Radyo Kategorisinde “EVLİLİK” Kelimesinden “1” Adet Bulunmuştur.
Kitap Kategorisinde “EVLİLİK” Kelimesinden “2” Adet Bulunmuştur.
Pozitif İletişim
Tanıtım
Eş eşi ya terapi eder ya da terapiye muhtaç eder.
Günümüzde eşler birbirlerini varolduğu hali ile kabul etmedikleri içindir ki, EVLİLİKler incitici bir mücadele alanına dönüşüyor. Kişiler birbirlerini değiştirmek, dönüştürmek ve başkalaştırmak için mücadeleye girerken, koca bir yaşam, yıpranmışlıklar içinde geçip gidiyor.
Kimi zaman, kadın erkekleştikçe, erkek pasifleşiyor; erkek pasifleştikçe, kadın agresifleşiyor. Kimi zaman ise, erkek agresifleştikçe, kadın çaresizleşiyor; kadın çaresizleştikçe arada çocuklar eziliyor.
Halbuki mutluluğun temel esası 'koşulsuz saygı' ve kişinin 'varolduğu hali ile kabul edilmesi'dir.
Ve insan gördüğü, baskı ve zorlamalar kadar değil, 'kendi olmasına izin verildiği kadar' insandır.
Sağlıklı çocuk da, ceza ile korkutularak veya mükâfat ile yönlendirilerek 'davranış kazandırılmış' çocuk değildir. Sağlıklı çocuk; bir davranış 'yanlış' olduğu için o davranıştan uzak durabilecek 'iradeyi' kazanmış çocuktur.
İşte bu kitap bütün bunlardan bahsediyor. Belki de, aile içinde pozitif bir yaşam için gözden kaçırılan ayrıntıları sunuyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 9
Birinci Bölüm: Aile İçi İletişim
Aile İçi İletişimde ‘Kalite. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................................... 13
Hissî-duyusal iletişim, zihinsel iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 14
Ailede Güven Duygusu Nasıl Oluşur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................23
İletişimde benliğin tehdit algısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .........................26
Benliği tehdit eden iletişim sözleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
İletişimde ‘negatif tetikleme’ nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................31
Dolaylı benlik saldırısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 32
Aile içi iletişimde ‘evet’in gücünü keşfetmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 34
Aile içi iletişimde sesin tonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... 36
Aile İçi İletişim ve Problem Çözme Yeteneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................... . ...... . 39
Aile ferdî kararlarla mı, ‘şahs-ı manevî’ olarak mı yönetilmelidir? .........................................42
Sosyallik Aile İçinde Başlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................45
Kaliteli iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 46
Aile: ilk sosyal çevre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ 47
Tartışmalarınızı Çocukların Yanında Yapın Ama... . . . . . . . . . . . . . ............................. ...... . . 49
Tartışma kültürü oluşmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . 50
Anne-babası tartışan çocuk, kendini suçlu hisseder . . . . . . . . . . . . . ....................................... 51
Çocuğun gözündeki kara dev: anne-baba tartışması . . . . . . . . . . . ........................................... 52
Çözüme kavuşmayan tartışmaların sonucu: dikkat dağınıklığı, hiperaktiflik . . . . . . . . . ........ .53
Tartışma ortamının önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... 56
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................59
Kopan aile bağlarını, çocuğun kendi dünyasında değerlendirmesi. ..........................................61
Aidiyet duygusu için büyükler de dikkatli olmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 63
Çocuklar, dede ve nine profilini bilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 65
Ailenin çocuğa tanıtımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... . ... 66
Aile Büyükleri ile Anne-Baba Çatışması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 69
Güç gösterisinin mağdurları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . .. 71
Arada kalan çocuklarsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . 73
Gelin-kayınvalide çatışmasına şahit olan çocukların yaşadıkları . . ..........................................74
İç Sesini Duyabilen Anne-Babalar Olabilmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 77
Doğal anne-baba, kendi fıtratını bilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 79
Çocuk davranışlarındaki anormalliğin kaynağı, anne-babadır . . ............................................ . 82
İkinci Bölüm: Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Ceza, Çocuğun Kişiliğini Bozar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ . 87
Ceza ve çocuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... . 88
Çocuğun Anormal Davranışlarına Tepki Vermeyelim mi? . . . . . . . ........................................ . 93
‘Pedagojik tik’ ceza mıdır?..........................................................................................................94
‘Pedagojik tik’ ne zaman cezaya dönüşür? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 95
Davranış analizinde ‘niyet’ farklılığı; şefkat-şiddet dengesi . . . . . ......................................... . 96
Şefkat-Şiddet Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . .. . 99
Şiddet ve ceza ile çocuk terbiye etmeye çalışanların bahaneleri .............................................. 100
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları . . . . . . . . . . ....................................... 113
(1) Ceza, bir başka anormal davranışı tetikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 117
(2) Ceza, ‘utanma’ hissini yok eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 119
(3) Ceza, ‘vicdan’ duygusunu köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 120
(4) Ceza, ‘ezilmişlik’ duygusu oluşturur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 121
(5) Ceza, ‘kontrolsüz öfkeyi’ körükler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 121
(6) Ceza ‘nefret’ duygusunu besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 122
(7) Ceza, çocuğu ‘ikiyüzlü’ yapar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 123
(8) Ceza, ‘yalana’ kapı açar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................124
(9) Ceza, ‘suçluluk duygusu’nu pekiştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 125
(10) Verilmiş ceza, bir sonraki cezanın tesirini azaltır . . . . . . . . . ............................................ . 126
(11) Ceza, ceza verenin ‘saygınlığı’nı zedeler . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... . . 127
(12) Ceza, negatif davranışa sebep olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 128
(13) Ceza alan, ceza vermeyi öğrenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . . 129
(14) Ceza, basit sorunları ‘kompleks hale’ getirir . . . . . . . . . . . . . .......................................... . . 129
Bir Davranışın Cezalandırılabilmesi İçin... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 133
Suçun, kasıtlı olarak işlenmiş olması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................134
İdrak nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................ . . 134
Ehliyet nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . . 135
Çocukta Vicdan Bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... . . 137
Vicdanın çocuk terbiyesindeki rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . 138
Anne-babanın vicdanı, çocukların vicdanının çekirdeğidir . . . . . ............................................... . 139
Doğumu takip eden ilk saatlerin önemi ve vicdan . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 139
Çocuk, anneye güvenerek hayata güvenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 140
Anne sütü, vicdanı besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. . 141
Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile varolmak . . . . . . . . . . . . . . ............................................. . 142
Din bir vicdan işidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 144
Fıtrat zorlamayı sevmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . . 146
Duygusal Yoksunluk Vicdanı Köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . 147
Çocuğu kendi düzenimize uymaya zorlamak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 149
Ağlatarak uyutmak, çocuğun vicdanını katılaştırır . . . . . . . . . . . . . .............................................. . 149
Anne kendini çocuğuna göre ayarlamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 152
Vicdan Eğitimi ve Zaman Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 153
Zamanın genişlemesi ve daralması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 154
Anne-babaların zamanı geniş olmalıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................... 156
Merak Duygusu ve Vicdan Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 159
‘Evet’in gücü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 160
Merak duygusunda denge . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . . 161
Merak hissini uyandırırken nelere dikkat edilmeli? . . . . . . . . . . . . . ............................................... 165
Çocuklarda Vicdan Hissi, Kişilik ve Karakterin Merkezidir . . . . . ............................................... .. 167
Çocukta kişilik ve karakter . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 168
Anne-babanın görevi ruhsal iletişimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... . 169
Kişilik ve karakter gelişiminde ruhsal iletişimin rolü . . . . . . . . . ................................................. . . 171
Çocuk duygusal iletişim içinde incitilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 171
Çocukla mücadele büyük hatadır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 172
Kişilik ve karakterin benlikle bağlantısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 173
Kız Çocuğunun Kişilik ve Karakter Gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ 177
Kız çocukta karakter gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 179
İrade anne-babanın elinde olmamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................180
Kız çocuğun dünyasında babanın yeri................................................................................................. 181
Kız çocuğun dünyasında annenin yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...........................................182
Çocukta İrade İnşasının Önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 185
Çocuk terbiyesi kal ile değil, hal ile olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ . 187
Ahlak eğitiminin ikinci dönemi: zihnî eğitim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................188
Ahlakî kurallar erkeğe de kıza da öğretilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. . 189
Önce ahlak eğitimi gelir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 190
12 yaşından sonra iradeyle tercihin sonucu anlatılmalı . . . . . . . . . .................................................... 191
Ruhsal beslenme kaynağı, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmalı .......................................................192
Ergenlik döneminde sadece anne-baba yetmez . . . . . . . . . . . . . . . ................................................... . 193
Ek: Çocuk ve Namaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 195
Önsöz
Bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir. Bir eşin bir eşe sevgi dolu hitabı, o evde işlerin günlerce yolunda gitmesine neden olabileceği gibi, nefret içeren fısıldaması da kıyametlerin kopmasına neden olabilir. Söz bir büyüdür, sırrı ile söylenirse yaşama sevinci oluşturur. Bir sözün en büyük destekçisi sesin tonu ve vücudun dilidir. Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler. Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebeveynlerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza ve kimi zaman da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise bir kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsa, o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır...
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, sözün tesir edebilmesi için ince ayrıntılardan bahsederken, bir yandan da ceza ve mükâfattın çocuk eğitiminde nasıl da yıkıcı bir rol oynadığına değiniyor. Umarız ebeveynleri bir kısır döngü içine iten ve bir süre sonra ebeveyn itibarını kaybettiren ceza ve mükâfat olmadan pozitif bir aile yaşamının oluşmasına bu kitap bir nebze olsun katkı sağlar.
Adem Güneş
Aile İçi İletişimde "Kalite"
“Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, mutsuz ailelerse kendilerince mutsuzdurlar” der Leo Tolstoy. Ona göre, dünyadaki mutsuz aile adedince mutsuzluk sebebi olmasına rağmen, mutlu ailelerin temel özellikleri neredeyse birbirinin aynıdır. Aile içi iletişim ve mutlu aile modelleri üzerine çalışmalar yapan Berna Bridge ise; “Mutlu ve başarılı yaşamanın anahtarı ‘olumlu’ ve ‘yapıcı’ iletişim becerileridir” demektedir.
Hiçbir aile terapistinin, psikolog veya pedagogun itiraz edemeyeceği kadar ortak kabul edilen gerçek; aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisinin, aile içi iletişimin ‘kalitesi’ olduğudur. Bir ailenin mutlu bir hayat sürmesi veya mutsuzluk girdabında bocalaması kadar önemli bir fonksiyona sahip olan ‘aile içi iletişim becerisi,’ maalesef ya yeterince anlaşılmamakta veya sonuçları kadar ciddiye alınmamaktadır.
-Aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisi, aile içi iletişimdeki kalitedir.
-Duyusal iletişim; fertlerin birbirleri ile kurdukları iletişimi, ‘hisduyu’ dünyası ile gerçekleştirmesidir..
-Eşlerin birbirlerinden beklediği şey, anlaşılıyor olmak değil, ‘hissediliyor olmak’tır..
-Bir eşin, diğer bir eşi zihnen algılıyor olması, onun duygularını ‘hissetmesi’ demek değildir.
-Eşler arasındaki iletişim ‘sadece’ birbirini anlamaya ve ihtiyaçları karşılamaya dönükse, bu, ‘doyumsanmış’ bir iletişim değildir.
-Kişiler arasında kurulan iletişimde, ‘sunilik,’ ‘yapmacıklık’ ve ‘sahtecilik,’ muhatabı tarafından çoğu defa oldukça kolay hissedilir.
-Aileyi bir arada tutan çekirdek güç, ‘güven duygusu’dur.
-Eşler güven duygusunu, birbirleri ile kurdukları iletişimle pekiştirir veya zedelerler.
-Aile içinde güven duygusunun oluşabilmesi için, eşlerin birbiri ile kurduğu iletişimde ‘kendi benliklerini tehdit altında hissetmemesi’ gerekir.
-İnsanın duygu dünyasını dengede tutan mekanizma, benlik; aile içi iletişimde oldukça dikkat edilmesi gereken bir noktadır..
-Hedef gösteren ‘sen’ kelimesi, insanın doğrudan benliğine hitap eder ve kişinin benliğini tehdit altına alır.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması
Aile içinde fertlerin birbirleri ile iletişimlerinde güven duygusunu kırıcı, kişilik ve kimliğe saldırıcı unsurlar görülmüyor olsa da, eğer aile içinde üçüncü şahıslar hakkında menfî konuşmalar yapılıyor ise; böylesi bir ortamda bulunan fertler, aslında birbirlerinin benliklerinde ‘dolaylı’ olarak tehdit algısı meydana getirir.
-Sosyal fobi sahibi olan bir çocuk, iletişim yeteneğini kaybeder.
-Anne-babasının problemleri nasıl çözdüğünü gören çocuk, kendisinde problem çözme yeteneği geliştirir.
-Özellikle aile içi iletişimde kullanılan ‘hayır’ kelimesi, kişinin kilitlenmesine, iç dünyasının kapanmasına neden olur.
-‘Hayır’ kelimesi, problem çözme yeteneğini kısıtlar.
-Kullanılan ses tonu da aile içi iletişimin kalitesini belirleyici bir faktördür.
-‘İletişim kurma yeteneği,’ ‘problem çözme yeteneği’ ile ikizdir.
-Aile içi mutluluk, eşler arasındaki iletişim kanallarının açık olmasına bağlıdır..
-Ailenin yönetimi, aile içi toplantılarla, aile içinde oluşturulan istişare mekanizması ile olmalıdır.
-Eşlerin birbirlerini tanıması, birbirlerinin karakterlerini ve çözüm tavsiyelerini bizzat görmesi ancak aile toplantıları ile olur.
Sosyallik Aile İle Başlar
Sosyal çevresi ile iletişimini kesmiş, içine kapanmış ve kimse ile görüşmeyen kişilere halk arasında ‘asosyal kişi’ denilir. Asosyalliğin tanımı her ne kadar bu şekilde yapılıyor olsa da, psikoloji biliminde, asosyal kişilik bozukluğunun tanımı; kişinin sosyal çevresi ile “yeterince ve kaliteli etkileşim içinde bulunamaması” diye çok öz olarak ifade edilebilir. Bir kişinin sosyal çevresi ile yeterince ve kaliteli bir etkileşim içinde bulunamaması bazen kişinin içinde yaşadığı ve kimseye açamadığı problemlerin baskısı ile bazen de kişinin gereğinden daha fazla kişi ile iletişim içinde olmasıyla oluşabilir. Her iki durum da kişiyi asosyal hale getirir.
-Kaliteli iletişimin başlayabilmesi için, önce zihinsel, sonra duygusal hazır bulunuşluk seviyesine gelinmeli.
-Bir bireyin ilk ve en kaliteli sosyal çevresi ailesidir.
-Kişi kaliteli iletişimi ancak o kişi için zaman ayırarak ve belli bir psikolojik hazır bulunuşluk seviyesine geldikten sonra gerçekleştirebilir.
-Aile içinde tartışma kültürü olmalı. Çünkü kavgada şiddet ve darp sözkonusuyken; tartışmada böyle bir durum mevzubahis değildir.
-Çocuk, çoğu defa annebabasının neden tartıştığını bilmez.
-Çocuk annebabanın tartışmasına neden olan konuyu bilemediği için, bunu kendi küçük dünyası içerisinde büyütür.
-Çocuğun yanında yapılan tartışmalar mutlaka bir sonuca bağlanmalı.
-Çocuk annebabasının tartışmaları karşısında süner.
-Aile içi tartışmaların adabına uygun yapılmamasının, çocuk üzerindeki en büyük olumsuz etkisi, hiperaktiflik ve dikkat dağınıklığıdır.
-Çocuğun tartışma ortamında bulunuyor oluşu, ona tartışmanın nasıl idare edildiğini öğretir.
-Eşler tartışma adabını bilmiyorsa, konuyu daha sonra konuşmak için, birbirleriyle anlaşma yapmalıdırlar.
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri
Aile büyüklerinin yılda bir kere ziyaret edilmesi, ruhsal bağların kesilmesi ileride anne-babaların başına gelecek felaketin habercisidir. Zira, kopuk bir aile ilişkisi varsa, büyükbaba ve büyükannelerin ruhsal temasları hissettirilmiyorsa, aile büyüklerinin yanına senede bir defa gidildiğinde büyükanne-büyükbaba ile karşılaştığında çoğu defa çocuklar onlardan korkuyorlar.
-Aile büyükleriyle olan irtibat, aidiyet duygusunun varolmasında ve çocuğun güçlü bir ruha sahip olmasında oldukça etkilidir.
-Anne-babalar, aile büyüklerinin ruhî varlığını çocuğa hissettirmelidir.
-Aile büyükleriyle bir arada bulunuyor olmak bir ailenin geleceği açısından oldukça önemlidir.
-Büyükler, kurulmuş olan aile müessesesinin kendisine has birtakım kuralları olduğunu unutmamalı ve bu kuralları kabullenmeli.
-Aile büyükleri, aile içerisindeki statüleri bozucu davranışlar içerisinde bulunmamalı.
-Dede ve nineler, mutlaka torunlarının gözünde çözüm anahtarı olan bir diğer kişi olarak yer etmelidir.
-Aile içerisinde küskünlükler, birbirine karşı düşmanlıklar çocuğun yanında sergilenmemeli.
-Aile içindeki küslüklere çocuk alet edilmemeli.
-Anne-baba ile büyükannedede tartışmasının gizli mağduru, çocuklardır.
-Gelin-kaynana arasındaki çatışmanın asıl mağdurlarından biri, çocuktur.
-Anne ile babaanne arasında geçen gerginlikler çocuk için çok yıpratıcıdır.
-Annesiyle, büyükannesinin çatışmalarına ve tartışmalarına şahit olan çocuklar, çoğunlukla güven kaybı yaşar, ruhen zedelenirler.
-Çocuğunu babaanneden koparan bir anne, aynı zamanda çocuğunu babasından da kopardığını bilmelidir.
-Sağlıklı ruha sahip bir çocuk hiçbir zaman bir aile bireyini diğerine tercih etmeye zorlanmamalıdır.
İç Sesini Duyabilen Anne- Babalar Olabilmek
Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır. Ruhsal dinginliğe erişmeyen kişi anne-baba olursa, çocuklarını yıpratır. Anne-baba olmak, çocuk terbiyesinde çok bilinçli olmak, çok kitap okumak ile alâkalı değildir. Kendi iç sesini duyabilen, kendi dünyasında fırtınaları dindirmiş, zayıflıklarının farkına varmış, nefsinin elinde perişan olan biri değil, nefsine karşı kendini geliştirebilmiş ve o makamda bir insan olması lazımdır ki çocuğuna faydalı olabilsin.
-Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır.
-Bir annenin yapacağı en önemli şey; kendi ruhunu, kendi fıtratını duyabilmiş olmaktır.
-Anneler çoğu defa his yeteneğini bıraktığı için annelik yapmakta zorluk çekiyorlar.
-Bir insanın kendisi gibi olabilmesi ve doğal olabilmesi bir anne veya baba için en büyük kazanımdır.
-Tahammülsüz ebeveynler ise çocuğuna ‘tesir gücünü’ kaybeder.
Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Çocuk terbiyesinde nedense ‘suç’ denilince hemen akıllara ‘ceza’ gelir. Hatta öyle ki çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl ceza verileceği, ceza alan çocuğun nasıl ‘adam olduğu’ ballandıra ballandıra anlatılır durur. Peki, suç işleyen çocuğu, ceza korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdanî ve ne kadar İslamî bir usuldür? Günümüz anne-babalarının ‘anlık çözüm’ olarak her an rahatlıkla kullandıkları ceza acaba tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hayatında var mıydı?
Çocuğun sergilediği anormal bir davranış karşısında, anne-babanın ani bir refleks ile ‘çocuğun davranışına’ tepki vermesine ‘Pedagojik tik’ diyoruz. Gösterilen bu tepki, bazen yüksek sesle bağırma, bazen çocuğa vurma, bazen de çocuğun canının yanmasına kadar uzayabilir.
-Sizi mahcup eden çocuğunuza tebessüm etmek, çocuğun normalleşmesine yardım etmek demektir.
-Çocuk kabahatli olsa bile ona koşulsuz bir saygı ile yaklaşmak gerekir ki, olumsuz davranış olumlu hale dönüşsün.
-Ceza, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usulüdür.
-Çocuk terbiyesinin özü, çocuğun vicdanının sesini duyabilmesine zemin hazırlamaktır.
-Çocuklarda ceza etkin bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz en azından bir kez dahi çocuklara ceza vermez miydi?
-Pedagojik tik, içerisinde şiddet unsuru barındırıyormuş gibi görülse de bir şefkat davranışıdır.
-‘Pedagojik tik’te ‘niyet,’ çocuğu, düşmek üzere olduğu tehlikeden bir şefkat refleksi ile uzaklaştırmaktır.
-Kendi çocuğuna pedagojik tik uygulayan anne-babanın niyeti, ‘çocuğa acı vermek’ ve verilen ‘o acı ile çocuğu terbiye etmek’ değildir.
-Niyeti baştan şiddet olan anne, çocuğunun eline vurduktan sonra ‘söylenmelere,’ ‘şiddet gösterilerine’ devam eder.
Şefkat- Şiddet Dengesi
Vicdanı ölmemiş hiçbir anne-baba, ‘bilinçli’ olarak çocuklarına karşı şiddet kullanmaz. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesinde en çok başvurulan yöntem, yine de ‘şiddet’tir. “Şiddet nedir?” diye analiz edecek olursak görüyoruz ki, şiddet, cezanın ikiz kardeşidir. Birbirlerine o kadar benzerler ki, şiddet ile cezayı ayırt etmek için ya konunun uzmanı olmak, ya da çok bilinçli bir anne-baba olmak gerekir.
-Anne-babalar, çoğu defa çocuklarına karşı davranışlarının ‘şiddet’ içerdiğini fark etmezler.
-Cezanın asıl yıkıcı tarafı, ‘ceza alanın ceza vermeyi öğrenmesi’dir.
-Şiddet, bir önceki nesilden bir sonraki nesile aktarılarak nesilden nesile bulaşıcı bir hastalık gibi devam eder, gider.
-İnsanları yanlış ve anormal davranıştan alıkoyan şey, karşıdakinin gücünden korkması değil, kendi vicdanının rahatsız olmasıdır.
-Şiddet ve ceza ile çocuğunu terbiye etmek isteyen kişi, kötü niyetli olmayabilir; fakat ‘şiddetin kendisi’ kötüdür.
-Şiddet, sanıldığı gibi kolay vazgeçilebilecek bir alışkanlık değildir.
-Ceza, şiddetin ilk basamağıdır.
-Çocuklar, anne-babasının ‘çocuklarıdır;’ onların köleleri değildir
-Bir davranışın edinilmesi için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu halde, ebeveynler çocuklarından hemen sonuç bekliyorlar.
-Peygamberimiz (a.s.m.) namaz kılma gibi dinen en önemli olan bir davranışın edinilmesinde bile hiç aceleci davranmayı tavsiye etmiyor.
-Birçok ebeveyn çocukların ceza almaması gerektiği ifade edildiğinde, ama Allah da insanları cezalandırıyor, diye itiraz ediyor.
-Allah cehennemi çocukların terbiyesi konusunda sunmuyor.
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları
Çocuk terbiyesine ait konularda yardım için başvurulan kitaplarda ve danışılan uzmanların birçoğunda sıkça ‘hayvanlar’ın nasıl terbiye edildiğinden bahsedilip, daha sonra bu örneklerin insanlar üzerinde nasıl uygulanacağı anlatılmaktadır. Zira birçok psikolog, pedagog ve davranış bilimci, insanlar ile hayvanların aynı soydan geldiğini iddia ettikleri için ‘hayvan terbiye etme usulleri’nin ‘insan terbiyesi’nde de kullanılmasında bir sakınca görmemektedir.
-Maalesef günümüzde birçok kişi, hayvan davranışlarından yola çıkarak, insan davranışlarını anlamaya çalışıyor.
-Çocuk, Anadolu Pedagojisi’nde ‘duyguda özgürlük davranışta disiplin’ prensibi çerçevesinde yaşama uyum sağlattırılmalıdır.
-Çocuk merak duygusu ile değil ama yıkıcılık içinde etrafa zarar veriyorsa, böyle bir durumda anne değil; baba ‘kararlı’ duruşu ile çocuğun davranışına sınır çizmelidir.
-Ceza ile terbiye edilmeye çalışılan çocuklarda görülen en belirgin özellik, verilen cezanın çocuklarda yeni bir davranış bozukluğuna yol açmasıdır.
-Ceza alan çocuk, kendi gururunu koruyabilmek için bir başka anormal davranışa doğru yol alır.
-Çocuk, kendisine ceza verildiğinde iç dünyasında oluşan yaralanmaların acısını duymamak için duygularını devreden çıkartır.
-Ceza alarak yetişen çocukların en belirgin davranış sapması, ‘ezik ve silik’ bir kişiliğe sahip olmalarıdır.
-Çocuklar ceza anında bastırdıkları öfkelerini, daha da şiddetli bir şekilde, başka yerlerde kullanmaktadırlar.
-Çocuk, kendisine verilen bir cezayı, yanlış davranışına değil; kimliğine karşı verilmiş bir ceza olarak algılar.
-Cezanın en bilinen ve çok sık görülen negatif tesirlerinden biri de, çocukta suçluluk duygusunu oluşturuyor olmasıdır.
-Kendini suçlu olarak kabul eden çocuk, arkadaşlarını kendisi gibi suçlular arasından seçebilir.
-Ceza alışkanlığı bulunan ailelerde yetişen çocuklarda, sevgi ve şefkat duygularının gelişmediği görülür.
-Güven duygusu zedelenmiş çocuklarda, annenin ahlak kurallarına ait öğreteceği değerler, çocuğun vicdanında karşılık bulamayabilir.
-Çok basit şekilde çözülecek sorunlar bile, cezanın oluşturduğu negatif tesir ile kompleks bir hal alabilir.
-Zihinsel olgunluğa ermemiş, aklî melekeleri tam çalışmayan kişilere, işledikleri suçlardan dolayı ceza verilemez.
-Çocuk ehil olmadığı, yani yeteneklerinin henüz gelişmemiş bulunduğu sahalardan sorumlu tutulamaz.
-Çocuğun, ceza alabilmesi için ruhî ve fizikî bir olgunluğa gelmesi şarttır. Bu da ergenlik dönemiyle olur.
Çocukta Vicdan Bilinci
Çocukları ‘ceza’ ile terbiye etmeye çalışmak yanlış bir usuldür; bunun yanında çocuk ruhunu tahrip edicidir de. Bu nedenle çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir. Çocukların ceza ile değil, aksine; vicdan ile terbiye olması gerektiği gerek pedagojik, gerekse İslamî kaynaklara dayanarak izah edilecek olunursa, bu noktada akıllara ilk olarak “O halde vicdana dayalı çocuk terbiyesi nasıl olur?” sorusu gelir.
-Çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir.
-Anne-babaların vicdanı, çocukların vicdanının oluşumunda bir ‘çekirdek,’ bir ‘nüve’ hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.
-Doğumu takip eden ilk saatlerde, çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde ‘manyetik bağ’ oluşmaktadır.
-Çocuk, annesinin ihmaline uğradığı kadar vicdanı katılaşır.
-Çocuk, annesinden aldığı teselli ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir.
-Çocuk, yetişkinin sözlerinin ardındaki samimiyetsizliği sezdiği sırada kendi vicdanına güvenini yitirir.
-Çocuk bir ruh okuyucusu olarak, yetişkinin bütün beden dilini ruhu ile beraber okur.
-Bir çocuğun bir yetişkini sevebilmesinin en temel şartı, davranış ve sözlerde samimi olmak, dupduru bir vicdanla varolmaktır.
-Annelere, çocuğuna uyum sağlaması yerine, maalesef, kendisine ayak uydurmaya zorlaması tavsiye ediliyor.
-Henüz konuşma yeteneği olmayan bir bebek, etrafı ile iletişimini ‘ağlayarak’ gerçekleştirir.
-Eğer anne, çocuğun uykuya dalma ve uyanma ‘ritmini’ kendi yaşantısına uydurmaya zorlarsa, bebeğinin ‘biyolojik ritmini’ bozmuş olur.
-Annenin kendisini çocuğuna göre ayarlamaya çalışması, çocuğu rahatlatacak, çocuk sağlıklı bir ruhî gelişim gösterecektir.
-Günümüz insanının hayatını bir kaosa çeviren en önemli faktör, ‘zamanın daralması’dır.
-Günümüz insanı, eşyaya ayırdığı zaman kadar kendisine ve karşısındakine vakit ayıramıyor.
-Dar zamana sıkıştırılmış bir şekilde anne-babalık yapmaya çalışmak, çocuk ruhu açısından oldukça rahatsızlık vericidir.
-Anne-babasının acelesi olmadığını bilen çocuk, ruhunun derinliklerine iner.
-İnsanın bir eşyayı, bir olayı ‘anlamaya’ yönelik olarak içinde duyduğu heyecana ‘merak’ diyoruz.
-Merak duygusu aşırı derecede körüklenmiş çocukların birtakım ruhsal rahatsızlıklar yaşama ihtimali yüksektir.
-Çocuk iç dünyasında oluşan meraklı sorulara cevap bulmalıdır.
-Anne-babalar merak hissinin sönmemesi için verdikleri cevaplarda çok ‘gerçekçi’ ve ‘samimi’ olmalıdır.
-Çocuk anneyle ne kadar etkileşim ve ne kadar engelsiz bir iletişim içerisinde ise kişilik gelişimi o denli güçlü olacaktır.
-Anne “Otoriter olayım, mükemmeliyetçi olayım” derse, çocuğun duygu dünyasını besleyen kanallar tıkanmış olur.
-Babanın görevi, çocukla ruhsal temas kurarak doğrudan iletişim kurmaktır.
-Çocukla annebaba arasında ruhsal bir temas yoksa, derin bir iletişim de yoktur.
-Kendini kul olarak görme ve kendisini de Allah’a bağlı olarak görüyor olma, benliğin en güçlü halidir.
-Anne-babalar, çocuklarının nefislerini öldüreyim derken, benliklerini tahrip ediyorlar.
-Anne-babanın görevi, çocuğun benliğini güçlendirmektir.
Kız Çocuğunuzun Kişilik ve Karakter Gelişimi
Kız ve erkek çocuğunun karakter oluşumunda farklılıklar vardır. Duygusal bir yapıya sahip olan kız çocuklarının kişilik ve karakter gelişiminde annebabanın kız çocuklarının bu ince ruhunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa o kişi o kadar kişilik sahibidir’ denir. Kişinin dışa yansıttığı dünya ile içindeki gerçek dünyası arasında fark varsa buna da “kişilik bozukluğu” denir. Bir kişi yalan söylemenin yanlış bir şey olduğunu biliyor, ama buna rağmen yalan söylüyorsa bu bir kişilik bozukluğudur.
-Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa, o kişi o kadar kişilik sahibi’dir.
-Karakter; kişinin bir davranışı sürekli ve iradî olarak yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
-Baba veya anne, kızının karakteri oluşurken, iradesini elinden alır, onu küçük düşürürse karakter zafiyete uğrar.
-Kız çocuğu duygu dünyası bakımından daha zayıftır, yapı olarak da sığınma ihtiyacı içindedir.
-Anneler özellikle ergenlik döneminde kız çocuğunun kendilerine çok ihtiyacı olduğunu bilmeli.
Çocukta İrade İnşası
Çocuklarda irade inşası, çocuk terbiyesinin en temel unsurudur. Ancak iradenin oluşumu kız çocuklarda ayrı, erkek çocuklarda ayrı gelişir. Ahlak öğretilerinin de sıkı sıkıya çocuk tarafından benimsenmesi çocukta oluşmuş olan iradeye bağlıdır. Yani çocuk, toplumda hoşuna gitmeyen kuralları uyguluyorsa veya ne kadar cazip gelirse gelsin birtakım ahlaksız işlere girmiyorsa, bu, o çocuğun kazanmış olduğu irade ile mümkündür.
-Babanın güçlü ve iradî duruşu erkek çocukta yeni bir irade oluşturmayı beraberinde getirir.
-Ahlak eğitiminin temelinde, duygusal, duyusal eğitim yer alır.
-Çocuk doğduğu andan itibaren anne-babasını gözlemleyerek, anne-babasının ahlak kurallarını, yaşam tarzını benimseyerek kendisinde geliştirir.
-Çocuk 7 yaşından önce gördüğü şeyleri tek doğru olarak kabul eder, anne-baba gibi olmak ister.
-Din eğitiminin ilk aşaması sosyal yaşam ve ahlak kuralları eğitimidir.
-Erkek çocuk cesaret gibi üstün yetenekleri; babasından aldığı gibi, babasının da taklit ettiği aslî beslenme kaynağına; Peygamberimize yönelmeli.
-Çocuk, ergenlik döneminde, kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle gelişim sürecini tamamlamalı.
-Çocuk, manevî derinlikleri olan ikinci rehberinin yanında fıtratının başka bir boyutunu geliştirir.
Çocuk Deyip Geçmeyin
Tanıtım
"Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.
Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, 'insan olmanın değerini' duyarak yaşamış çocuklar…
Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin 'çocuk deyip geçilmiş' olduğunu da gördüm.
Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.
Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?"
Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin'de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman "Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir" diyor, kimi zaman "çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına" dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan "güven" duygusunun altını çiziyor.
İçindekiler
Önsöz ....................................................................................................................................9
ZAMAN AKIYOR ÇOCUKLUK YILLARI GERİDE KALIYOR .........................................11
Çocukluk Yılları Geride Kalırken .......................................................................................13
Anne ile Uyumak Güven Veriyor ........................................................................................17
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur ......................................................................21
Çocukların da Bir Tükenme Noktası Vardır ........................................................................25
Çağın Hastalığı: Narsisizm ..................................................................................................29
Hiperaktif Çocukların Dramı ...............................................................................................35
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?..........................................................................................39
Kız Çocuklarında Baba Yoksunluğu Daha Derin Oluyor ....................................................43
Ancak Sevilen Kişi Sevmeyi Bilir....................................................................................... 49
Ceza ile Çocuk Eğitimi Olur mu?........................................................................................ 53
Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Çocuklar .............................................................................57
“Sorun Yok, Ben Hallederim” ..............................................................................................61
İnternet Oyunları ve Farklı Bilinç Halleri ............................................................................65
İletişim Yeteneğini Kaybeden Çocuklar ...............................................................................69
Suçluluk Duygusu Kalıcıdır .................................................................................................73
Çocukluk Yılları ve Değersizlik Hissi .................................................................................77
Hitap Edilemeyen Çocukların Dramı ...................................................................................83
Çocuklarda Zamana Karşı Duyarlılık ..................................................................................87
Hayatı Yaşayarak Öğrenmek ...............................................................................................91
HER ÇOCUK ÖZELDİR .........................................................................................................95
Her Çocuk Özeldir...............................................................................................................97
Öğrenmenin Üç Sihirli Anahtarı .......................................................................................101
Yaşatılmayan Çocukluk Yılları .........................................................................................105
Cezasız Çocuk Eğitimi Olur mu? .....................................................................................109
Korku Eğitimin Bir Unsuru Olamaz .................................................................................113
Mahcubiyet Hissi Yitirilirse…...........................................................................................117
Birinci Sınıfta Eğik Yazı Öğretmek Doğru mu? ...............................................................121
Ders Derste Öğrenilir ........................................................................................................125
Eğitimdeki Temel Sorunlar ...............................................................................................129
Cinsel Eğitim mi Mahremiyet Eğitimi mi? .......................................................................135
Eğitim Şefkat ile Başlar ....................................................................................................139
Kreşe Uzun Süre Bırakılan Çocuklar ...............................................................................143
Çocuğuna Sahip Çıkan Kazanır .......................................................................................147
Çocuklar Spor ile Sosyalleşir ...........................................................................................151
Futbol Fanatiği Çocuklar .................................................................................................155
Tatil Ödevi Olmalı mı? ....................................................................................................159
Bazı Kayıplar Sınav Kaybından Daha Acıdır ..................................................................163
Okul Serviste Başlar ........................................................................................................169
Okul Servislerinde “Sesli Kitap” .....................................................................................173
ANNELERİN DE BİR ÇOCUKLUK ÖYKÜSÜ VAR........................................................ 177
Eş Eşin Terapistidir ..........................................................................................................179
Sağlıklı Evlilik İçin Sağlam Kişilik .................................................................................183
Terapiye Muhtaç Terapistler ............................................................................................187
Çocuğa Bağlanmak ..........................................................................................................191
Annelerin de Bir Çocukluk Öyküsü Var ..........................................................................195
Kardeş Sayısı ve Çocuk Gelişimi ....................................................................................199
Baba Bugün Ne Oldu Biliyor musun? .............................................................................201
Anne Babaların Çocukluk Hatıraları ...............................................................................205
BAYRAM YAŞANMAK İSTENİRSE BAYRAM OLUR ...................................................209
Kusurun Nazara Verilmemesi Prensibi ............................................................................211
“Tekne Orucu” ve İrade Eğitimi ......................................................................................215
Bayram Yaşanmak İstenirse Bayram Olur .......................................................................219
Çocukluk Yıllarında Bayramlar Özeldir ..........................................................................221
Yetişkinlerin İbadeti ve Çocuklar ....................................................................................225
Çocuk Dövmeyi Din mi Emrediyor? ...............................................................................229
Kur’an Eğitiminin Püf Noktaları .....................................................................................233
Çocuklar Uyurken Kur’an Dinlerse.......................................................................................237
Önsöz
Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye...
Yetişkinler bilirler ki, çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hali ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.
Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir…
Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…
Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi değil, “his” ile kişilik kazanma dönemidir.
Örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesine yenik düşen bir çocuğu akli nasihat ile durdurmanız zordur, zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.
Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.
Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değersizlik hissi ile geliştirir.
Çocuk zihninin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…
Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…
Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eğiticilerle inşa edilecektir.
Adem Güneş
İstanbul
Anne ile uyumak güven veriyor
Fransa Notre Dame Üniversitesi “Anne-Bebek Uyku Davranışları Laboratuvarı”nda yapılan çalışmalar, bebeğin annesi ile yatmasının hem “fizyolojik” hem de “psikolojik” olarak bebeğe fayda sağladığı gibi, bu yakınlığa annenin de ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Laboratuar’da anne ile uyuyan bebeklerin daha “huzurlu” ve “uyumlu” olduğu gözlemlendi.
İsviçre’de yapılan iki ayrı araştırmada ise bebeği ile birlikte uyuyan annelerin “oksitosin” (emzirme esnasında salgılanan hormon) düzeyler inde artış gözlemlendi. Oksitosin düzeyinin artması ise hem annenin hem de bebeğin yararına olacak şekilde rahim kasılmalarına ve gelen süt miktarının artmasına neden oluyordu. Aynı zamanda bu hormon, doğumdan sonra ana rahminin eski halini almasında oldukça önemli bir rol üstleniyordu. Yapılan bu çalışmada, bebeğinden ayrı uyuyan annelerde “sütten kesilmelere” daha sık rastlandığı halde, bebeği ile uyuyan annelerde anne sütündeki belirgin artış oldukça dikkat çekici idi.
Anne ile uyuyan bebeklerde anne vücudunun doğal sıcaklığı ile bebeğin kendi vücut ısısının dengede durması bebeğin fiziksel gelişimi açısından önemli rol oynamakta.
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa o ruhun kimyasını bozar. Anormal davranışlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyi”dir. Ancak çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan davranışına odaklanmak yerine yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır.
Çağın Hastalığı: Narsisizm
Kişilik bozuklukları içinde en sinsi olanı “narsist kişilik bozukluğu”dur.Zira kişi, narsist olduğunu bilmez. O kendini beğenerek değil, insanları yetersiz bularak kendini yüceltir. Nedir narsist kişilik bozukluğu? Kişinin kendini “bir şey” zannetmesi halidir. Kendini beğenme, başkalarını yetersiz bulma hastalığına yakalanmasıdır. Araştırmalara göre, toplumların yüzde birinin narsist kişilik bozukluğu taşıdığını biliyoruz. Yüzde bir az gelmesin sakın, zira böylesi kişiler duyarsızlıklarından elde ettikleri güç ile toplumda kolay yer edinir. Etraflarında zayıf kişilere tesir eder, onları istediği gibi kullanırlar ve genelde başarılıdırlar. Ancak bu, başkalarını ezmek ve duyarsızca yaşamaktan kaynaklandığı için gerçek bir başarı değildir.
-Çocukluk yıllarında annesi ile “bağlanmasında” problem yaşamış çocukların yetişkinlikte narsist kişilik bozukluğuna daha “yatkın” olduğu biliniyor. Reddedici, otoriter ve baskıcı annelerin çocukları önce içlerindeki anne yoksunluğunu “bastırmayı”, kendi iç dünyalarına “derinleşmemeyi”, fazla “duygusal olmamayı”, kimseye “bağlanmamayı”, “güvenmemeyi” öğreniyorlar. Annesine güvenle bağlanamayan kişi hayata güvenle bakamıyor.
-Çocukluk yıllarında “aşağılanmış” kişiler narsisizme yatkın oluyor. Kişi aşağılandıkça kendini güçlendirmeyi, kendini güçlendirdikçe başkalarını hissetmemeyi, onları ezmeyi bir tarz haline getiriyor. Ebeveynler çocuklarını şu ya da bu sebeple aşağılarken aslında duyarsızlaştırdıklarını görmelidir. Duyarsızlık ruhsal ölümdür. En basitinden söylenecek olursa, kardeşi ile kıyaslanan çocuk, aşağılanan çocuktur. Ödevini yapmadığı için sınıfta alay konusu edilen çocuk adım adım duyarsızlaşan bir çocuktur.
-Yine çocukluk yıllarında, ebeveynleri tarafından devamlı “övülmüş” çocuklar da potansiyel bir narsisttir. Örneğin bir ebeveyn “Benim kara gözlü kızım, senin eşin benzerin yok” diyerek kızını sevmişse veya “Benim oğlum gibisi yok bu dünyada” denilerek çocuğa bu övüngen ruh edindirilmişse, böylesi çocuklar potansiyel narsisttir.
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?
Çocuk okula geldiğinde evdeki oyuncağını düşünür. Kardeşi ile kavgasını düşünür. Dışarıda kuş görse o kuşun nasıl uçtuğunu, arkadaşında hoşuna giden bir kalem görse o kalemin ne güzel bir kalem olduğunu düşünür. Zaten “normal” bir çocuğun zihninde yüzlerce düşünce aynı anda gelip gider.
Önemli olan eğitimcinin, çocuğun zihnini bunca “düşünce akışı” içinde kendi anlattıklarına doğru bir “merak hissi” ile yönlendirebilmesidir. Dikkatleri toplayabilmek çocuğun değil eğitimcinin becerisidir. Adını çokça duyduğumuz ama kendisini henüz ülkemizde bir türlü göremediğimiz “çocuk merkezli eğitim”in temel amacı, eğiticinin birtakım enstrümanlar kullanarak çocuğun dikkatini anlatılan konuya odaklayabilmesidir.
Böylesi sıcacık ve rengârenk dünyası olan insana “yavan” bir eğitim sunmak, onu “can sıkıcı” bir eğitici ile baş başa bırakmak, daha ilkokuldan itibaren “ödevler” altında ezmek ve sonra da yetişkinin beklentileri altında ezilmiş bu çocuğu “dikkatini toparlayamıyor” diye etiketlemek ona büyük saygısızlıktır.
Ancak sevilen kişi sevmeyi bilir
Çocuk kendisini zorla yataktan kaldıran, söylene söylene servise bindiren, odasını toplamadığı için aşağılayan, ödevler yüzünden her gün vaaz veren ebeveynine karşı bir süre sonra sağır oluyor, ne söylerse söylesin ebeveyn çocuğa tesir edemediğini görüyor.
Hâlbuki çocuk ancak kendisini güven ve emniyet içinde hissettiğinde ebeveyn yanında duygu dünyasını geliştirir ve aidiyet hisseder.
Çocuk, kendisini sözle inciten, tehditle aşağılayan ebeveyni ile aidiyet duygusu kuramaz. Böyle çocuklar ya dışarıda kendilerine bir güvenli liman arar ya da kendi duygu dünyalarını sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar “bastırırlar.”
İnternet oyunları ve farklı bilinç halleri
Günümüz teknolojisi ile üretilen oyunların birçoğunun çok tutulması, oynayan kişiye farklı bilinç hâlleri yaşatmasından ve onu paralel bir yaşam tarzına sürüklemesinden kaynaklanıyor. Bu türevdeki oyunlar özellikle Norveç katliamından sonra Batıda adım adım takip ediliyor ve yasaklanıyor. Mesela Norveç, elli bir adet oyunun ülkesine girişini ve oynanmasını yasakladı.
Neden yasaklanıyor? Çünkü farklı bilinç hâllerini yaşamaya başlayan kişiyi oluşturduğu o paralel yaşamdan çıkartmak oldukça zor. “Fizik” olarak bilgisayarın arkasında olmasına rağmen “ruhu” ile oyunun içine giriyor.
İletişim yeteneğini kaybeden çocuklar
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır, of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında “dili tatlanan” çocuk, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler genelde “hiç anlaşılmadıklarından” şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak ancak kendini ifade etmekle mümkündür. Fakat böyle kişilerin beklentisi “söylemeden anlaşılayım” oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra “içsel konuşmalar” başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişinin kendisini depresyondan koruyan kalkanıdır.
Makale Kategorisinde “EVLİLİK” Kelimesinden “11” Adet Bulunmuştur.
İnsanlar, kişiliklerini koruyabildiği kadar evliliğini de koruyabilir
Boşanmak üzere olan bir karı koca yanıma geldi.
Becerememişler evliliği. Ayrılmaya karar vermişler.
Orta yaşın üzerindeler. Kadın 39, erkek 42 yaşında. Üç tane de çocukları var. Büyük kızları lise son sınıf öğrencisi. Ve ailede yaşanan bu sorunlar nedeni ile kız iyice içine kapanmış.
Bana “Ayrıldığımızda çocuğumuz en az nasıl zarara uğrar?” diye danışmaya gelmişler.
Böylesi durumlarda içime ince bir sızı düşer.
Sordum: Ayrılmasanız olmaz mı? Bir aile danışmanına gitseydiniz, bir hakemden yardım alsaydınız.
Gitmişler, ama bir sonuç alamamışlar.
Sonuç alamama bir tarafa, aldıkları danışmanlık, ayrılık sürecini daha da hızlandırmış.
Kadın bu süreçte kendisinin nasıl da yıprandığını gözleri dolarak anlattı: “Hocam, yapmadığım fedakârlık kalmadı. Evliliğimi kaybetmemek için kişiliğimi kaybettim. Bana dediler ki eşini kendine bağlamak için onun ‘nefsine’ hitap et. Çek erkeğini kendine. Ben kendi kişiliğime saygı duyan bir kadınken, eşime kendimi beğendirebilmek için kendimden taviz verdim. Yılıştım resmen onun karşısında, süslendim, giyindim kuşandım... Ama nafile. Ben böyle giyindikçe, dönüp bana bakacağı yerde giydiğim kıyafetler nedeni ile onurumu kırıcı sözler söyledi. Çok düşündüm hocam, hiç uğraşmayın. Ayrılmaya kararlıyım ben.”
Çünkü bu kadın, ayrılmamak için kişiliğinden taviz vermesi için aile danışmanından tavsiyeler almış. Kendisini rahatsız hissetse de eşinin ‘nefsine hitap etmesi’ ve kendisini kocasına ‘sunmaya’ çalışarak çıkış yolu araması önerilmiş.
Ama EVLİLİK böyle bir şey değil ki.
Önceki gün bir e-mail aldım.
Bir dindar hanım, şöyle soruyordu: “Hanım arkadaşlarımızla fikir alışverişinde bulunurken, bir sorunun içinden çıkamadık. Malum, hanımların beylerine süslenmesi tavsiye edilmiştir. Eşlerimize güzel görünmek için süslenirken, çocuklarımızın mahremiyet eğitimini zedelemiş olur muyuz? Özellikle ergenliğe girmiş olan çocuklarımızın karşısında eşlerimiz için giyeceğimiz kıyafetler, çocuklarımızın anneye bakışını nasıl etkiler?”
Bu sorudan ve yukarıdaki boşanma olayının “onur kırıcı” yanından anladım ki kadınlar bir yerde yanılıyor. Evlilikte problem çıktığında sorunlar kendi kişiliğinden taviz verdikçe değil, aksine kişiliğini korudukça çözülür...
Nefislere hitap edildiği kadar ayakta tutulacak bir oluşum değildir EVLİLİK.
Eğer EVLİLİKlere bu gözle bakılırsa, insanların yaşlılık hâllerinde, düşkünlük ve sakatlanma hâllerinde o aileler yerle bir olur.
Evet, kadının süslenmesi tavsiye edilmektedir, ama bu süslenme, bir “kölenin” kendisini beğendirmek üzere “efendisine” sunması gibi bir şey de değildir. Bu konuda ailelere tavsiyede bulunanlar yanılmamalıdır.
Belki şöyle izah etmek gerekir…
Evet, zaten süslenmek, kadının fıtratının gereğidir. Süslendikçe fıtratının coşkusunu ve kadın olmanın heyecanını yaşar. Ancak kişinin kendi içindeki bu coşkulu hâli yaşayabilmesi için, bu süslenmiş hâlini görecek” ve bu süslenmiş hâline “beğenisini” ifade edecek biri olması gerekir ki içindeki kıpırtılara can gelsin. İşte bu, eştir. Bu açıdan bakıldığında kadının süslenmesi, kendisini eşine ‘sunması’ değil, aksine ‘kendisine beğeni ile bakan eşi vasıtası ile duygularını coşku içinde tutmasıdır.’
Ayrıca, bir kadının kendisini süslemesi, illa “açık giyinmek” demek de değildir.
Maalesef günümüzde popüler kültürün tesiri ile en mütedeyyin insanlarda bile süslenmek demek, dekolte kıyafet giymek olarak algılanıyor.
Hâlbuki süslenmek, kişinin ruhuna uygun giyinmesidir. Kendisi ile çelişmeden, kendini rahat hissetmesi demektir.
Ve en “süslü” kişi de kendisi gibi olabilen kişidir.
Burada aile danışmanlarına büyük iş düşüyor.
Aileyi koruyayım ve eşleri birbirlerine yakınlaştırayım derken, eşlerin kişiliklerini kaybettirecek tavsiyelerde bulunmak, ayrılış sürecini yavaşlatmaz, daha da hızlandırır.
Unutmamalı ki insanlar, EVLİLİKlerini, kişiliklerini koruyabildiği kadar koruyabilir.
Eş eşin terapistidir
Anne-çocuk bağlanması üzerine bir akademik çalışma yürütüyorum şu sıralar. Bir çocuğun annesine “güvenli bağlanması” nasıl gerçekleşiyor? Anne ile çocuk arasında gerçekleşen (ya da gerçekleşemeyen) bu “bağlanma”, çocuğun gelecekteki yaşamına nasıl tesir ediyor? Araştırma oldukça önemli ve bununla meşgulüm şu günlerde…
Belki ülkemiz için yeni olabilir ama pedagojinin en önemli konularından biri olan anne-çocuk “bağlanması” ve “ayrılması”, Batılı akademisyenler için hayati önem taşıyor. Zira erken çocukluk döneminde anne ile çocuk arasında kurulan bu bağın kalitesi çocuğun gelecek yaşamında oldukça belirgin bir rol oynuyor.
Bu konudaki önemli çalışmalardan birini Prof. Dr. David M. Fergusson yaptı. Yeni Zelanda’da 1265 çocuğun, doğdukları günden itibaren, tam 30 yıl boyunca duygusal gelişimleri gözlem altında tutuldu.
Dünya pedagoji literatürüne çok önemli bir katkı sağlayan bu çalışmada, “erken çocukluk döneminde” anne-çocuk arasındaki bağlanmanın çocuğun gelecek yaşamında oluşturduğu etki, hayret verici bir belirginlik ile ortaya konuldu.
Buna göre bebeklik döneminde annesi ile “güvenli bağ” kuramamış çocukların temel ortak özelliği, “kaygılı” olmaları. Endişeli benlik yapısına sahip çocuklarda ise ilerleyen yaş dönemlerinde farklı farklı davranış bozuklukları gözlemleniyor. Örneğin bu çocuklar 7 ile 9 yaş arasında ya içe kapanık bir ruh hâli sergiliyor, sosyal davranışlarında bir gerileme gözlemleniyor ya da agresif bir ruh yapısına sahip oluyorlar…
Daha net ifade ile söyleyecek olursak, erken çocukluk döneminde anne ile doyasıya bağ kuramamış çocuklar ya yaşadıkları bu hayal kırıklığı ile etrafa karşı yıkıcı ve saldırgan oluyorlar veya içe kapanık bir ruh hâli ile yaşamlarının geri kalan kısmını asosyal olarak sürdürüyorlar…
“Çocuk böylesi bir ruha büründü ise her şey bitmiş mi oluyor?” sorusu hemen sorulabilir ama insan ruhuna ait sistem mükemmel bir şekilde işlediği için yapılan hata ve eksikliklerin giderilmesi de her dönemde mümkün oluyor.
Yine aynı araştırmada, çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağ kuramamış çocuklara “ergenlik döneminde” pozitif bir aile ortamı sunulduğu takdirde davranışlarındaki bu negatiflik yeniden olumluya dönebiliyor…
Bütün bu çalışmaları veri olarak aldığımızda, ülkemizdeki anne-çocuk bağlanmasının ne durumda olduğunu araştırmanın, ülkemiz çocuklarının psikolojisini anlamak için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz…
Bu nedenle 800 anne ile bir anket gerçekleştirdik. Ankete katılan annelere iki temel soru sorduk. Birincisi, kendi gözlemlerine dayanarak çocukları ile “güvenli bağ” kurup kuramadıkları idi. Diğeri ise çocuklarında hangi davranış bozukluklarını gözlemledikleriydi.
Anketin değerlendirilmesi devam ediyor, ancak ilk sonuçlara baktığımızda oldukça önemli bir bilgiyi içeriyor.
O bilgi de ankete katılan 800 kişinin sadece 159’unun kendi çocukluk döneminde annesi ile “güvenli bağ” kurduğunu söylemesiydi. Bir başka deyişle annelerin yüzde 81’i kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ile doyasıya bir anne-çocuk ilişkisi kuramadıklarını ifade ediyorlardı…
Annesi ile doyasıya anne-çocuk bağı kuramamış çocuklar, bugün kendileri annelik yapıyor… Bu, oldukça üzücü bir durum…
Zira çocukluk döneminde kendisinde güven ve emniyet duygusu oluşmamış bir anne, kendi çocuğuna veya eşine ne kadar güvenebilir ve ne kadar kaygısızca annelik yapabilir ki? Evet bu zor, ama imkânsız da değil…
Eş eşe yardımcı olabilir ve eşler birbirlerinden “mükemmel olmayı beklemezlerse” çocukluk döneminde ne yaşanırsa yaşansın EVLİLİK süreci bu olumsuzlukları olumluya çevirebilecek bir özellik taşıyor… Eşler birbirlerine çocukluk dönemlerinde yaşadıkları gerçekleri de görecek şekilde iletişimde bulunurlarsa birbirlerinin “terapisti” gibi oluyorlar. Ne ilaç, ne psikolog… Eş eşe yetiyor…
Ve o zaman yıllar süren olumsuz hayat, EVLİLİK içinde “yeni bir yaşama” dönüşebiliyor… Aksi takdirde annelerin çocukları ile hırçın ve sinirli, eşlerin de huzursuz ve kavgalı olması kaçınılmazdır...
Evlilik, eşler için doğal terapi merkezidir
“Günümüz insanının en temel sorunu nedir?” diye sorulacak olsa, hiç tereddüt etmeden anne ile çocuk arasındaki “bağlanma” sorunundan bahsederdim…
Çocuklar, maalesef anneleri “güvenli bağlanma” gerçekleştirmeden gençlik yıllarına adım atıyorlar. Bu durum, hem çocukta duygusal yoksunluktan kaynaklanan bir huzursuzluk oluşturuyor, hem de çocuğu ile bağlanamayan annede hırçınlıklara neden oluyor.
Nedir güvenli bağlanma?
Benliğin henüz yeni yeni şekil almaya başladığı özellikle ilk 4 yaş döneminde, çocuğun, kendini annesine (veya bir duygusal yakına) güven içinde “bırakması” ile oluşan bağlanmanın adıdır güvenli bağlanma. Veya bir başka deyişle, bir çocuğun duygusal olarak annesine doyasıya erişebilmesi ile oluşan “ruh genişliğidir” güvenli bağlanma.
Erken çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağlanmış çocuklar yetişkinlik yıllarında “strese” karşı daha bir dirençli, insan ilişkilerinde daha bir “olgun” kişilik özellikleri taşıdıkları yapılan bilimsel çalışmalarla sabittir. Ayrıca, güvenli bağlanmış kişilerin EVLİLİK ilişkinlerinin de daha bir pozitif olduğu, araştırmalarda ortaya çıkmaktadır.
Bunun tam tersi olarak, annesi ile “güvenli bağlanamamış” kişilerin en temel özellikleri, yaşama ve insanlara karşı “güvensizlik”leridir.
Böylesi kişiler tam bir güven içinde kimseye kendilerini teslim edemezler, bu, eşleri dahi olsa, “yarın ne olur ne olmaz” diye kendilerini emniyet içinde tutmaya çalıştıkları bir “güvensizlik alanı” oluşturma gayreti içindedirler. Yaşamı bir “dayanışma” içinde görmek yerine, “kimseye muhtaç olmadan” yaşayabilme çabasından bahsederler hep… Hayat, böylesi kişiler için bir “savaş alanıdır” ve “güçlü olan kazanacaktır.” Bu yüzden onlar için hayatta “duygusallığa” yer yoktur. Acımak, zavallılıktır. Gözyaşı, ancak zavallıların işidir.
Aslında bu kişilere dışarıdan bakıldığında yaşama karşı daha dirençli gibi görünürler. Duyarsızlıklarından elde ettikleri güç ile birçok başarıya imza atabilirler, ancak, duygu dünyalarını çok erken dönemlerden itibaren dinlememeyi bir alışkanlık haline getirdikleri için, o dik duruşlarının ardında aslında garip bir trajedi vardır. Böylesi kişiler, bir çocuk gibi her an sevgiye muhtaç ama açlığını itiraf edemeyecek kadar gururludur ve bir o kadar da sevgiye doyumsuzdurlar. Ne kadar sevilirlerse sevilsinler yine de daha da çok sevgi beklerler. Aslında bekledikleri sevgi ne eş ne dost sevgisidir. O, yıllar önce anne ile doyumsayamadığı ve “güvenli bağlanma” sırasında alamadığı sevginin boşluğudur.
Anne-çocuk bağlanmasının belki en iç acıtıcı tarafı ise, çocukluk döneminde kendi annesi ile güvenli bağlanamamış bir kız çocuğunun yetişip kendisi anne olduğunda, çok istediği halde kendi çocuğu ile bir bütünlük kuramamasıdır.
Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, duygu dünyasında “duyarsızlığı” bir yaşam tarzı haline getirmiş olan annenin kendisini yeniden “duyabilir” hale gelmeye çaba sarf etmesidir. Zira insan duyabildiği kadar yaşayabilir ve çocuk, ancak kendisini duyabilen bir anneye bağlanır.
Çocuk, güvenli bağlandığı bir anneden güvenli ayrılır. Aksi takdirde anne bağımlısı olur. Zira bir çocuğun annesine bağımlı kalması, annesine bir türlü doyamamış olmasının bir sonucudur. Birçok anne “ben çocuğumu canımdan çok seviyorum ve ona bağlıyım” diye kendisini tarif etse de, “bağlanma”, sevmek demek değildir. Bağlanma, annenin kendisini çocuğuna öylece bırakabilmesidir. Çocuğuna karşı buyurucu bir ruha sahip olmak yerine, onunla çocukluğunu yeniden yaşayabilecek genişliğe erişmesi demektir.
Peki, bütün bunlar tek başına olacak şeyler midir?
Tabii ki hayır!
Eş olmadan eş olunmaz…
Belki çocukluk yıllarında anne-çocuk bağlanmasında sorunlar yaşanmış olabilir. Ama unutmamak gerekir ki EVLİLİK, bir doğal terapi merkezidir.
Kim geçmişte ne yaşadıysa yaşasın, huzurlu bir evliliği arzu eden eşler birbirlerinin terapisti olmalı ve birbirine “kördüğüm” gibi bağlanmalıdır.
Zira kim eşine kördüğüm gibi bağlanırsa, çocuğuna da bağlanabilir. Eşine pamuk ipliği ile bağlı olan, çocuğunu çok sevse de, kendini “güven içinde bir bırakmışlık hali” ile çocuğuna bağlamakta zorluk çeker.
Saygın EVLİLİK, saygılı bir iletişimin sonucudur
Yaşanmış bir olayın unutulmasını istemek anlamsız bir istektir.
Zira unutmak iradi değildir.
Kişi yaşadığı bir olayı unutmak istedikçe, zihin bu isteği kendine bir müdahale olarak algılar ve direnç gösterir. Daha çok akla gelir.
Aynı şey konuşmak için de geçerlidir.
Konuşmak bir ihtiyaçtır. Zihnin boşaldığı kanaldır. Zihin boşalmazsa, duygusal patlamalar olur. O yüzden önemlidir kişinin kendisini ifade edebilme özgürlüğünün olması.
Ancak, konuşmak yetmez. paylaşmak da gerekir. Kişinin bir odaya çekilip kendi kendine konuşması, onun zihnen boşalacağı anlamına gelmez. İnsan, paylaşarak konuşursa ruhen huzura erer, konuştuğu kişiye bağlanır…
Bugün aile içinde yaşanan birçok sorun, bu üç temel ihtiyacın karşılanamıyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Geçmişte yaşanmış ve fakat çözüme ulaşılmamış hatıraların varlığıdır aile içinde huzursuzlukların temel sebebi…
Eşler, geçmiş ile ilgili hâlâ çözümlenmemiş bir konuyu açtığında, “Sen hâlâ unutmadın mı onu?” diye birbirlerine baskı yapıyorlarsa, bu baskı o evliliği mutlu kılmaz, eşi eşe karşı yabancılaştırır, soğutur… Eşler, çoğu defa problem yaşamak yerine, problemi görmezden gelmeyi bir marifet zannediyorlar. Hâlbuki mutsuz EVLİLİKler, problemi olan değil, problemi çözemeyen EVLİLİKlerdir.
Birçok EVLİLİK, iletişim problemleri nedeni ile kahır yükü hâlinde devam eder de kimsecikler bilmez. Bir evliliğin kalitesi, o evlikteki iletişim kalitesi ile ölçülebilir.
Konuşma özürlü olmadığı hâlde konuşamayan bir eşe sahip olmak, bunalım kaynağıdır.
Konuşmayan eşi olan bir kadın, çocuklarına hırçındır, yaşamda mutsuzdur…
Kendisi ile konuşmayan eşi olan kişiler, kendi içlerinde konuşmaya başlar ki, bu o insan adına gerçek bir trajedidir.
Eş, eşi ile konuşabildiği kadar evlidir.
Ancak, konuşmak yetmez. Kişi konuştuklarının karşılık bulmasını ister. Sözlerinin karşısındakine dokunduğunu hissetmek ister, yankı bulmaya ihtiyacı vardır zira insanın… Kendi duygularının karşıda yankılandığını gördükçe değerli olduğunu hisseder insan.
Değersizlik hissi, yankı bulamamaktır.
Saygın bir EVLİLİK, saygılı bir iletişimin sonucudur.
Çocuk İnsanı iyi eder
"Orta yaşlarda bir çift boşanmak üzereyken yanıma geldi. Uzun uzun konuştuk. Evliliği neden beceremediklerini sordum.
Kadın, eşinin kendisini ihmal ettiğini düşünüyordu… Eve geç geldiğinden, geldikten sonra da ya televizyon ya da telefonla vakit geçirdiğinden yakınıyordu…
İçini döktü. Eşi, on yıllık EVLİLİKlerinde bir gün bile çiçek hediye etmemişti mesela kendisine… Kötü bir koca değildi belki, ama ""İlgisizliği tüketti beni"" dedi… Ağlarken ""Kendimi eşimin yanında değerli hissetmiyorum."" dedi…
Trajikti aslında, zira kişinin değeri, bir başkasının ona sunduğu kadar değil, kendinde hissettiği kadardı… Bunu bilmezlik, dinmek bilmez bir ihtiyacı oluştururdu insanda… Farkında değildi hanımefendi, bundandır ki eşine kızgındı…
Beyefendi ile konuştum. O tükenmişti. ""Daha ne yapayım bilemiyorum."" dedi, sustu…
""Eşimin isteklerine karşılık veremiyorum, bıktırdı sonunda, ben de kapattım kendimi galiba."" dedi…
Sordum: ""Ne istiyor ki eşiniz?""
""Sabah-akşam onu sevdiğimi söyleyeyim, çiçekler alıp sürprizler yapayım, akşam yemeğini loş ışıkta romantik ortamda yiyelim… Ne bileyim işte… Bunaldım hocam.""
Devam etti: ""Telefon ettiğinde cevap veremezsem akşama yüzünün asılıp düşeceğini çok iyi biliyorum… Bunlar geriyor beni… Ya da eve geldiğimde, yorgun argın bile olsam, onunla sohbet etmezsem birden sinirlice kalkıp yanımdan gidiyor… Daraldım artık…""
Biraz durdu, sonra devam etti: ""Ev işlerinde ondan bir beklentim de yok, ister ev dağınık olsun ister yer yerinden oynasın, yeter ki eşimin suratı asık olmasın, gülsün cıvıldasın… Çocuklarla da arası iyi değil, hep bir bağırtı çağırtı… Çocuklar incinmesin diye araya ben giriyorum hep… Bıktım artık…""
Aslında karşımda birbirini seven, fakat çocukluk döneminde giderilmemiş ihtiyaçlarının peşine şimdilerde düşmüş, duygusal yoksunluklar içinde çırpınan iki yetişkin vardı… Giderildiği halde dindiremedikleri ihtiyaçlarının karmaşasını yaşıyorlardı…
Bazı ihtiyaçlar vardır ki çocukluk döneminde giderildiyse yetişkinlik dönemi ""dingin"" geçer...
Çocukluk döneminde giderilmemiş ihtiyaçlar, yetişkinlikte giderilse de dindirilemez…
Örneğin, baba yoksunluğu ile çocukluğunu geçirmiş bir kız çocuğu, yetişkin olduğunda eşi ile doyumsamakta zorluk çeker… İçinde inceden inceye bir derin ihtiyaç kendini hissettirir de hissettirir… Bu sızı, kimi zaman aslında eşinin ona bir çiçek aldığında dinecekmiş gibi yanılgıya düşürür, onun için kızar eşine, kimi zaman romantik bir ortamda mum ışığında yemek yemekle dinecek gibi gelir…
Hâlbuki çocukluk döneminde ""baba ihmali sızısı"" kolay dinmez…
Ya da anne yoksunluğunu yaşamış bir erkek çocuk da eşi ile doyumsamakta zorluk çeker… Böylesi erkekler eşinden gelecek sevgi gösterilerine kapalıdır, romantik teklifleri, cilveleşmeleri ""gereksizlik, yılışıklık"" gibi algılarlar… Eşi, kendisine erişmeye çalıştıkça, o, daha da kapanır, duygularını gizler, duyarsızlaştırır kendisini… Aslında bu tepki, eşine karşı değil, ""çok çabaladığı ve fakat bir türlü bağlanamadığı annesini, içinde yeniden duymamak için bir korunma çabasıdır…""
Anlattım bunları bu aileye… Sordular: ""Peki ne yapacağız, var mı bunun psikolojik bir çaresi?""
""Çocuk insanı iyi eder."" dedim… ""Nasıl?"" dediler, anlattım…
""Bırakın âlemi, dünyayı, her şeyi… Bir kuluçkaya yatar gibi çocuğunuzu bir iyi edici olarak alın koynunuza… Bırakın kendinizi onun iyi edici ruhuna, bağlanın… Çıkartın kendi gözlerinizi, onun çocuksu gözleri ile yaşama bakın… Çocuk olun yani… Zıp zıp zıplayabilecek kadar çocuk… Yaşamla ve kendinizle dalga geçecek kadar çocuk… Çok değil, 40 gün, çocuğunuzla aynı ruhu yaşarsanız, göreceksiniz, çocuk sizi iyi edecek."" dedim…
Ben hep gördüm ki çocuk, yetişkinin iyi edicisidir...
Yazarın 26 Mayıs 2014 tarihli yazısıdır
Mutsuz bir EVLİLİK her şeye rağmen devam etmeli mi?
Önceki gün üniversitede öğrenci arkadaşlarla “Anne Baba Eğitimi” dersinde, “Mutsuz bir evliliği her şeye rağmen devam ettirmek mi, yoksa ayrılıp çocuğu daha huzurlu bir ortamda yetiştirmeye çalışmak mı daha doğru karardır?” konusunu işledik.
Bu, öyle kolay cevap verilecek bir soru olmasa da, enine boyuna konuşmayı denedik.
Eşler, ayrılık kararını sadece kendini düşünerek verecek olsa, bir kerecik yaşanacak ömrü, mutsuzca tamamlamaktansa, ayrılıp mutlu olmaya çalışmak daha cazip gibi görünür.
Ancak, işin içine çocuk da girince, bu, öylesi kolay verilecek bir karar olmaktan çıkar.
Eğrisi doğrusu ile geceler boyu düşünmek… İç içe geçmiş onlarca soru ile aylarca boğuşmak… Bir taraftan kendi mutsuz yanlarına bakıp için için acı duymak… Diğer taraftan çocuğa bakıp anne-babasız bırakmaya kıyamamak…
Ayrılık öncesi depresyon, kişinin kendi ile çocuğunun arasında kalma çaresizliğinden başka bir şey değildir aslında.
Derste tartışma konusunu daha da açabilmek için, yaşanmış bir örneği paylaştım öğrenci arkadaşlarla.
35 yaşlarında bir beyefendi, 9 yaşındaki kız çocuğunda dikkat dağınıklığı olduğu için yardım almaya gelmişti bir gün.
Gözlemledim… Çocukta bir sorun görünmüyordu. Ancak mutsuz bir çocuktu. Bitkindi sanki. Yüzünde, “çocuksu tebessüm” görünmüyordu.
Görüşmemiz bittikten sonra, babası ile yeniden durum değerlendirmesi yaptık.
Çocuktaki mutsuzluk hali, babasında da vardı.
Konuştuk… Mutsuz olmadığını, aksine her şeyin çok yolunda olduğunu söyledi. Güzel bir evliliği olduğunu, eşinin çok iyi bir insan olduğunu söyledi. Maddi imkânları da yerindeydi. Ancak çocukluk yıllarını konuştuğumuzda, derinlerde yatan bir huzursuzluğun varlığı gözler önüne serildi.
Bu baba, 7 yaşında iken anne babası ayrılmış…
Başlangıçta ne olduğunu çok da anlayamamış. Ancak yıllar geçtikçe sanki bir suçlu gibi içinde gizlediği ayrılık acısını daha çok duyar olmuş.
Üniversite yıllarında bir kız ile tanışmış, evlenmeyi düşünmüş. Ancak kızı ailesinden kim isteyecek sorusu geceler boyu düşünceye sevk etmiş genç delikanlıyı. Babası gitse kızı istemeye, annesi bunu kabullenemez. Annesi gitse, babasının zoruna gider. İkisi birlikte zaten gidemezler, ikisi de ikinci evliliğini yapmış. Durumu kızın ailesi ile paylaşsa, ayrılmış bir anne babanın çocuğu olmak, kendi hakkında olumsuz düşünceye sebep olur zannı ile haftalarca depresyondan çıkamamış. Bu kararsızlık kızın dikkatini çekmiş. Konu açılmış… Kız, bunu hiç de sorun etmeden, kendi ailesi ile konuşmuş. Ailesi, “Madem öyle, önce babası gelsin istemeye, sonra da annesi” diye anlayış göstermişler.
Evlenmişler, ama anne babasının ayrılık sorunu hep gölgelemiş evliliği. Düğünün, annesinin yaşadığı yerde mi, babasının yaşadığı yerde mi olacağından, çocukları dünyaya geldiğinde koyacakları isme dek... Bayramlarda büyükleri ziyarete gittiklerinde, çocukların “Bu hangi dedem” diye çocukça sorularına kadar sorun olmuş.
Bu genç baba, hüznünün nedenini anlatırken “İçimde, derinlerde bir yerlerde bitmeyen bir acı var sanki” diye tarif etti. Anne babasının 28 yıl önceki ayrılık kararı, kendisinden, çocuğuna aktarılan mutsuz bir surata dönüşmüş.
Bu örneği anlattığımda, bir öğrencinin gözleri doldu. “Bu duyguyu tanıyorum ben” deyiverdi…
“Nereden tanıyorsun?” diye sorduğumda, “Ben de ayrılmış bir anne babanın çocuğuyum. Ben de evlendim. Bunların hepsini gizli gizli ben de yaşadım. Hâlâ da yaşamaya devam ediyorum. Şu an oğlum sünnet olacak, sünnet düğününe anne babamı birlikte çağırıp çağırmayacağımın sorusu beni boğuyor.” dedi.
Her şeye rağmen evliliği sürdürmeye çalışmak doğru bir karar olsa da ayrılık bazen kaçınılmaz olabiliyor.
Ayrılık kararı alan eşlerin, “yaşanmış güzel günlerin hatrına” birbirlerinden dostça ayrılmaları, “çocuklarının geleceği için” birbirleri ile düşmanlık etmemeleri, sadece medeni bir insan tavrı değil, aynı zamanda çocuklarının içine dinmek bilmez bir hüzün bırakmamak için insanlık görevidir.
Yazarın 31 Mart 2015 tarihli yazısıdır.
Allah Kimseyi Evliliği İle İmtihan Etmesin
Bir karı koca gelmişti yanıma… Boşanmaya karar vermişler.
“Ayrılma kararımızı uzun uzun düşünerek verdik. Bu konuda bizi ikna etmeye çalışmayın lütfen. Ayrılırken çocukları zarara uğratmak istemiyoruz, bu konuda yardım ederseniz seviniriz.” dediler.
“Tamam, ancak ayrılış sürecini yeterince bilmeliyim ki çocukları zarara uğramaktan koruyabilelim.” dedim.
Önce beyefendiyi yalnız dinledim…
-“Neden ayrılıyorsunuz?”
Cevap netti: “Nankör… Ne kadir bildi ne kıymet! Bir sorun kendisine, kendi yaşıtı hangi arkadaşının arabası varmış, bırakın arabası olmasını, kendi arkadaşlarının ehliyet almasına bile kocaları izin vermezken ben ona araba aldım. Ama hata etmişim… Çalışmıyor kendisi, ama benim kredi kartımı o taşır. Sorun bakalım bir kez, yaptığı harcamalarla ilgili hiç hesap sormuş muyum? Daha ne anlatayım… Biraz birikmiş param vardı, ev alalım dedik, tapusunu eşimin üzerine yaptım… Ben bunları yaptım ama Allah insanı nankör etmeyegörsün, 2 yıldır ayrılacağım diye tutturdu, sonunda ben de ‘ne hâlin varsa gör’ dedim.”
-“Eşinizi seviyor musunuz?”
“Çok seviyordum, ama artık değil…” dedi.
Beyefendi dışarı çıktı, hanımefendi ile görüştüm.
“Eşiniz size her türlü imkânı sunmuş, araba almış, ev almış, kendi kredi kartını size tahsis etmiş.” dedim.
“Evlilik ev ile, araba ile olmuyor hocam… Ben eşime yıllardır ulaşmaya çalışıyorum, ama o duyarsız. Hissiz bir adamla evlenmişim, tam 10 yıldır bunun acısını çekiyorum.”
Adam kadına “nankör”, kadın adama “duyarsız” diyordu.
Devam etti kadıncağız: “En son olayımızı anlatayım. Bunca yıllık evliyiz. Eşimle bir gün dışarı çıkıp el ele yürüyemedik. Sevmez böyle şeyleri. Etrafımda insanlar var, eşleri ile kahve içmeye gidiyorlar, çay içiyor, sohbet ediyorlar, bizimki sohbet etmez. Elinde bir cep telefonu, oynar durur. Geçen ay bizim EVLİLİK yıldönümümüzdü. Eşime sürpriz yapayım istedim. Yemek masasını özene bezene hazırladım. İki kırmızı mum aldım, bir başa birini, diğer başa öbürünü yaktım. Servis tabaklarını çıkarttım, baş başa sohbet ederek yemek yeriz diye hayal ettim. Eşim akşam 7’de gelecekti… Gelmedi. Telefon ettim, cevap vermedi. Mesaj gönderdim, ‘yoldayım’ diye kısa bir cevap yazdı. Saat 8 oldu yok, 9 oldu gelmez… Mumlar yana yana bitti. Çocuklar babalarını beklerken uyuyup kaldılar. Saat tam 23’te geldi. Ben sinir küpü olmuşum. Kapıyı açtığında bağırdım birden. ‘Neredesin sen ya, neredesin!’ dedim… Trafikte kaldığını söyledi. Ben akşama kadar hazırlık yaptığımı söyledim. Evlilik yıldönümümüz olduğunu söyledim. O da öfkeliydi, ‘Bağırma bana!’ dedi. ‘Ne istiyorsan onu söyle!’ dedi. Ben de ona ‘Dışarı çıkmak istiyorum, evli olduğumu hissetmek istiyorum, dışarıda insanlar eşleri ile yürüyor, ben de el ele tutuşup yürümek istiyorum, anladın mı?’ dedim. ‘Tamam, abartma, bağırma!’ dedi. Çıktık dışarı… Yürüdük, yürüdük, ama hiç konuşamadık. Bir ara döndü, bana baktı, ben bir şey söyleyecek diye sevindim. Ama o ‘Bu kadar yeter mi?’ dedi. Sanki fino köpeğinin gezme ihtiyacını gidermişti de geri dönmek için ‘Bu kadar yeter mi?’ diye soruyordu. Kalbim nasıl incindi anlatamam. Ve o gün artık ayrılmaya kesin karar verdim.”
Beyefendiyi davet edip bu olayı anlattım. O gün akşam eşine ‘Yeter mi bu kadar?’ diye sorup sormadığını sordum. Şaşın şaşkın yüzüme baktı: “E, sordum… Ne varmış bunda? Sormamalı mıymışım? Bu da mı suçmuş?”
Bu adam üniversite mezunu idi… Ama bir kadını anlayabilecek duyarlılıkta bir yaşam tecrübesi yoktu. Muhtemelen kendi anne babasından da dinlememişti yeni nesil bir genç hanımefendinin ihtiyaçlarının neler olabileceğini. Babası gibi baba olmayı marifet zannediyordu. Bir aile danışmanından yardım almayı da gereksiz bulmuşlardı. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ diye öğretmişti toplum onlara.
Sonra ne mi oldu? “Biz boşanmaya kesin kararlıyız.” deseler de birbirlerini başka başka bakış açıları ile anlamaya başladıklarında kararlarından vazgeçtiler.
Şimdi, ikinci baharlarını yaşıyorlar…
Allah kimseyi evliliği ile imtihan etmesin...
Yazarın 30 Kasım 2015 tarihli yazısıdır.
Evliliklerde kıyamet ne zaman kopar?
Bir dost meclisinde sohbet ediyorduk… Laf döndü dolaştı, aile içi iletişime geldi. Herkes aynı şeyi düşünüyordu: “Günümüzde eşler eşlerini ihmal ediyor… Çocuklar ihmal edilmiş eşlerin hırçınlıkları içinde yetişiyor…”
“Çoluk çocukla uğraşacağım derken, dev bir yük biniyor kadınların sırtlarına.” dedi bir akademisyen arkadaşım.
“Kadın da insan. Onun da nefes almaya, çıkıp gezmeye ihtiyacı var.” dedi bir diğeri.
“Kadın ‘da’ insan” diye bakmak, doğru bir bakış açısı değildi, tuhafıma gitti. Zira kadın, “da”sız insandı. Erkeğin yaşamına ortak olmuş bir asalak değil, kendi yaşamının öznesiydi o.
Tuhafıma gitti bu konuşmalar. Anlatmaya çalıştım, ama beceremedim.
Bir soru sordum: “Eşinizi en son ne zaman dışarı çıkarttınız, ne zaman gezdirdiniz, söyler misiniz?”
Herkes kendince cevap vermeye çalıştı ama kimse “Ne demek eşinizi gezdirdiniz mi, kardeşim? O kedi mi, fino mu da dışarı çıkartalım da gezdirelim, bu nasıl soru böyle?” demedi. Diyemedi…
Günümüz evliklerinin temel problemi işte bu: “Aynileşme”!
Eşin, eşini bir süre sonra ‘kendi gibi değil, kendisinin gibi’ görmeye başlamasıdır aynileşme problemi. Kendisinin gördüğü eşine “iyilik” yapmak için “biraz dışarıda gezdirilmeye ihtiyacının olduğunu” düşünme basitliğine düşmedir ülkemiz evliklerinin iç acınası durumu.
Kafeteryada oturmuştum bir gün… Yan masaya orta yaşlarda bir çift geldi. Garson sipariş almak için “Ne arzu edersiniz?” diye sordu.
Kadın, adamın gözüne baktı. Adam da elindeki listeye… “Ne istersin?” diye sordu karısına. Kadın, “Bilmem, Sen söyle…” dedi.
Bu, görünürde “Ne kadar uyumlu bir çift” gibi gelse de kendi damak tadını bir kenara iten, eşi kendisine hangi damak tadını sunarsa onu kabul edeceğim diyen bir “aynileşme” problemi idi hâlbuki…
“Zaman geçtikçe ister istemez eşler birbirine benziyor” demeyin sakın. Zira birbirine dönüştükçe eşler, o EVLİLİK EVLİLİK olmaktan çıkar…
Evliliğin kalitesi, eşler birbirine benzedikçe değil, kendi gibi kaldıkça olur…
Bir fizik hocasına “Kıyamet ne zaman kopar?” diye sordum.
“Enerji düzeyleri farklılığını kaybettiğinde.” diye cevap verdi. “Bunun adına Entropik Kıyamet” denilir diye ilave etti.
“Evrende enerji düzeyleri eksi ile artı arasında aktığı sürece dünya dönmeye devam edecek... Rüzgâr esecek, gök gürleyecek… Zıtlar arası enerji akımıdır canlılığı koruyan. Ne zaman ki bütün enerji düzeyleri aynı olursa, fizik kanunlarına göre kıyamet işte o zaman kopar.” dedi.
Her evliliğin bir kıyameti vardır, o kıyamet, eşler arasındaki elektriğin kesilmesidir.
Eşler birbirine benzedikçe konuşacak konu kalmaz. Düşünce üretilmez…
Eş eşten elektrik alamaz…
Göz göze baksa kalbi pır pır atmaz…
Eli eline dokunsa heyecan duyamaz…
Aynı kendi eline dokunuyor gibi olur…
Hâlbuki dokunduğu el karşı cinsiyetten birisinin elidir… Ama aynileştikçe insanlar, cinsiyetler arasındaki elektrik farklılığı kalmaz… Erkek kendi eline dokunur gibi hisseder karısının eline dokunduğunda… Kadın, kendi eline dokunulmasından ürpermez, heyecan duymaz… Hisler, duygular farklılığını yitirmiş, aynileşmişse evliliğin kıyameti yakındır…
Eşler birbirlerine bir iyilik yapmak istiyorlarsa, eşini kendine benzetmek yerine, kendi gibi kalabilmesine çaba harcamalıdır...
Kuşlar Uçmayı Unutur Mu?
Benim bir muhabbet kuşum vardı. Babam almıştı. Tahtadan bir de kafesi vardı.
Anneannem hiç hoşlanmamıştı kuşun kafese hapsedilmesinden. Babama her gün söyleniyordu “Kuş kafese konmaz. Günah.” diye... Bazen de dönüp bana “Götür bu kuşu ormana bırak, uçsun.” diyordu...
Babam kızar diye yapamadım hiç. Keşke yapsaydım.
Eve gelen çocuklara kuşumu gösteriyordum. Arkadaşlarım onu papağan zannedip konuşturmaya çalışıyorlardı. Azıcık ötecek olsa “Bak, bak, benim dediğimi tekrar etti!” diye seviniyorduk. Bu çok hoşuma gidiyordu...
Bir gün anneannemin kafesin yanında ağladığını gördüm. Kuşla konuşuyordu. “Niye ağlıyorsun?” dedim. “Kuş uçmayı unuttu.” dedi. Şaşırdım... Kuşuma baktım, “Uçuyor ya işte!” dedim. Kirpiklerini sildi, “Kuş uçmayı unuttu.” dedi...
Korktum birden... Balkona koştum, misafirlerin arasından babamın yanına gittim. Heyecanla “Baba, baba, baba” derken, ağızımı kapattı babam. “Büyükler konuşurken laf arasına girilmez, Tacettin amcan konuşmasını bitirsin, bekle biraz.” dedi...
Beklemedim, tepindim, ağzımı kurtardım elinden. “Benim kuşum uçmayı unutmuş.” dedim. Misafirler güldü bana... Babam tebessüm etti. “Kim dedi bunu?” diye sordu. Anneannem, dedim... Saçlarımı eli ile dağıttı, başıma usulca vurdu: “Kuşlar uçmayı unutmaz kerata, hadi git içeri, oyuna devam et.”
Kuşumun yanına koştum ama içim hiç rahat etmedi...
O günden sonra anneannem kuşu serbest bırak, diye hiç demedi bana...
Evde kimsenin olmadığı bir gün, kafesi alıp çıktım dışarı. Ağaçlıklı bir yere gittim. Çocukluk işte...
Kafesi açtım. Kuşumu yere koydum. Hadi uç, dedim. Uçmadı birden...
Ayağımı toprağa vurup korkuttum, ayak ucuyla ittim... El çırptım, “Uçsana ya!” diye kızdım... Uçmadı... İçime bir şey düştü sanki. “Uç be!” dedim... Uçmadı... Korktu, kaçmaya başladı...
Peşinden gittim, yakalamaya çalıştım, badi badi çalıların arasına girdi, kaybettim dalların arasında...
Kaç gece kâbusla uyandım, kuşum uçmayı unuttu, diye... Annem, “Unutmaz oğlum, o yine uçar.” dese de uçamadı kuşum. Ben gördüm onu...
Yıllar sonra öğrendim, muhabbet kuşları başlarını bir yere çarpınca ya da psikolojileri bozulunca ‘beyin sarsıntısı’ geçiriyor, uçmayı unutuyorlarmış. Psikolojisi bozulmuş çocuklar gibi...
Dışarı çıktıklarında uçamıyormuş çocuklar...
Arkadaşlarının arasına giremiyor, hep kenarda duruyorlarmış...
Cıvıl cıvıl olamıyorlarmış örneğin... Dayak yeseler ağlıyor, tacize uğrayacak olsalar kaçamıyorlarmış...
Evlendiklerinde EVLİLİKlerini beceremiyorlar, anne olsalar anneliklerini, baba olsalar babalıklarını beceremiyorlarmış... Çocuklarını kendi kafeslerine hapsediyor, onları uçamaz hâle getiriyorlarmış... Kızmamalıymış çocuklara, yapamadığı işler yüzünden cezalandırmamak, yaramazlık yaptı diye azarlamamak lazımmış...
Kuşların babasına biri haber verse, ‘Kuşunuz uçmayı unutur, böyle yapmayın’ diye… Onlar, ‘Merak etmeyin, bir şey olmaz, kuşlar uçmayı unutmaz’ diyorlarmış...
Ama ben öğrendim bunu. Psikolojisi bozulunca çocukların, muhabbet kuşlarının uçmayı unuttuğu gibi, unutuyorlarmış uçmayı...
Kardeş çatışmaları ve birkaç çözüm önerisi (1)
Anne babaların baş etmekte zorluk çektiği en belirgin sorun, kardeş çatışmalarıdır.
Büyük çocuk oyun oynarken küçüğün onun yanına gitmesi... Sanki evde başka oyuncak yokmuş gibi, aynı oyuncakla oynamak istemesi... Önce ‘o benim, bırak oyuncağımı’ sesleri, hafif hafif itiş kakış... Ardından ne olduğu belirsiz bir ağlama ve ‘anneeeee’ çığlığı...
Odaya hışımla giren anne, baba...
İtiş kakış içinde çocuklar...
Ve cinnet nöbetleri: ‘Ne oldu yine, ne yaptın bu çocuğa!’
‘Oyuncağımı aldı vermiyor...’
‘Sen ne biçim ablasın, versen ne olur elindekini kardeşine...’
‘Ama o benim, kendinin de var, onu alsın...’
Laflar... sözler... öfkeler...
Hemen her evde yaşanan kardeş çatışmalarında birçok anne baba çaresizdir. Çocuklar da çaresiz kalan anne babaların altında çaresiz kalır.
Pedagojik olarak bakıldığında, sorun, çatışmanın bizzat kendisi değil, bu çatışma sırasında ebeveynin öfkesini yönetememesidir.
Hâlbuki, kardeş olan evde çatışma olmamasını beklemek çocukluk gerçeğine aykırıdır. Kardeş çatışmaları gelişimin bir parçasıdır ve doğru yönetilirse her çatışma gelişime katkı sağlar.
Basit bir mantıkla bakıldığında, aslında kardeş çatışmalarının sebebi, çocukların o an yaşadıkları problemi çözememiş olmalarıdır ve o an ihtiyaçları olan şey, yeni bir bağırtı çağırtı değil, mevcut problemin nasıl çözülebileceğine dair bilgidir.
Bundandır ki anne babalar, duydukları gürültü patırtıdan hemen etkilenip kendilerini de problemin bir parçası hâline getirmemelidirler. Eğer böyle davranırlarsa, çocuklarına problem çözmede ‘şiddeti’ kullanmayı öğretmiş olurlar. Bundandır ki öfkesine hâkim olamayan anne babaların çocukları sokakta, okulda karşılaştıkları problemleri bağırtı-çağırtı, kavga-dövüşle çözmeye çalışırlar. Böylesi çocuklar büyüyüp kendileri de eş olduklarında, EVLİLİKlerinde karşılaştıkları sorunları kavga ederek çözecekleri yanılgısı içindedirler. Onlar, sükûnet ve sakinliğin problemleri nasıl çözdüğüne dair tecrübeleri edinmemişlerdir.
Bundandır ki çatışma sırasında bir ebeveynin en önemli tutumu, sükûnet ve sakinliğidir. Kavga ve gürültü ne kadar şiddetli olursa olsun, ebeveynler sükûnetini bozmadan ve çatışmanın bir eğitim fırsatı olduğu bilinci ile önemli olanın problemin kendisi değil, nasıl çözüleceği konusunda çocukların bilgilendirilmesi olduğunu fark ederek hareket etmelidir.
Böylesi durumlarda ebeveynler genellikle, kısa sürede pratik çözüme erişip yarım bıraktıkları işlerinin başına dönmek isterler. Bundan dolayı, adaletli bir çözüm fırsatını kaybederler.
Ve genellikle adaletsiz çözümlerdeki en büyük yanılgı fedakârlığın büyük çocuktan beklenmesidir. Hâlbuki, kardeş çatışmalarının birçoğunda mağdur, zaten büyük çocuğun bizzat kendisidir. Mağdurdan fedakârlık beklemek, mağdur edene mağduru ezdirmek demektir.
Kardeş çatışmalarının en güçlü çözüm yönetimi, çocuklara zaman planlamasını öğretmektir.
Bunun ne olduğuna ve pratikte nasıl uygulanacağına haftaya değinmeye çalışacağım...
Video Kategorisinde “EVLİLİK” Kelimesinden “17” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Bağlanma ve Aidiyet Duygusu/ Soru Cevaplar
VİDEO İÇERİĞİ:
BAĞLANMA VE AİDİYET DUYGUSU /SORULAR VE CEVAPLAR
05.20 - 20.58: Çocuk yetişirmek için ihtiyaç olan iç genişliği
21.20 - 32.05: İnsanın gelişimi baskı ortamında aksar
33.33 - 53.30: İnsan yaşamı üç dönemden oluşur
53.40-1.01.58 Çocuk yetiştirme toplumsal duyarlılık gerektirir
1.02.00-1.08.50 Düşük farkındalık seviyesi olan ebeveynler
1.09.06-1.10.37 Aynada kendi eksiğimiz görebilmek
1.10.39-1.24.10 İki yaş sendromu
1.25.18-1.29.46 Davranış eğitimi çağı
1.30.05-1.31.16 İktidar mücadelesi
1.34.46-1.35.50 Bağlanma karmaşası sendromu
1.35.54-1.39.30 Bağlanmadan annelik yapılmaz
1.39.43-1.40.35 Kendi duygusal eksiklerimiz
1.44.52-1.47.25 Çocuklara ismi ile hitap etmek
SORULAR VE CEVAPLAR
1.40.38 - 1.42.24: Hocam, 5 yaşındaki kızımın doğumdan beri parmak emme alışkanlığı var. Ne yapabilirim?
1.42.47 - 1.44.35: Ben öğretmen olarak yeni atandım. 3 yaşında bir oğlum var, güvenli bağlanmamızda bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Her gün 3 saat parkta oynayan oğlum ile şimdi küçük ve hiç parkı olmayan bir yerde yaşamak zorundayız. Ben okulda iken anneannesi bakıyor ama artık yetemiyoruz, arkadaş ve kardeş isteğini dile getiriyor. Bu durumda yarım gün kreşe gönderirsem güvenli bağlanmamızda sıkıntı olur mu? (Kreşe başlama yaşı)
1.47.40 - 1.48.48: Güvenli bağlanması bakıcı ile sağlanması durumunda çalışan annenin çocuk ile yatması, çocuk ile ilişkisi nasıl olmalıdır? (Çalışan anneler)
Pedagoji Okulu- Edinerek Öğrenme/Eşler Arası Duyarlılık Farklılığı
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EDİNEREK ÖĞRENME VE EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKLILIĞI
1.53 - 32.14: EDİNEREK ÖĞRENME
32.40 - 47.50: ENGELLENEN ÇOCUK EDİNEMEZ
47.52 - 55.55: DUYGUSAL REDDEDİLMİŞLİĞİN KARŞILIĞI?
SORULAR VE CEVAPLAR
58.56 - 1.00.40: 25 aylık çocuklarda merdiven testini nasıl yapabiliriz?
1.01.15 - 1.04.16: Kızım bebekliğinde eşyaya nüfuz etti, engellemedik ancak, birinci sınıfa başladı dikkat dağınıklığı var ne yapmalıyım?
1.04.20 - 1.04.57: Hocam kızım bir buçuk yaşında, her şeye çığlık atarak ve kendini yere atarak karşılık veriyor ne yapmalıyım?
1.05.05 -1.08.15: Adem Bey, 17 yaşındaki oğlumla yeniden bağlanma umudumuz var mı?
1.08.32 - 1.09.22: Tepkiselliğin düzeltilmesi için ne yapmalıyız?
1.09.25: Bebeğimin yemek yemesi ve uykusu konusunda çok kaygılıyım, kaygılarımızı nasıl yönetebiliriz?
1.11.19 - 1.11.12: Kızım 18 yaşında parmak emiyor bununda duygusal eksiklikle alakası var mı?parmak emme, alışkanlık bozukluğu, ergenlik
1.12.04 - 1.17.32: Dört yaşındaki kızım yabancılara karşı oldukça utangaç ama evde oldukça açık ne yapmalıyım?
1.18.03 - 1.18.53: Beş yaşında ikizlerim var bir saniye bile gözlerini kaçırsalar ağlıyorlar….
1.19.16 - 1.21.10: Hocam çocuğumuz beş yaşında ölüm ile ilgili sorular soruyor. Nasıl davranmalıyız?
1.21.20 - 1.23.09: Özgürlüğün bir sınırı var mıdır? Nüfuz etme konusunda da açıklar mısınız?
1.24.36 - 1.25.03: Üç buçuk yaşındaki kızım, biraz kızsam hemen beni sevmiyor musun diye küserek köşeye çekiliyor…
1.25.08 - 1.26.03: Oğlum birinci sınıfa başladı, çok zeki ama yazı çalışması için kalem tutmak istemiyor parmaklarım acıyor diyor ne yapalım?
1.26.05 - 1.26.36: Oğlum beş yaşında kreşe gidiyor, uyurken dişlerini gıcırdatıyor sebebi ne olabilir?
1.26.18: Diş gıcırtdatmanın iki sebebi vardır; biri fizyolojik mide asiti ile ilgili sebep, diğeri ise duygusal problemden kaynaklanır.
1.26.38 - 1.27.13: Oğlum dinlemek ve öğrenmek istemiyor nasıl yaklaşmalıyım?
1.27.15 - 1.38.00: EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKI
Pedagoji Okulu- Cezasız Çocuk Eğitimi Olur Mu?
VİDEONUN İÇERİĞİ:
CEZASIZ ÇOCUK EĞİTİMİ OLUR MU?
00.56 - 30.20: CEZANIN ÇOCUĞUN YETİŞMESİNE VERDİĞİ ZARARLAR
30.26.-...: SALDIRGANLIK BİR SAVUNMA HALİDİR
48.05-...: ÇOCUK CEZA ALDIKÇA HİSLERİNİ KAYBEDER
Pedagoji Okulu- Evlilikte Eşlerin Birbirine Bağlanması
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EVLİLİKTE EŞLERİN BİRBİRİNE BAĞLANMASI
01.11 - 03.38: Çocuk eğitimi yoktur, anne baba eğitimi vardır.
04.05 - 07.30: Erkek ve kadın eşit midir?
07.33 - 09.20: Evlilik ayrı bir şey, aile olmak ayrı bir şey..
09.23 - 13.45: Birey olmadan ait olmak edilgen olmak demektir.
14.00 - 19.40: Güven Duygusu..
19.40 - 30.10: Evliliklerde aile toplantılarının önemi..
30.35 - 34.24: Evliliklerde sevginin ifade edilmesinin önündeki kültürel engeller
34.43 - 41.48: Şeffaflık
42.52 - 44.18: Kadın da erkek de insandır
44.28 - 47.56: Evlenmeyi düşünen gençlere neler tavsiye edersiniz?
48.00 - 50.13: Evliliklerde Savunma Hali
50.16 - 54.32: Evliliklerde ekonomik paylaşım nasıl olmalıdır?
55.53 - 58.25: Eşlerin kendilerine kişisel zaman ayırmaları hangi ölçülerde olursa sağlıklı olur?
58.30 - 1.00.07: Eşlerin anneye bağımlı olması
1.02.00 - 1.09.14: Evliliklerde Mahremiyet
Pedagoji Okulu- Saygın Bir Evliliğin 3 Temel Kuralı
VİDEONUN İÇERİĞİ:
SAYGIN BİR EVLİLİĞİN ÜÇ TEMEL KURALI
02.48 - 26.45: Birey olmadıkça saygılı olması bir anlam ifade etmez
16.47 - 24.50: Kendi ile Barışık Olmak hakkında..
25.26 - 35.20: Farkında Olmak
36.18 - 39.28: Evlilikte Fedakarlık
39.20 - 44.00: Evlilikte Özverili Olmak
44.30 - 46.32: İkinci Çocuk Bağlanma Karmaşası
46.33 - 52.22: Kişinin Duyarlı Olması İçin Neler Yapılmalı?
52.30 - 53.27: Umudunuzu Yitirmeyin
53.28 - 57.30: Çocukken Sevilmemiş Eşinizi Siz Sevin
57.45 - 58.49: Bebeklerin Uyku Periyodu
1.00.07 - 1.01.49: Sürekli Özveride Bulunmak Tükenmişliği Hızlandırır.
1.01.51 - 01.04.04: Oyalanma Davranışı
Pedagoji Okulu- Soru & Cevap
VİDEONUN İÇERİĞİ:
SORULAR VE CEVAPLAR
02.17: En zor EVLİLİK hangi EVLİLİKtir? Eşlerden birinin duyarlı, diğerinin farkında olmadan duyarsız olduğu EVLİLİKtir. Hangi eş daha çok zorlanır?
21.29: Eşlerden biri duyarsızsa, çocuklara şiddet uyguluyorsa ne yapmalıyım?
38.35: Hocam 15 aylık bebeğime iktidar mücadelesi, duygusal yosunluk kavramlarını hangi aydan itibaren değerlendirmek gerekir?
41.06: Hocam bir buçuk yaşındaki çocuğum tırnaklarını alıyor, ısırıyor neden olmuştur ve nasıl bir yöntem kullanılmalıdır?
44.00: Çocuklarımı kaybetmekten çok korkuyorum, nedeni ne olabilir? Obsesyon nedir?
53.20: Hocam 3 yaş ve 9 aylık bir oğlum var; büyük oğlum kıskanıyor evde duvarlara tırmanıyor, dışarıda yormaya çalışıyoruz ama ise yaramıyor ne yapmak gerekir?
55.42: Hocam 18 aylık oğlum var, istediği olmayınca ağlıyor, iktidar mücadelesi olabilir mi?
57.10: Hocam öğrenme güçlüğü hakkında bilgi verebilir misiniz?
01.01.28: Kardeşim tek erkek çocuk , her istediğini kolaylıkla elde ediyor doyumsuz oldu bu halinden vazgeçebilir mi?
01.01.48: Hocam 5 aylık bebeğim var parmaklarını emiyor, ne yapmak gerekir?
01.03.53: Kızım beni çok kızdırıyorz ve bunu bilinçli yapıyor ne yapmam gerekir?
Pedagoji Okulu- Evlilikte Sınırlar ve Aile Büyüklerinin Rolü
VİDEONUN İÇERİĞİ:
AİLE İÇİ YAPI:
00.33: Çocuğun yataktan ayrılma dönemi ve ailede sınırler konusu işlenecektir.
01.53: Bir evliliğin aileye dönüşmesi için üç temel unsur vardır; şeffaflik, güven, mahremiyet
04.47: Evlilikten öncesi icin mutlak şeffaflık yoktur. Kişilerin kendi duygularını yönetebilmesine göre aile içi bir terazi olmalıdır.
08.08: Evlendikten sonra mutlak şeffaflık olmalıdır.
10.47: Aile içi şeffaflık olmazsa ailenin temeli güven bozulur.
11.14: Eşler mutlak güven icinde birbiri ile bağlanması gerekir. Güven duygusu zedelenirse aile içi iletişim bozulur.
19.31: Eşler birbiri ile paylastiklari konulari, duyguları başkaları ile paylaşmaması gerekir; buna mahremiyet daralması denir. Ve eşler arasında bağlanma gerçekleşir.
26.05: Obsesif Kompulsif Bozukluk oluşmasının sebeplerinden biri de ince ayrıntılara doğru odaklanması ile olur.
32.20: Eşlerin başkası ile esleri hakkında paylaşması ile mahremiyet genişlemesi olur, aralarına soğukluk girer.
49.21: Çocuk 2 yaş sonrasında emme kesildikten sonra 3,5 - 4 yaşında kadar anne ile aynı odada kalmalıdır.
Pedagoji Okulu- Mutsuz Evlilikte Çocuk Yetiştirmek
VİDEO İÇERİĞİ:
01.23 - 04.48: MUTSUZ EVLİLİKTE ÇOCUK YETİŞTİRMEK -1
SORULAR VE CEVAPLAR
05.17 - 22.54: Benim hikayemin örneği yoktur yapılabilecek en kötü EVLİLİKlerden birini yaptım ve bunun nedenini tam olarak bende bilmiyorum. Para değil, çünkü ekonomik olarak kötü bir yaşantımız var. Kendimden yaşça çok büyük bir kişiyle evlendim. Yüksek lisans mezunuyum. Sakat, yada çirkin de değilim. Her halde geri zekalıyım. Sorun buda değil, eşim narsis bir kişiliğe sahip onarılmaya fazlasıyla ihtiyacı var. Ve sürekli bana bağırıyor, tersliyor, aşalıyor. Bunu 10 yaşındaki oğlumuzun yanında yapıyor. İlk zamanlar bu davranışlarını anlamlandıramaz ve sürekli ağlardım. Şimdilerde bende cevap veriyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Dişlerimi sıkmaktan çene ağrılarım ve konuşma problemlerim başladı. Tansıyonum genelde yüksek. Eşimle bir birimizi yeterince tanımadan evlendik. Oğlum şuanda 10 yaşında. Oğlumun bu ortamlardan etkilenmemesi için çok çaba sarf ediyorum. Ama ortak bir EVLİLİK yok, paylaştığımız EVLİLİK adına hiçbir şey. Çok iyi , farkındalığı yüksek bir oğlum var. Çok masum. Eşim özellikle bu kötü davranışlarını sanki düğmesine basılan bir makine gibi oğlumuzun yanında yapıyor. Okuldayken daha az tersliyor ve azarlıyor bir az daha normal davranıyor. Ama çocuk varken bir canavara dönüşüyor, havalara giriyor, inanılmaz kibirli ,sürekli küfrediyor , oturup hiçbir şey konuşamıyoruz. Söylediğiniz en ufak cümleyi kendine hakaret kabul ediyor, çıldırıyor. Siz boşanmanın çocuklara etkisinden bahsediyorsunuz. Evet bende boşanmayı hiç istemem, ancak hiçbir ihtiyacımı karşılamayan ve sürekli beni mutsuz ve huzursuz eden hatta bir adama daha ne kadar katlanabileceğim bilemiyorum. Bitmeyen kötü bir kabusun içerisinde gibiyim.Cidden çocuğun yanında bu şekilde davranmasa belki bir ömür boyu dayanabilirim. Yerimde başka bir kadın olsaydı kötü bir şey yapabilirdi. Bırakın kadınlığımı, insan olmayı bile yaşayamıyorum hiçbir yere götüremez, götürmez ve gitmemize de izin vermez. Kendimi onarayım diyorum ama bu şartlar altında mümkün görünmüyor. Devamlı beni aşağı çeken bir adamla bir evde yaşıyorum. Tek derdim oğlumun mutlu ve huzurlu çocukluk geçirmesi . maalesef çok ürkek bir çocuk evin içerisinde tek dolaşamıyor ve geceleri benimle yatıyor. Oğlum ona kızmamdan çok korkuyor. Kaldı ki ben kızan , bağıran bir anne asla olmadım. Kendi çocuğuma bu kadar zarar veren bir yaşantı içinde olmak beni çok üzüyor. Ve maalesef oğlum babasında kesinlikle ayrı bir yaşantı düşünemiyor. Babası oğluna karşı iyi sadece bana karşı kötü. Eşim benim evi gitmemi kabul ediyor, hatta defalarca kovdu beni ama çocuğu asla alamazsın diyor. Çocuğumla ayrı bir yaşantıda kesinlikle düşünemiyorum. Ben pek bir çözüm göremiyorum ama son bir kes sizinle danışmak istedim.
23.11 - 28.48: Kendi kendine onarım sürecinde gerekli olan metronom, mekanik metronom yerine dijital metronom kullanılabilir mi. Şayet kullanılabilirse sizin kendi kendine onarım eğitiminiz açısından daha faydalı olacak uygulama var mı?
29.10 - 32.34: Benim 2 yaş 7 aylık kızım var . Babamız ayın 15 günü evde, 15 günü çalışmak için evden uzakta oluyor. Önceleri küçüktü fazla üzülmüyordu. Ama şimdi babası işe gittiği zaman çok üzülüyor. Geceleri sürekli ağlıyor, her gün videolu arama yapıp babasıyla konuşturuyorum. Çoğu zaman babasına küsüp konuşmak istemiyor. Bazı zamanlarda da derin özlemle konuşuyor. Babamız evde olduğu zaman kızımla çok ilgili. Kızımda babasına aşık. Babasının olduğu ortamlarda bana bile gelmiyor babasıyla yatıp kalkıyor. Şimdi size sorum babası işe gittiği zamanlarda ne yapabilirim ki , kızım az üzülsün nasıl davranmamalıyız ki psikolojisi bozulmasın evde her ikimiz kızımızla bol sevgi, bol alakalıyız. Her zaman dinliyoruz kızımızı .Oda maşallah akıllı, uslu bizi dinleyen çocuktur. Cevaplarsanız çok sevinirim.
Pedagoji Okulu- Mutsuz Evlilikte Çocuk Yetiştirmek 2
VİDEO İÇERİĞİ:
00.49 - 18.23: MUTSUZ EVLİLİKTE ÇOCUK YETİŞTİRMEK- 2
18.59 - 30.49: SORU
Hocam, boşanıp tekrar evlendiğim eşim evliliğimin bitmesinden dolaylı olarak etkisi olan bir erkek arkadaşı ve eşi ile görüşmeye devam ediyor. Kendisine eşli ortamlarda bensiz bulunmasından rahatsız olduğumu, arkadaşı ile dışarıda erkek erkeye görüşebileceğini söylüyorum ama halen devam ediyor. Ve eşleri yok diye evlerine maç izlemeye gidiyor. Çok canım sıkkın, çözüm bulamıyorum, toplamda 11 yıllık evliyim bu adam ve kadın hep mi hayatımda olacak.
Pedagoji Okulu- Ayrılmak mı Boşanmak mı?
VİDEO İÇERİĞİ:
00.56 - 17.59: AYRILMAK MI BOŞANMAK MI?
17.59 - 36.40: ÇOCUKLUK YILLARI