİ KAYBEDER
Pedagoji Okulu- Evlilikte Eşlerin Birbirine Bağlanması
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EVLİLİKTE EŞLERİN BİRBİRİNE BAĞLANMASI
01.11 - 03.38: Çocuk eğitimi yoktur, anne baba eğitimi vardır.
04.05 - 07.30: Erkek ve kadın eşit midir?
07.33 - 09.20: Evlilik ayrı bir şey, aile olmak ayrı bir şey..
09.23 - 13.45: Birey olmadan ait olmak edilgen olmak demektir.
14.00 - 19.40: Güven Duygusu..
19.40 - 30.10: Evliliklerde aile toplantılarının önemi..
30.35 - 34.24: Evliliklerde sevginin ifade edilmesinin önündeki kültürel engeller
34.43 - 41.48: Şeffaflık
42.52 - 44.18: Kadın da erkek de insandır
44.28 - 47.56: Evlenmeyi düşünen gençlere neler tavsiye edersiniz?
48.00 - 50.13: Evliliklerde Savunma Hali
50.16 - 54.32: Evliliklerde ekonomik paylaşım nasıl olmalıdır?
55.53 - 58.25: Eşlerin kendilerine kişisel zaman ayırmaları hangi ölçülerde olursa sağlıklı olur?
58.30 - 1.00.07: Eşlerin anneye bağımlı olması
1.02.00 - 1.09.14: Evliliklerde Mahremiyet
Pedagoji Okulu- Onarılmaya Olan İhtiyaç 2
VİDEONUN İÇERİĞİ:
ONARILMAYA OLAN İHTİYAÇ - 2
1.34 - 11.02: NEDEN ONARIMA İHTİYACIMIZ VAR?
11.03 - 49.43: ONARIMIN AŞAMALARI: FARKINDALIK BOZUKLUĞU VE ANLAMLANDIRMA BOZUKLUĞU
Bireyin onarılmasının ilk aşaması farkındalık kazanmasıdır.
Farkındalık yoksa onarım başlayamaz.
Kitap okuyamayan insanların geçmişine bakıldığında birçok eğitim kusurlarını görüyoruz.
Bilinçaltının öğretilmeye karşı direncini görüyoruz.
Farkındalık sahibi olma onarılmış olma anlamına gelmez.
Kişi onarılmaya olan ihtiyacını farkettikten sonra onarılmış olsun ki yaşamı kaliteye doğru dönüşebilsin.
Bir birey duygu dünyası ile his alış - verişi içerisinde değilse yani duyarlılık seviyesi düşükse bu bireyin farkındalık kazanması mümkün değildir.
Kişinin farkındalık sahibi olabilmesi için ön şart bilinçaltını yani duygu dünyasını izleyebiliyor olması lazım.
Pedagoji Okulu- Öfke Yönetimi & Kardeş Çatışmaları 2
VİDEONUN İÇERİĞİ
01.11: Hoşnutsuzluk Duyguları ve Duyguların Farkındalığı
07.22: Öfkenin Kökeni ve Değersizlik Duygusu
16.20: Anlamlandırma Bozukluğu ve Öfke Yönetimi
23.31: Duygusal Güç ve Duygu Yönetimi
31.20: Duyguları Pozitif Hale Çevirmek
35.50: Davranış Eğitiminin Başlangıcı
38.04: İncinmişlikleri ve öfkeleri yüksek olan bireyler duyguyu davranış ile ifade ederler.
39.31: Ben Dili, Sen Dili ve Eylem Dili
43.00: Çocukla İletişim ve Eylem Dili
47.54: Çocuklarda Davranış Eğitiminin Temel Prensipleri
1. Çocuğun her yanlış davranışı bir eğitim fırsatıdır.
2. Problem, problem anında çözülmez.
3. Çözüm Yöntemi
- Sözel ve beden kontrolü
- Emniyetli oturuş
- Duygusal Temas
- Sıralaşmalı Anlatım
- Alternatif Çözümler
- Empatik Drama
Sorular
01.08.36: Oğlum 5 yaş 3 aylık. “Bu doğru değil, böyle yapmak yanlış” dediğimde “Hayır doğru değil yanlış değil” diyor. Anaokulu öğretmeni biraz sertti. Bir de kardeşi oldu. Tepkisel olmanın sebebi olabilir mi?
01.09.34: Hocam tek çocuklarda ne gibi davranış bozuklukları olabiliyor?
01.10.33: Hocam oğlum 3 yaşında, 7 gün 24 saat pantolon giyiyor ve günde 3-4 kez kıyafet değiştiriyor. Ne yapmam lazım?
01.11.44: Hocam kızım iki yaşında ve kızdığı zaman vuruyor. Nasıl tepki vermeliyiz?
01.12.24: Merhaba. Hocam 9 yaşında yeğenim var. 3. Sınıfta okumayı çok geç öğrendi. Dikkat dağınıklığı var, adapte olamıyor. Kekelemesi de var. Önerileriniz nelerdir?
01.13.51: Hocam kızım duyduğu argo kelimeleri tekrarlıyor. Ne önerirsiniz?
01.15.56: Görme engelli 10 yaşında kızım var. Çok agresif. Babası bırakıp gitti. Kendim mücadele ediyorum. Ne yapmalıyım?
01.17.10: Benim küçük kızım iki yaşında. Büyük kızım sekiz yaşında. Kıskançlık var. Ne yapmalıyım?
01.17.28: Hocam oğlum 3.5 yaşında ve kardeşi doğduktan sonra beni hiç dinlemiyor. Her şeye ağlıyor. Ne sebeple böyle yapıyor?
01.18.02: Hocam bütün ilişkilerimizin temeli üslup kontrolü değil midir?
01.18.37: Hocam 14 yaşlarında öğrencilerim var ve çok öfkeliler. Hatta bir keresinde birbirlerinin boğazına yapışmışlardı ve zor ayırdık. Ne yapmalıyız?
01.19.24: Montessori okuma-yazmayı dört yaşında öğretmeyi savunuyor. Evde materyallerle öğretmeyi düşünüyorum, ne dersiniz?
01.20.01: Yeğenimin babası öldükten sonrası davranışları değişti. Artık annesini dinlemiyor. Ne yapmamız gerekir?
01.20.14: Hocam 3 yaşındaki kızım kardeşi olduğundan beri herkese vuruyor. Ne yapmamız gerekir?
Pedagoji Okulu- Sorular & Cevaplar
VİDEONUN İÇERİĞİ:
SORULAR VE CEVAPLAR
01.00 - 14.10 : Çocukların oruç tutması pedagojik olarak doğru mu? Hangi yaşta tutması lazım?
14.42 - 20.47: Hocam, oğlum 26 aylık sarı rengini hep giymek istiyordu, sonra yerini cüzdan aldı, gece gündüz soruyordu onu kaybettim bu davranış biçimi normal mi?
20.58 - 23.24: Hocam,18 aylık oğlum tıkırtılar geldiğinde korkuyor, ona nasıl korkmamasını sağlaya bilirim?
23.26 - 28.00: Hocam, oğlum 2.5 yaşında halen konuşmuyor, normal mi konuşmaması, konuşmaya nasıl teşvik edebilirim
28.16 - 31.39: Kızım,3.5 yaşında hiç söz dinlemiyor çok haraketli ve etrafındakilere zarar veriyor, ne yapmalıyım?
32.50 - 36.13: Hocam, merhaba benim 30 aylık bir oğlum var çok agresif ,çok inatçı anneanne ,babaanneyle hiç vakit geçirmek istemiyor sadece ben ve babasını istiyor
36.19 - 38.23: Hocam,5 yaşında erkek çocuğum var, sözümüzü dinlemiyor ne desek tersini yapıyor, ne yapabiliriz, birde 1.5 yaşında bebeğimiz var sürekli çığlık atıyor, ağlıyor
38. 25 - 42.54: 2.5 yaşı oğlum var odipal dönemiyle alakalı neler bilmeli ve nelere dikkat etmeliyim sağlıklı geçtiğinin göstergesi nelerdir? sizi hamileyken tanıdım ve tavsiyelerinizle bu yaşa getirdim
42.56 - 44.40: Oğlumu, yatağına alıştırmak için bir pelüş koydum, oda uyuyor güvenli bağlanmaya zararı ola bilir mi?
44.41 - 47.48: Hocam,6 yaşında kardeşim var her şeyini ağlayarak dile getiriyor, bir şeyi istiyor ağlıyor istemiyor ağlıyor ne yapmamız gerekli?
47.49 - 52.13: Hocam,4 yaş oğlum kakasını yapmak istemiyor tutuyor, kardeşi de oldu 2 aylık ,bir de dışarıda bizden uzaklaşıyor , başkalarıyla çok rahat hareket ediyor, herkesle sohbet ediyor çok haraketli ne yapabilirim?
52.26 - 58.36: 2-4-5 yaşlarında çocuklarda güvenli bağ olma durumunu nasıl anlayabilirim?
58.53 - 1.00.00: Selam hocam, birinci sınıf öğretmeniyim, öğrencilerin yalan konuşması normal bir durum mudur, yada 7 yaş neden yalan söyler
1.02.00 - 1.14.00: Merhaba hocam, lise birinci sınıf anksiyete bozukluğu olan gence ne yapmalı, nasıl davranmalıdır?
Pedagoji Okulu- Çocuk Eğitiminde Temel İlkeler
VİDEONUN İÇERİĞİ:
ÇOCUK EĞİTİMİNDE TEMEL İLKELER
02.14 - 12.13: KAYGI VE KORKUYU YÖNETME
12.14 - 22.04: DUYGULARIN YÖNETİLMESİ
22.10 - 25.03: DAVRANIŞ EĞİTİMİ
26.29 - 31.29: SORULAR VE CEVAPLAR
1. SORU: Merhaba Adem bey, kitabınızı aldım bir az okudum genelde aklıma takılan sorular var (Bırak ve Rahatla Kitabı) kendimi onarmayı çok istiyorum şimdi haftada bir defa temizlik için gelen bir arkadaş var bu dönemde onu bırakmak istemiyorum sizce yalıtım döneminde bana zararı olur mu?
2. SORU: Telefonla sadece haberleşmek için kullanıyorum bu dönemde kapatırsam çocukların arkadaşlarıyla oynamaları için anneleriyle konuşmak zorundayız sizce bunu nasıl yapmalıyım bu paketi almadan kendimi iyice hazırlamak istiyorum 3 çocuğum var yaşları küçük sizden yardım istiyorum.
Pedagoji Okulu- Ayrılmak mı Boşanmak mı?
VİDEO İÇERİĞİ:
00.56 - 17.59: AYRILMAK MI BOŞANMAK MI?
17.59 - 36.40: ÇOCUKLUK YILLARI
Pedagoji Okulu - Korona Virüsü Çocuklara Nasıl Anlatılmalı?
VİDEONUN İÇERİĞİ:
KORONAVİRÜS ÇOCUKLARA NASIL ANLATILMALI?
01.50 - 04.35: Çocuğun doğası gereği harekete olan ihtiyacı ve ev ortamında hareket ihtiyacının giderilmesi için öneriler..
06.35 - 08.35: Çocuğun ev ortamında günü belli dilimleri ayırmadan en sağlıklı şekilde nasıl geçirebiliriz?
10.13: Bir gün içinde çocukla neler yapılabilir?
15.50 - 20.23: Salgın, virüs, hastalık konulu filmlere yönelik açıklamalar. Korono kelimesini olabildiğince evinizden uzak tutmak gerekir.
23.11 - 31.35: Çocuğun ölüm haberleri üzerine sorduğu soruları nasıl cevaplamalıyız?
31.35: Çocuğunuzun başka çocuklar ile online olarak evinizde vakit geçirme fırsatı oluşturmak önemli...