Radyo Kategorisinde Sonuç Bulunamamıştır
Kitap Kategorisinde “KİTAP” Kelimesinden “17” Adet Bulunmuştur.
Rahat Bırakın Beni
Tanıtım
Utangaçlık, sıkılganlık, çekingenlik her gencin az yada çok karşılaştığı sorunlardan biridir. Kiminde az kiminde çok…
Bu KİTAP, çevresi ile kolay iletişim kuramayan, rahatsız olan, çekinen ve sıkılan gençlere yönelik özel olarak hazırlandı.
Kitap bir yandan sosyal fobisi olan Emre’nin başından geçen olayları anlatırken, diğer yandan da utangaç ve çekingen yapılı gençlere bilinçlice yaşama ve sorunlarını tanıma fırsatı vermektedir
İçindekiler
Dikkat! ..................................................... 7
Artık Yeter! .............................................. 9
Hareketli bir gün .................................... 21
Pedagog Yasin Abi ................................. 37
Seni seviyorum oğlum! .......................... 51
Emre’nin içindeki ikinci ses .................. 59
Dedikodu ve Emre’nin iç dünyası ......... 69
Yasin Abi’nin sürprizi ........................... 87
Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi
Tanıtım
Tatil, hayatımızın bir gerçeği. Ama, nedense amaçsızlık ve aylaklıkla özdeşleştirildiği için, bir süre sonra 'can sıkıntısı' üreten; geliştirmeyi bırakın, gerileten acı bir gerçeği de... Peki, bu mudur olması gereken? Tatil, eğitime ara verilen, verilmesi de gereken bir zaman dilimi midir? Yoksa tatil, eğlenceli, harikulade bir eğitim imkanı mı demektir? Eğer öyleyse, özellikle de ailenin bütün fertlerinin tam zamanlı olarak bir araya geldiği bir tatil dönemi, sevgi ve neşe dolu bambaşka bir eğitime nasıl imkân verebilir?
Uzman pedagog Adem Güneş, Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi'nde bu soruların cevabını veriyor. Öğrenmenin ömür boyu, eğitimin de yıl boyu sürdüğü gerçeğinden hareketle, tatili mücevher kıymetinde, keyif ve keşif dolu bir eğitim sürecine dönüştürmenin yolunu anne babalara gösteriyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... ... ... .11
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 13
Bilinçli Tatil
Bilinçli tatil veya tatil bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . 19
Şimdiye kadar tatil yerine stres yaşamışım (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 20
Tatil ve beklenti çatışmaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . 21
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 22
Tatil ne demektir? . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . ..................................................................... 23
Tatil yatıp dinlenmek midir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 24
Yatıyorum, yatıyorum, dinlenemiyorum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....……...24
Tatil, ritim bozmak değil, ritim tamir zamanıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 25
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (2) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 26
Okul dönemi ve vücut ritminin bozulması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 27
Biyolojik ve yapay zaman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 28
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (3) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 29
Doğal dinlenme nasıl olur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30
Uyku dinlenmenin tek yolu mudur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 31
Düzensiz ve sağlıksız beslenme insanı yorar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 31
Şimdiye kadar tatil yerine stres yaşamışım (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... 32
Hedefsiz tatil kriz doğurur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34
Ailenin tatil hedefi, aile bireyleri tarafından biliniyor mu? . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 35
Tatil hedefleri, aile fertleri tarafından da biliniyor mu? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 35
Tatil çeşitleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 36
Okula/eğitime hazırlığa yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 36
Sosyal tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 37
Doğa ve tabiatı tanımaya yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 38
Eğlenceye yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 38
Sağlığa ve spora yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 39
Kültürel tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 40
Aile içi yerinde yapılan tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . ... 41
Karma tatil: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 41
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (4) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 42
Tatilde zaman planlaması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
Tatil, depresyona neden olabilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 45
Yaşa göre tatil planı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 46
Okul öncesi dönemdeki çocuklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 46
Okul çağı çocukları . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................................................. 47
Ergenler ve tatil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. 48
Çocuklar tatilde ihmal ediliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 51
Yaz sıcakları ve insan psikolojisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 51
Tatilde Ders Çalışılır mı?
Öğrenme faaliyeti her an devam eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 63
Montessori Eğitim Sistemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . 64
Öğrenme olayı insan iradesinin dışında işler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 65
Tatilde, Montessori Sistemi uygulanabilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 66
Kısır döngü ve eğitimde mantık hatası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 67
Başarısızlığa odaklanmak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 67
Ders kitabı mı kullanılmalı; yoksa... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 68
Tatilde Din Eğitimi
Tatilde din dersi verilmeli mi verilmemeli mi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 77
Zihin çalıştıkça dinlenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 78
Kur’an-ı Kerim öğrenmek için ideal yaş kaçtır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 80
Kanunlara dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................................................... 82
Tatilde dinî hassasiyetlerin terki . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 82
Recep, Şaban, Ramazan ve Tatil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 84
Oruca bir türlü ısınamadım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 86
Tatilde Geliştirilen Davranış Sapmaları
Kötü alışkanlıkların kazanıldığı dönem. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... 97
1. 0-4 yaş grubu çocuklar: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97
Küçük bir şeker; ama... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... 98
Uykusuz geçen günler, çocuğunuzu agresifleştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 99
Anneye muhtaçlık ve çocuğu emanet bırakma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 100
0-4 yaş çocuklarının televizyonla baş başa bırakılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 101
“Çocuk televizyonları”, çocuklar için faydalı mıdır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 102
Çocuklar neden klipleri ve reklamları ilgi ile izler? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 102
Çocukların Sinsi Düşmanı: Klipler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 103
Kazalara dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 103
2. 4-7 yaş dönemi çocukların yaz tatilinde edindikleri davranış sapmaları . . . . . . . .... . . . . .104
Kaba ve küfürlü söz, en büyük risktir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 105
Çocuklara yönelik taciz olayları, tatil zamanında artar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 105
Televizyon yine tehlike yine tehlike . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 107
Çocuklar ortada dolaşmasın diye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 108
Teknolojik oyunlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 109
Tekrarlayıcı zorlamalara bağlı hasar, fizyolojik hasarlar . . . . . . . . . . . . . . ......................... 110
Ritim bozukluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 111
3. Okul dönemi çocuklar ve tatil döneminde kazanılan
kötü alışkanlıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................112
Tatille gelen çete ve maço kültürü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 112
Almancı çocuğa karşı güç göstermek isterken . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................. 114
Yaz Okulları, Kamplar ve Tatil Aktiviteleri
Tatilin en güzel yanı . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 123
Suyun altında başlayan dostluğumuz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 123
Yaz okulları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .…....124
Yaz okulları, kötü amaçlarla kullanılabiliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 125
Hem eğlence hem de öğrence . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 126
İzcilik faaliyetleri ve yaz kampları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 127
Babamı kampta tanıdım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 128
Alternatif aktiviteler ve spor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 129
Bungee Jumping . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .................................................... 129
Bungee Jumping nasıl yapılır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 131
Tenis kulüpleri ve tenis sporu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 131
Squash . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 132
Tek başına antrenman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................................... 133
Squash sert bir spordur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 133
Binicilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 134
Ata rasgele binilmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................. 134
At binmek kolay değildir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . 135
Her yaşta insan ata binebilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ... 135
Buz Pateni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... ….....136
Scuba Dalıcılığı . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................................ .................... 137
Yüzme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 137
Tatil Sonrası Sendrom
Tatil sonrası hayata yeniden konsantre zorluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 149
Randevu planlamasına dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 150
Para harcama alışkanlığına dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 151
Avuç avuç para harcıyorduk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... .151
Kurulan dostluklar ihmal edilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 152
Tatilde sevdiklerinize kart göndermeyi ihmal etmeyin! . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... 152
Hediye almayı unutmayın! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .153
Önsöz
Daha önce “Tatil Rehberi” isimli bir KİTAP içinde bir bölüm olarak yayınlanan bu çalışma, muhtevasına daha uygun olarak “Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi” adı altında küçük ve mütevazı bir boşluğu doldurmak üzere yeniden yayına hazırlandı. Tatil, hayatımızın bir gerçeği. Bir işyeri ortamında çalışan anne-babaların yılın belli bir zamanını kapsayan tatilleri olduğu gibi, çocuklarımızın daha uzun bir tatil dönemleri var. Her yıl, öğrenim döneminin arasında iki haftalık bir yarıyıl tatilleri olduğu gibi, yaz aylarının da neredeyse tamamını tatilde geçiriyorlar. Bu tatil dönemleri başladığında, gazetelerde, televizyonlarda klişeleşmiş cümleler duyuyoruz. Tatil, ‘eğitime ara verilmesi’ anlamına geliyor bu haberlere bakılırsa… Acaba öyle mi? Tatil, gerçekten, eğitime ara verilen, verilmesi de gereken bir zaman dilimi midir? Yoksa tatil, okulda eğitim bitmekle birlikte, yeni ve farklı bir eğitim süreci midir? Özellikle de ailenin bütün fertlerinin tam zamanlı olarak bir araya geldiği bir tatil dönemi, sevgi ve neşe dolu bambaşka bir eğitime imkân verebilir mi?
Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi, öğrenmenin ömür boyu, eğitimin de yıl boyu sürdüğü gerçeğinden hareket ederek, tatilin sıkmadan, zorlamadan nasıl mücevher kıymetinde bir eğitim sürecine dönüşebileceğini göstermeyi hedefliyor. Çocuklarımızın hafta sonu, yarıyıl sonu ve yıl sonu tatillerini eğlenceli bir eğitim sürecine dönüşebilmesi için öncelikle biz anne-babalara bir tatil bilinci öneriyor ve bu çizgide ilerleyen ‘tatilde eğitim’ metodları sunuyor. Böylece, çocuğumuzun eğitim ve gelişim sürecinin adeta bir bıçak gibi kesildiği, bilhassa birçok anne için kâbus gibi beklenen bir zaman olmaktan çıkarmanın hem düşünsel arka planını, hem de yolunu ve yöntemini ebeveynlere gösteriyor. Tatili hayatın ritminin bozulduğu değil, olması gereken düzene girdiği; aile içi ilişkilerin gerilediği değil, geliştiği; çocuklarımızın doğrudan kâinatla yüzyüze ve hayatın içinden dersler aldığı ‘şenlikli’ bir eğitim sürecine dönüştürmek, aslında hiç de zor değil. Bütün bunları kısa, öz ve insan odaklı olarak anlatmaya çalıştık bu kitabımızda… Umarız, elinizde tuttuğunuz bu KİTAP, ister bir hafta sonu tatili olsun, ister uzunca bir tatil, ailece huzurlu, keyifli, aynı zamanda öğretici ve eğitici bir tatil için bir vesile olur… İyi tatiller dileğimizle…
BİLİNÇLİ TATİL
Tatiller, yorucu bir okul dönemi ve bütün bir yıllık iş koşuş turma casının ardından üzerimizdeki psikolojik yükün indirilebilmesi için bir fırsattır. Yıl boyunca yaşadığımız streslerin, tar tışmaların, yolunda giden (ya da gitmeyen) işlerin sebep olduğu pozitif veya negatif tesirlerin nötrleştirilmesi için beklenilen günlerdir.
Tatil dönemi, koca bir yılki yorgun luğa “devamlı uyumakla” tepki göstermek değil, bir yıl boyun ca mecburî takip ettiğimiz programdan çıkıp kendi doğal programımızı oluşturma zamanıdır. Başka bir ifade ile bir yıl boyunca bozulmuş olan ritmimizi, tatil döneminde yoluna koyma zama nıdır. Tatilde hem fizikî, hem de ruhî olarak dinlenmenin en te mel yolu, bozulmuş ritmimizi yeniden düzene sokmaktır.
-Bilinçsizce ve rasgele başlanılmış bir tatil, çoğu defa aile üyelerinin beklentilerini karşılamada yetersiz kaldığı gibi, birbirleri ile çatışmalarına da zemin hazırlamaktadır.
-Terminolojik olarak tatile farklı tarifler yapılsa da psikolojik olarak tatilin “Bir başkasının programından çıkıp kişinin kendi programını uygulayabilme özgürlüğü” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
-Uykunun insanı dinlendirebilmesindeki temel özellik, kişinin sıhhatli ve düzenli uyuyabilmesinde gizlidir.
-Çocukların öğrenmeye en yatkın olduğu zaman dilimi, sabahın ilk saatlerinde başlamakta ve öğlenin ilk dakikaları ile son bulmaktadır. Öğle saatleri ise eğitimde en verimsiz zaman dilimidir..
-Örneğin, sabah çok önemli bir randevusu olan kişi, her ne kadar çalar saati kurmuş olursa olsun, yine de saat çalmadan önce kalkabilir..
-Ormanlık bir arazide yaşayan, bol oksijen teneffüs eden kişinin uykudaki dinlenme süresi ortalama 4 saattir. Yeşilliğin sınırlı olduğu bir şehirde ise istirahat süresi 8 saati bulabilmektedir..
-Sağlıklı bir tatilin ana maddelerinden bir diğeri de tatil hedefinin belirlenmesi ve tatil planının yapılmasıdır. Plansız bir tatil, kaos oluşturmaya adaydır..
-Aile fertlerinden birkaçının isteği doğrultusunda hazırlanan tatil programı, ailenin diğer bireylerinin tatilden istifade etmelerine mâni olabilir..
-Yaz sıcağı, insan vücudunun çalışma sistemini olumsuz etkiliyor. Sıcak nedeni ile vücudun bozulan nem dengesi depresyona sebep olabilmektedir..
TATİLDE DERS ÇALIŞILIR MI?
Genelde çocuklar, yoğun bir okul programının ardından ge len tatil ile KİTAP ve defterlerinden kaçarcasına dinlenmek ister ler. Çocuklarının bir yıl boyunca okula gidip gelmiş olması, birçok anne-babayı da şöyle düşünmeye sevk eder: “Hiç olmazsa ta tilde dinlensinler!” Aslında bu tarzdaki bir düşünce çok da doğru değildir. Kitabın giriş kısmında da izah ettiğimiz gibi, çocukları yoran, bir şeyler öğrenmek değil, yoğun bir tempoya mecburi olarak ayak uydur ma gayretidir. Çocuklar, okul döneminde, neyi öğrenmek isteyip isteme dik lerini kendileri tercih edemezler. Örneğin hiçbir çocuk okulda, “Ben matematik dersi almak istemiyorum” ya da “Matematikte takip ettiğimiz bu KİTAP bana uygun değil” deme lüksüne sahip değildir.
-Kendi bünyelerine ve biyolojik ritimlerine uygun olmayan bir ders planının mecburî takipçisi olmak, çocukları yormaktadır. Hâlbuki tatilde, mecburi olarak uygulanılan bir program yoktur.
-“Çocuklar, tatilde ders çalışmalı mıdır?” sorusuna, “Evet, çalışmalıdır” diye cevap vermeliyiz; ama hemen arkasından, “Ancak” diye ilave etmeliyiz....
-Çocuklar, özellikle tatil dönemlerinde başarısız oldukları derslerde ve sahalarda değil, bilakis başarılı oldukları alanlarda ders çalışmalıdır. Bu şekilde çocukların öğrenim süreçleri sekteye uğramamış olur.
TATİLDE DİN EĞİTİMİ
Dinî hassasiyeti bulunan aileler için tatil, dinî bilgilerin yenilen me si ve tekrarlanması açısından bir fırsat gibidir. Okulların tatile girmesiyle camilerde ve Kur’an kurslarında da bir hareket lilik başlar. Tatilin dinlenme olduğunu düşünen birçok kişi, “Hiç olmaz sa çocuk tatilde rahat bir nefes alsın” diyerek tatil dönemle rinde çocukların din derslerine gitmelerine veya Kur’an kurs larına gönderilmelerine karşı çıkmaktadır. Bir kısım anne-baba da “Çocuk, bütün bir okul sezonu boyunca zaten dinden ve Kur’an’dan uzak kaldı, hiç olmazsa bu ta tili bir fırsat bilip onun bilgi eksikliğini giderelim” diye düşünür, çocuklarını tatilde dinî eğitime teşvik eder. Acaba bu iki görüşten hangisi doğrudur?
-Çocukların ezber yapma kabiliyetleri, (yaklaşık) dört yaşından itibaren başlar.
-Çocuk, Latin alfabesini öğrenirken karşılaşacağı yorgunluğu Kur’an harflerini öğrenirken giderebilir.
-İlk dinî bilgilerin öğretildiği yer ev ortamıdır. Özellikle çocuğun bu konudaki ilk izlenimlerini kendi aile çevresinden aldığı unutulmamalıdır..
TATİLDE GELİŞTİRİLEN DAVRANIŞ SAPMALARI
Yaz tatili, her ne kadar kendi içinde dinlenme ve mutlu olma - yı çağrıştırsa da pratikte bakıldığında, birçok kötü alışkanlığın kazanıldığı dönemlerin başında gelir. Birçok defa, tatile girme den önceki davranışlarla, tatilden sonraki davranışlar pek uyum içinde olmaz.
-Taklit döneminde bulunan çocuklar, tatilde karşılaşacakları birçok davranışı da papağan efekti ile kopyalayacaktır.
-Çocukların klipleri ilgiyle izledikleri sanılsa da aslında o esnada beyinleri bir şok yaşamaktadır. Çocukların yaşadıkları bu şoka ‘klip sendromu’ adını veriyoruz..
-Taciz konusunda çocukların söylediği şeyler dikkate alınmalı, “Aman işte çocuk, kendi kendine bir şey anlatıyor” diye geçiştirilmemelidir. Unutmamalı ki çocuklar bu konuda yalan söylemeyi bilmezler.
-Bir çocuğun tatil süresince uyku düzeni bozulursa buna bağlı olarak biyolojik kapasitesinin performansı da bozulur..
-Okul çağına girmiş; hatta ergenlik dönemini de yaşayan çocuklar, eğer tatil planlarının içerisinde isteklerini bulamazlarsa kendilerini daha iyi ifade edebildiklerini düşündükleri başka gruplarla tatillerini geçirme eğilimine girebilirler..
YAZ OKULLARI, KAMPLAR VE TATİL AKTİVİTELERİ
Tatilin belki de en güzel yanı, tatil aktiviteleri, kamplar ve yaz okullarıdır. Gerek yaz okulları; gerek kamplar; gerekse yapılan aktiviteler, yeni insanlar tanıma, yeni yeni dostluklar kurma adına oldukça önemlidir. Çünkü tatiller, her ne kadar ailecek veya tek başına planlansa da tatil süresince birçok yeni kişiyle tanışma ve sosyal dünyamızı genişletme adına bize çok şey kazandırır.
-Yaz okullarının faydası, takdir edilecek boyutlarda olsa da uygulanan programlar incelenmeli, planı hazırlayan organizatörlerin hassasiyeti bilinmelidir..
-Yaz okulu tercihinde, “eve en yakın olan veya semtimizde çok bilinen yaz okulu bu” düşüncesi ile hareket edilmemelidir.
TATİL SONRASI SENDROM
Güzel bir tatilin en kötü yanı çabucak bitmesidir. Bitmesinin de ötesinde, asıl sorun, tatil sonrasındaki eski hayata yeniden uyum sağlama sırasında çekilen güçlüklerdir. Bilinen bir gerçek var ki planlı ve programlı yapılan tatil, in san hayatında önemli bir yer tutmakta ve tatil sonrası hayata ge çişte zorluklar daha az yaşanmaktadır. Ne zaman ki tatil dönemi bir kaos ve plansızlıkla geçti ise tatil sonrasına ayak uydurmak da o derece zor olmaktadır. Zira planlı yapılan tatilde insanın biyolojik rit mi tahrip olmamış, dengesi kay bol mamıştır. Plansız ve programsız ya pılan tatillerde, bozulan bi yolojik rit min yeniden ayarlanması hayli zahmetli olmaktadır.
-Planlı yapılan tatilde insanın biyolojik ritmi tahrip olmamış, dengesi kaybolmamıştır.
Annelik Sanatı
Tanıtım
Kadın yalnızdır aslında… Eşi olsa da, çocukları bulunsa da… Sevincinde yalnız… Ağlamalarında yalnız… Çocukluğunda yalnız, genç kızlığında yalnız… Çaba içindedir herkes, ondan bir şeyler koparmak için… Kimi sevgisizliğinin doyurucusu gibi tanır onu… Kimi yalnızlığının gidericisi gibi… Ve belki karşılıksızlığından olsa gerek, verdiği "iyi eder" insanı…
Bu kitabın adı her ne kadar Annelik Sanatı olsa da; aslında kadınların eşleri için yazıldı... Annelerin çocukları için… Bir annenin yalnızlığının derinliğini görmek... Ona gerçekten "eşlik" etmek… Ona eşlik ederken, onunla iyi olmak isteyenler için yazıldı… Bir kadının öfkesinin çocuksu zayıflıklarını örtme çabası, kızgınlıklarınınsa artık bunaldığının işareti olduğunu fark etmek isteyenler için yazıldı… Ve belki kendinin nasıl bir anne olduğunu aynada görmek isteyen anneler için yazıldı…
İçindekiler
Önsöz ……………………………….……………………………………………...........13
Birinci Bölüm
ANNELER NEDEN ANNELİK YAPAMAZ? …………………………………….......15
Bir sanattır annelik ……………………………………………………...…......................17
Çocuk terbiyesinde iyi niyet ve şefkat yeterli değil mi? ………………………………... 18
Çocuk terbiye etmek, orkestra şefliği yapmaya benzer ………………………………….18
Annenin taşıma kapasitesi ne kadardır?………………………………………………......19
Sırtında taşıdığı yükler, annenin annelik yapmasına engel olur ……………………….…20
Annenin kendisiyle tanışması……………………………………………………………..21
Peki, anne kendisini nasıl tanıyabilir?…………………………………………………….22
Annenin kendini tanıma rehberi…………………………………………………………..23
1. Annenin yaşama sevinci var mı?……………………………………………….........23
2. Anneye, annelik statüsü verilmiş mi?……………………………………………..…27
3. Anne çocuğunu diledjği gibi terbiye etme özgüllüğüne sahip mi?…………………..28
4. Anne ilk dört yaşına kadar annesinden uzun süreli ayrı kalmış mı?............................29
5. Anne inançlı mı?…………………………………………………………………......30
6. Anne şiddetin hâkim olduğu bir ailede mi yetışti?…………………………………...31
7. Anne geçmişte herhangi bir taciz veya tecavüz yaşamış mı?………………………...32
8. Anne, aileden yeterince destek alıyor mu?…………………………………………...33
9. Anne isteyerek mi çocuk sahibi oldu?………………………………………………..35
10. Anne, çocuğu benimsemiş mi?……………………………………………………....35
11. Anne, eşini seviyor mu, benimsemiş mi?………………………………………….....37
12. Anne, eşi tarafından seviliyor mu, benimsenmiş mi?………………………………...38
13. Annenin sanal bağımlılığı var mı?……………………………………………………39
14. Anne sigara, alkol ve uyuşturucu kullanıyor mu?………………………………….....40
15. Annenin yeterince sosyal yaşantısı var mı?…………………………………………...42
16. Anne kişisel karakter olarak hırslı ve öfkeli mi?……………………………………...42
17. Anne çocuk terbiyesinde bilinçli mi?…………………………………………………43
16. Anne kendi merkezciliğinden çıkabilmiş mi?………………………………………...44
19. Annenin cinsel yaşantısı normal mi?………………………………………………….45
20. Annenin empati yeteneği var mı?……………………………………………………..46
21. Anne yeterince uykusunu alabiliyor mu?……………………………………………...47
22. Annenin yemek düzeni var mı?………………………………………………………..49
23. Annenin gün planlaması var mı?………………………………………………………50
24. Annenin hâlâ enerjisi var mı?………………………………………………………… 51
25. Anne yeterince hareket ediyor mu?…………………………………………………....52
26. Annenin kariyer planı var mı?………………………………………………………....52
27. Annenin fiziksel bir rahatsızlığı var mı?……………………………………………....54
28. Anne ekonomik olarak rahat mı?……………………………………………………...54
Üzerinizdeki yük tablosu…………………………………………………………………....56
Cevaplar nasıl değerlendirilmelidir?………………………………………………………57
9 puan ve üzeri yük: “Kriz’’……………………………………………………………….57
7-8 puanlık yük: ‘Kritik dönem”………………………………………………………… .58
5-6 puanlık yük: ‘Problem”………………………………………………………………..60
4 puanlık yük: “Anormallik başlangıcı”…………………………………………………...62
2-3 puanlık yük: “Dikkat, dengeler bozulabilir!”…………………………………………..63
1 puan ve daha az…………………………………………………………………………...65
Taşıma kapasitesinin üzerinde yük taşımak, kısır döngünün başlangıcıdır………………......66
İkinci Bölüm
ANNENİN ÇOCUĞUNU TANIMA SÜRECİ ………………………………………..........73
Çocuğun tanınması………………………………………………………………………..…..75
Yetişkinlerin üzerindeki çocukluk dönemi izleri………………………………………….......76
Anne kendi “ben”liğinden sıyrılmadıkça çocuğunu tanıyamaz………………………….........81
Bencil anne yoktur; ama…………………………………………………………………….....81
Benmerkezci anne ile bencil anne arasında ne fark vardır?........................................................81
Peki, anne neden çocuğunu yok ederek kendini çocuğunda yaşatır?…………………........….83
Benmerkezci annelerin elinde izzet savaşı veren çocuklar……………………………......…..85
Hayvan terbiye eder gibi insan terbiye edilmez ki!……………………………………............87
Anne çocuğuna verdiği zararı fark etse bile……………………………………………...........90
“Ne derler?” diye çocuk terbiyesi, çocuğu tanımaya engeldir…………………………...........93
“Herkes mi yanlış yapıyor?” yargısı, çocuk tanımaya engeldir………………………….........94
“Gerçek ben” ve “sahte ben”li çocuklar…………………………………………………........95
ÇOCUKLUK DÖNEMİ (0-7 YAŞ)……………………………………………………........98
0-4 yaş çocukluğun gücü ……………………………………………………………….......98
Doğal annelik yeterli…………………………………………………………………….........99
Bu dönemde çocuğun ihtiyaçları anında giderilmelidir………………………………..........104
0-4 yaş döneminde çocuğun güven duygusuna ihtiyacı………………………………......…105
Çalışan anneler ve çocukluk dönemi ihtiyaçları……………………………………...….......107
İhmal edilmiş çocukluk sendromu……………………………………………………...........110
Davranış kodu nedir?…………………………………………………………………….......112
Çalışan anneler bakıcı tutmasın mı?……………………………………………………........113
0-4 ila 4-7 yaş dönemi arasındaki farklar………………………………………………........114
4-7 YAŞ GRUBU ÇOCUKLAR……………………………………………………….......120
Çocuğa kurallar nasıl öğretilir?………………………………………………………...........121
Kural, çocuk tarafından içselleşmişse kuraldır……………………………………....…........121
1. Çocuk sadece kendisi için konulmuş kuralları dinlemek istemez……………………...122
2. Kurallar çocuğun gerçekleriyle uyum içinde olmalıdır………………………………...124
3. Kurallar rastgele zamanda ve rastgele yerde öğretilemez……………………………....125
4. Çocuk ikna olmaktan hoşlanmaz………………………………………………………..127
5. Kurallar gerçekçi ve samimi olmalıdır………………………………………………….128
6. Bir kurala uyma, başka bir şarta bağlanmamalı………………………………………....129
Sosyalleşme ihtiyacı……………………………………………………………………..........130
“Kal” ile değil, “hal” ile terbiye………………………………………………………............132
7-14 YAŞ DÖNEMİ……………………………………………………………………….....133
Metafizik varlıklara ait sorular ………………………………………………………….........135
Yedi yaş grubu çocuklar artık “efendi” olur……………………………………………..........137
Sosyal çevreye katılım……………………………………………………………….…..........138
7-14 yaş çocukları ve “yalan”……………………………………………………….…...........140
Ahlakî eğitim…………………………………………………………………………….........142
Ön ergenlik……………………………………………………………………….……...........143
14-21 YAŞ ERGENLİK DÖNEMİ………………………………………………..…..........144
Erkek çocuk suçluluk psikolojisine girer………………………………………………..........145
Kız çocuk, anneye ihtiyaç duyar…………………………………………...…………........…145
Ergen çocuk eleştirilere tahammül göstermez…………………………………………..........146
Ergen çocuk her an yoldan çıkmaya hazırdır…………………………………...…….......….147
Ergenlik, bir problem dönemi değildir……………………………………..………….......…148
Üçüncü Bölüm
AİLE İÇİNDEKİ ROL KARMAŞASI VE ÇOCUĞUN ANNE BABA İHTİYACI……………………………………………………………………………….....153
Anne-baba aile içinde hangi rolü oynuyor?…………………………………………….....155
Aile bireyleri rollerini biliyor mu?……………………………………………………...…156
Baba olmadan anne, annelik yapabilir mi?……………………………………………......157
Neden anneler, babalık yapamaz……………………………………………………….....160
Baba, ailede “otorite temsilcisi”dir…………………………………………………...…...162
Anne, ailede “stabilizatör”dür………………………………………………………….....164
Çocuğun dünyası anneden ayrı, babadan ayrı beslenir……………………………..….....167
İyi bir baba olmanın metodu: İstişare………………………………...…………………...170
1. İstişare, vakti sabit olan bir gün ve saatte yapılır…………………………………....170
2. İstişare belli bir ciddiyeti gerektirir………………………………………….…........171
3. İstişarenin bir yöneticisi olmalı……………………………………………………...173
4. İstişareye katılım belli bir yaşı gerektirir………………………………………….....174
5. İstişarede kararlar oy birliğiyle alınır………………………………………………...175
6. İstişare aile sorunlarının çözüm adresi olarak bilinmelidir………………………...…175
7. İstişare, çocukların statü kazandığı yerdir………………………………………….....176
8. İstişare masası, kavga edilecek yer delildir………………………………………...…177
9. İstişarede alınan kararlar bir deftere yazılmalıdır…………………………………......177
Dördüncü Bölüm
ÇOCUK TERBİYESİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİ?…………………............179
Çocuk terbiyesi nedir?……………………………………………………………................181
İyi eğitim almak, iyi terbiye olmak demek değildir ………………………………….......183
Çocuk terbiyesinde hedef nedir?…………………………………………………….….......183
Terbiye ve eğitimdeki temel fark nedir?………………………………………………........184
Referans aldığınız değerler nelerdir?……………………………………………….…........185
Normal mi anormal mi?……………………………………………………………….........186
Kime göre normal, kime göre anormal?……………………………………………..…......187
Çocuklar neden aile içindeki normlarla çatışırlar?……………………………………........190
Çocuğunuz küçükken neredeydiniz?…………………………………………………….....191
Anormal davranışlar, çocuğun dünyasına giren yeni “birileri”yle gün yüzüne çıkar………………………………………………………………………............................192
Çocuğun, ailenin değerlerini terk ediş süreci nasıl yaşanır?………………………..............194
1. Çocuğun aile içinde Kendi yerini bulamaması……………………………………......194
2. Çocuğa aile içinde statüsünün verilmemesi………………………………………...…196
3. Çocuğun anne babayı samimi ve güvenilir bulmaması…………………………….....197
4. Çocuk ile anne-babanın beklentilerinin çatışması…………………………………......199
a. Gerçekçi olmayan beklentiler……………………………………………………..…200
b. Hayallere ve uhdelere çocuğun alet edilmesi………………………………………..201
c. Çocuktan onayı alınmamış beklentiler……………………………………………….201
d. Çocuğun beklentilerine ailenin ilgisiz kalması……………………………………....202
5. Anne babanın ebeveynlik statüsünü kaybetmesi…………………………………….....203
6. Çocuğun yaşından büyük olaylarla erken yaşta tanışması……………………………..204
7. Aile ile çocuk arasındaki ergenlik dönemi doku uyuşmazlığına
vaktinde çözüm üretilememesi……………………………………………………………....204
8. Aile içindeki iletişimin sağlıksız yürümesi…………………………………………….205
Önsöz
Annelik, hiçbir şeye benzemez; ne baba ne amca ne de teyze olmaya… Yorucu, yıpratıcı ve kendini yaşamaktan vazgeçirici bir tercihtir anneliktir…
Bir bahçıvan sabrıyla gül dikmek ve dikilen o gülün başında yılmadan, yorulmadan beklemektir “annelik sanatı”… Onu yağmurdan korumak… Doludan sakınmak… İlkbaharda budamak… Yaz sıcağında sulamak… Kışın “Solacak mı acaba?” diye endişe etmektir…
Böylesi hassas bir işin başındaki anne ne kadar rahat ve huzur içindeyse o anneden yetişen güller de o denli güzel ve huzur verici olacaktır. Eğer anne, rahat ve huzurlu bir ortamda değilse, bir çocuk gibi tersleniyor ve azarlanıyorsa, eşiyle bir türlü bitmeyen sorunlar içinde, boğulacak gibi oluyorsa, bir yandan kayınvalide bir yandan görümceler bir yandan da tam olarak güven duyamadığı dost ve akrabalar arasında varlık mücadelesi veriyorsa, ötesinde “Acaba bir teselli olur mu?” diye beklediği eşini de yanında hissedemiyorsa tabii ki onun elinde yetişen güllerin rengi solgun, çiçeklerin boynu bükük olacaktır; tıpkı kendisi gibi…
Ve gariptir annelerden hep “anne gibi anne olma”ları beklenir ve anneye verilen her bir nasihatte, “Anne dediğin fedakâr olmalıdır” denir ve ilave edilir: “Anne dediğin kendi hayatını yaşamamalıdır. Eşinin ailesine saygıda kusur etmemelidir. Evini çekip çevirmelidir. Çocuklarına gözü gibi bakmalıdır.”
Peki; anne insan değil mi? Bunca şeyi tek başına mı yapmalıdır yoksa annenin yanında ona “eş”lik edecek bir de baba mı olmalıdır? Anneye, bir anne şefkatiyle sahip çıkıp “kızım” diyerek kanatlarının altına alacak bir kayınvalide gerekli değil midir?
Annenin sığındığı dualar başına yıkılıyorken, teselli beklediği simalar kendine kaş çatıyorken, parmak sallıyorken o anne ne kadar annelik yapabilir ki?
İşte bu KİTAP, bir yandan “Annelik Sanatı” nın nasıl olacağını, bir gül fidanının nasıl çapalanıp, nasıl sulanacağını anlatırken bir yandan da annenin annelik yapmasına tesir eden tüm faktörleri ele alıyor…
Bu KİTAP sadece anneler için değil, annelere “eş” lik etmek isteyen babalara yönelik olarak da hazırlandı…Umarız; hem anneler hem de annelerin yanında bulunan herkes için faydalı olur…Bir annenin dünyasına doğru iyi seyirler dileğiyle…
1.ANNELER NEDEN ANNELİK YAPAMAZ?
Hiçbir anne "Acaba ben iyi bir anne miyim?" diye tereddüt etmemelidir. Bütün anneler, bir anne kadar şefkatli, bir anne kadar koruyucu, bir anne kadar sevgi doludur... Yeryüzünde hiçbir anne, çocukları için kendini feda etmekten bir an bile tereddüt etmez. Korkak bir anne tavuk bile civcivlerinin tehlikede olduğunu hissettiğinde, ölümü göze alıp yavrularına göz diken tehlikeye karşı baş kaldırmıyor mu? Korkak bir tavuk bile yavrusuna karşı şefkat taşıyorsa ve taşıdığı şefkat onu kahramanca yavrusunu korumaya itiyorsa bu satırları okuyan bir anne nasıl olurda çocuğuna karşı "Ben iyi bir anne miyim?" diye tereddüt taşır ki?
Peki, anneler çocuklarına karşı, bu kadar iyi niyetli ve şefkatli oldukları halde, çocuk terbiyesi neden çok defa hayal kırıklıklarıyla sonuçlanıyor? Terbiyede iyi niyet ve şefkat yeterli değil mi? Bal kokulu şefkat ağacı annelerden nasıl oluyor da zehirli meyveler yetişiyor? Acaba nerede hata yapılıyor da bir zamanların mis kokulu bebekleri, anne babasına kan kusturacak kadar vicdansız olabiliyor?
-Annenin çok iyi niyetli bir anne olması çocuğun iyi yetişmiş bir çocuk olması için yeterli değildir.
-Çocuk terbiyesinin en önemli faktörlerinden biri annenin kendi içine doğru derinleşmiş ve kendisi ile tanışmış olmasıdır.
-Birçok anne, sırtında taşıdığı yüklerin verdiği sıkıntıdan dolayı çocuğuna karşı hoşgörüsüz davranmaktadır.
-Babanın doğumdan hemen sonra duygusal olarak annenin yanında bulunması bir anne için oldukça önemlidir.
-Çocuk terbiyesinin en önemli unsuru yaşama sevincidir.
-Anne çocuğuna fena muamelede bulunurken çoğu defa “hak etmese dövmem” diye kendisini savunur. Halbuki…
-Hayatı olduğu gibi kabul etmek, annenin yaşama sevincini artırır.
-Bir anneye yapılacak en büyük eziyet, ona annelik statüsünün verilmemiş olmasıdır.
-Bir annenin, annelikten en hoşlandığı durumlardan biri de çocuğuna karşı kendini sorumlu hissettiği anlardır.
-Çocuklarını yetiştirmeye çalışan bir anneye, aşırı müdahalede bulunmak, annenin annelik yapma becerisini zedeler.
-Çocukluk yıllarında şiddet görerek yetişmiş anneler, maalesef kendi çocuklarına karşı şiddet uygulamaktadır. Çünkü şiddet, psikolojik bulaşıcılık taşır.
-Çocuğa yönelen psikolojik ve duygusal şiddet, çocuğun ruhunda en az fiziksel şiddet kadar derin izler bırakmaktadır.
-Geçmişte yaşanılan hiçbir şeyden dolayı, bütün bir ömür harap edilmemelidir.
-Annenin çocuk sahibi olmaya hazır olması, annelik yapabilmesi açısından çok önemlidir.
-Anne, kendisini anne olduğuna inandırmakta zorluk çekiyorsa çocuğunu benimsemesi zordur.
-Bütün anneler, eşleri tarafından bir eş olarak sevilmek ve kabul görülmek ister.
-İnternetteki sanal sohbetler ve arkadaşlıklar, günümüz anneleri için en sinsi tehlikelerden biridir.
-Annelik, zayıf refleksle yapılabilecek bir görev değildir.
-Anne, genç kızlık dönemindeki gibi sosyal hayatını devam ettirmekte ısrar ederse kendisine ve çocuğuna zarar verebilir.
-Anne adım adım bilinçlendikçe adım adım üzerindeki yükten kurtulur.
-Anne “ben” merkezcilikten çıkamamışsa büyük bir ihtimalle, çocuğunu kendi hayatını zorlaştıran bir etken olarak görüyordur.
-Bir çocuğun duygularını en iyi şekilde hissedebilen kişi anne, bir çocuğu en iyi şekilde anlayabilen kişi de çok defa babadır.
-Uykusuzluğun verdiği psikolojik baskı altında gününü devam ettiren bir anneden, sağlıklı kararlar ve davranışlar beklenemez.
-Bilinçsiz rejim yapan bir annenin saldırgan ve daha olumsuz olması kaçınılmazdır.
-Düzensiz bir hayat, annenin istediği gibi bir annelik yapmasına engel teşkil edecektir.
-Düzenli spor yapan bir annenin psikolojisiyle, vücudunu hiç çalıştırmayan bir anneninki arasında ciddi fark vardır.
-Birçok anne kariyer planlamasında çocuklarının negatif tesiri olduğunu düşünmektedir.
-Bireyselci toplumlarda, ailenin maddi durumunun yetersizliği, yaşantıyı doğrudan bozar.
-Annenin gereksiz yere bağırmalarının veya hırçın davranışlarının altında yatan; üzerinde taşıdığı yüklerdir.
-Anne, üzerindeki yüklerle çocuk terbiyesinde başarılı olamaz.
-Annenin kendi iç dünyasına bilinçli gözlemler yapması ve bu gözlemlerde elde ettiği kırık noktaları düzeltmek için çaba sarf etmesi oldukça önemlidir.
-Sahiplenme bağı, anneye çocuğunun üzerinde istediği gibi tasarruf hakkının olduğunu düşündürür.
-Hiçbir anne çocuklarının üzerinde bir “sömürü bağı” kurmamalı ve onları kendi “malı” gibi görmemelidir.
-Annelerin çok defa çocuklarını durdurmak için kullandıkları yöntemin masum(!) adı, “ceza” dır…
-Annenin asıl problemi bulunmadıkça ve asıl problemin çözümünde destek olunmadıkça çocuklarına karşı sergilediği hırçınlık ve şiddet eğilimli davranışların da son bulması oldukça zordur.
-Çocuk, anne babanın vesilesiyle dünyaya gelmiş olsa da ayrı bir yaşam hakkına sahiptir.
2.ANNENİN ÇOCUĞUNU TANIMA SÜRECİ
Peki, annenin kendisini tanıması ve nasıl bir ortamda çocuk yetiştirdiğini fark etmesi yeterli midir? Cevabımız, tabii ki "Hayır" olacaktır. Zira çocuk terbiyesinin ana unsurlarından biri de çocuğun tanınmasıdır. Yani sahip olunan çocuk, tanınmadan "çocuk terbiyesi" olmaz... Kucağında tuttuğu yavrusunun hangi özelliklere sahip olduğunu bilmedikçe, gözlem yapma yeteneğini geliştirmedikçe ve çocuğunun gelişim dönemleri içinde nasıl davranacağını öğrenmedikçe annenin çocuk terbiyesinde başarılı olması oldukça zordur. Bu nedenle çocuk terbiyesinin üç önemli unsurundan bahsetmekte fayda var. Bunlardan biri annenin bilinçlenmesi, diğeri çocuğun tanınması ve üçüncüsü de çocuk terbiyesinde kullanılan metotların doğru olmasıdır.
Her bir yetişkin bir zamanlar çocuktur. Yaşanan o çocukluk dönemi, artık hatırlanması imkansız hatıralar arasında, bilinçaltındaki çelik kasanın içinde, sır gibi saklıdır. İşte o sır dolu çelik kasanın içindeki bilgilerden dolayı bugün yetişkinler böyledir. Nasıl ki her bir insanın kaşı, gözü DNA’sında gizlidir; o minicik DNA’lar koca bir insanın bütün şifrelerini barındırmaktadır; çocukluk yıllarında yaşanan bütün olaylar da DNA şifreleri gibi insan davranışlarının temel kodlarını oluşturmaktadır…
-Çocuk terbiyesinin üç önemli unsuru vardır. Bunlardan biri annenin bilinçlenmesi, diğeri çocuğun tanınması ve üçüncüsü de çocuk terbiyesinde kullanılan metotların doğru olmasıdır.
-İnsan şuan üzerinde taşıdığı anlamsız davranışlarının birçoğunu daha çocukluğunun o güçsüz ve çaresiz dönemlerinde yediği darbelerin acısı ile kazanmıştır.
-Her anne yanı başında büyüyen çocuklarının çocukluk dönemini, bir baykuş ciddiyetiyle takip etmeli ve önemsemelidir.
-Anneyi çocuğuna karşı “kör” eden şey, annenin kendi “ben” liğidir.
-Benmerkezci bir anne çocuğuna çok tutkundur. Çocuğunu çok sever. O yüzden farkında olmadan her şeyi çocuğunun adına düşünür. Onun adına karar verir.
-Benmerkezci anne, çocuğunun kendisinden habersiz adım atmamasını sağlar.
-Çocuklarına tarafsız gözle bakamayan bir anne, çocuklarını tanıyamaz.
-Günümüz annelerinin en büyük yanılgısı, “farkında olmadan” çocuk terbiyesinde hayvan terbiye usullerini kullanmalarıdır.
-Çocuk cezayla değil; vicdani kabulle ve ruhuyla terbiye olur.
-Hayvan terbiye eder gibi insan terbiye etme usulleri uygulanan evin içinde gün boyunca anne yorgun ve çaresiz, çocuk hırçın ve arsız olur.
-Annenin üzerindeki yükler, tadıyla annelik yapmaya engeldir.
-Birçok anne, dikkat etse çocuğuna karşı kullandığı pek çok yöntemin aslında annesinden kendisine miras kaldığını fark edecektir.
-Anne farkında olmasa da çocuklarına kendi annesinin gözüyle bakmaktadır.
-Günümüzde anneler, fıtri bir anne-çocuk ilişkisi yaşamak yerine “Etraf ne der?” diye suni bir anneliğe mecbur bırakılmaktadır.
-Bir annenin çocuğunu tanıyabilmesi için kendi hallerinin farkına varması gerekir.
-Çocuk, kendi ruhuna bir saldırı hissederse kendi dünyasını çevresine sergilemekten vazgeçer.
-Çocuk 0-4 yaş arasında karşı konulmaz bir öğrenme arzusuyla, hedefine doğru yönelir.
-Anne, çocuğunun ruhen sağlıklı olmasını istiyorsa onun içinden gelen öğrenme isteğinin önüne geçmemelidir.
-Bir çocuğun dört yaşına kadar en önemli işi, eşyalarla olaylar arasındaki ilişkileri kavramaya çalışmaktır.
-Çocuk öğrenmeye yönelmişken annenin engelleyici veya yasak koyucu tutumu çocuğu hırçınlaştırır ve öfkelendirir.
-0-4 yaş dönemi evresinde annenin en önemli görevi, çocuğunun ihtiyaçlarını anında gidermek ve onun öğrenme sürecinin önüne asla geçmemektir.
-Anne, gereksiz korkulara kapılmadan, çocuğunun tüm ihtiyaçlarını anında hissetmeli ve bu ihtiyaçları koşulsuz bir sevgiyle yerine getirmelidir.
-Çocukluk döneminde güven bunalımı yaşayan çocuk, yetişkinlik döneminde de her an tedirgin ve çevresine karşı güvensizdir.
-Çalışan bir anne her ne kadar çocuğunun kendisine ihtiyaç duymadığına kendisini inandırsa da vicdanı rahat değildir.
-İhmal edilmiş çocukluk sendromu geçiren çocuk, genellikle içe kapanır.
-Bakıcı kadın sendromu bir aileyle çocuk arasında sözel olmayan iletişimin darbe yemesine sebep olur.
-Bir annenin ilk dört yılda bebeğini terk etmemesi gerekir.
-0-4 yaş döneminde çocuklar, önlerine engel çıkartıldıkça “mızmız” ve “inatçı” olur…
-Çocuk 0-4 yaş döneminde kendi ruhunu doyasıya yaşamalıdır.
-“Yapma” ikazı çocuğa bir şeylerin yolunda gitmediğini gösterir.
-Anne kalabalık cümlelerle, anlaşılması zor ifadelerle çocuğun zihnini yormamalıdır.
-Bir annenin en korktuğu şey “söz dinlemeyen çocuk” tur.
-Çocuklar dört yaşına kadar kuralları anlamaz ve gereksiz bulur.
-Çocuk terbiyesinde ana unsur, çocukla çatışmadan çocuk terbiyesidir.
-Çocuğuna sosyal yaşam kurallarını öğretmeye çalışan bir anne, aceleci olmamalıdır.
-Çocuktan yapabildiğinin ötesinde bir şeyler beklemek gerçekçi olmaz.
-Çocuğunun gerçeklerinden uzak beklentiler kuran anne, her zaman hüsran içindedir.
-Çocuk, yaşam kurallarını hissederek öğrenmelidir.
-Hiçbir çocuk, kendisinin konuya ikna edilmesinden hoşlanmaz.
-Annelik ve sevgi hiçbir şarta bağlanmamalı, çocuklardan beklenilen davranışlar hiçbir şarta bağlanarak istenmemelidir.
-Çocuk; aile içinde kendisi gibi düşünen, kendisi gibi şımaran bir kardeşe ihtiyaç duymaya başlar.
-Çocuk, kardeşleri varsa sosyal hayatta kendisini güçlü hisseder.
-Bir annenin asla yapmaması gereken davranışlardan biri, başkalarının arkasından konuşmaktır.
-Yedi yaş grubu çocuklar, artık neyin somut neyin soyut olduğunu kavrama aralığındadır.
-Anne, çocuğun sorduğu sorulunun cevabını bilmiyorsa cevabı biliyormuş gibi yapmamalıdır.
-Yedi yaş, çocuk gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çünkü bu yaşta artık çocuklar minik yetişkindir.
-Çocuğun sosyal çevrede olup bitenlere ilgiyle yaklaşması, anne baba tarafından çok ciddiye alınmalıdır.
-Anne, çocuğun hata yapmasına fırsat verebilecek olgunluğa sahip olmalıdır.
-Ergenlik, çocuktaki yetişkin ruhun ortaya çıkış aşamasıdır.
-Ergen çocuk, anne babasıyla anlaşamaz değil de genelde anne babalar, ergen çocuklarıyla anlaşamazlar.
-Ergen çocuğu olanları bekleyen en önemli tehlike “kötü örnek olan insan” dır.
-Ergenin bir teselliciye her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.
-Ergene illaki bir şey öğretilmesi gerekiyorsa bu, tartışma ortamından uzak bir atmosferde olmalıdır.
3.AİLE İÇİNDEKİ ROL KARMAŞASI VE ÇOCUĞUN ANNE BABA İHTİYACI
Annenin kendisini tanıması ve kendi davranışlarını bilinçli bir şekilde sergiliyor olması, çocuk terbiyesinde yeterli midir? Tabii ki hayır. Her ne kadar anne, sırtında geçmişten kaynaklanan yükleri indirse de çocuğuna davranışları çok olumlu ve bilinçli olsa da çocuk terbiyesi, sadece anneyle bitecek bir konu değildir. Aile içinde çocuk terbiyesinin iki başrol oyuncusu vardır. Biri anne, diğeri de babadır.
Anne çok sağlıklı ve bilinçli olmasına karşın baba, annenin yaptığı her şeyi yıkıp geçiyorsa ne olacak? Ya da annenin çocuğuna aktardığı, kendi değerlerini, ahlak kurallarını ve düzenli davranış kalıplarını bir çırpıda yerle bir ediyorsa ne olacak?
-Günümüz hayat şartları anneyi, hem annelik hem de babalık rolünü yapmaya zorlamaktadır.
-Babanın ihmalinden boşalan babalık görevini de anne yapmaya kalkarsa o evin içi “kaos” a döner.
-Baba olmadan annenin annelik yapması oldukça zordur.
-Otoriter olmak, asla zor kullanmak, asık suratlı ve sert yapılı anlamına gelmemelidir.
-Babanın aile içindeki otoritesini kullanamaması sorunlu bir aile yapısının oluşmasına neden olur.
-Babanın “doğal otorite” olmasının onayını “anne” vermektedir.
-Sevgi, bir ihtiyaçtır. Çocuk, annesinin esirgediği sevgiyi, dış dünyada aramaya başlayacaktır.
-Çocuk babadan kaçtığında, anne sevgi dolu kucağını açmalıdır.
-Baba ilgisinden mahrum kalan erkek çocuklarda kararsızlık, kuralsızlık ve iradesizlik gözlenir.
-Baba ilgisinden mahrum kalan kız çocuklarda huzursuzluk, hırçınlık ve sığınma ihtiyacındaki doyumsuzluk gözlenir.
-İstişaresiz aile, aile olmanın en önemli özelliğini taşımıyor demektir.
-Aile içindeki istişarenin gün ve saati, her fert tarafından bilinmeli, gün ve saat sabit olmalıdır.
-İstişareyle çocuklar, seviyeli bir şekilde fikir alışverişinde bulunmayı yaşayarak öğrenir.
-İstişare masası, ailede herkesin kendi değerini en iyi gördüğü yer olmalıdır.
-Aile istişareleri, ailenin en ciddi mekanizması olarak görülmelidir.
4. ÇOCUK TERBİYESİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Bir anne “Ben çocuğumu saygılı, ahlaklı ve dürüst olarak eğitmek istiyorum” diyorsa bu annenin çocuk eğitimi diye kastettiği şey aslında çocuk terbiyesidir. Anneler çok defa farkında olmadan “çocuk terbiyesi” yerine “çocuk eğitimi” kelimesini kullanmaktadır.
Peki çocuk eğitimi ile çocuk terbiyesi arasında ne fark vardır? Çocuk eğitiminde, genellikle ahlaki kural ve değerler ön planda değildir. Halbuki çocuk terbiyesinde, çocuğu eğitmek için kullanılan yol ve yöntemlerde, sosyal kabul görmüş değerlerden, ahlak, din, kültür gibi değerlerden referans alınır.
-Eğitim, belirli bir konuda bilgi, beceri ve tecrübe kazandırmaya denilir.
-İyi eğitim almış çocuk, iyi terbiye almış demek değildir.
-Birçok aile, normlara kaynak olarak kendi dini değerlerini veya mahalli kültürlerini esas almaktadır.
-Çocuklarıyla çatışma yaşamak istemeyen bir ailenin normları, dünyanın her yerinde değişmeyecek karakterde olmalıdır.
-Normal denilen şey, din, ahlak, evrensel kabul görmüş değerler içinde yerini alır.
-Çocuğun öğrenmeye çalıştığı konuyla, ailenin öğretmeye çalıştığı konu çelişirse aile kendi normlarını aktarırken sorunlar yaşar.
-Çocuk, başka bir grubun içinde kendini daha iyi ifade edebiliyorsa yavaş yavaş o grubun “norm” larını kabul edecektir.
-Çocuk, biyolojik ve psikolojik olarak anne ve babadan bağımsız bir bireydirÇocuk, ailenin içinde kendi duygularını tam bulamadığı için çok defa, kendisini anlayan birilerine ihtiyaç duyar.
-Çocuğa hak ettiği dönemde, hak ettiği statünün verilmemesi, onu evden ve evin sahip olduğu değerlerden uzaklaştırır.
-Çocuklarının vicdanında yalancı, çıkarcı ve samimi olmayan kişilerin yer edinmesi çok zordur; bunlar anne baba bile olsa.
-Çocuk, vicdanındaki normları, normlar değerli olduğu için değil, anne baba değerli olduğu için kutsal kabul eder.
-Çocuklar, anne babalarınkini değil, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışırken daha mutludurlar.
-Anne babaların beklentileri çocuk tarafından onaylanmamış ve kabul görmemişse bu, anne babaları hayal kırıklığına uğratabilir.
-Anne babanın statü kaybı çocuğun anormalleşme sürecini hızlandırır.
-Ergenlik döneminde yaşanan sorunlar, çocuğun anormalleşme sürecine katkı sağlar.
Pozitif İletişim
Tanıtım
Eş eşi ya terapi eder ya da terapiye muhtaç eder.
Günümüzde eşler birbirlerini varolduğu hali ile kabul etmedikleri içindir ki, evlilikler incitici bir mücadele alanına dönüşüyor. Kişiler birbirlerini değiştirmek, dönüştürmek ve başkalaştırmak için mücadeleye girerken, koca bir yaşam, yıpranmışlıklar içinde geçip gidiyor.
Kimi zaman, kadın erkekleştikçe, erkek pasifleşiyor; erkek pasifleştikçe, kadın agresifleşiyor. Kimi zaman ise, erkek agresifleştikçe, kadın çaresizleşiyor; kadın çaresizleştikçe arada çocuklar eziliyor.
Halbuki mutluluğun temel esası 'koşulsuz saygı' ve kişinin 'varolduğu hali ile kabul edilmesi'dir.
Ve insan gördüğü, baskı ve zorlamalar kadar değil, 'kendi olmasına izin verildiği kadar' insandır.
Sağlıklı çocuk da, ceza ile korkutularak veya mükâfat ile yönlendirilerek 'davranış kazandırılmış' çocuk değildir. Sağlıklı çocuk; bir davranış 'yanlış' olduğu için o davranıştan uzak durabilecek 'iradeyi' kazanmış çocuktur.
İşte bu KİTAP bütün bunlardan bahsediyor. Belki de, aile içinde pozitif bir yaşam için gözden kaçırılan ayrıntıları sunuyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 9
Birinci Bölüm: Aile İçi İletişim
Aile İçi İletişimde ‘Kalite. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................................... 13
Hissî-duyusal iletişim, zihinsel iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 14
Ailede Güven Duygusu Nasıl Oluşur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................23
İletişimde benliğin tehdit algısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .........................26
Benliği tehdit eden iletişim sözleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
İletişimde ‘negatif tetikleme’ nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................31
Dolaylı benlik saldırısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 32
Aile içi iletişimde ‘evet’in gücünü keşfetmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 34
Aile içi iletişimde sesin tonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... 36
Aile İçi İletişim ve Problem Çözme Yeteneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................... . ...... . 39
Aile ferdî kararlarla mı, ‘şahs-ı manevî’ olarak mı yönetilmelidir? .........................................42
Sosyallik Aile İçinde Başlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................45
Kaliteli iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 46
Aile: ilk sosyal çevre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ 47
Tartışmalarınızı Çocukların Yanında Yapın Ama... . . . . . . . . . . . . . ............................. ...... . . 49
Tartışma kültürü oluşmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . 50
Anne-babası tartışan çocuk, kendini suçlu hisseder . . . . . . . . . . . . . ....................................... 51
Çocuğun gözündeki kara dev: anne-baba tartışması . . . . . . . . . . . ........................................... 52
Çözüme kavuşmayan tartışmaların sonucu: dikkat dağınıklığı, hiperaktiflik . . . . . . . . . ........ .53
Tartışma ortamının önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... 56
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................59
Kopan aile bağlarını, çocuğun kendi dünyasında değerlendirmesi. ..........................................61
Aidiyet duygusu için büyükler de dikkatli olmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 63
Çocuklar, dede ve nine profilini bilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 65
Ailenin çocuğa tanıtımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... . ... 66
Aile Büyükleri ile Anne-Baba Çatışması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 69
Güç gösterisinin mağdurları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . .. 71
Arada kalan çocuklarsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . 73
Gelin-kayınvalide çatışmasına şahit olan çocukların yaşadıkları . . ..........................................74
İç Sesini Duyabilen Anne-Babalar Olabilmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 77
Doğal anne-baba, kendi fıtratını bilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 79
Çocuk davranışlarındaki anormalliğin kaynağı, anne-babadır . . ............................................ . 82
İkinci Bölüm: Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Ceza, Çocuğun Kişiliğini Bozar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ . 87
Ceza ve çocuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... . 88
Çocuğun Anormal Davranışlarına Tepki Vermeyelim mi? . . . . . . . ........................................ . 93
‘Pedagojik tik’ ceza mıdır?..........................................................................................................94
‘Pedagojik tik’ ne zaman cezaya dönüşür? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 95
Davranış analizinde ‘niyet’ farklılığı; şefkat-şiddet dengesi . . . . . ......................................... . 96
Şefkat-Şiddet Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . .. . 99
Şiddet ve ceza ile çocuk terbiye etmeye çalışanların bahaneleri .............................................. 100
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları . . . . . . . . . . ....................................... 113
(1) Ceza, bir başka anormal davranışı tetikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 117
(2) Ceza, ‘utanma’ hissini yok eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 119
(3) Ceza, ‘vicdan’ duygusunu köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 120
(4) Ceza, ‘ezilmişlik’ duygusu oluşturur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 121
(5) Ceza, ‘kontrolsüz öfkeyi’ körükler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 121
(6) Ceza ‘nefret’ duygusunu besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 122
(7) Ceza, çocuğu ‘ikiyüzlü’ yapar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 123
(8) Ceza, ‘yalana’ kapı açar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................124
(9) Ceza, ‘suçluluk duygusu’nu pekiştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 125
(10) Verilmiş ceza, bir sonraki cezanın tesirini azaltır . . . . . . . . . ............................................ . 126
(11) Ceza, ceza verenin ‘saygınlığı’nı zedeler . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... . . 127
(12) Ceza, negatif davranışa sebep olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 128
(13) Ceza alan, ceza vermeyi öğrenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . . 129
(14) Ceza, basit sorunları ‘kompleks hale’ getirir . . . . . . . . . . . . . .......................................... . . 129
Bir Davranışın Cezalandırılabilmesi İçin... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 133
Suçun, kasıtlı olarak işlenmiş olması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................134
İdrak nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................ . . 134
Ehliyet nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . . 135
Çocukta Vicdan Bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... . . 137
Vicdanın çocuk terbiyesindeki rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . 138
Anne-babanın vicdanı, çocukların vicdanının çekirdeğidir . . . . . ............................................... . 139
Doğumu takip eden ilk saatlerin önemi ve vicdan . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 139
Çocuk, anneye güvenerek hayata güvenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 140
Anne sütü, vicdanı besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. . 141
Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile varolmak . . . . . . . . . . . . . . ............................................. . 142
Din bir vicdan işidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 144
Fıtrat zorlamayı sevmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . . 146
Duygusal Yoksunluk Vicdanı Köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . 147
Çocuğu kendi düzenimize uymaya zorlamak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 149
Ağlatarak uyutmak, çocuğun vicdanını katılaştırır . . . . . . . . . . . . . .............................................. . 149
Anne kendini çocuğuna göre ayarlamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 152
Vicdan Eğitimi ve Zaman Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 153
Zamanın genişlemesi ve daralması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 154
Anne-babaların zamanı geniş olmalıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................... 156
Merak Duygusu ve Vicdan Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 159
‘Evet’in gücü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 160
Merak duygusunda denge . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . . 161
Merak hissini uyandırırken nelere dikkat edilmeli? . . . . . . . . . . . . . ............................................... 165
Çocuklarda Vicdan Hissi, Kişilik ve Karakterin Merkezidir . . . . . ............................................... .. 167
Çocukta kişilik ve karakter . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 168
Anne-babanın görevi ruhsal iletişimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... . 169
Kişilik ve karakter gelişiminde ruhsal iletişimin rolü . . . . . . . . . ................................................. . . 171
Çocuk duygusal iletişim içinde incitilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 171
Çocukla mücadele büyük hatadır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 172
Kişilik ve karakterin benlikle bağlantısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 173
Kız Çocuğunun Kişilik ve Karakter Gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ 177
Kız çocukta karakter gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 179
İrade anne-babanın elinde olmamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................180
Kız çocuğun dünyasında babanın yeri................................................................................................. 181
Kız çocuğun dünyasında annenin yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...........................................182
Çocukta İrade İnşasının Önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 185
Çocuk terbiyesi kal ile değil, hal ile olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ . 187
Ahlak eğitiminin ikinci dönemi: zihnî eğitim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................188
Ahlakî kurallar erkeğe de kıza da öğretilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. . 189
Önce ahlak eğitimi gelir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 190
12 yaşından sonra iradeyle tercihin sonucu anlatılmalı . . . . . . . . . .................................................... 191
Ruhsal beslenme kaynağı, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmalı .......................................................192
Ergenlik döneminde sadece anne-baba yetmez . . . . . . . . . . . . . . . ................................................... . 193
Ek: Çocuk ve Namaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 195
Önsöz
Bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir. Bir eşin bir eşe sevgi dolu hitabı, o evde işlerin günlerce yolunda gitmesine neden olabileceği gibi, nefret içeren fısıldaması da kıyametlerin kopmasına neden olabilir. Söz bir büyüdür, sırrı ile söylenirse yaşama sevinci oluşturur. Bir sözün en büyük destekçisi sesin tonu ve vücudun dilidir. Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler. Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebeveynlerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza ve kimi zaman da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise bir kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsa, o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır...
Elinizde tuttuğunuz bu KİTAP, sözün tesir edebilmesi için ince ayrıntılardan bahsederken, bir yandan da ceza ve mükâfattın çocuk eğitiminde nasıl da yıkıcı bir rol oynadığına değiniyor. Umarız ebeveynleri bir kısır döngü içine iten ve bir süre sonra ebeveyn itibarını kaybettiren ceza ve mükâfat olmadan pozitif bir aile yaşamının oluşmasına bu KİTAP bir nebze olsun katkı sağlar.
Adem Güneş
Aile İçi İletişimde "Kalite"
“Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, mutsuz ailelerse kendilerince mutsuzdurlar” der Leo Tolstoy. Ona göre, dünyadaki mutsuz aile adedince mutsuzluk sebebi olmasına rağmen, mutlu ailelerin temel özellikleri neredeyse birbirinin aynıdır. Aile içi iletişim ve mutlu aile modelleri üzerine çalışmalar yapan Berna Bridge ise; “Mutlu ve başarılı yaşamanın anahtarı ‘olumlu’ ve ‘yapıcı’ iletişim becerileridir” demektedir.
Hiçbir aile terapistinin, psikolog veya pedagogun itiraz edemeyeceği kadar ortak kabul edilen gerçek; aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisinin, aile içi iletişimin ‘kalitesi’ olduğudur. Bir ailenin mutlu bir hayat sürmesi veya mutsuzluk girdabında bocalaması kadar önemli bir fonksiyona sahip olan ‘aile içi iletişim becerisi,’ maalesef ya yeterince anlaşılmamakta veya sonuçları kadar ciddiye alınmamaktadır.
-Aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisi, aile içi iletişimdeki kalitedir.
-Duyusal iletişim; fertlerin birbirleri ile kurdukları iletişimi, ‘hisduyu’ dünyası ile gerçekleştirmesidir..
-Eşlerin birbirlerinden beklediği şey, anlaşılıyor olmak değil, ‘hissediliyor olmak’tır..
-Bir eşin, diğer bir eşi zihnen algılıyor olması, onun duygularını ‘hissetmesi’ demek değildir.
-Eşler arasındaki iletişim ‘sadece’ birbirini anlamaya ve ihtiyaçları karşılamaya dönükse, bu, ‘doyumsanmış’ bir iletişim değildir.
-Kişiler arasında kurulan iletişimde, ‘sunilik,’ ‘yapmacıklık’ ve ‘sahtecilik,’ muhatabı tarafından çoğu defa oldukça kolay hissedilir.
-Aileyi bir arada tutan çekirdek güç, ‘güven duygusu’dur.
-Eşler güven duygusunu, birbirleri ile kurdukları iletişimle pekiştirir veya zedelerler.
-Aile içinde güven duygusunun oluşabilmesi için, eşlerin birbiri ile kurduğu iletişimde ‘kendi benliklerini tehdit altında hissetmemesi’ gerekir.
-İnsanın duygu dünyasını dengede tutan mekanizma, benlik; aile içi iletişimde oldukça dikkat edilmesi gereken bir noktadır..
-Hedef gösteren ‘sen’ kelimesi, insanın doğrudan benliğine hitap eder ve kişinin benliğini tehdit altına alır.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması
Aile içinde fertlerin birbirleri ile iletişimlerinde güven duygusunu kırıcı, kişilik ve kimliğe saldırıcı unsurlar görülmüyor olsa da, eğer aile içinde üçüncü şahıslar hakkında menfî konuşmalar yapılıyor ise; böylesi bir ortamda bulunan fertler, aslında birbirlerinin benliklerinde ‘dolaylı’ olarak tehdit algısı meydana getirir.
-Sosyal fobi sahibi olan bir çocuk, iletişim yeteneğini kaybeder.
-Anne-babasının problemleri nasıl çözdüğünü gören çocuk, kendisinde problem çözme yeteneği geliştirir.
-Özellikle aile içi iletişimde kullanılan ‘hayır’ kelimesi, kişinin kilitlenmesine, iç dünyasının kapanmasına neden olur.
-‘Hayır’ kelimesi, problem çözme yeteneğini kısıtlar.
-Kullanılan ses tonu da aile içi iletişimin kalitesini belirleyici bir faktördür.
-‘İletişim kurma yeteneği,’ ‘problem çözme yeteneği’ ile ikizdir.
-Aile içi mutluluk, eşler arasındaki iletişim kanallarının açık olmasına bağlıdır..
-Ailenin yönetimi, aile içi toplantılarla, aile içinde oluşturulan istişare mekanizması ile olmalıdır.
-Eşlerin birbirlerini tanıması, birbirlerinin karakterlerini ve çözüm tavsiyelerini bizzat görmesi ancak aile toplantıları ile olur.
Sosyallik Aile İle Başlar
Sosyal çevresi ile iletişimini kesmiş, içine kapanmış ve kimse ile görüşmeyen kişilere halk arasında ‘asosyal kişi’ denilir. Asosyalliğin tanımı her ne kadar bu şekilde yapılıyor olsa da, psikoloji biliminde, asosyal kişilik bozukluğunun tanımı; kişinin sosyal çevresi ile “yeterince ve kaliteli etkileşim içinde bulunamaması” diye çok öz olarak ifade edilebilir. Bir kişinin sosyal çevresi ile yeterince ve kaliteli bir etkileşim içinde bulunamaması bazen kişinin içinde yaşadığı ve kimseye açamadığı problemlerin baskısı ile bazen de kişinin gereğinden daha fazla kişi ile iletişim içinde olmasıyla oluşabilir. Her iki durum da kişiyi asosyal hale getirir.
-Kaliteli iletişimin başlayabilmesi için, önce zihinsel, sonra duygusal hazır bulunuşluk seviyesine gelinmeli.
-Bir bireyin ilk ve en kaliteli sosyal çevresi ailesidir.
-Kişi kaliteli iletişimi ancak o kişi için zaman ayırarak ve belli bir psikolojik hazır bulunuşluk seviyesine geldikten sonra gerçekleştirebilir.
-Aile içinde tartışma kültürü olmalı. Çünkü kavgada şiddet ve darp sözkonusuyken; tartışmada böyle bir durum mevzubahis değildir.
-Çocuk, çoğu defa annebabasının neden tartıştığını bilmez.
-Çocuk annebabanın tartışmasına neden olan konuyu bilemediği için, bunu kendi küçük dünyası içerisinde büyütür.
-Çocuğun yanında yapılan tartışmalar mutlaka bir sonuca bağlanmalı.
-Çocuk annebabasının tartışmaları karşısında süner.
-Aile içi tartışmaların adabına uygun yapılmamasının, çocuk üzerindeki en büyük olumsuz etkisi, hiperaktiflik ve dikkat dağınıklığıdır.
-Çocuğun tartışma ortamında bulunuyor oluşu, ona tartışmanın nasıl idare edildiğini öğretir.
-Eşler tartışma adabını bilmiyorsa, konuyu daha sonra konuşmak için, birbirleriyle anlaşma yapmalıdırlar.
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri
Aile büyüklerinin yılda bir kere ziyaret edilmesi, ruhsal bağların kesilmesi ileride anne-babaların başına gelecek felaketin habercisidir. Zira, kopuk bir aile ilişkisi varsa, büyükbaba ve büyükannelerin ruhsal temasları hissettirilmiyorsa, aile büyüklerinin yanına senede bir defa gidildiğinde büyükanne-büyükbaba ile karşılaştığında çoğu defa çocuklar onlardan korkuyorlar.
-Aile büyükleriyle olan irtibat, aidiyet duygusunun varolmasında ve çocuğun güçlü bir ruha sahip olmasında oldukça etkilidir.
-Anne-babalar, aile büyüklerinin ruhî varlığını çocuğa hissettirmelidir.
-Aile büyükleriyle bir arada bulunuyor olmak bir ailenin geleceği açısından oldukça önemlidir.
-Büyükler, kurulmuş olan aile müessesesinin kendisine has birtakım kuralları olduğunu unutmamalı ve bu kuralları kabullenmeli.
-Aile büyükleri, aile içerisindeki statüleri bozucu davranışlar içerisinde bulunmamalı.
-Dede ve nineler, mutlaka torunlarının gözünde çözüm anahtarı olan bir diğer kişi olarak yer etmelidir.
-Aile içerisinde küskünlükler, birbirine karşı düşmanlıklar çocuğun yanında sergilenmemeli.
-Aile içindeki küslüklere çocuk alet edilmemeli.
-Anne-baba ile büyükannedede tartışmasının gizli mağduru, çocuklardır.
-Gelin-kaynana arasındaki çatışmanın asıl mağdurlarından biri, çocuktur.
-Anne ile babaanne arasında geçen gerginlikler çocuk için çok yıpratıcıdır.
-Annesiyle, büyükannesinin çatışmalarına ve tartışmalarına şahit olan çocuklar, çoğunlukla güven kaybı yaşar, ruhen zedelenirler.
-Çocuğunu babaanneden koparan bir anne, aynı zamanda çocuğunu babasından da kopardığını bilmelidir.
-Sağlıklı ruha sahip bir çocuk hiçbir zaman bir aile bireyini diğerine tercih etmeye zorlanmamalıdır.
İç Sesini Duyabilen Anne- Babalar Olabilmek
Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır. Ruhsal dinginliğe erişmeyen kişi anne-baba olursa, çocuklarını yıpratır. Anne-baba olmak, çocuk terbiyesinde çok bilinçli olmak, çok KİTAP okumak ile alâkalı değildir. Kendi iç sesini duyabilen, kendi dünyasında fırtınaları dindirmiş, zayıflıklarının farkına varmış, nefsinin elinde perişan olan biri değil, nefsine karşı kendini geliştirebilmiş ve o makamda bir insan olması lazımdır ki çocuğuna faydalı olabilsin.
-Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır.
-Bir annenin yapacağı en önemli şey; kendi ruhunu, kendi fıtratını duyabilmiş olmaktır.
-Anneler çoğu defa his yeteneğini bıraktığı için annelik yapmakta zorluk çekiyorlar.
-Bir insanın kendisi gibi olabilmesi ve doğal olabilmesi bir anne veya baba için en büyük kazanımdır.
-Tahammülsüz ebeveynler ise çocuğuna ‘tesir gücünü’ kaybeder.
Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Çocuk terbiyesinde nedense ‘suç’ denilince hemen akıllara ‘ceza’ gelir. Hatta öyle ki çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl ceza verileceği, ceza alan çocuğun nasıl ‘adam olduğu’ ballandıra ballandıra anlatılır durur. Peki, suç işleyen çocuğu, ceza korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdanî ve ne kadar İslamî bir usuldür? Günümüz anne-babalarının ‘anlık çözüm’ olarak her an rahatlıkla kullandıkları ceza acaba tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hayatında var mıydı?
Çocuğun sergilediği anormal bir davranış karşısında, anne-babanın ani bir refleks ile ‘çocuğun davranışına’ tepki vermesine ‘Pedagojik tik’ diyoruz. Gösterilen bu tepki, bazen yüksek sesle bağırma, bazen çocuğa vurma, bazen de çocuğun canının yanmasına kadar uzayabilir.
-Sizi mahcup eden çocuğunuza tebessüm etmek, çocuğun normalleşmesine yardım etmek demektir.
-Çocuk kabahatli olsa bile ona koşulsuz bir saygı ile yaklaşmak gerekir ki, olumsuz davranış olumlu hale dönüşsün.
-Ceza, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usulüdür.
-Çocuk terbiyesinin özü, çocuğun vicdanının sesini duyabilmesine zemin hazırlamaktır.
-Çocuklarda ceza etkin bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz en azından bir kez dahi çocuklara ceza vermez miydi?
-Pedagojik tik, içerisinde şiddet unsuru barındırıyormuş gibi görülse de bir şefkat davranışıdır.
-‘Pedagojik tik’te ‘niyet,’ çocuğu, düşmek üzere olduğu tehlikeden bir şefkat refleksi ile uzaklaştırmaktır.
-Kendi çocuğuna pedagojik tik uygulayan anne-babanın niyeti, ‘çocuğa acı vermek’ ve verilen ‘o acı ile çocuğu terbiye etmek’ değildir.
-Niyeti baştan şiddet olan anne, çocuğunun eline vurduktan sonra ‘söylenmelere,’ ‘şiddet gösterilerine’ devam eder.
Şefkat- Şiddet Dengesi
Vicdanı ölmemiş hiçbir anne-baba, ‘bilinçli’ olarak çocuklarına karşı şiddet kullanmaz. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesinde en çok başvurulan yöntem, yine de ‘şiddet’tir. “Şiddet nedir?” diye analiz edecek olursak görüyoruz ki, şiddet, cezanın ikiz kardeşidir. Birbirlerine o kadar benzerler ki, şiddet ile cezayı ayırt etmek için ya konunun uzmanı olmak, ya da çok bilinçli bir anne-baba olmak gerekir.
-Anne-babalar, çoğu defa çocuklarına karşı davranışlarının ‘şiddet’ içerdiğini fark etmezler.
-Cezanın asıl yıkıcı tarafı, ‘ceza alanın ceza vermeyi öğrenmesi’dir.
-Şiddet, bir önceki nesilden bir sonraki nesile aktarılarak nesilden nesile bulaşıcı bir hastalık gibi devam eder, gider.
-İnsanları yanlış ve anormal davranıştan alıkoyan şey, karşıdakinin gücünden korkması değil, kendi vicdanının rahatsız olmasıdır.
-Şiddet ve ceza ile çocuğunu terbiye etmek isteyen kişi, kötü niyetli olmayabilir; fakat ‘şiddetin kendisi’ kötüdür.
-Şiddet, sanıldığı gibi kolay vazgeçilebilecek bir alışkanlık değildir.
-Ceza, şiddetin ilk basamağıdır.
-Çocuklar, anne-babasının ‘çocuklarıdır;’ onların köleleri değildir
-Bir davranışın edinilmesi için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu halde, ebeveynler çocuklarından hemen sonuç bekliyorlar.
-Peygamberimiz (a.s.m.) namaz kılma gibi dinen en önemli olan bir davranışın edinilmesinde bile hiç aceleci davranmayı tavsiye etmiyor.
-Birçok ebeveyn çocukların ceza almaması gerektiği ifade edildiğinde, ama Allah da insanları cezalandırıyor, diye itiraz ediyor.
-Allah cehennemi çocukların terbiyesi konusunda sunmuyor.
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları
Çocuk terbiyesine ait konularda yardım için başvurulan KİTAPlarda ve danışılan uzmanların birçoğunda sıkça ‘hayvanlar’ın nasıl terbiye edildiğinden bahsedilip, daha sonra bu örneklerin insanlar üzerinde nasıl uygulanacağı anlatılmaktadır. Zira birçok psikolog, pedagog ve davranış bilimci, insanlar ile hayvanların aynı soydan geldiğini iddia ettikleri için ‘hayvan terbiye etme usulleri’nin ‘insan terbiyesi’nde de kullanılmasında bir sakınca görmemektedir.
-Maalesef günümüzde birçok kişi, hayvan davranışlarından yola çıkarak, insan davranışlarını anlamaya çalışıyor.
-Çocuk, Anadolu Pedagojisi’nde ‘duyguda özgürlük davranışta disiplin’ prensibi çerçevesinde yaşama uyum sağlattırılmalıdır.
-Çocuk merak duygusu ile değil ama yıkıcılık içinde etrafa zarar veriyorsa, böyle bir durumda anne değil; baba ‘kararlı’ duruşu ile çocuğun davranışına sınır çizmelidir.
-Ceza ile terbiye edilmeye çalışılan çocuklarda görülen en belirgin özellik, verilen cezanın çocuklarda yeni bir davranış bozukluğuna yol açmasıdır.
-Ceza alan çocuk, kendi gururunu koruyabilmek için bir başka anormal davranışa doğru yol alır.
-Çocuk, kendisine ceza verildiğinde iç dünyasında oluşan yaralanmaların acısını duymamak için duygularını devreden çıkartır.
-Ceza alarak yetişen çocukların en belirgin davranış sapması, ‘ezik ve silik’ bir kişiliğe sahip olmalarıdır.
-Çocuklar ceza anında bastırdıkları öfkelerini, daha da şiddetli bir şekilde, başka yerlerde kullanmaktadırlar.
-Çocuk, kendisine verilen bir cezayı, yanlış davranışına değil; kimliğine karşı verilmiş bir ceza olarak algılar.
-Cezanın en bilinen ve çok sık görülen negatif tesirlerinden biri de, çocukta suçluluk duygusunu oluşturuyor olmasıdır.
-Kendini suçlu olarak kabul eden çocuk, arkadaşlarını kendisi gibi suçlular arasından seçebilir.
-Ceza alışkanlığı bulunan ailelerde yetişen çocuklarda, sevgi ve şefkat duygularının gelişmediği görülür.
-Güven duygusu zedelenmiş çocuklarda, annenin ahlak kurallarına ait öğreteceği değerler, çocuğun vicdanında karşılık bulamayabilir.
-Çok basit şekilde çözülecek sorunlar bile, cezanın oluşturduğu negatif tesir ile kompleks bir hal alabilir.
-Zihinsel olgunluğa ermemiş, aklî melekeleri tam çalışmayan kişilere, işledikleri suçlardan dolayı ceza verilemez.
-Çocuk ehil olmadığı, yani yeteneklerinin henüz gelişmemiş bulunduğu sahalardan sorumlu tutulamaz.
-Çocuğun, ceza alabilmesi için ruhî ve fizikî bir olgunluğa gelmesi şarttır. Bu da ergenlik dönemiyle olur.
Çocukta Vicdan Bilinci
Çocukları ‘ceza’ ile terbiye etmeye çalışmak yanlış bir usuldür; bunun yanında çocuk ruhunu tahrip edicidir de. Bu nedenle çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir. Çocukların ceza ile değil, aksine; vicdan ile terbiye olması gerektiği gerek pedagojik, gerekse İslamî kaynaklara dayanarak izah edilecek olunursa, bu noktada akıllara ilk olarak “O halde vicdana dayalı çocuk terbiyesi nasıl olur?” sorusu gelir.
-Çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir.
-Anne-babaların vicdanı, çocukların vicdanının oluşumunda bir ‘çekirdek,’ bir ‘nüve’ hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.
-Doğumu takip eden ilk saatlerde, çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde ‘manyetik bağ’ oluşmaktadır.
-Çocuk, annesinin ihmaline uğradığı kadar vicdanı katılaşır.
-Çocuk, annesinden aldığı teselli ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir.
-Çocuk, yetişkinin sözlerinin ardındaki samimiyetsizliği sezdiği sırada kendi vicdanına güvenini yitirir.
-Çocuk bir ruh okuyucusu olarak, yetişkinin bütün beden dilini ruhu ile beraber okur.
-Bir çocuğun bir yetişkini sevebilmesinin en temel şartı, davranış ve sözlerde samimi olmak, dupduru bir vicdanla varolmaktır.
-Annelere, çocuğuna uyum sağlaması yerine, maalesef, kendisine ayak uydurmaya zorlaması tavsiye ediliyor.
-Henüz konuşma yeteneği olmayan bir bebek, etrafı ile iletişimini ‘ağlayarak’ gerçekleştirir.
-Eğer anne, çocuğun uykuya dalma ve uyanma ‘ritmini’ kendi yaşantısına uydurmaya zorlarsa, bebeğinin ‘biyolojik ritmini’ bozmuş olur.
-Annenin kendisini çocuğuna göre ayarlamaya çalışması, çocuğu rahatlatacak, çocuk sağlıklı bir ruhî gelişim gösterecektir.
-Günümüz insanının hayatını bir kaosa çeviren en önemli faktör, ‘zamanın daralması’dır.
-Günümüz insanı, eşyaya ayırdığı zaman kadar kendisine ve karşısındakine vakit ayıramıyor.
-Dar zamana sıkıştırılmış bir şekilde anne-babalık yapmaya çalışmak, çocuk ruhu açısından oldukça rahatsızlık vericidir.
-Anne-babasının acelesi olmadığını bilen çocuk, ruhunun derinliklerine iner.
-İnsanın bir eşyayı, bir olayı ‘anlamaya’ yönelik olarak içinde duyduğu heyecana ‘merak’ diyoruz.
-Merak duygusu aşırı derecede körüklenmiş çocukların birtakım ruhsal rahatsızlıklar yaşama ihtimali yüksektir.
-Çocuk iç dünyasında oluşan meraklı sorulara cevap bulmalıdır.
-Anne-babalar merak hissinin sönmemesi için verdikleri cevaplarda çok ‘gerçekçi’ ve ‘samimi’ olmalıdır.
-Çocuk anneyle ne kadar etkileşim ve ne kadar engelsiz bir iletişim içerisinde ise kişilik gelişimi o denli güçlü olacaktır.
-Anne “Otoriter olayım, mükemmeliyetçi olayım” derse, çocuğun duygu dünyasını besleyen kanallar tıkanmış olur.
-Babanın görevi, çocukla ruhsal temas kurarak doğrudan iletişim kurmaktır.
-Çocukla annebaba arasında ruhsal bir temas yoksa, derin bir iletişim de yoktur.
-Kendini kul olarak görme ve kendisini de Allah’a bağlı olarak görüyor olma, benliğin en güçlü halidir.
-Anne-babalar, çocuklarının nefislerini öldüreyim derken, benliklerini tahrip ediyorlar.
-Anne-babanın görevi, çocuğun benliğini güçlendirmektir.
Kız Çocuğunuzun Kişilik ve Karakter Gelişimi
Kız ve erkek çocuğunun karakter oluşumunda farklılıklar vardır. Duygusal bir yapıya sahip olan kız çocuklarının kişilik ve karakter gelişiminde annebabanın kız çocuklarının bu ince ruhunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa o kişi o kadar kişilik sahibidir’ denir. Kişinin dışa yansıttığı dünya ile içindeki gerçek dünyası arasında fark varsa buna da “kişilik bozukluğu” denir. Bir kişi yalan söylemenin yanlış bir şey olduğunu biliyor, ama buna rağmen yalan söylüyorsa bu bir kişilik bozukluğudur.
-Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa, o kişi o kadar kişilik sahibi’dir.
-Karakter; kişinin bir davranışı sürekli ve iradî olarak yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
-Baba veya anne, kızının karakteri oluşurken, iradesini elinden alır, onu küçük düşürürse karakter zafiyete uğrar.
-Kız çocuğu duygu dünyası bakımından daha zayıftır, yapı olarak da sığınma ihtiyacı içindedir.
-Anneler özellikle ergenlik döneminde kız çocuğunun kendilerine çok ihtiyacı olduğunu bilmeli.
Çocukta İrade İnşası
Çocuklarda irade inşası, çocuk terbiyesinin en temel unsurudur. Ancak iradenin oluşumu kız çocuklarda ayrı, erkek çocuklarda ayrı gelişir. Ahlak öğretilerinin de sıkı sıkıya çocuk tarafından benimsenmesi çocukta oluşmuş olan iradeye bağlıdır. Yani çocuk, toplumda hoşuna gitmeyen kuralları uyguluyorsa veya ne kadar cazip gelirse gelsin birtakım ahlaksız işlere girmiyorsa, bu, o çocuğun kazanmış olduğu irade ile mümkündür.
-Babanın güçlü ve iradî duruşu erkek çocukta yeni bir irade oluşturmayı beraberinde getirir.
-Ahlak eğitiminin temelinde, duygusal, duyusal eğitim yer alır.
-Çocuk doğduğu andan itibaren anne-babasını gözlemleyerek, anne-babasının ahlak kurallarını, yaşam tarzını benimseyerek kendisinde geliştirir.
-Çocuk 7 yaşından önce gördüğü şeyleri tek doğru olarak kabul eder, anne-baba gibi olmak ister.
-Din eğitiminin ilk aşaması sosyal yaşam ve ahlak kuralları eğitimidir.
-Erkek çocuk cesaret gibi üstün yetenekleri; babasından aldığı gibi, babasının da taklit ettiği aslî beslenme kaynağına; Peygamberimize yönelmeli.
-Çocuk, ergenlik döneminde, kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle gelişim sürecini tamamlamalı.
-Çocuk, manevî derinlikleri olan ikinci rehberinin yanında fıtratının başka bir boyutunu geliştirir.
Çocuk Eğitiminde Doğru Bilinen Yanlışlar
Tanıtım
Çocuk eğitimi, çocuğu ceza ve mükâfat ile "adam etmek" değil, onun dostluğunu kazanabilme becerisidir... Bu beceriyi elde edebilen yetişkinlerdir çocuklarını eğitebilenler...
Çocuk, baskı ve zorlamalar ile sindirildikçe değil, ebeveynine güvenle tutunabildikçe kişiliğini geliştirir.
Çıktığı günden bu yana 100 binin üzerinde okura ulaşan bu KİTAP, "korkmayın çocuk iyidir" sözünden cesaret alan yetişkinlerin çocuğa dost olma hikâyesine dönüştü. Birçok anne baba, çocukları ile dost olmanın verdiği keyifle birbirlerine, "gel sen de çocukla çocuk ol" diye seslendi...
Bir "çocuk dostu" hikâyesi yayıldı ülkemizde…
Bu eserde Pedagog Dr. Adem Güneş, çocuğun anne karnında başlayan yaşam serüvenini ergenlik sonuna kadar ele alıyor, çocuk eğitimine dair "doğru bilinen yanlışlar"ı gözler önüne seriyor…
İçindekiler
Teşekkür 9
Önsöz 11
Embriyo Psikolojisi 15
Genetik karakter nedir? 15
Psikolojik karakter 16
Embriyo psikolojisi 16
Anne-Çocuk Arasındaki Sır 19
İlk saatlerin önemi… 21
Çocuğun özellikleri bilinçaltına kaydediliyor 21
Ten, göz, koku… 22
Anne Sütü Gereksiz mi? 25
Anne sütü 25
Anne sütü, bebeğin her şeyi 27
Anne sütü, kanseri önler 29
Anne sütünün ağız sağlığıyla bağlantısı 29
Emzirme ve uyum süreci 30
Çocuk İhtiyaç Duyduğu An Sevgi Alabilmeli 33
İhtiyaç duyulduğu an sevgi 34
Ofisle kreş arasına sıkışan anneler 35
Duygusal yakından ayrılma 36
Kreş mi, büyükanne mi? 36
O Yüzden Bazıları “Şıpsevdi” 39
“Sevme engelli” olma 40
Anne sevgisinin yokluğu, çocuklarını sevememeye de yol açar 40
Kişi kendiyle yüzleşebilmeli 41
İlgisiz Çocuk Sendromu 43
Bazı anneleri bekleyen risk 43
Ne yapılmalı? 44
“Evlatkolik” Anne-Babalar 47
Bağımlılık mı, sosyal hayata hazırlanamama mı? 48
Çocuk hata yaptıkça tecrübe kazanır 49
Bağımlı ebeveynin çocuğunu bekleyen birkaç tehlike 50
“Bağımlılık” kaos, “bağlılık” huzur getirir 51
Pembe Babalar, Hırçın Anneler 53
Anne gibi anne, baba gibi baba olmak 53
Baba, ailede otorite temsilcisidir 54
Anne şefkat temsilcisi, denge unsurudur 55
“Arkadaş” Değil; “Baba” Gibi Baba 59
Babalar artık nerede? 60
Çok yoğun baba modası! 62
Babasız çocuklarda davranış bozuklukları görülür 62
Çocuk Eğitimi ile Çocuk Terbiyesi aynı mıdır? 65
İyi eğitilmiş çocuk, iyi terbiye edilmiş midir? 65
O halde “çocuk terbiyesi” nedir? 66
Tanımadan “Çocuk Terbiyesi” Olmaz 69
Şahin’in korkak bir kargaya dönüşme hikâyesi 69
Çocuğunuzu yeniden keşfedin 71
Başarı mı başarısızlık mı ölçü olmalı? 73
Çocuğu en iyi anne tanır 74
Akıllı Uslu Çocuk, Terbiyeli Çocuk mudur? 77
Çocuğun Çocuk Olduğunu Unutmayın! 81
Çocuk İçin Oyun Önemli bir “İş”tir 87
Oyun, oyun değildir 88
“Haydi, git biraz oyna!” 89
Oyalamak mı, oynamak mı? 90
Çocukla oyun oynamak, beceri ister 90
Çocuk oynadığı oyunun hâkimidir 91
Oyun amaçsızdır 91
Modaya değil, çocuğa uygun oyuncak 92
6 aydan küçüklere 93
2 yaşa kadar 93
3 yaşından sonra 93
3-5 yaş arası 94
6-8 yaş arası 94
9-11 yaş arası 95
12 yaş ve üzeri 95
Asıl Tehlike Oyuncak Silah Değildir 97
Anormal davranışlar çabuk bulaşır 98
Çocuğun dünyasındaki kırık noktaların işareti... 99
Çocuk oyuncak silahlardan nasıl uzak tutulmalı? 100
Sanal Oyunlar Şiddete Yönlendiriyor 103
“Hepinizi öldüreceğim!” 104
Sanal sorumlulukla “yarı gerçek” yaşam 105
Sanal Yolla Ruhsal Hastalık Bulaşıyor 109
İnternet teknolojisi masum değildir 110
Anne-babalar dikkat 111
Çocuğunuzun Öfkesini Söndürmeyin 113
Öfke, sosyal hayatı düzenler 114
Öfke, çocukları tacizden korur 114
Öfkenin önüne geçilmezse zararlı olmaz mı? 115
Öfke zehir, vicdan panzehirdir 116
Vicdan ve öfke dengesi 117
Çocuk anne-babanın yankısıdır 119
Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur 120
Bahane, vicdanı öldürür 121
Duyarlılık vicdanı besler 123
Yalan, Vicdan Zehirlenmesidir 125
Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır 125
Yalan, öğrenilen bir davranıştır 128
Çocuk dünyası ve yalan 129
Yalan söyleyen çocuk için ne yapılmalı? 130
Çocuklarda Korku ve Hayata Hazırlanma 133
Korku doğal bir süreçtir 134
Korku provaları 134
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 139
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 141
Cinsel eğitimle mahremiyet eğitimi arasında ne fark var? 142
Mahremiyet Eğitimi 147
Temel Davranış Refleksi hangi yaşta ve nasıl kazandırılmalıdır? 148
Kardeş, Kardeşin “Kuma”sıdır 153
Kıskançlık onun kanında var 153
Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır 154
Çocuklara eşit davranmak, kıskançlığı körükler 154
Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur 156
Adaletsizlik, güvensizliği;
güvensizlik de kıskançlığı tetikler 156
Statü kaybı ve kıskançlık 157
Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar 157
“Tıpkı babası gibi gözleri var” 158
Çocuğum Hareketli mi, Hiperaktif mi? 161
DEHB nedir? 161
DEHB’nin belirgin özellikleri nedir? 162
DEHB nasıl oluşur? 163
DEHB’nin tedavisi var mıdır? 164
Son bir tavsiye 165
Anne, Allah Nerede? 167
Bilinçaltında büyüyen öcü 168
Her kalpte Allah varsa “O” kaç tane? 169
Çocuğunuzu Allah İle Korkutmayın 171
Zorlu Süreç: Tuvalet Eğitimi 175
Tuvalet eğitimi, anneyle çocuğu yakınlaştırır 177
Tuvalet alışkanlığı çok defa psikolojiktir 179
Pratikte neler yapılabilir? 179
Önsöz
Hani derler ya ilk göz ağrım diye… İşte, elinizde tuttuğunuz bu KİTAP benim yazarlık serüvenimin ilk KİTAPlarımdan biri.
Yıllar önceydi... Paylaşacak çok şeyim vardı, çocuk eğitimine dair...
İçimdeki bir ses, “Yazmalısın, paylaşmalısın çocuğa dair bildiklerini.” diyor, bir diğeri ise “Yazsan ne olacak, kim okur ki?” diye itiraz ediyordu...
Üniversite yıllarımdan beri aldığım notlar vardı, yazık olmaz mıydı onlara, ne de özenerek biriktirmiştim onları anne-babalar ile paylaşmak için... Uzunca yıllar Avrupa’da edindiğim gözlemlerim vardı, söylenecek, kritik edilecek şeyler birikiyordu zihnimde... Dahası, kendi kültürel kaynaklarımızdan edindiğim heyecan verici bilgiler vardı... Mevlânâlar, Yunuslar, Hacı Bektaşlar, Itriler, Haime Analar... İstanbul beyefendisinin nasıl yetiştirildiğine dair yöntemlerimiz vardı... Şefkat, merhamet, mahcubiyet, tevazuu gibi insanın en kıymetli hazineleri vardı, bugün unutulmaya yüz tutmuş... Okuduğum bilimsel makaleler, araştırmalar, KİTAPlar vardı... Dahası ben bir babaydım; çocuk yetiştirmeye dair hatalarım, yanlışlarımın acıları, doğrularımın sevinci vardı paylaşacak...
Belki de farkında olmadan çocuğu tanımaya başlamıştım ben... Çocuk hiç de zannedildiği gibi bir “baş belası” değil, insan olma mücadelesi veren zayıf biriydi… Tek dayanağı anne-babası, içinde yaşayacağı yetişkinler topluluğu idi...
Ama gel gör ki, çocuğa dair yanlış imajlar, onun bir “kedi gibi” terbiye edileceği yanılgısını oluşturuyordu...
Onun bir duygu dünyası olduğu unutulmuştu. Aşağılanıyordu mesela çocuk... Azarlanıyordu yanlış yaptığı bir işte, yanlışın ve doğrunun ne olduğunu henüz bilmeden üstelik... Çocuğun bir duygu dünyası olabileceğine çok dikkat çekilmiyordu.
Onu “adam etmek” için gerektiğinde cezalar veriyor, “akıllansın” diye şiddet uyguluyordu yetişkinler. Ve ben çocuğu işte bu gürültü içinde, sersemlemiş bir halde, sağa sola bakarken buldum. İçim acıdı...
Çocuğa yardım etmeliydim, ama nasıl...
Çocuğun bu kadar yanlış tanınmasını nasıl değiştirebilirdim ki... Utanıyordu anne babalar kendi arkadaşlarının yanında, çocuklarının çocuksu davranışlarından... Toplum da anne-babaları utandırıyordu “Nasıl çocuk yetiştirmiş, şuna bak...” diye. Çocuğun utanılacak biri olmadığını, onun acemi, küçük bir insan olduğunu anlatmayı denemeliydim...
Kim dinlerdi beni bilmiyorum... Çocuğu ceza ile eğitmeye çalışmanın bir utanç değil, gelenek halini aldığı günümüzde ne söyleyebilirdim yetişkinlere? Olsun... Yazmalıydım... ve işte elinizde tuttuğunuz bu kitabı acemice kaleme aldım.
Önce çok yadırgandım, “Ne diyor bu adam?” diye…Eleştirildim… Koca bir toplumun karşısında kendimi yapayalnız hissettim...
Ama gün geçtikçe, “Korkmayın, çocuk iyidir.” sözüne inanlar, çocukla dost olmaya başladıklarında kendilerini de çocukla iyi ettiler... Çocukla çocuk olmanın keyfi başkaydı. Bunu tadanlarsa başka anne-babalara da “gel sen de çocuk ol” diye el uzattılar... Bir “çocuk dostu” hikâyesi başladı ülkemizde...
Geri dönüp baktığımda, şu küçük bilgi kaynağı KİTAP 100.000’in üzerinde satış yaptığını; daha da önemlisi ardından yazdığım KİTAPların cesaretini oluşturduğunu görüyorum.
Bugün artık çocuğun “ceza ile adam edilmeye çalışılmasının” tek ve geçerli bir eğitim metodu olmadığının konuşulması heyecan verici...
Çocuk aziz bir misafirdir, anne-babaların evinde “bir süre” kalmak üzere... O süreç bitince misafirler evden ayrılır. Ebeveynler geri dönüp aziz misafirlerine nasıl davrandığını hatırladığında mahcup olmamalı, utanıp pişmanlık yaşamamalılar…
Kim ki aziz misafirine saygı gösterir, onun dünyayı öğrenmesine gönüllü rehberlik ederse, o çocuğunu kazanır...
Kazanılmış çocukların var olduğu bir dünyada yaşama arzusu ile...
EMBRİYO PSİKOLOJİSİ
Anne karnında dokuz ay geçiren çocuğun tıpkı fiziksel görünümü gibi psikolojik ve ruhi gelişiminin de temelleri usulca atılır.
Anne kendini huzurlu, mutlu hissettiğinde ya da kaygılanıp üzüldüğünde karnındaki bebek tüm bunlardan acaba nasıl etkilenir?
Örneğin, “Bizim çocuk çok çekingen. Kalabalıkta kendini ifade edemiyor, iki kelimeyi yan yana getiremiyor.” diye dert yanarken bu sonucun çocuğun anne karnında yaşadığı psikolojiyle bağlantısı olup olmadığı aklınıza geliyor mu?
“Genetik karakter” anne-babadan alınan genlerin tesiriyle anne karnında oluşuyorsa; ‘psikolojik karakter’in temelleri de yine anne karnında atılır.
ANNE ÇOCUK ARASINDAKİ SIR
Pedagoji bilimi, anne ve çocuk arasındaki bağı araştırırken büyük bir hakikatin perdesini farkında olmadan araladı. Böylece aralarındaki o müthiş bağın gizemli sırrı birazcık daha anlaşılır duruma geldi.
Çocuk yetiştirmek büyük yüktür. Bir çocuğun doğumundan ölümüne kadar tüm sorumluluğunu taşımak hiç de kolay değildir. Bundan dolayı da her insan bu fedakârlığı kaldıramaz.
Çocuğun doğduğu andan itibaren tiksinmeden altını değiştirmek, henüz yürüyemezken onu her gidilen yere kucakta götürmek, gece uykusuz kalmak, gündüz onca yorgunluğa katlanmak sıradan ve kolay bir yaşam değildir. Bu süreci bile bile kabul etmek, ruhen çok güçlü olmayı gerektirir.
“Çocukla anne arasındaki uyum süreci”nde ise anne ruhen güçlenir ve çocuğuna yoğun şekilde bağlanır. Eğer anne çocuğuyla bu ruh bağlanmasını gerçekleştiremezse bu yükün altından kalkamaz. Çocuğun her yaramazlığı veya hırçınlığı annenin bam teline dokunur, aşırı derecede sinirlendirir onu. Hatta bazen de sıradan birçok olay öfke nöbetleriyle bile sonlanabilir.
Anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın ne anlama geldiğini netleştirebilmek için çocukla teyze arasındaki ilişkiye göz atmak gerekir.
ANNE SÜTÜ GEREKSİZ Mİ?
Genellikle anne sütünün biyolojik beslenmeye etkileri üzerinde durulur. Oysa ki emzirme dönemi bebeği ruhen besler, anneyle çocuk arasında büyük ve çok önemli bir ilişkinin tesis edilmesini sağlar.
Süt içen çocuğun ruhi beslenmesini hesaba katmadan, sadece beden gelişimini önemseyerek “ilk altı aydan sonra anne sütünün besleyiciliği azalıyor” demek, anneye ve bebeğe yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Kaldı ki bilimsel araştırmalar, anne sütünün ilk altı aydan sonra da besleyicilik özelliği taşıdığını ortaya koyuyor.
ÇOCUK İHTİYAÇ DUYDUĞU AN SEVGİ ALABİLMELİ
Her birimiz sevilmeye muhtaç; ama (maalesef) her birimizin kaşları sevgi isteyene çatık...
Meşhur Psikiyatr Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı isimli eserinde, çocukluk yıllarında anne-babalarından yeterli sevgiyi alamamış kişilerin ömürleri boyunca o doyamadıkları sevgiyi başkalarında arayacağından bahseder. Ama bu sevgi arayışı tamamen boşunadır. Çocukluk yıllarında anne-babalarından doyasıya sevgi alamayanların karşısına asla duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek birileri çıkmaz. Çünkü o sevgi “zaman” itibarıyla özeldir. Karşılıksız verilmiş olması, ihtiyaç duyulduğu an giderilmesi sebebiyle de çok kıymetlidir…
O YÜZDEN BAZILARI "ŞIPSEVDİ"
Kız ya da erkek fark etmez, anne sevgisi çocukluğun ilk yıllarında hayati önem taşır. Çocuk; özellikle ilk yedi yılda “doya doya” anne sevgi ve ilgisini aldıysa hayatının geri kalan kısmında emin adımlarla ilerleyebilir, neyi, neden istediğini daha iyi değerlendirebilir.
Şefkat hissiyle örülü, karşılıksız anne sevgisinden mahrum yetişen gençler; özellikle ergenlik çağından itibaren içlerindeki bu boşluğu doldurabilmek için o adresten diğer adrese koşma ihtiyacı hisseder.
Anne sevgisinin önemi bu kadarla da kalmaz. Çocukluk yıllarında annesinden yeterince ilgi ve sevgi görememiş gençler, yetişkinlik yıllarında “sevme engelli” olma riski taşır.
İLGİSİZ ÇOCUK SENDROMU
İlgisiz Çocuk Sendromu; insan yaşamında ruhsal gelişimin en hızlı olduğu ilk dört yaş döneminde görülür. Çocukla sosyal çevre arasında sözel ve duygusal iletişimin sağlıklı yürümemesi sonucunda da oluşur. Bilhassa çalışan annelerin, çocuk gelişimi konusunda yeterli donanıma sahip olmayan bakıcı kadınlara emanet ettiği çocuklarda bu sendrom sıklıkla görülebilir.
EVLATKOLİK ANNE BABALAR
Aşırı korumacı ve evlatkolik aile içindeki çocuk, kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz, hata yapmaktan korkar. Yanlış hareket ederek risk almadıkça da atacağı her adımda tereddüt ve kararsızlık yaşar.
Biz, sosyal hayata hazırlanamamış çocukları “anne-baba bağımlısı” diye nitelendirmiyoruz. Çünkü böyle biri, çocukluk döneminde anne-babasına bağımlı olsa da; yetişkinlik yıllarında okuldaki grup liderine, evlendiğinde de eşine bağımlılık riski taşır. Farklı kişilere yapışma ihtiyacı ise bir “davranış sapması”dır.
PEMBE ANNELER- HIRÇIN BABALAR
Sağlıklı aile modellerinde, anne annedir, baba da baba. Çocuk da zaten anne gibi anne, baba gibi baba görmek ister karşısında. Ne yazık ki günümüz sosyal yaşantısı, anne-babaların aile içindeki rollerini altüst etti. Bu duruma çocukların da anlam veremediği kesin. Artık kapısını araladığımız evlerin birçoğunda “pembe babalar” ile “hırçın anneler”e rastlamak oldukça sıradan. Halbuki sağlıklı aile yapısında anne şefkat ve sevgiyi, baba da otoriteyi temsil eder.
ARKADAŞ DEĞİL "BABA" GİBİ BABA
Çeşitli bahanelere sığınarak çocuklarını ihmal eden babaların çocuklarında genellikle aynı davranış sapmalarına rastlıyoruz. Babası olduğu halde babasız büyüyen çocuklar, genelde istikamet tutturmakta zorluk çekerler. Güçsüz ve dirayetsiz olurlar. Aldıkları bir kararı, kırk kez gözden geçirir, başarısızlık karşısında hemen hayal kırıklığına uğrarlar. Sözlerine genelde güven olmaz. Bir gün şöyle, bir gün böyle görünürler.
ÇOCUK EĞİTİMİ İLE ÇOCUK TERBİYESİ AYNI MIDIR?
Çocuk terbiyesinde ise hedeften önce, başlangıç noktası önemlidir. Bunu “referans noktası” olarak isimlendiririz. Çocuk terbiyesinde referans noktaları olarak normlar (evrensel kabul görmüş değerler, örf,adet, kültür, din) alınıyorsa artık bu çocuk eğitimi değil, çocuk terbiyesi olarak tanımlanır.
TANIMADAN ÇOCUK TERBİYESİ OLMAZ
Hiçkimse, bir çocuğun kabiliyetini keşfetme konusunda anne-baba kadar bilgiye sahip olamaz. Özellikle anneler, çocuklarının doğduğu ilk günden itibaren hangi alanlarda kabiliyetli olduğunu anlayabilecek özel bir donanıma sahiptir. Yeter ki bu kabiliyetlerini “empati” kanallarını tıkamadan kullanabilsinler. Tabii ki her anne-baba iyi niyetlidir ve çocuklarının geleceğinin en uygun biçimde şekillenmesini ister. Ancak iyi niyet, her zaman iyi netice vermez.
ÇOCUĞUN ÇOCUK OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Örneğin, nezaket ve hürmetle kabul edildiğiniz bir aile dostunuza misafirliğe gittiniz. Çocuğunuzun dikkatini karşınızdaki müzik seti çekiyor, yanına gidiyor ve sesini bir açıp bir kapatarak “akustik keşfe” çıkıyor. Ancak bu ses, misafirlikteki ortama rahatsızlık veriyor. Eğer çocuğunuzun bu tecrübeyi kendi evinde yaşamasına izin vermemiş, onu tatmin olma noktasına kadar özgür bırakmamışsanız; misafirlikte ne derseniz deyin fayda etmez. ‘Dur’, ‘çek elini’, ‘bozarsın yapma’ diye uyarsanız da çocuk için bunlar pek bir şey ifade etmez.
ÇOCUK İÇİN OYUN ÖNEMLİ BİR İŞTİR
Çocuk, kendi hayal gücü ölçüsünde, oyun oynadığı bölgeyi tamamen kontrol altına alır. Çocuğun o anda elinde tuttuğu sadece küçük bir bebek olsa da onun görünmeyen annesi, markete gitmiş çocuklarına süt alıyordur. Yine hastalanmış bebeği babası doktora götürmek için bir kenarda bekliyordur. Hasılı, çocuğun oyun esnasında hayal gücü sınırsız şekilde çalışır.
SANAL YOLLA RUHSAL HASTALIK BULAŞIYOR
nternetle ilgili bilinen en büyük sorun “sanal bağımlılık” olsa gerek. Psikoloji literatürüne de giren sanal bağımlılıkla mücadele, zorlu psikolojik sorunların başında geliyor. Bu nedenle uzmanlar internet kullanıcılarına bilinçli olmalarının yanı sıra interneti iradeli kullanmalarını tavsiye ediyor. Ne var ki internet kullanıcıları her zaman iradeli kişilerden oluşmuyor.
Örneğin, henüz yetişkinlik çağına gelmemiş çocuklar ya da psikolojik rahatsızlığı bulunanlar; bir travma veya depresyon geçirmiş ve kendini sanal dünyaya atmış olabilir. Bu tarz kişilerin tam anlamıyla irade sahibi olacağından emin olamayız. Dolayısıyla kapıları her türlü insana açık olan internetin mevcut haliyle özellikle gençler için tehlike saçtığını açık şekilde söyleyebiliriz.
ÇOCUĞUNUZUN ÖFKE DUYGUSUNU SÖNDÜRMEYİN
Günümüz çocuk terbiyesinde doğrularla yanlışlar iç içe girdiği için anne-babalar çocuklarını terbiye ederken sağlıklı bir insanda bulunması gereken birçok özelliği de bilinçsizce köreltiyor. Bunların başında da çocuklarda yok edilmeye çalışılan “öfke” duygusu var.
-Öfke sosyal hayatı düzenler.
-Öfke çocukları tacizden korur.
Öfke terbiyesinde, ‘vicdan’ duygusunun kullanılması hayati önem taşır. Anne-babalar, 4 yaşından itibaren çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidir. Sadece bununla da kalmamalı, zaman zaman onları vicdan testine tâbi tutup vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidir.
-Öfke gelişir, vicdan terbiyesi unutulursa; o çocuğun ileride problemlerin merkezi olma olasılığı yüksek olur.
-Çocuklar anne-babanın yankısıdır. Ebeveynler çocuklarına nasıl seslenirse çocuklar da onlara aynı karşılığı verirler.
-Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur.
-Bahane, vicdanı öldürür.
-Duyarlılık vicdanı besler.
YALAN VİCDAN ZEHİRLENMESİDİR
-Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır.
-Yalan, öğrenilen bir davranıştır.
Çocukların 6 yaşına kadar söyledikleri birtakım gerçek dışı beyanlara “yalan” diyemeyiz. Zira 6 yaşından küçük çocuklar henüz hayal dünyasıyla gerçekleri tam ve net şekilde ayıramadıkları için bazen hayal dünyasında canlandırdıkları bir şeye kendileri de inanır ve sanki gerçekmiş gibi etrafındakilerle paylaşır. Böylesi bir durumda ebeveynlerin paniğe kapılmalarına gerek yoktur. Zira çocuğun buradaki sözleri, bizim anladığımız manada yalan değildir.
Çocuklarda 6-7 yaşından sonra yalan söyleme alışkanlığı devam ediyorsa işte o zaman anne-baba önce kendini, sonra çocuğun çevresini, daha sonra da çocuğu bir kere daha gözden geçirmelidir. Zira yalan alışkanlığı başlamış çocuğun mutlaka bu kötü alışkanlığı kaptığı bir yer vardır. Bu, bazen bir televizyon dizisi, okul arkadaşı, bazen de ebeveynin bizzat kendisi ya da evde gereksiz yere yükselmiş gerilim olabilir.
ÇOCUKLARDA KORKU VE HAYATA HAZIRLANMA
Özellikle 6 yaş grubu çocuklarda çok sık görülen korkular, birçok anne-baba tarafından “abartılı” bulunur, gerektiği gibi müdahale edilmez. Ancak çocukluk yıllarındaki bu korkular, ilerleyen yıllarda birtakım ruhsal kırılmalara neden olabilir.
Korku olmazsa insan da olmaz. Bütün korkulardan arınmış biri, toplum için potansiyel bir tehlikedir. Korku, insanın topluma uyum sağlamasını, eş dost ve arkadaşıyla belli sınırlar içinde yaşamasını sağlayan en önemli insani reflekstir. İnsan bu refleksin nasıl kullanılacağını belli yaşlarda, belli provalar yaparak öğrenir ve bu şekilde yetişkinliğe doğru ilerler.
CİNSEL EĞİTİM Mİ MAHREMİYET EĞİTİMİ Mİ?
Bir grup çocuğa aynı ortamda cinsel bilgi vermek, ne taciz olaylarının önlenmesinde ne de çocukların cinsel kimliklerinin sağlıklı şekilde oluşmasında doğru bir yöntemdir.
Zira çocukta cinsel öğrenimin tedricen ve adım adım gerçekleşmesi gerekir. Cinsel kimlik oluşumunda en kritik nokta, çocuğun ruhi ve zihnî gelişimi ölçüsünde “çok hassas” ve “bilinmesi gerektiği kadar bilgi” prensibiyle eğitim verilmesidir.
Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir. Bu durumun (yukarıda da izah edildiği gibi) çocukların ruh sağlığını zedeleme riski vardır. Halbuki “mahremiyet eğitimi” kişiye özeldir. Her çocuk ayrı ayrı eğitilir. Çocuğu eğitecek olan şahıs ise öncelikli olarak çocuğun birinci derecede yakınlarından biridir. Eğer onlar uygun değilse mutlaka konunun uzmanı bir kişi yardımcı olur. Mesela kız çocuklarının mahremiyet eğitiminde birinci derece yakını annedir.
MAHREMİYET EĞİTİMİ
Çocukların mahremiyet eğitimi asla sadece nasihatle veya korkutmalarla tamamlanamaz. Çocukların kendi bedenlerine yönelecek tehlikelerden kurtulabilmeleri ve korunabilmeleri için verilmesi gereken mahremiyet eğitimine “Temel Davranış Refleksi” denir.
“Temel Davranış Refleksi”ni eskiler “utanma-haya duygusu” olarak da tanımlarlar. Ancak üzülerek belirtmek gerekirse günümüz anne-babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan Temel Davranış Refleksi’nin nasıl kazandırılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi değiller.
“Bedenim bana aittir” bilinci: Daha bebekliğinden itibaren kendini rahatlıkla yetişkinlerin eline bırakan bebeğin ilerleyen yıllarda bedeninin farkına varması ve çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu hissetmesi gerekir.
Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamamış ve vücudu üzerinde başkalarının bir şeyler yapabileceğini düşünen çocuk, rahatlıkla taciz tuzağına düşer.
“İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci: Bu bilincin oluşturulması için anne-baba, çocuğunun vücudunu hoyratça kullanmaktan kaçınmalıdır. Ebeveynlerin çocuklarını öperken “Seni öpebilir miyim?” diye izin istemeleri bu bilincin oluşmasında etkilidir. Çocuğun güçsüz bedeninin herkes tarafından izinsiz kullanılması, çocukların kendi bedenlerini koruma refleksini kırar.
KARDEŞ, KARDEŞİN "KUMA" SIDIR
Kıskançlık insan fıtratında hazır bulunan bir mayadır. İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için bu duyguya ihtiyacı vardır ki kendi elindeki değerlere sahip çıkabilsin...
-Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır.
-Çocuklara eşit davranmak kıskançlığı körükler.
-Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur.
-Adaletsizlik, güvensizliği; güvensizlik de kıskançlığı tetikler.
-Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar.
ANNE ALLAH NEREDE?
Yedi yaşa kadar olan çocukların, “Allah nerede?” sorusundaki kastı, ismini duyduğu eşyaların zihinde şekillendirme çabası, isteğidir. Çocuk en iyi bildiği kavramla yeni duyduğu kelime arasında kıyas yaparak çevreyi tanımaya çalışır. Örneğin, “Bir hafta sonra teyzene gideceğiz.” dediğinizde, çocuk “bir hafta”nın ne demek olduğunu henüz bilmiyorsa, “Yedi kere akşam olacak, ondan sonra gideceğiz.” gibi bir açıklama yapmalıdır ebeveyn. Yani çocuk, bir önceki tanıdığıyla daha sonra tanıyacağı şey arasında ilişki kurarak hayatı algılamaya çalışır.
On dört yaşa kadar olan çocuklara verilecek cevapta, akıl ve mantık ön planda olmalı veya soruya, soruyla karşılık verilmelidir. Çocuğa kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde ufuk ve düşünce boyutu açacak yaklaşımlar sergilenmelidir.
Yirmi bir yaşa kadar olan gençlere ise yazının başındaki tasavvufi açıklamalar yapılabilir. Gençlerle, şu anlayışta bir iletişim kurulmalıdır: “Allah kalbimizde. Eğer kendimizi ve kalbimizi keşfedebilirsek onun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu göreceğiz.” ya da “Allah ötelerde. Kürsüsünde. Arşında. O, kâinatı kuşatmışlığıyla her an, her zerrenin hâkimi ve sahibi.”
Bütün bunların ötesinde bazı anne-babalar da yanlış davranış sergileyen çocuklarını cehennemde yanmakla tehdit eder. Bu şekilde çocuk terbiyesi kesinlikle olmaz. Zira 12 yaşından küçük çocuklara her ne sebeple olursa olsun; Allah’ın gazabı, cehennemin azabı gibi cezayı gerektiren konulardan bahsedilmemelidir. Zihinsel gelişimini henüz tamamlamamış çocuk, bunun gibi tehdit içeren anlatım ve nasihatlerden ürker, korkar ve ilerleyen zamanlarda da nefret eder hale gelir.
ZORLU SÜREÇ: TUVALET EĞİTİMİ
Çocuklar için altını ıslatmak oldukça keyif verici bir eylemdir. Çocuk tuvaletini yaparken haz alır. Dikkat etmişsinizdir, birçoğu altını ıslatacağı zaman duraksar, ebeveynin karşısına geçer, gözlerine masumca bakarak tuvaletini usulca yapar. Yüzündeki memnuniyetten de anlaşıldığı gibi çocuk tuvaletini yaparken haz alır, sakinleşir ve mutlu olur. Çocuğa tuvalet alışkanlığı kazandırmak ise onu bu olumlu duyguları yaşamaktan vazgeçirmektir.
-Tuvalet eğitimine önce büyük tuvaletten başlanmalıdır. Ardından gündüz küçük tuvalet ve son olarak da gece alışkanlığı kazandırılmalıdır.
-Tuvalet eğitimine başlandığı andan itibaren çocuğun ıslaklığı hissetmesini engelleyecek kaliteli bezler kullanılmamalıdır.
-Tuvalet alışkanlığı kazandırılmış çocuğa tutarlı davranılmalıdır. Bazen bez bağlayıp bazen bağlanmayan çocukların tuvalet eğitim süreci oldukça uzar.
-Çocuk gündüz altını ıslattığında (hava soğuk değilse ve sosyal ortam müsaitse) birkaç dakika ıslak altla bırakılmalıdır. Bu süre çok uzatılmadan temiz bir iç çamaşırla çocuğun üstü değiştirilmelidir.
-Çocuğun altı değiştirilirken psikolojik, duygusal, fiziksel şiddet uygulanmamalıdır. Çocuk ilk defa karşılaştığı bu ıslaklık ve utanma hissini kendi iç dünyasındaki dinamiklerle dengeleyip çözmeye çalışmalıdır. Yalnız “Offf bıktım ya!”, “Yine mi altına yaptın?” gibi cümlelerin, çocuğun oluşturmaya çalıştığı bu iç dinamikleri altüst ettiği akıldan çıkarılmamalıdır.
-2 yaşını geçmiş hiçbir çocuk altı ıslak olarak dolaşmaktan hoşlanmaz. Sizin ayrıca bir şey söylemenize gerek yoktur. Söyleyeceğiniz her ezici söz, süreci uzatacağı gibi çocuğunuzda farklı davranış bozukluklarının görülmesine de yol açabilir. O yüzden anne-babalar oldukça dikkatli olmalıdır.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında çocuk gündüz bol su ve sıvı içecekler tüketmeli. Ancak yatmadan en az bir saat önce artık vücuduna sıvı almamalıdır. Susamaya neden olacak yağlı, tuzlu ve tatlı yiyecekler çocuğa yedirilmemelidir.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuğun altını ıslattığı saatler bir çizelgeyle tespit edilmeli ve çocuk o saatlere denk gelecek şekilde tuvalete götürülmelidir.
-Çocuk gece kaldırıldığında tuvalet ihtiyacını giderirken uykulu olmamalıdır. Önce uykusu ve bilinci açık hale getirilmeli, daha sonra ihtiyacını gidermesi istenmelidir.
-Çocuğuna tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışan bir anne, bol bol yedek çarşaf, nevresim, yedek iç-dış çamaşır bulundurmalıdır. Bu konuda sıkıntı yaşanmak anneyi agresifleştirir. Çocuk da bu durumdan olumsuz etkilenir.
-Çocuk gece altını ıslatmış ise asla örselenerek veya hırpalanarak yatağından kaldırılmamalıdır. Bu tarz davranışlar çocuğun akıl sağlığı açısından oldukça tehlikelidir.
-Uykusu ağır çocuklara gece tuvalet alışkanlığı kazandırılması zor olabilir. Böyle durumlarda daha fazla gayret gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
-Erkek çocuklar sünnet ettirildikten sonra daha kolay tuvalet alışkanlığı kazanır.
-Uzun süreli uğraşlar neticesinde kazandırılamayan (özellikle) gündüz tuvalet alışkanlıklarında psikolojik veya fizyolojik sorunlar olabileceğiunutulmamalıdır.
-Çocuk her ne kadar iki yaşından itibaren mesane yollarını kendi iradesiyle kontrol altında tutabilme becerisine sahip olsa da bu kazanımı nasıl kullanacağını öğrenmesi gerekir. Bu itibarla bakıldığında; iki yaşına gelen çocuk psikolojik açıdan hazır değilse tuvalet eğitiminin kazandırılması da oldukça zor olur.
Doğal Ebeveynlik
Tanıtım
Bugün çocuklarda karşılaşılan problemlerin çoğunun temelinde, çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatar. Çocuk içinde hissettiği coşkuyla sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” ikazlarının, bir şeyleri merak edip birkaç soru sorsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisi için seçilen bir kıyafetin rengini beğenmediğini söylese “Sana elbise alanda suç zaten” şeklindeki bastırmaların, bir yemeğin damak tadına uymadığını ifade edecek olsa “Sende de hiç zevk yokmuş” gibi aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda, çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Bu KİTAPta çocukların davranışları “öğrenme”sinin değil “edinmesi”nin, bir başkasını taklit ederek değil kendi “irade”sini ortaya koyarak istenen davranışları kazanmasının yolları üzerine ufuk açıcı bir anlayışla karşılaşacaksınız.
Adem Güneş, çocukları ceza ve mükâfat kıskacına almadan, onlara insan olmanın değeri yaşatarak ebeveynlik etmenin mümkün ve değerli olduğunu dolu dolu bir içerikle aktarıyor. Doğal Ebeveynlik, duygularındaki özgürlüğü davranışlarında disipline dönüştürebilen, “kendisi olabilen” çocukların anne babalarının yeni yol arkadaşı…
İçindekiler
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………..9
EDİTÖRDEN NOTLAR……………………………………………………………………11
Davranış Eğitimi mi İrade Eğilimi mi?……………………………………………………15
Bizim Çocuğun içinden Hiçbir Şey Yapmak Gelmiyor…………………………………...17
“Merak” Anlayabilme Çabasıdır…………………………………………………………...24
Merak Duygusu Heyecan Oluşturur……………………………………………………….25
İtici Bir Güç Olarak “Taklit” Hevesi………………………………………………………27
Fıtrat Tetiklenmesi Nedir?…………………………………………………………………30
İnsan Olabilme Gücü: “İrade”……………………………………………………………..33
“Bilinçsiz irade” Kullanımından “Tercih Edici İradeye” Geçiş……………………………35
Davranışın öğrenilmesi mi Edinilmesi mi?………………………………………………..38
İrade Nedir?………………………………………………………………………………..41
Bağımlılık Halleri ve İrade………………………………………………………………...47
Sahte Benlik( İki yüzlülük Hali)…………………………………………………………....57
İnşan Olma Mayası: “Duyarlılık”………………………………………………………….63
Duyarsızlığın Belirtileri……………………………………………………………………..73
Doğal Olabilmek: “Kendi Gibi Olabilmek”……………………………………………….77
Fıtri Halin Bozulmaması……………………………………………………………………83
Ebeveynlik Sınırı……………………………………………………………………………95
Kaygılı Bağlanma………………………………………………………………………...100
Güvensiz Bağlanma………………………………………………………………………102
İkinci Doğum……………………………………………………………………………….105
Fıtratın Yaşanabileceği Özgür Bir Ortam………………………………………………..107
Yetişkinin Ürküten Bakışları……………………………………………………………...121
Hızlılık Duyarsızlaştırır……………………………………………………………………129
Duyguda Özgürlük Davranışta Disiplin………………………………………………….133
Güçlü Benlik Yapısı Neden Önemli?.................................................................................134
Koşulsuz Saygınlık İlkesi……………………………………………………………….….141
Değer Vermek Ne Demektir?…………………………………………………………….145
Merak Duygusu Yeniden Kazanılabilir mi?...................................................................…151
Ödül Yerine Hediye………………………………………………………………………..155
Sosyal Benlik Algısı Nedir?………………………………………………………………..159
1.Suçluluk Hissi…………………………………………………………………………..166
2.Değersizlik Hissi………………………………………………………………………..170
3.Yetersizlik Hissi………………………………………………………………………...172
Duyuların işlevselliği……………………………………………………………………….177
1.Soyut Düşünebilme……………………………………………………………………..176
Ne Yapmalı?…………………………………... ……………………………………...184
2.Sembol Kullanabilme…………………………………………………………………...188
Ne Yapmalı?...................................................................................................................191
Alışkanlık Bozukluğu Nedir?…………………………………………………………..193
Empatik Drama Oyunları Nedir?………………………………………………………195
3.Eşyaya Nüfuz Edebilme………………………………………………………………...197
Ne Yapmalı?…………………………………………………………………………...202
4.Algısal Hız, Ön Görü; Feraset……………………………………………………….…203
Eşya ile Hadiseler Arasındaki İlintiyi Görebilmek Nedir?…………………………….204
5.Bellek Gücü…………………………………………………………………………..…206
Önsöz
Bir insanın en büyük kazancı kendi gibi olabilecek güce erişmiş olmasıdır.
Günümüz anne babalarına “Kendi gibi olan değil, beklendiği gibi dan çocuk daha İyi çocuktur” telkininde bulunulsa da bir ebeveynin asıl başarısı çocuğunu fıtratını bozmadan, var olduğu hali ile yetişkinliğe taşımayı becerebilmesidir.
Bugün çocuklarda karşılaşılan neredeyse bütün problemlerin temelinde çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatmaktadır.
Çocuk içindeki coşku dolu hali İle sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” gibi ikaziann, azıcık merak edip öğretmenine birkaç soru soracak olsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisine alınacak bir kıyafetin rengini beğenmediğini söyleyecek olsa “Sana elbise alanda suç zaten…” şeklindeki bastırmaların, damak tadına uymayan bir yemeği ifade edecek olsa “Senin de hiç zevkin yokmuş” benzeri aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Çocuktan yetişkin olgunluğu beklemek çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır. Çocuk, çocuk olabildiği kadar kişilikli bir insan olabilir.
Çocukluğu engellemeler ve aşağılamalar içinde geçmiş kişiler yetişkinlik yıllarında maalesef agresif. huzursuz, duyarsız, asık suratlı, mutluluğu bir türlü beceremeyen ve kimi zaman zayıf kişilikli halleri ile hem kendilerine hem de çevresindekilere acı veren insanlara dönüşüyorlar.
Bu KİTAPta çocuklara “davranış öğretmek” için onların nasıl da ceza ve mükâfat kıskacına alınacağını değil, insana insan olmanın değeri yaşatılırsa her şeyin doğal seyri içinde nasıl da adım adım gerçekleştiğini bulacaksınız. Umarım toplumsal duyarlılığın oluşmasına katkı sağlayacak bir eser olur…
1.DAVRANIŞ EĞİTİMİ Mİ İRADE EĞİTİMİ Mİ?
Pek çok ebeveyn "çocuk eğitimi" nin çocuğa "davranış öğretmek" olduğu yanılgısına düşüyor. Bu nedenle birçok evde "düzgün dur", "düzgün otur", "dişlerini fırçala", "erken yat", "misafirlikte beni rezil etme" sesleri eksik olmuyor. Halbuki çocuk terbiyesi çocuğa "davranış öğretmek" değil "duyarlılık" ve "irade" kazandırmaktır.
Anne babalar her ne kadar "bizim çocuk ödevlerini yapmıyor" şeklinde bazı "davranışlardan" şikayetçi olsalar da bir çocuğun ödevinin başına bir türlü oturamaması çoğunlukla onun iradesi ile ilgilidir. Çocuk yarım saat dersin başında oturabilecek kadar kendine güç yetiremiyor yani iradesini kullanamıyorsa buradaki sorun davranış sorunu değil, kendini "yönetememe" sorunu-dur. Bir başka deyişle irade kullanamama sorunudur. Ebeveynler çoğu defa baskı ve zorlama ile çocuklarına davranış öğretmeye çalışırken onların duyarlılıklarını ve iradelerini kırdıklarını fark edemiyorlar. "Alışkanlık kazansın" diye zorla yataktan kaldırılan, söylene söylene okul servisine bindirilen, odasını toplamadığı için aşağılanan, ödevler yüzünden her an azar işitmeyi bekleyen bir çocuk kendisinden beklenen davranışları yerine getirse de aslında “duyarlılığını ve iradesini” kaybetmektedir.
-İçselleşmemiş bir davranışın kalıcı olması mümkün değildir.
-Tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur.
-Bir yetişkin kendini çocuk adına geliştirmedikçe kaba bir eğitimciden başka bir şey olamaz.
-Ebeveynler genellikle güçlerinin ötesinde bir hız ile karşılaştıklarında çocuklarına “hiperaktif” etiketini yapıştırırlar. Bu, çocuğa yapılacak büyük bir haksızlıktır.
-Erken çocukluk döneminde çocuk terbiyesi taklitlerden ibarettir.
2. İNSAN OLABİLME GÜCÜ: “İRADE”
İlk çocukluk dönemindeki "merak duygusu" ve "taklit yeteneği" belli bir yaşa kadar itici rol oynayabilir. Çocuk gerek eğitimde gerek birtakım davranışlar kazanmada üstün bir rol sahibi olabilir. Ancak yaratılıştan zaten var olan bu hazır içsel güçler bir süre sonra azalarak tükenecektir.
Ebeveynler çocukluk döneminin bu en masum iki içsel gücünü bir basamak yaparak kişilik ve karakter eğitiminin bir üst basmağı olan "irade" kullanımını çocuklarında geliştirmelidir. Bir önceki dönemde ebeveynler sadece kendi örnek yaşamlarını çocuklarına sunarak onlara birtakım davranışlar kazandırsa da, kişilik kazanımının asıl kökeni çocuğun sahip olduğu iradeyi kendisinin kullanabilir duruma gelmesidir. Belki de çocuk terbiyesinin en kritik aşaması işte burasıdır.
-İlerleyen yaşlarda irade sadece merak duygusunun yönlendirilmesini değil, merak ettiği halde çocuğun bazı yerlerden uza durmasını da kapsamalıdır.
-Edinmek ruhun öğrenmesidir ve kişinin karakterini oluşturur. Edinilen bilgi unutulmaz.
-Bir insan aşağılanarak ve baskı ile kendisinden istenilen davranışı sergiliyorsa kişilik kaybına uğrar. Bu, çocuk için de böyledir.
-Başlarına inat kendi başarısını kazanmaya çalışan kişilerin elde ettiği başarı değil, kendisini “sunma” başkalarına kendini kabul ettirme çabasıdır.
-Çocuk ancak yapabildiği işlerle iradesini geliştirir.
-Vazgeçmemek iradesizliktir.
-Çocuk ne kadar yapabiliyorsa yetişkin o kadarına razı olmalıdır.
-Mütevazılığını kaybetmiş kişiler genellikle “irade” sahibi değil “hırs” sahibidirler.
3. SAHTE BENLİK (İKİ YÜZLÜLÜK HALİ)
Sahte benlik kişinin olduğu gibi değil etrafındaki insanların kendisini görmek istediği gibi davranmaya çalışmasıdır.
Sahte benlik iki şekilde oluşur. Birincisi şiddetten kaynaklanan sahte benlik oluşumudur. Çocuk içindeki coşku ile var olmaya çalışırken zarara uğratılırsa uğradığı zarardan kurtulmak için kendisinden istenilen davranışları sergilemeye başlar. Örneğin, küçük kardeşi ile girdiği çatışmalarda ebeveyni tarafından hep "Sen onun ağabeyisin ne istiyorsa versen ne olur?" diye hitap edilen bir çocuk, kardeşinin haksız davranışlarına "problem çıkmasın diye" boyun eğmeye başlamışsa kardeşi ile girdiği ilişkide kendi gibi değil kendinden beklendiği gibi davranmaya başlamış demektir. Bu durumdaki çocuklarda genellikle küçük kardeşe karşı kıskançlık, öfke, nefret duyguları oluşur. Halbuki kardeşler arasındaki ilişkide kavga çıkmasın diye büyük çocuğa sorumluluk yüklemek ve ondan "ağabeylik/ablalık yapmasını istemek" yerine iki çocuk arasında adaleti tesis etmek gerekir. Haklıyı veya haksızı savunmak çocukta suçluluk hissi uyandırır.
-Çocuğuna aşırı düşkün ebeveynler çocuklarının benliklerini yaşamasına engel olurlar.
-Duygusal gelişimi zayıf olan kişiler ahlak zafiyeti taşımaya adaydır.
4. İNSAN OLMAK MAYASI “DUYARLILIK”
Çocuklarda irade kazanımı devam ederken “duyarlılık gelişim süreci” de ihmal edilmemelidir. Zira duyarlılık olmadan elde edilmiş bir irade bir hiçtir hatta yıkıcıdır. Bütün zarar vericiler irade sahibi oldukları halde duyarlı olmayanlardır.
-Güçlü iradeye sahip olması istenen çocukların çevreyi tanıma girişimleri desteklenmelidir.
-Duyguları engellenen çocuklar yetişkinlik yıllarında öfke kontrol bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve panik atak gibi rahatsızlıklara doğru adım adım yol alırlar.
5. DUYARSIZLIĞIN BELİRTİLERİ
Bir gün Anadolu'da bir seminerde, "Duyarsız çocuklar duymazlar" diye bir söz söylemiştim. Programın çıkışında bir anne yanıma yaklaştı ve ıslak gözlerle "Hocam, bizim çocuğun da duyarsızlaştığını düşünüyorum" dedi. Ben "Nereden anladınız?" diye sorduğumda "Ben ona sesleniyorum, beni duymuyor, daldığı oyundan ayrı1ıp beni dinlemiyor?" cevabını verdi. Halbuki benim tarif ettiğim "duyamama hali" kulaktan duymak değildi.
İçsel bir sızıdır duyabilmek. Gözler kapandığında sanki kalbin üzerinde bir ince sızı hissettirir duyabilme hali. Ancak bu "duyamama" hali son noktadır. Peki, bu aşamaya gelirken çocuklarda hangi durumlar göze batar?
-Duyarsızlık sürecindeki çocuk internet ve televizyona karşı aşırı bağımlılık taşır.
-Duyarsızlık dönemine giren çocuk hızlanır.
-Duyarsızlaşan çocuk mahcubiyet ve utanma hissini de kaybetmeye başlar.
-Duyarsızlaşan çocuklar çok sık yalan söyler, sıklıkla bahaneler üretir.
-Duyarsızlığın ilk evresi “edilgen” kişilik yapısıdır.
6. DOĞAL OLABİLMEK: “KENDİ GİBİ OLABİLMEK”
Aslında çocukluğun ilk yılları çocuğun iradesinin en güçlü olduğu yıllardır. Düşünürseniz, iki-üç yaşındaki bir çocuk ne istediğini bilir ve o istediğini sonuna kadar direnç göstererek elde etmeye gayret eder. Gerekirse ağlar, hırçınlık gösterir veya kendini yerlere atar.Çocukluk döneminin bu güçlü iradesi yıkılmadan, ezilmeden ve pişman edilmeden ileriki yıllara taşınırsa çelik gibi güçlü iradeye sahip çocuklar yetiştirilebilir.
Ancak ebeveynler küçük hesaplar nedeniyle, “Bu çocuk daha bu yaşta bizi dinlemiyor, büyüyünce hiç dinlemez, ezelim başını” derken aslında çocuğun başını değil çelik gibi güçlü iradesini eziyor. Birçok çocuk ebeveyni ile girdiği bu izzet savaşından şaşkın, çaresiz ve perişan bir halde çıkar. Birçok çocuk bu savaşın sonunda heyecanı sönmüş olarak yaşama tutunmaya çalışır. İradesini kullanamaz, zira iradesini kullandığına ve kullanacağına pişman edilmiştir. Böylesi çocuklar toplum içinde daha çok “özgüveni yok” diye tanımlanır. Halbuki çocukta olmayan şey özgüven değil iradedir. Bir başka deyişle yapabilme becerisidir yok edilen şey. Şimdi çocuk korkak, sinmiş ve çekingen bir halde bir güçlüye dayanarak yaşamaya çalışmaktadır.
-Doğal ebeveyn modelinde anne ağırlıklı olarak “şefkat ve sevgiyi” sağlarken baba daha çok “kararlılık ve otorite”yi sağlayacak bir rol üstlenir.
7.FITRİ HALİN BOZULMAMASI
Çocuğun güçlü bir iradesi olabilmesi için o çocuğun doğal, fıtri olması gerekir. Zira irade doğal yaşamdan beslenir. Çocuk ne kadar suni ve başkalarına benzeyen bir yaşam sürerse çocuğun iradesi de o kadar zayıf olur. Çocuk ne kadar kendisi olabilirse o kadar güçlü bir iradeye sahip olur. Bir insanın kendisi olabilmesi haline de “doğal” veya “fıtri” olması diyoruz.
Ancak bir çocuğun kendi fıtratını ortaya koyabilmesi için üç temel şart lazım. Çocuğa bu üç temel şart sağlanabilirse o çocuk kendi çekirdeğini çınara çevirebilir. Yoksa çocuğun özü, çekirdeği toprak altında kalır.
Çocuğun kendi özündeki fıtratını ortaya çıkarabilmesi için gerekli şartlar: duygusal destek, yeterince özgür bir ortam, koşulsuz saygı…
-Bir annenin tükenmişliği genellikle çok yorulmasından değil, eşinden yeterince duygusal destek alamamasından kaynaklanır.
-Çocuk duygu dünyası ile çocuktur. İlk yılların çocuksu coşkusu engellenmemeli ki çocuk ne ise o olabilsin ve öyle de kalabilsin.
-Çocuğun insan olmaktan kaynaklanan kıymeti vardır. Ona Yaratan’dan ötürü saygı duyulması gerekir.
8.EBEVEYNLİK SINIRI
Birçok ebeveyn, çocuklarının sorumluluklarını öylesine üstlenirler ki neredeyse onları sahiplenmişlerdir.
Onların yemesini, içmesini, uyumasını kendilerinin düzene koyacaklarına inanırlar. Ancak ebeveynlik bir çizgiye kadardır. O çizginin ötesine geçmek çocuğun gelişimine zarar verir. Çünkü insanı mükemmel surette yaratan Allah onun gelişim çizgisini de kendisi tayin etmiştir. Çocukların edindiği birçok yeteneğin ebeveyn ile ilgisi yoktur. Çocuğun bebeklikten başlayarak yetişkinliğe kadar devam eden gelişim sürecinde ebeveynlerinden bağımsız bir plan, program ve düzen vardır. Çocuklarıyla problem yaşayan birçok ebeveyn işte bu düzene uygun hareket etmeyen ebeveynlerdir.
-Çocuğun ruhsal gücünün kaynağı bağlanmalardır.
-Çocuğun annesine bağlanmasında sorun oluşuyorsa annenin de çocuğuna bağlanmasında sorun olur.
9.İKİNCİ DOĞUM
Çocuk aslında dört yaşında doğar. Evet, belki çocuk fizyolojik olarak dört yıldır bizimle beraberdir ancak dört yaş öncesi ruhen henüz doğmamıştır.
Çocuğun anne karnında geçirdiği zaman dilimi fizyolojik doğumuna hazırlandığı süredir. Doğumdan dört yaşına kadar geçen zaman ise ruhsal doğumuna hazırlandığı süreçtir. Nasıl ki dokuz ay fizyolojik olgunlaşma için gerekli ise dört yıl da çocuğun ruhsal olgunlaşması ve yaşama gözlerini açabilmesi için gerekli olan süreçtir. Bundan dolayıdır ki çocuklar üç buçuk-dört yaş civarında kardeş, arkadaş isterler; okula gitmek, dışarıda oynamak isterler. Tıpkı anne karnındaki çocuğun vakti gelince dışarı çıkmak istemesi gibi, ruhsal olgunluğa ulaşan çocuk da artık evden dışarı çıkmak ister. Çocuk bu dönemde sanki uykudan uyanmış gibi gözlerini açar ve çevresini ilk defa görmeye başlar.
10.FITRATIN YAŞANABİLECEĞİ ÖZGÜR BİR ORTAM
Çocuğun birinci bağını emniyete alıp ikinci bağlanma dönemine girmesi için özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
Bu dönem çocuğun fıtratının, mizacının ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Ancak çocuk birinci bağlanmadan ayrılıp ikinci bağlanmaya geçtiği bu dönemde kendini engellenmiş hissederse kendi gibi olmaktan çekinir. Çocuğun bu dönemde engellenmesi, onu agresif ve huzursuz yapacağı gibi onun “zihinsel” ve “fiziksel” gelişimini engeller, duygusal gelişimini geriletir.
-Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür bir ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
-Ebeveyn çocuğuna “baskı ve zorlamalar” yaparak onu istediği “kıvama” getirmeye çalışmak yerine “çocuk kimdir” ve “hangi yaşta ne yaşıyor?” sorularının farkındalığını kazanmalıdır.
-Akşam erken yatmak, sabah erken kalkmak, güne ailece başlayabilmek kaliteli yaşam süren bir ailenin en temel özelliğidir.
11. YETİŞKİNİN ÜRKÜTEN BAKIŞLARI
Çocuğu kendini ifade edebileceği saygın bir ortamdan alıkoyan en temel etkenlerden biri ebeveynin çocuğa yönelttiği aşağılayıcı ve ürkütücü bakışlardır. Aşağılamalar içinde en derin iz bırakanı, bakışlarla yapılan aşağılamadır.
Aslında kişinin kendisinde üstünlük vasfı varmış gibi birini aşağılayarak ona bakması, toplumumuza sızmış hastalıklı bir haldir. Çünkü bizim insan ilişkilerindeki en temel çizgimiz, “tevazu”dur. Tevazu sahibi olmayan biri için Anadolu’da, “Firavun ahlakı var.” denilir. Başkasını hor gören, aşağılayan insanlar için, “Allah onun şerrinden korusun.” denilir.
-Birçok ailede çocuk, yetişkin bakışlarıyla ezilir.
-Ebeveynler çocuklarını gözleriyle, sözleriyle ezmemelidir.
12. HIZLILIK DUYARSIZLAŞTIRIR
Her çocuğun kendine ait dinginliği, yavaşlığı vardır.
Bir ebeveynin çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onun dinginliğini bozmamaktır.
Ancak yetişkinler çoğu defa “Hadi, çabuk ol.”, “Giy ayakkabılarını.”, “Oyalanma, çabuk yap dersini.”, “Çabuk bitir yemeğini.”, “Hızlı oku.”, “Hızlı yaz.” diyerek çocuğun içsel ahengi ile uyumlu bir şekilde geliştirdiği dinginliği bozduklarının farkında değildir.
Çocuk kendi ritmi içerisinde yavaşça resim yaparken o yaptığı resimden büyük haz alır. Yeni yeni yazı yazmaya başlayan bir çocuk kalem tutarken, sayfanın üzerinde bir harfi eğerek, bükerek ve büyük bir dikkatle yaparken birçok yeteneğini geliştirir. Bu esnada çocuk dikkat toplama gücü elde etmekte, algı gücünü yükseltmektedir. Zira algı gücü, yavaşlıkla direkt ilgilidir. Kişi hızlı hareketle kendini duyarsızlaştırmayı bilinç altı bir dürtü olarak alır.
13.DUYGUDA ÖZGÜRLÜK DAVRANIŞTA DİSİPLİN
Çocuk ilk dört yaş döneminde mümkün olduğunca serbest bırakılmalı, onun eşyayı tanımasına izin verilmelidir. Sadece eşyayı tanıma değil, eşyanın işlevini öğrenme gayretindeki çocuk da engellenmemelidir.
Bir çocuğun duygu dünyasının özgür olmasından, o çocuğun var olduğu haliyle kendisini ortaya çıkartabilmesi için anne babanın doğal bir zemin hazırlaması anlaşılmalıdır. Çocukluk yıllarına ait her türlü duygular masumdur. Çocuk bu masum döneminde duygu dünyasını ne kadar özgürce yaşayabilirse, o kadar güçlü bir benlik yapısına sahip olur.
Burada bir noktanın da altını çizmekte fayda var. Maalesef günümüzdeki övünme üzerine kurulu yaşam tarzı, anne babaların çocuklarını “el aleme göre yetiştirme” çabası, çocuğun doğal olmasının yani duygularını özgürce ifade etmesinin önüne geçiyor.
Eğer bir çocuk duygularını olduğu gibi ifade edebilecek bir aile ortamı içindeyse, gerektiğinde öfkesini yaşayabiliyorsa, kızgınlığını, kıskançlığını ifade edebiliyorsa, bu durum anne babalar için bir sorun değil, kârlılık halidir.
Erken dönemde eşyaları tanıyan ve eşyaya hükmedebilmeyi başaran çocuğun ilerleyen yıllarında güçlü bir benlik yapısı ile nefsine hâkim olması kolaylaşır. Zira erken çocukluk döneminde çocuğun iradesini kırabilecek güçte dürtüleri henüz uyanmamıştır. Çocuk duygularını tanıma fırsatı bulur ve bunları kontrol etmeyi başarırsa, ergenlik döneminin en güçlü duygusu olan cinselliğe karşı güçlü bir duruş sergileyebilir. Aksi halde hazza esir olan çocuğun kişiliği de, kendine saygınlığı da yavaş yavaş kaybolur. Çünkü ancak kendine gücü yeten kişi kendine saygı duyar.
14.KOŞULSUZ SAYGINLIK İLKESİ
Kişinin en kıymetli yanı insan olmasıdır. İnsan bir başkasının kabul etmesi ile değil, insan olduğu için insandır. İnsan, insan olduğu için saygı görür; birtakım koşulları yerine getirdiği için değil. Kişiye saygın bir şekilde davranılmıyorsa, saygı görmeyen kişinin saygınlığını değil, o kişiye saygı göstermeyen kişinin saygın bir kişi olup olmadığını düşünmek gerekir. Zira kendisine saygısı olan kişi, başkalarına da saygı gösterir. Kendini değersiz bulan kişiler ise başkalarına değer veremez.
Çocukluk yıllarında çok hırpalanmış, aşağılanmış, küçük düşürülmüş ve böylece kendi saygınlığını oluşturamamış bir kişinin kendi çocuklarına saygıdeğer davranması ancak bu kişinin kendi trajik durumunu fark etmesi ve değiştirmesi ile mümkündür.
-Çocuğunun çocuksu davranışlarını tebessümle karşılayabilmek bir ebeveynlik zaferidir.
-İç düzeni olmayan çocukların en belirgin sorunu dikkat dağınıklığıdır.
-Bir yetişkin için çocuğa saygın davranmak ona bir lütuf değil zaten hakkı olan şeyi sunmaktır.
15.ÖDÜL YERİNE HEDİYE
Ebeveynler çocuklarına birtakım davranışlar kazandırmak için onları ödüllendirmeyi tercih ediyorlar. Beklenen davranışı gerçekleştiren ve bunun için ödüllendirilen çocuğun o davranışının pekişeceğini düşüyorlar. Ancak çocuk dünyasını yakından gözlemlediğimizde durumun hiç de düşünüldüğü gibi basit olmadığını görüyoruz.
Bir davranışın karşılığının verilmeye çalışılması o davranışın kıymetinin ancak verilen ödül kadar olduğu izlenimini uyandırır. Halbuki hediyeleşmenin, herhangi bir davranış karşılığında olmadığını, kişiye hiçbir koşul olmadan duyulan sevgiden kaynaklandığını görüyoruz. Karşılığı olmayan, sadece “aklıma geldiği için” veya “seni düşündüğüm için alıyorum, veriyorum” denilen bir şeydir hediyeleşme. Bir karşılık beklendiğinde ise zaten hediye hediye olmaktan çıkar.
Bir kişinin kendisine çevresi tarafından nasıl davranıldığı o kişinin benlik saygısını veya sosyal benlik algısını oluşturur. Kendisine koşullar öne sürülerek muamelede bulunulmuş çocukların “benliği” kaygılıdır.
16. SOSYAL BENLİK ALGISI NEDİR?
Aslında insanlar kendilerinin başkaları tarafından nasıl görüldüğünü bilinç altından sezerler. Başkalarının kendilerine bakışlarından, konuşmalarından, koşullandırmalarından, ne kadar değer verip vermediklerini hissederler.
Çocuklar için de bu böyledir. Çocuk ebeveynin kendisi ile geçirdiği vakitlerde ne kadar mutlu olduğunu ya da olmadığını görür. Bu da çocuğun kendisinin ebeveynin gözünde kıymetli olup olmadığının veya ne derece kıymetli olduğunun algısını oluşturur. Çocuk, yetişkinlerin olaylar karşısındaki tepkilerine göre onların gözündeki değerini hissetmeye çalışır. Böylece çocuk kendi “sosyal benlik algısını” oluşturur. “Ben insanların gözünde böyle biriyim.” der. Çocuğun kendine nasıl baktığıyla ilgili kendisinde oluşan bu algı çocuğa değersizlik hissi hissettiren bir nitelikteyse bu, “sosyal benlik kaygısı”na dönüşür. Böylece kişi kendisini başkalarının yanında yetersiz, güvensiz, ezik hisseder. Çocukluk yıllarında edinilen bu hissediş kalıcıdır.
-Ebeveyni tarafından aşağılanan çocuk, aşağılandığına değil, kendisinin aşağılık biri olduğuna üzülür. Çünkü çocuk inanır, ebeveyninin kendisini aşağılamasını haklı görür.
-Sosyal benlik algısı başkalarının kişiye bakışı ile oluşur. Kişi kendisini değerli görse de, başkalarının gözünde hâlâ değersiz olduğunu zannettiği için hakettiği değeri kendine vermekte zorluk çeker.
-Günümüzde “özgüven eksikliği” diye tanımlanan çocukların temelinde yatan his “yetersizlik” hissidir.
17. DUYULARIN İŞLEVSELLİĞİ
“Saygıdeğer” bir ortamda “duygusal yakınına bağlanarak” “güven” içinde bir çocukluk dönemi geçiren çocukların temel insani yeteneklerinin işlevsel olduğunu görüyoruz. Bu özellikler, çocuğun kendini var olduğu hali ile ortaya koyabilmesinin doğal sonucudur. Bunlar; soyut düşünebilme becerisi, sembol kullanma becerisi, eşyaya nüfuz edebilme becerisi, Algısal hız (eşya ile olaylar arasındaki bağlantıyı çözebilme), yüksek bellek gücüdür.
- Soyut düşünebilme yeteneği, “gerçekçi” hayal kurabilmekten tutun, geleceğe ait bütün planlamaların yapılabileceği bir alandır.
-Soyut düşünebilme sadece duygu dünyasına ait bir yetenek değildir; aynı zamanda zekânın da bir işlevidir.
- Maalesef, incitilen ve aşağılanan çocukların soyut düşünebilme yeteneği körelir.
- Hem kendisinde hem de çocuğunda soyut düşünme yeteneğini körelten ebeveynin yapması gereken, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “detaylara yoğunlaşmak” olmalıdır.
- İnsanların bir kısmı doğayı seyrederken gördüğü her bir eşyadan farklı anlamlar çıkartabilirken, bazıları ise eşyanın kendi görünüşünün dışına çıkamaz.
- Semboller bir anlam taşır ve çocuk hangi davranışın hangi anlama geldiğini, hangi ses tonunun ne olduğunu ailesiyle olduğu süre içinde anlar.
- Alışkanlık bozukluğu, bir problemin çocuk üzerinde alışkanlık olarak kalması durumudur.
-Çocuk daha en erken çocukluk döneminden itibaren “önce eşyayı tanımaya” sonra “tanıdığı eşyaya hâkim olmaya”, “hâkimiyetinin sınırlarını çizmeye” ve sonra da o eşya üzerinde “kendisini var etmeye” çabalar.
- Eşyayı tanıyamamış, ona nüfuz edememiş bir çocuk eşyaya kötü davranır, zarar verir.
- Eşyayla bütünleşememiş çocuk eşyadan korkar. Böyle çocukların bir çoğunda gece korkuları vardır.
- Kalbine ilham gelen, ruhunun derinlerinde insanı hissedebilen, hissetme yeteneği olan, bir insanın canını yakabilir mi?
- Duyma yeteneğinin bir sonucu da kişinin “feraset” sahibi olmasıdır.
- Olayları dar bir gözlükle gören, olaylar arasındaki ilişkiyi göremeyen bir ebeveyn, çocukta doğal bir yetenek olan ferasetin kullanılmasının önüne geçer.
- Problem çözme yeteneği olmayan, olayları kaba kuvvet, zor kullanma ve şiddet ile çözmeye çalışan bir öğretmenin de çocuklara aktardığı şey “şiddet”tir.
Güvenli Bağlanma
Tanıtım
Hayat bağlanmalardan ibarettir.
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından "yaşama" ve "yaşamaya" bağlanma… Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. Ve bu duygusal kazanım ancak çocukluk yıllarında edinilir.
Bebeğin, kendisini tümüyle bebeğine bırakmış annesinin kucağında huzur bulmasıyla başlayan, yetişkinlik yıllarında romantik bağlanmalara kadar devam eden hayatın ana çizgisidir bağlanma.
Pedagog Adem Güneş yeni kitabı Güvenli Bağlanma'da insanın olmanın, kişilik gelişiminin, hayatın her döneminde sağlıklı ve doyum veren ilişkiler kurmanın esası olan "bağlanma" konusunu ele alıyor.
Emzirmeden birlikte uyumaya, aidiyet ilişkisinden ayrılmaya, süt annelikten tuvalet eğitimine, farkında olmadan bebeğe hissettirilen duygusal ve psikolojik şiddetten baba-bebek ilişkisinin sınırlarına varıncaya kadar pek çok konuyu "bağlanma" çerçevesinde değerlendiriyor.
İçindekiler
Başlarken 11
Önsöz 13
Hayat Bağlanmalardan İbarettir 15
Bağlanabilme 17
“Güven Duygusu” Bağlanmanın Özüdür 25
Hisleri Hissedememek 28
Bağlanma ve Bağlanmaya Karşı Koyabilme 30
Bağlanma ve İrade İlişkisi 32
Düşünce Gücü 35
3 Temas İle Bağlanma 36
Ten ile temas 37
Göz ile temas 38
Ses ile temas 39
Bağlanmanın Temeli: Anne ile Yatma 40
Anne ile Yatan Bebekler Daha Huzurlu Oluyor 44
Birlikte Yatarken Bebeğime Zarar Verirsem… 46
Bebekle Birlikte Yatmak Onun Mahremiyet Duygusuna
Zarar Verir mi? 48
Anne-Çocuk Arasındaki Büyülü Bağ: Emme 49
Sütannelik ile Güvenli Bağlanma İlişkisi 51
Hangi Şartlar Altında Emzik Kullanılmalı? 55
Bağlanma İçin Gündelik Fırsatlar 57
Güvenli Bağlanma ve Hastalık 58
Güvenli Bağlanma Döneminde Babanın Rolü 59
Anneden Koparken 63
Birinci Aşama: Sütten Kesme 64
İkinci Aşama: Tuvalet Alışkanlığı 66
Üçüncü Aşama: Yataktan Ayırma 67
Dördüncü Aşama: Odadan Ayırma 71
“Vaktinde ve Yeterince” 75
Annenin Güçlüğü 76
Modern Yaşam ve Annelik 76
Dakik Bebekler! 80
İhtiyacın “Yeterince” Karşılanması 82
İhmal, Suiistimal ve Şiddet 83
Bir Anne Çocuğuna Neden Şiddet Uygular? 90
Yetersizlik Duygusu… 90
Annenin Çocukluk Yılları… 90
Benmerkezci Olmak… 91
Yaşama Sevinci Yoksa… 92
Anne Yeterli Miktarda Uyumalı… 92
İleri Yaşlarda Çocuk Sahibi Olma… 93
Psikolojik Şiddet, Duygusal Şiddet 93
“Sığınacak Bir Liman” Arayışı 97
Mizacı-Fıtratı Bozmak 105
Suiistimal ile İhmaller Fıtratı Bozar 108
Asıl Amaç Davranış Öğretmek Değil 110
Mizaç İhtiyaçları Ortaya Çıkarır 111
Dengeli Yaşam İçin Feraset ve Basiret 115
Feraset Nedir? 115
Ferasetin Basiretle İlişkisi 119
Eşyaya Nüfuz Edebilme, Feraset ve Basiret 122
Duyguda Özgürlük, Davranışta Disiplin 124
Uyum 125
Feraseti Olmayanlar Sabırsızdır 127
Ebeveynler Çocukların Ferasetini Kapatmamalı 130
Karşıdakini Duymak 135
Empati 135
Empati ile Değersizlik-Suçluluk Hissi Bağlantısı 137
Auralar ve Kişilik İhlalleri 140
“Atmosfer” 147
Evde Dedikodu Yapılıyorsa… 147
“Evet, Annem Haksızlık Yapmış” 149
“Bu Kıyafet Sana Hiç Yakışmamış” 150
Ebeveyn Küsmemelidir 150
“Bana Kötü Davransan da Seni Çok Seviyorum” 151
Duygusal Bağı Kesmek 151
Çocukluk Hisleri Peşini Bırakmaz… 152
Atmosferin Kabuklaşması: Aidiyet 153
“Kaybetmek” 161
Güven Duygusu Sonuç Değil Süreçtir 161
Annelik Cesareti 164
Güven Duygusuyla Bağlanma İlişkisi 168
Bağlanma ile Aidiyet İlişkisi 172
Kazanılmış Güven Duygusu Kaybı 173
Güven Duygusu Kaybedilince 176
Davranışla Kişilik Birbirinden Ayrılmalı 180
Son Söz: Her Şey İçin Geç mi Kaldım? 183
Notlar 186
Önsöz
İlk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda anne-babalığın bu kadar mesuliyetli olduğunu hiç düşünmemiştik. Oysa dokuz yüz yıl önce Epictetos “Bir insanın anavatanı çocukluğudur” diyerek hepimiz için son noktayı koymuş. Açıkçası bu gerçeği kavramak bizim zamanımızı aldı. Pedagog Adem Güneş Bey’in KİTAPları, radyo programları bu zorlu yolda bize hep yoldaşlık etti. Eşim de ben de okuduklarımız, dinlediklerimiz sayesinde çok şey öğrendik. Düşe kalka ama iştiyakla mesafe katederken tek amacımız çocuğumuzun güven duygusunu zedelememekti. Ama her sorumuza cevap, her hatamıza ikaz, her problemimize çözüm bulmakta zorlandığımız zamanlar çok oldu. Şu an elinizde tuttuğunuz gibi bir eserin kütüphanemizde yokluğunu her zaman hissettik. Neyse ki ikinci kızımızın dünyaya geldiği şu günlerde bütün sorularımıza cevap bulabileceğimiz bir başucu kitabımız var artık.
Bence bu eser sadece kendini yetiştirmek isteyen anne babalara değil, aynı zamanda her şeye yeniden başlama cesaretini kendinde bulan yetişkinlere de hitap ediyor. Özü itibariyle de mükemmel şekilde yaratılmış insana nasıl kıymet verileceğini; dünyaya dupduru gelmiş bir bebeğin yavaş yavaş annesine, babasına, ailesine, çevresine sonra da hayata nasıl bağlandığını anlatıyor.
Umarım Güvenli Bağlanma hayatınızda yeni yeni kapılar aralar, anne-babalık kıvamınıza katkı sağlar.
Herkese verimli okumalar dilerim…
Tuba Kabacaoğlu
HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye. Sonra babaya ve aileye. Ardından da yaşama… Yaşama sevinci olmayan kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde ya bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır.
Bağlanma derin, duygusal bir beceridir ve çocukluk yıllarında edinilir. Bağlanamamak bir sorun olduğu gibi kime ne kadar bağlanacağını bilememek de ayrı bir sorundur.
Çocukluk yıllarını “güven” duygusu ile geçirememiş kişiler yetişkinlik yıllarında bağlanmaktan kaçınır. Bunlar “bağlanamayanlar”dır.
Bir çocuğun en belirgin davranışı “bağlanma çabası”dır.
Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir.
Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.
Bağlanma bir sonuçtur, başlangıç ise güven duygusudur.
Kaygı varsa duygular özgürce yaşanamaz. Kaygı bağlanamamanın verdiği tedirginliktir, kişinin kendini emniyette hissedememesi hâlidir.
Çocukluk döneminde güvenli bağlanma süreci yaşamamış kişiler yetişkinlik yıllarında iç dürtülerinin esiri olur, bağlanmaması gereken kişilere ve durumlara bağlanır. Örneğin lise çağındaki çocukların yoğun duygusal bağlanmalar yaşaması ve bunlara karşı koyamamalarının altında yatan temel etken erken dönemde çocuk ile ebeveyn arasındaki bağlanma problemidir. Bu nedenledir ki uzmanlar, babaları ile duygusal doyuma erişmemiş kız çocuklarının daha fazla erkek arkadaş arayışına girdiğini söyler.
Ten ile temas
Bağlanmanın en etkin yolu tensel temastır. Çocuk ilk iki yıl yoğun bir şekilde tensel temas açlığı çeker. Sükûnet içinde dokundukça rahatlar, gevşer, kendini emniyet içinde anneye bırakır. Bu bırakmışlık hali, anne-çocuk bağlanmasının en önemli bağlanma noktasıdır.
Göz ile temas
Bağlanmanın en güçlü ikinci kanalı “göz ile temas”tır. Göz, duygu dünyasının dışa açılan kanalıdır. Kişi duygularında ne yaşarsa göz içteki duyguyu dışa yansıtır. Sevinçli anlarda göz hafif kısılır ve bakışlar sıcaklaşır… Korku, öfke ve kızgınlıkta göz bebekleri büyür… Mutluluk ve sevinç anlarında “göz suyu” göze ışıltı vererek onu ıslatır, hissizlik ve duyarsızlık anlarındaysa gözler ölü gibi cansızlaşır… Gözün duyguyu dile getiren bütün bu istemsiz hareketleri bebek tarafından oldukça net algılanır. Çocuk kendisine öfke duyan birini, gözlerinden anlar. Hissizce bakan göze karşı kendini kapatır. Duyarsızlığa karşı ağlayarak kendini korumaya çalışır.
Ses ile temas
Ses ile çocuğa temas etmek, bağlanmanın “güven” eksenli kısmını oluşturur. Çocuğu ile bağlanmaya çalışan bir anne, ses tonunu “sıcak” ve “içten” kullanmalıdır. Sert, ince, sesle emredici ve kararlı bir duyarsızlık içinde bir konuşma biçimi, çocuk ile bağlanmayı zarara uğratır. Sesin okşayıcı, kulağa hitap edici, kendi içinde melodik bir yapıya sahip olması gerekir.
“VAKTİNDE VE YETERİNCE”
Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır.
Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir.
Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir.
Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır.
“SIĞINACAK BİR LİMAN” ARAYIŞI
Güven duygusu emniyet hissini oluşturur. Emniyet hissi ile var olan biri, kişiliğine zarar verilmeyecek olmasının keyfini yaşar. Aksi takdirde oldukça kasılır, kendini tehlikelerden koruma çabası içine girer, gerginleşir.
Çocuğun ilk tadacağı duygu aile içinde “güven” duygusudur. Çocuk “Annem babam zarar veren, zorlayan, baskı yapan insanlar değil, beni olduğum hâlimle kabul ediyor, incitmiyor. Çevremiz de tıpkı onlar gibi” diye hissetmelidir.
Emniyet hissinin oluşmasında aslında iki temel faktör vardır. Birincisi kişinin kendini var olduğu hâliyle ortaya koyabilmesi, ikincisi de bu hâl ile çevresi tarafından kabul edilmesidir.
Evet, günümüz anne babaları çocuklarını seviyor, onlarla ilgileniyor. Fakat çok önemli bir şey eksik kalıyor. Çocuğu “o hâli” ile kabul etme… Çünkü çocuğun doğal bir şekilde var olması ayrı, ebeveynin bunu kabul etmesi apayrıdır.
Ebeveynin çocuğun içinden geldiği gibi davranmasına tepki vermemesi, çoğu kez özgür bırakması onu olduğu şekilde kabul ettiği anlamına gelmez. Burada kilit nokta çocuğun duygularına, hislerine, düşüncelerine, hayallerine “eşlik etmek”, “eşduyum” gerçekleştirebilmektir.
Mesela çocuk hayal kurar, bir yere gitmiş gelmiş gibi anlatır. Ebeveyn anlatımı “etkin” şekilde dinler, oğluyla-kızıyla aynı heyecanı iç dünyasında yaşarsa çocuğunu var olduğu hâliyle kabul etmiş olur. Çocuğun hayal ve anlatımlarına duygularıyla eşlik etmez, jest ve mimiklerini onunla eşgüdüm hâline getiremezse çocuğuna özgür bir ortam sunsa bile onunla bütünleşemez.
Bunun ötesinde, ebeveyn çocuğun coşku dolu anlatımlarını eleştirel göz ve dudak hareketleriyle takip ediyor, duygusuz ve ruhsuz vaziyette ona sadece bakıyorsa anne baba açısından bu utanç verici bir durumdur.
Bu şekilde sürekli engellenen, hayallerine itiraz edilen çocuklar bir süre sonra ebeveynle bir şey paylaşmamaya başlar ve her duyguyu kendi içinde yaşar.
Çocuklar rol modeller aracılığıyla gelişimlerini tamamlamak ister. Bu esnada kendisinin anne, annesinin de kızı olmasını planlar. Kız çocuğu baba olmak istediği zaman bu da çok anormal değildir. Çünkü çocuk yaşamların her birini etraftan görerek öğrenir.
Bu açıdan bakıldığında çocuk ile ebeveyn arasındaki uyuşmazlığın en problemli alanı burasıdır. Çocuk kendini doğal hâliyle ortaya koymaya çalışırken ebeveyn “Hayır, öyle değil, böyle olacak” diye yönlendirmeye başlarsa çatışma ve uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu gibi tavırlara ebeveynlerin yakasını bir türlü bırakmayan gerçeklik saplantısı neden olur. Oysa çocuğun gelişim dönemlerini hesaba katmadan, onu eleştirel bir gözle değerlendirmek, çocuğu hayal kırıklığına uğratmaktır.
MİZACI-FITRATI BOZMAK
Çocuğun “kim” olduğunu, ruhsal yapısının neye uygun olduğunu bilmeden ona yaklaşmak onun gelişimi için risk oluşturur. Yani Fatih Sultan Mehmet olacak bir çocuk Mevlana’ya dönüştürülmeye çalışılıyorsa problemler başlar. Bundan dolayı ebeveynler, kişiliğin sorunsuzca nasıl geliştiğini ya da hangi yanlış tutumlarla zarara uğratıldığını bilmelidir. Konuyu biraz daha netleştirebilmek için önce “Fıtrat, mizaç nedir?” sorularına cevap verilmelidir.
Fıtrat “bir varlığın kendine ait türünün özelliğini barındırmasına” denir.
Örneğin insan fıtratından bahsediyorsak, “insan türünün” özelliklerine “insan fıtratı” denilir. Ya da “kuşların fıtratı” denildiğinde, “kuşların ortak özellikleri kastedilmiştir; onların uçmaları, gagalarının olması, ötmeleri o canlı türünün genel özellikleridir. Veya “kadın fıtratı” denildiğinde insanlar içindeki bir grup olan “kadınların” ortak özellikleri kast edilir.
Mizaç ise; bireyin kendine has özellikleridir.
Her bir bireyin, sadece kendisine has özelliği o kişinin mizacını ifade eder.
Dünyada yaratılmış insan kadar farklı mizaç özelliği bulunur. Fakat fıtrat birdir. Fıtrat genel özellikler, mizaç ise bir fıtrata sahip şahsın sadece kendisine has özellikleridir.
Fıtrat ve mizaç doğuştandır. İnsanın özünü oluşturur.
Mizaç fıtratla asla çelişmez. Çeliştiğinde kişilik bozukluğu riski başlar. Bu çelişki doğuştan değil, kişinin sonradan edindiği alışkanlıklardan kaynaklanır.
DENGELİ YAŞAM İÇİN FERASET VE BASİRET
Feraset Nedir?
Ferasetin kelime anlamı öngörüdür. Aynı zamanda farkına vararak yaşama, bir süre sonrasını tahmin edip hissedebilmektir. Duyuların işlevselliğiyle hayatı yudum yudum tatmaktır, bir bardak su içerken onu zerresine kadar hissedebilmektir.
Alışkanlık kazanmadan yaşamaktır. Çünkü bu insanda iki şeyi ortadan kaldırır; biri hissedebilme diğeri de irade.
İradede uyanıklık mecburidir. İrade yoksa “Bir kişinin sürekli ve iradi davranışları” şeklinde tanımlanan karakter de ortadan kalkar. Mesela alışkanlıklarıyla namaz kılan birine “namaz karakteridir” denilemez. Orada irade ve uyanıklık hâli ortadan kalkmıştır zira.
Ferasetin Basiretle İlişkisi
Feraset aynı zamanda fark etmektir. Bunun için de “görebilmek” gerekir. İşte “görebilme yeteneği” olarak tanımladığımız basiretle feraset bundan dolayı birbiriyle ilintilidir.
Ne feraset basiretsiz, ne de basiret ferasetsiz olabilir. Kişi olayları, kâinatı basiretle görür sonra da olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi ferasetle yakalayabilir.
Konuyu biraz daha ayrıntılandıralım. Eşyayı ya da olayı tek başına görebilmeye “yalın görebilme” diyoruz. Örneğin kişi sandalyeyi, masayı, kütüphaneyi direkt görür ama birbiriyle ilişkisini çözemez. “Bu parçaların devamında hangisi gelmelidir?” diye sorduğumuzda cevap “Araba” olabilir.
Yalın görebilme eşyalar arasındaki ilişkiyi fark edebilecek hâle getirildiyse ancak o zaman basiretten söz edebiliriz. Eşyalar arasındaki ilintiyi görebilmekse eşyaya nüfuz etmenin sonucudur. Üstelik enerji de gerektirir.
Halk arasında “tembel” diye tarif edilen kişilerin yeteneklerinin sınırlı kalmasının sebebi eşya ve olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi görememeleridir. Bireyin gücü bunları algılamaya ne yazık ki yetmez.
Aslında modern psikoloji feraset ile basiretin birleşimine “zekâ” diyor ve bunu “olaylar arasındaki ilişkiyi en hızlı şekilde kavrayabilme yeteneği” olarak tanımlıyor. O yüzden zekâ ölçüm testlerinde birbiriyle ilişkili üç resim verilir, dördüncünün bulunması istenir. Orada kişinin basireti ölçülür. Bellek gücü ne kadar yüksek çıkarsa zekâsı da o kadar fazladır, gözüyle bakılır.
KARŞIDAKİNİ DUYMAK
Empati
Benlik, kendini emniyette hissederse güzel kokulu çiçekler gibi etrafa ruhsal salınım yapar. Bir de kendini annelik hissiyatına bırakmış, duru bir kadının duygularıyla buluşursa bağlanma gerçekleşir. Böylece ilk ruhsal temas başlar. Ondan sonra çocuk buradan elde ettiği yetenek, başarı ve beceriyle karşısındakinin duygu dünyasına temas edebilecek empati gücünü kendi içinde geliştirir. Aslında bizim duygusal gelişim dediğimiz olgunun özünde de empati vardır.
Auralar ve Kişilik İhlalleri
Eşyaya nüfuz edebilme eşyayla özgürce meşgul olmanın, onu kavramanın bir neticesidir. Bunu başarabilmiş kişiler asla eşyayı cansız-değersiz göremez, ona zarar veremez, her zerresinin kıymetini bilir, varlık sebebini en iyi şekilde anlamaya çalışır. İnsanla k da aslında böyle bir şeydir.
Empatisizlik kişinin hak ve auralarına saygısızlığı da beraberinde getirir. Kişilik ise fiziksel, duygusal ve zihinsel auraların birleşiminden oluşur.
Uzmanlar çocuk eğitimini “Çocuğa kişilik ve karakter kazandırma” olarak tanımlar. Yani çocuk yetiştirmek kızınızın-oğlunuzun dişlerini fırçalaması, erken uyuması, çok KİTAP okuması değildir.
Kişilik ise çocuğun kendi aurasını (sınır-alan) oluşturabilmesidir. Bunu “Çemberin içine alınmış biri” gibi de hayal edebilirsiniz. Eğer bir ebeveyn çocuğunun kişilik sınırına bodoslama girip onu ihlal ediyor, umursamıyor, bu sınıra istediği gibi girip çıkıyorsa çocukta kişilik oluşumu engellenir.
“ATMOSFER”
Atmosfer oluşturma, kültürümüzde, çocuk terbiyesinde ve insani ilişkilerde oldukça önemli yer tutar. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” göndermesi atmosfer oluşturmaktır mesela. Karşı tarafa direkt değil indirekt nüfuz etmektir.
Atmosfer oluşturmayı modern pedagoji de sıklıkla kullanır. Çocuğun bazı davranışlarını değiştirmesi isteniyorsa ona hikâyeler anlatılır. Çocuğun baş kahramanla sı sağlanır. Kahramanın davranışlarının nasıl değiştiği anlatılır, bu yolla çocuğa nüfuz etmeye çalışılır. Bazı aileler bu yöntemi bilinçli şekilde kullansa da çoğu aile evdeki atmosferi direkt çocuğa yansıtır.
“KAYBETMEK”
Çoğu ebeveyn çocuklarına kazandırdıkları güven hissinin devamının nasıl olacağını, ilerleyen yıllarda nelere dikkat etmesi gerektiğini merak ediyor. Yanlış birtakım tutum ve davranışa düşmemek için kaygılanıyor, bir çuval inciri mahvetmekten korkuyor.
Öncelikle güven duygusunun temel fonksiyonunu tekrar hatırlamak gerekir. Güven duygusu veya emniyet hissi çocuğun kabuğundan çıkıp mizacını ortaya koyabilmesi için gereklidir. Yalnız burada geçen “güven duygusu” çocuğun annesine, babasına ya da kendine güvenmesi değil içinin, benliğinin kendini güvende hissetmesi hâlidir. Bir başka deyişle çocuğun içinde bulunduğu ortamdan güven duymasıdır.
Aile İle Bağlanma Aidiyet
Tanıtım
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini emniyette hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna, doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumunu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu KİTAPta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
İçindekiler
AİDİYET 15
AİDİYET OLUŞUMUNUN TEMELLERİ 23
DEĞER GÖRME, OLDUĞU GİBİ KABUL EDİLME 23
KORUNAKLI BULMA 26
SEVME İHTİYACI 26
VARLIĞIN ONAYLANMASI 28
Ben Algısı 33
Sosyal Ben Algısı 35
YETERLİ BULMA 36
Ebeveyn Karşında Kendini Yeterli Bulma 38
ENGELLENME 40
İLETİŞİM KURMA 42
Açık İletişim 48
Kapalı İletişim 48
Kendini Paylaşma: Duyusal İletişim 50
Ergenlerle İletişim 58
Çocuğun Çocukla İletişimi 59
MANTIKLI BULMA 59
EMPATİ BULMA 61
PAYLAŞMA (Kendini, acıyı, hüznü, sevinci...) 64
AİDİYETİ KIRAN SEBEPLER 69
DEĞERSİZLİK HİSSİ 69
KOŞULLANDIRMA 75
SUÇLULUK 77
Suçluluğun İnşası 80
“Ben almadım, ben yapmadım, ben görmedim!” 84
Örtebilmek 84
“Ne yapacağım ben?” 85
YETERSİZLİK HİSSİ 88
EMNİYETSİZLİK 101
ULAŞAMAMAK 107
ÖN YARGI 109
“Ben hak ettim zaten...” 112
YAŞINDAN BÜYÜK BEKLENTİ 114
Geçmişle Bağlantı 116
Küçük Adam, Hanım Hanımcık Kız 119
KIYASLANMAK 122
Kıyas Benliği Zayıflatır 123
Davranış Bozukluklarının Özünde Kıyas Vardır 127
MÜKEMMELİYETÇİLİK 129
Mükemmeliyetçilik Bulaşır 131
GÜVENSİZLİK 133
Sizin Değil, Oranın Çocuğu 136
Yalansızlık Tesiri Artırır 138
GERÇEKÇİLİK - GERÇEKÇİ OLMAYAN BEKLENTİ 141
BAĞLANMAMIŞ OLMAK 147
VARLIĞIN ONAYLANMASI 150
AİDİYET AŞAMALARI 155
AİLEYLE AİDİYET 157
SOSYAL HAYATLA AİDİYET 161
SOYUT AİDİYET 172
AİDİYET YANILGISI 183
Sahiplenme 183
Minnet Oluşturma 186
PASİF AİDİYET 187
YAPAY AİDİYET 189
AİDİYET SAPMALARI 193
AİDİYETİN KENDİNDENLİĞİ 193
SAPLANTILI AİDİYET 194
AİDİYET KARMAŞASI 197
AİDİYET YOKSUNLUĞU 199
AİDİYET-KİŞİLİK BOZUKLUĞU İLİŞKİSİ 202
DOYUMSUZ AİDİYET 204
YENİDEN AİDİYET 209
1. Bastırılan aidiyetin yeniden uyarılması 210
2. Aidiyetin aile dışında başka yerlerde giderilmeye
çalışılması 218
Önsöz
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini emniyette hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu KİTAPta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
Adem Güneş
Makale Kategorisinde “KİTAP” Kelimesinden “20” Adet Bulunmuştur.
Yok edilen çocukluk yılları
“Çocuklara ne öğretmeli?”, tarih öncesinden beri en sık sorulan sorulardan biridir. Ve her dönemde enteresan enteresan şeyler öğretmeye kalkmış yetişkinler çocuklara.
Antik çağlarda yaşamış Homeros’u bilirsiniz. Hani şu meşhur “İlyada” destanını yazan adam. Destan ki ne destan! Tam 16 bin dize…
Şimdi sıkı durun! O dönemde yaşayan eğitimciler, faydası olur (!) diye yaklaşık on ciltlik bir ansiklopedi büyüklüğündeki böylesi destanları çocuklara ezberletmişler.
Keza İngilizler, zekâları açılsın diye, Hindistan’ı işgal ettikleri yıllarda Hintli çocuklara “logaritma cetveli” ezberletmeye kalkmışlar.
Modern eğitim sistemlerini incelediğimizde bu “çağ dışı” yöntemlerin uygulandığı çocuklara ağlamamak mümkün değil.
İşte bu hüzünle geçen haftalardaki bir yazımı kaleme almış ve ülkemiz okullarında okutulan KİTAPların gereksiz birçok ıvır zıvır bilgi ile çocukları sersemleştirdiğini, agresifleştirdiğini, eğitimden soğuttuğunu yazmıştım. Hatta somut bir de örnek vermiş, “İlköğretim okullarında bütan gazı ile etil alkol arasındaki benzerliklerin sorulması hangi akla hizmettir?” demiştim.
Bütan gazını ilköğretim okulunda öğretmeye çalışmak ile logaritma cetvelini ezberletmeye çalışmak arasında “mantık” olarak ne fark var? İkisi de “bir gün faydası olur” diye gereksiz bilgi yığını oluşturuyor çocuğun o masum beyninde.
Hâlbuki benim kırk küsur yıllık hayatımda ne bütan gazı ile işim oldu ve ne de etil alkol ile… Yazık değil mi bana şimdi?
Hâlbuki öğrenilen konular ne kadar güncel yaşamı ilgilendiriyorsa, çocuk o kadar kolay öğreniyor. Çocuk, öğrenmenin keyfine vardıkça hayattan tat alıyor, yüzünde tebessümler açıyor. Ama dönüp bir bakın etrafınıza, kaç çocuk var öğrenmenin keyfi ile okula gidip gelen?
Ülkemizde çocuklar okul için yaratılmış sanki. Sabahtan akşama kadar okul, akşam eve gelince de ödev… Hatta öylesi anne babalar var ki tatil yaklaşınca “Hocam, tatilde çocuğumuza nasıl ders çalıştırabiliriz?” diye soruyorlar.
Yahu bu çocuk ne zaman kendisi gibi olacak! Ne zaman çocuk olacak! Ne zaman oyun oynayacak! Oyun oynama hakkı kısıtlanan çocuk sağlıklı bir ruha sahip olabilir mi hiç?
Bakın Japonya’ya…
‘Nükleer tehlike var’ diye sokağa çıkamayan çocukların oyun oynama ihtiyaçlarını gidermek için hükümet seferber oldu, risk altındaki bölgeye dev bir çadır kurup içini tam bir oyun bahçesine çevirdi.
Niye?
Çocuklar arkadaşları ile oynadıkça sağlıklı bir ruha sahip olurlar da ondan. Tatilde bile ders çalışarak değil…
Ama ülkemizde öğretmenler, sayfa sayfa ödev vererek, tatilde hangi KİTAPların okunacağını listeleyerek iyi bir şey yaptıklarını zannediyor.
Böylece bir yandan ebeveynler bunalıma giriyor çocuklar ödevi son güne bıraktıkça, diğer yandan çocuklar bunalıma giriyor ödevini yapmadığı için dışarı çıkmama cezası aldıkça…
Yazık değil mi pencere saksısı gibi camın arkasından dışarıyı özlemle seyrederek büyüyen çocuklara?
Bırakın çocuğunuzun yakasını, bırakın çocuklarımızın yakasını!
Zira öğrenme ne kadar “doğal” ve “kendindenlikle” olursa o kadar kalıcı ve keyifli olur.
Çocukluk yılları çok çabuk geçer.
Annelik babalık coşkusunu yaşayacağınız yıllarda ‘ders, ders, ders’ diye çocuğunuzu bıktırmayın. Ödevlerine değil, ellerine bakın çocuğunuzun. Minicik elleri ile nasıl da ödev yapmak için çırpınıyor bir bakın. Uyurken yüzüne bakın. Öğretmeninden azar işitmemek için yaşadığı telaşa bir bakın. Hissedin çocuğunuzu ve kendisi olabilmesine izin verin.
Ne ezberlediği İlyada destanı size anne babalık duygusunu yaşatır ne de öğrendiği logaritma cetvelinin içindedir ebeveyn duygusu…
Çocuğunuzla yağmurda koşmak, güneşli bir günde çeşme başında soluk soluğa su içmektedir ebeveyn duygusu. Yaşamanızı tavsiye ederim.
Çocuğa karşı mahcubiyet hissi yitirilirse
Önceki gün bir arkadaş telefon etti: “Hocam, biliyorsunuz bizim kız 3 yaşında. Kızımızın araç koltuğuna oturması yasal bir mecburiyet. Ancak koltuğa oturtacağımız sırada ciyak ciyak bağırıyor, tepiniyor… Baş edemiyoruz… Bize bir yol gösterin.”
Sordum: “Araca bindiğinizde siz emniyet kemeri takıyor musunuz?”
Arkadaş biraz mahcup vaziyette cevap verdi: “Öyle bir alışkanlık edinemedim hocam.”
Tebessüm ederek çocuk dünyasını anlatmaya başladım: “Bu yaşlardaki bir çocuğun davranış kazanması, anlatarak, ikna ederek değil, görerek olur… Çocuk neyi görüyorsa öyle biri olur… Yetişkinlerin yapmadığı bir davranış çocuktan istenirse çocuk korkar, kaygılanır ve güvensizlik hissetmeye başlar… O yüzden siz emniyet kemerini takmadan çocuğunuzdan emniyet kemerini takmasını istemek pedagojik olarak oldukça yanlış bir ebeveyn tutumudur.”
Biz yetişkinler nedense yapmadığımız şeyleri çocuklardan istemekten çekinmiyoruz… Çocuğun karşısında mahcubiyet hissetmiyoruz…
Çok yakın bir arkadaşımla çay içip sohbet ediyoruz… Bir ara arkadaşım günümüz çocuklarının ders yapma konusundaki eksikliklerinden bahseder oldu… Ve kendi çocuğundan örnek verdi: “Hocam, bizim oğlanı oturtup bir saat ders yaptıramıyoruz. Bıraksak akşama kadar televizyon izleyecek, sabaha kadar internette oyun oynayacak. Bir kenara oturup şöyle sakin sakin bir KİTAP okumuyor.”
Merak edip sordum: “Evinizin içinde belirli bir KİTAP okuma saati var mı? Koltuğun bir kenarına siz, diğer kenarına da eşiniz oturup belli saatlerde KİTAP okuyor musunuz?”
Arkadaş ne demek istediğimi anladı ve sustu. Sonra kafasını kaldırıp “İyi de hocam, biz akşama kadar çalışıp çabalıyoruz, kafamız beynimiz bir kelime dahi götürmüyor artık eve vardığımızda.” dedi.
Azıcık dikkat etse, kendi çocuğunun da sabah erkenden evden çıktığını düşünür, akşama kadar okulda zihnen yorulmuş olabileceğini çok rahatlıkla kavrayabilirdi…
Çocuk eğitimi böyle bir şey değil…
Galiba biz, çocuğa karşı “mahcup olma” hissini kaybettik…
Sadece yapmadığımız bir şeyi çocuktan istemek değil, örneğin çocuğa psikolojik şiddet uygulamak da utanç verici bir şey… Ama birçok yetişkin, hâlâ, sokak ortasında çocuğunun kulağından tutup eve doğru götürüyor olmayı bir marifet zannediyor…
Ne garip değil mi?
Birçok anne babaya bakıyorum, hiç mahcup olmadan çocuklarına bağırabiliyor, hakaret edebiliyor… Hâlbuki bu, çok kötü bir çocuk yetiştirme yöntemi… İnsan çocuğuna şiddet uygularken utanmalı…
Utanma ne zaman biter? Kişinin duygu dünyasını hissetme yeteneğini kaybettiğinde…
Eğer bir yetişkinin duyarlılığı yok olursa oturup hep beraber ağlamak gerekir…
Zira duyarlılığı kaybolmuş olan yetişkinin yanında yetişen çocuk da duyarlılığını kaybeder… Duyarlılığını kaybeden kişi, mahcubiyet hissini de kaybeder…
Ve böylesi biri, acınacak kişi olur...
Çocuk dostu valiler
Geçen hafta Çorum’daydık. Çorum Valisi Nurullah Çakır’ın konutunda misafir olduk. Ordu Valisi Orhan Düzgün’ü tanıma fırsatım oldu. Kısacık bir sohbet esnasında kendilerinden birçok şey öğrendim.
Onlar, “Türkiye Çocuk Zirvesi” tarafından çocuklar adına yaptıkları çalışmalar nedeniyle ödüllendirilen valiler.
Sıradanlığın içinde barındırdıkları güçlü yöneticilik yeteneklerini nasıl da doğal olarak kullanıyor olduklarını görmek çok keyif verici idi.
Daha da ötesi, onca yıllık yöneticilik tecrübelerine rağmen, mütevazı kişilikleri ayrı bir hayranlık uyandırdı bende.
Çay içerken samimi bir sohbet oluştu.
Nurullah Bey sohbetin bir yerinde, “Aslında her bir yöneticiye, kendi idaresi altındaki kişilerle nasıl bir iletişim içinde olduklarını gözlemleyip hatalı davranışlarını kendisine gösterecek bir psikolog desteği lazım. Hatta, ve belki de bu hatalı davranışları düzeltmek için yöneticilere ‘drama’ eğitimleri oluşturmak ne güzel olurdu.” dedi.
Onca yıllık yöneticilik tecrübesine rağmen büyüklük taslamadan sunduğu bu teklif, öyle her yöneticinin “ha deyince” söyleyebileceği bir teklif değil.
Kendisine özendim.
Çorumlular adına da sevindim.
Böylesi içten yöneticilerle o şehirde neler yapılmaz ki…
Hatta kimbilir, Çorum ve Ordu’da da Montessori Okulları açılabilir… Tıpkı İstanbul Bahçelievler’de olduğu gibi...
Bu film, bizim filmimiz
Yılan kurbağayı nasıl avlar, denk geldiniz mi hiç?
Bir belgeselde izlemiştim, ürpertici bir sahneydi…
Yılan, hiçbir şeyden haberi olmadan su kenarında “Vrak vrak!” diyen kurbağayı önce çalılar arasından sessizce seyrediyor… Çatal dilini dışarı çıkartarak kurbağaya saldıracağı yere büyük bir soğukkanlılıkla yerleşiyor… Kurbağa sağa sola bakınıp dururken bir ara ağaçlar arasından kendisine bakan yılanın gözlerine denk geliyor…
Yılanın gözleri çok soğuktur… Ölüm soğukluğundadır...
Yılan kurbağaya öyle bir bakıyor ki, az önce türkü söyleyerek dans eden minik kurbağanın birden dizleri titriyor…
Kurbağanın dizlerinin titrediğini gören yılan, “tısssss” ederek kurbağanın üzerine saldırıyor… Ve şaşkına dönen kurbağayı tek hamlede parçalıyor…
Soğuk ve saldırgan gözlü yılan…
Tıpkı, bakışları ile çocuklarını terbiye etmeye çalışan anne babalar gibi…
Önceki gün Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün düzenlediği seminerdeydim. Anne babalara “Çocuklarınızı şiddet ile değil, şefkat ile kendinize bağlayın… Sesinizle çocuklarınızı korkutmayın… Yılan gibi bakan gözlerinizle çocuğunuzun dizlerini titretmeyin… Bu bizim ahlakımız değil.” dedim…
Programa katılan 65-70 yaşlarında bir beyefendi yanıma geldi, “İçimi yaktın hoca!” dedi… “Niye?” dedim. Önce konuşamadı, sesi titredi… Sonra gözlerini silerek anlattı: “Sen anlatırken kendi çocuklarımı nasıl yetiştirdiğim gözümün önüne geldi… İçim yandı… Nasıl yapmışım bilmiyorum ama çocukları gözlerimle öyle bir hizaya dizer ve bununla övünürdüm ki etraf gıptayla bakardı benim bu yeteneğime… Bir keresinde küçük oğlum bir kabahat işlemişti… Kaşlarımı çattım, gözlerimle öyle korkuttum ki küçücük dizleri titremeye başladı…Bir tokat atacak gibi üstüne gittiğimde birdenbire altını ıslattı…” dedi ve sesi titremeye başladı, daha fazla konuşamadı…
Geçenlerde bir anne geldi benden yardım istemeye…
Bana, kendi kızına uyguladığı şiddetten artık rahatsız olduğunu ve kendisini durduramadığını söyledi…
Çocuğuna şiddet uygulayan anne baba görünce aklıma ilk gelen şey, o anne babanın da çocukken şiddet içinde büyümüş olma ihtimalidir…
“Siz de çocukluk yıllarında şiddet gördünüz mü?” diye sordum. “Şiddet değil de babamdan çok korkardık… Babam bizi bakışları ile korkuturdu… Bir keresinde misafirlikteydik, babam bizim ayakta gezinmemize çok kızdığı için üç kız kardeş duvarın dibine minderin üzerine oturmuştuk… Bize bir bardak limonata getirdi ev sahibi. Herkes aldı limonatayı. Sıra bana gelince yanlışlıkla bardağa dokundum. İçecekler yere döküldü… Ben hemen kafamı kaldırıp babama baktım. Babamın gözleri öylesine şiddetle bana bakıyordu ki o an ne yapacağımı şaşırdım… Kendi bedenimin kontrolünü kaybettim o bakışlarla… Sonra altıma kaçırdığımı hatırlıyorum.”
Babasını rahmetle anıyordu ama içine batan o şiddet kıymığı kendisine annelik yaptırmıyordu bugün…
Şiddet psikolojik bulaşıcılık taşır… Dayak yiyenin kalbi donar… Duyarsızlaşır… Büyüyünce anne gibi annelik yapamaz... Baba gibi baba olamaz...
Adolf Hitler’in “Davam” isimli kitabını okudunuz mu bilmiyorum ama KİTAPta Hitler’in nasıl Hitler olduğunun ipuçlarını bulabilirsiniz…
Onun da yılan gözlü bir babası vardı…
Babasının kendisini “adam etmek” için nasıl da kırbaçladığını anlatıyor kitabında. Küçük Adolf suç işlediğinde babası belinden çıkarttığı kemeri kırbaç gibi yapıp sıyırdığı sırtına olanca gücü ile vurmaya başlardı… Adolf diyor ki: “İlk kırbaç çok acıtırdı…. Ama kırbaçlar çoğaldıkça bir süre sonra acıyı hissetmezdim… Babam hırsla sırtıma vurmaya devam eder, bense yumruklarımı sıkar, sadece kırbaç darbelerini saymaya çalışırdım…”
İnternette dolaşan “Oğlum bak git!” isimli videoyu defalarca izledim… Belinden kırbaç gibi kemerini çıkartıp babası yaşındaki temizlik işçisine saldırmaya çalışan o zavallı çocuğun haline çok ağladım…
Zira o çocuğun nasıl dayak yediğini hayal ettim, belinden kemerini çıkartan kişilerden… O film, sokaktaki bir adi tartışmanın filmi değil… O çocuğun nasıl dayak yediğinin filmidir… Çaresiz köşeye sıkışmış “Ne olur vurma!” diyerek ellerini kaldırmış yalvarırken, kemerini çıkartmış birinin ona “Ne o! Korktun mu!” diye kırbaç şakırdattığının filmidir…
İster kabul edin, ister etmeyin o film, ülkemizin çocuk terbiyesinin filmidir...
Mezdeke yerine sesli KİTAP
Geçen hafta bu köşede, okul servislerinin eğitimin bir parçası olması gerektiğinden bahsetmiştim. Ebeveynlerin araçların modeline dikkat ettiği kadar, çocukların o servislerin içinde neler yaşadıklarına da özen göstermesi gerektiğinin altını çizmiştim.
İyi ki çizmişim. Bu yazıdan sonra aldığım geri dönüşlere baktığımda gördüm ki, okul servisleri eğitimin görünmeyen bir yarasını oluşturuyor.
İşin acı tarafı, ebeveynler bu yarayı görüyor, ama çok da yapacak bir şeyleri olmadığı için gözlerini kapatmış durumdalar. Ta ki ciddi bir sorunla yüz yüze gelinceye kadar…
İşte size iç acıtıcı bir örnek:
“Adem Bey, yazınızdan sonra bu konuyu sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim. Geçen yıl kızım, hep servisteki olumsuz atmosferden bahsediyordu. Ama bizim asıl şok geçirmemize sebep olan olayı okullar kapanmadan bir hafta önce yaşadık. O gün kızımın saçlarını özenerek bağlayıp okula yolcu etmiştim. Okul dönüşünde ise saçları açılmış, ter içinde kalmıştı. Eve gelince ‘Ne oldu kızım? Bu ne hâl?’ diye sorduğumda, ‘Anne hani okullar tatil olacak ya… Servisçi amca Mezdeke’yi açtı… Hostes abla da hadi kalk oyna dedi… Ben de servisin içinde oynadım, herkes de beni alkışladı.’ deyince kanım dondu… Aracın içindeki küçük bir boşlukta dansöz gibi oynatılan kızım, servisin ani bir manevrasıyla savrulup düşebilirdi. Sinirimden kendi kendimi yedim. Ertesi gün duyarlı olduğunu düşündüğüm okul yönetimiyle bu konuyu konuştum ama derdimi tam anlatamadım. Anlatamadığım gibi bir de adım ‘problemli anne’ye çıktı.”
Bir başka anne ise okul servisi tecrübesini şöyle anlatıyor: “Hocam, biz ailecek araç içinde emniyet kemerini mutlaka takarız ve bu güzel alışkanlığı küçük yaştan itibaren oğlumuza da kazandırdık. Ama maalesef bizim yıllar süren bu eğitim kazanımımız bir haftalık okul servisi sürecinde yıkıldı gitti. Oğluma servise bineceği ilk gün sıkı sıkıya tembih ettim emniyet kemerini mutlaka taksın diye… Akşam olup servisten aldığımda, ‘Emniyet kemerini taktın mı oğlum?’ diye sordum. Oğlum ilk defa bana karşı öfkeli bir ses tonu ile ‘Bir daha bana emniyet kemeri deme anne! Herkes benimle dalga geçti.’ dedi… ‘Neden oğlum? Ne oldu ki?’ diye tekrar sorduğumda, ‘Serviste emniyet kemeri takılmazmış… Servisçi amca 20 yıllık şoförmüş, korkmama gerek yokmuş… Eğer emniyet kemeri takmak istersem uçakla yolculuk yapmalıymışım.’ dedi. O gün bugündür çocuğum kendi hususi aracımızda dahi emniyet kemeri takmaz oldu…”
Onlarca örnekten birkaçı idi bunlar…
Evet, bu örnekler sorunun bizzat kendisi… ‘Peki, çözüm için ne yapılabilir?’ diye düşünürken, bir habere rastladım. Haber içeriğinde, Kayseri’de uygulanan sesli KİTAP projesinden bahsedilmiş. ‘Sesli Kitap’ projesi ile ‘100 Temel Eser’in Kayseri’deki tüm okul servislerinde dinletildiği aktarılmış. Bu proje sadece Kayseri ile de sınırlı kalmamış, Türkiye genelinde 4 bin 400 servis aracında hayata geçirilmiş…
Ne denir buna bilmiyorum! Yukarıdaki olumsuz örneklerden sonra bu duyarlı projeye şapka çıkarmak gerekir. Anca, Kayserili ‘dehası’ ile ortaya çıkan bu proje burada kalmamalı, il il yaygınlaştırılmalı. Sadece ‘100 Temel Eser’ değil, yol boyunca ‘Mezdeke’ çalıp çocukları oynatmak yerine, olumlu davranışlar kazandırmak için hazırlanmış, ‘radyo tiyatroları’ dinletilmeli.
İşte bu bir toplumsal duyarlılıktır.
Veli-okul işbirliği içinde geliştirilecek olan ‘Eğitim Serviste Başlar Projesi’ servis araçlarındaki bu çirkinlikleri önleyebilecek bir reçete olabilir. Çocukların yol boyunca ‘kaba, çirkin’ sözleri işitmeleri ya da trafik kuralları ile ‘dalga geçen’ konuşmalara şahit olmaları yerine okul yolunda eğitimi başlatmış oluruz.
Ben inanıyorum ki böylesi kaliteli bir hayatı, bizim ülkemizin çocukları da hak ediyor. Yeter ki yetişkinler çocukların neler yaşadığını görebilecek duyarlılığa sahip olsun, böylesi duyarlıca hazırlanan projelere candan destek çıksınlar.
muStafa ile seraP, el yazısı maceramız harap!
Eğitimde başarı, yazı yazabilme yeteneğiyle doğru orantılıdır. Gel gör ki günümüz öğrencilerinin yazdıklarını ne kendileri ne de öğretmenleri anlayabiliyor.
Ebeveynler, çocuklarıyla yaka paça durumda bu yazı meselesi yüzünden.
Zaman zaman bir araya geldiğimiz ilkokul öğrencilerine “Adını yazar mısın?” diyerek bir kâğıt kalem veriyorum. Çocuk uğraşa didine bir şeyler yazmaya çalışıyor ama yazdığı şeyler karşısında ben mahcup oluyorum. Mesela, bir kız çocuğumuz Serap yazacak, seraP yazıyor. “P” harfi yukarıda, “S” harfi küçük. Bir başka çocuğumuz “Mustafa” yazacak, “muStafa” yazıyor. Harflerin bir düzen içinde yazılmaması bir yana, çocuk daha harfin “şeklini” öğrenmeden eğik el yazısı ile tanıştığı için çırpınıp duruyor. İç içe geçmiş harfler, kâğıdın aşağısından başlayıp tren yolu gibi yukarı doğru çıkmış kelimeler, ne okuyanın ne de yazanın ruhuna rahatlık veriyor.
Bir eğik yazıdır tutturulmuş gidiyor. Hâlbuki KİTAPlar düz yazı… Gazeteler düz yazı… Tabelalar, resmî evraklar düz yazı… Sanki çocuklar, eğik el yazısı öğretilerek güncel yaşamdan koparılmaya çalışılıyor.
Böylesi kargacık burgacık yazılar içinde çocukların başarılı olması mümkün mü? Tabii ki çok zor. Zira çocuk yazdığı yazıyı bir bütün olarak göremiyor, sadece karmaşık eğri büğrü çizgi demeti olarak görüyor. Net anlaşılır bir tablo gibi durmuyor yazı çocuğun önünde.
Hâlbuki çocukların şu an kullandığı 70 derece(!) sağa yatık el yazısı 2004’te ilkokullarda mecbur hâle getirildiğinde nice umutlar vardı… Bu yazı şeklinin İrlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, Fransa, İngiltere, Kanada, Almanya, Belçika gibi birçok ülkede kullanıldığı ve “çocukların oralarda ne de güzel yazılar yazdıkları” hayranlıkla anlatılmıştı raporlar eşliğinde…
Ve hatta biraz nostalji olsun diye, “Atatürk harf devrimi yaptığında kara tahtanın önünde yazdığı ilk harfler de eğik el yazısı harfleriydi.” denildi…
Şu an, eğik el yazısının mecbur tutulduğu yıldan bu yana tam 8 yıl geçti, sonuç hiç de öyle hayal edildiği gibi umut verici değil.
Eğik el yazısıyla ilgili bilimsel araştırmalar, çocukların el yazısı konusunda rahat olmadığını, hızlı yazmayı öğrenebildikleri hâlde, güzel ve okunaklı yazmayı beceremediklerini ortaya koyuyor.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sınıf Öğretmenliği Anabilim Dalı’nda görevli Yrd. Doç. Dr. Tolga Erdoğan’ın Ankara’da üç farklı ilköğretim okulunun birinci sınıflarındaki 117 öğrenciyle yürüttüğü çalışmadan elde ettiği bulgular, öğrencilerin bitişik eğik yazılarının “okunaklılık” açısından “gelişim göstermediğini” ortaya koyuyor. Öğretmenler de durumun farkındalar.
Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Ayfer Şahin de Kırşehir merkezde görev yapan 266 sınıf öğretmeni ile bitişik el yazısı sorunları hakkında görüşmeler yapmış. Öğretmenler, öğrencilerinin bitişik eğik yazı yazarken bazı küçük (f, r, s, k, z) ve büyük harflerin (A, F, H, G, T, D) yazımında çok hata yaptığını söylüyor…
Ayrıca bu öğretmenler, öğrencilerin bitişik eğik harflerle yazarken en çok, “b ile d”, “r ile n”, “m ile n” ve “u ile v” harflerini karıştırdığını” ifade etmekteler. Ve yine bu 266 öğretmen, öğrencilerin f, s, r, k ve z harflerini yazarken zorlandığını söylemekte… En çok zorlandıkları büyük harflerin ise H, F, S, K ve D olduğunu dile getirmekte… Bunca problemli harfi gördükten sonra insanın “Zaten geriye ne kaldı!” diyesi geliyor…
Aslında eğik el yazısı tanıtılmadan önce, çocukların harflerin “gerçek şekillerini” tanıması gerekirdi… Sonra o harfleri süsleyerek, eğerek, el yazısına dönüştürerek keyifle yazmalıydı… Ve belki de daha önemlisi, çocuklara kendi hızlarında yazabilmesi için yeterince zaman verilmeliydi ki çocuklar hangi harfin nasıl yazıldığını içselleştirebilsinler… Ama yoğun müfredatlı ve koşuşturmalı eğitimimiz, çocukların yazı yazmaktan sıkılmasına sebep oldu.
Ebeveynlere sözüm o ki ilkokula giden çocuklarınız eğer yazı yazmakta zorlanıyorsa, sahip çıkın, kızmayın onlara… Defterlerine yazdıkları yazıları okumakta zorlanıyorsanız, aşağılamayın onları… Zira bu sadece sizin sorununuz değil, birçok öğrencinin ve daha da ötesi yanlış işleyen koskoca sistemin sorunu...
Yazarın 14 Ocak 2013 tarihli yazısıdır.
Çocuğu örgüte kaptırmak nasıl oluyor?
Önceki gün televizyonlarda çocuğunu bir örgüte kaptırmış babanın feryadı vardı: “Ben Duygu Yücel’in babasıyım. Kızımı İstanbul’a okusun diye gönderdim. Bu faşistler benim kızımı kale yaptı. Hayatını söndürdü.”
Bu sesli feryat gibi daha binlerce sessiz feryatlar var aslında. Kimseciklerin bilmediği, yüzlerin bir türlü gülmediği, cenaze evi gibi evler var çocuklarını “örgüt” e kaptırmış ailelerin…
Peki, nedir bu çocuğunu örgüte kaptırmak meselesi? Kim ki bu örgüt ve çocukları nasıl kapıyor ki bir süre sonra anne babalar “Bu çocuğa ne oldu!” dercesine şaşkınlık yaşıyorlar…
Aslında mesele her anne babayı çok yakından ilgilendiriyor olmasına rağmen bazı ebeveynler “Bizim çocuğun böylesi örgütle-mörgütle işi olamaz.” diyerek tuzlarının kuru olduğuna inanıyorlar…
Hâlbuki bir çocuğun bir örgüte “kapılması” sanıldığı gibi örgütlerin reklamının yapılmasıyla ya da çocukların davul zurnayla üniversite bahçelerinden toplanıp götürülmesi ile olmuyor…
Örgütler, “birey psikolojisini” ve “ihtiyaçları” çok iyi biliyorlar… Bir anne babanın çocukları ile ilgilenmediği kadar gençlerle ilgileniyorlar… Kantinde alışveriş yaparken parası eksik çıkan bir gence, arka sıradaki bir başka genç tebessüm ederek, “Sorun yok, ben hallederim!” diye dost kazanma yollarını arıyor…
Dindar bir ailenin 21 yaşındaki erkek çocuğuyla konuşmuştum geçmiş yıllarda. “Çok sevdim onları hocam” diye başladı söze ve devam etti: “Onlara haksızlık yapılıyor, bir tanısanız, televizyonda göründükleri gibi terörist olmadıklarını siz de anlarsınız!”
Daha sonra örgütle nasıl tanıştığını anlattı: “Bir kızla tanışmıştım, çok şefkatliydi… Benimle annem gibi ilgileniyordu… Kışın üstüme kabanımı almasam bana kızar, üşüteceksin derdi… Derslerden bunalsam, sınav öncesi yardıma koşardı… Beni var olduğum hâlimle kabul eden belki de tek kişiydi… Bir süre sonra onun hayatımın tamamını kapladığını gördüm.”
Örgütler, bir örgüt olarak gençlerin sempatisini kazanmıyorlar başlangıçta… Birebir dostluklarla gençlere ulaşıyorlar… Bu dostluklara aracılık eden gençler ise sevimli, sempatik ve arkadaş canlısı kişiler… Birlikte ders çalışıyorlar, kantinde çay içiyorlar, olumsuz olaylara karşı birbirlerini kolluyorlar…
Bu aşamada bulunan bir genç, örgütle henüz “ideolojik bağ” oluşturmuş durumda değildir. Ancak bir süre sonra gruptaki kişilerin okudukları KİTAPlar, dinledikleri müzikler ve seyrettikleri filmler belli bir ideolojik formata bürünmeye başlıyor… (Bir ebeveyn ancak bu aşamada çocuğunun üzerinde birilerinin hâkimiyet kazanmaya çalıştığını fark edebilir, kıyafet değişir, okuduğu KİTAPlar değişir, dinlediği müzik değişir…)
İdeolojik hazırlık aşamasında bulunan bir kişi bir gün, o çok bağlandığı arkadaşlarına devletin, polisin, mahkemenin haksız(!) bir tutumunu gördüğünde, haksızlığa karşı “mücadele etmek” vefası ile artık örgüt “mensubu” oluyor… Zira gençlerin içindeki en güçlü duygu “adalet” duygusudur. Bir genç gece gündüz birlikte olduğu, türküler söylediği, şarkılarla dans ettiği ve insana karşı bu kadar yardımsever olan bir arkadaşının polis dayağının altındaki aşağılanmış hâlini gördüğünde “isyan” ediyor… İşte bu aşamadaki gence “kuş kafese girdi” gözü ile bakılıyor… Hele ki bu gencin o çok sevdiği dostları bir de ağır bir cezaya çarptırılırsa, artık bu genci ne anne babası ve ne de eski dostları tanıyabilir… O artık bir dava adamıdır(!).
İşte televizyonlarda görünen, elleri arkaya kıvrılmış, başları öne zorla eğilmiş gençlerin “insanlık onuru işkenceyi yenecek” söylemi sizin için “saçma sapan” bir söz olsa da, o söz, o gençler için oldukça anlamlıdır…
Ülkemizde hâlen 12 yasa dışı örgüt ve örgüt niteliği taşımayan onlarca grup var… “Satanist” ve “hedonist” gruplar gibi… Bu örgüt ve grup üyeleri ortalama 14-25 yaşlarındalar ve genelde lise ve üniversite içlerinde konumlanmış durumdalar…
Ülkemizde bu kadar aktif grup varken, hiçbir ebeveyn “benim tuzum kuru” dememelidir… Ve çocuklarıyla, bir örgütün ilgilendiğinden daha çok ilgilenmelidir...
Bir sorun ve iki çözüm önerisi
Bir öğrenci düşünün. 12 yıl boyunca eğitim alıyor ve sonunda ne öğrendiğini ölçmek için sınava tabi tutuluyor. Farklı konulardan 160 soru soruluyor ve öğrenci hiçbirine doğru cevap veremiyor.
İnsan merak eder, “Peki bu çocuk 12 yıl okulda ne yaptı?” diye.
Bu durum sadece bir öğrenciyi ilgilendiriyorsa, “Belki çocuğun zihinsel problemi vardır.” denilebilir veya olmaz ama “Belki 12 yıl boyunca hiç iyi bir öğretmenden ders alamamış olabilir.” de denilebilir.
Ancak bir ülkede 1 değil, 61 bin öğrenci 12 yıl boyunca aldığı eğitime ait 1 tane dahi doğru soru çözemiyorsa, o hâlde “61 bin öğrencide zihinsel engel var” denilecek bir bahaneden bahsedilemez. Ya da 61 bin öğrenciye denk gelen binlerce öğretmen için “Bu işi becerememişler” denilecek bir savunma da geçerli olamaz. Hadi matematik hocalarının hepsi beceremedi bu işi, ya binlerce sosyal bilgiler hocası da mı bir tane soru çözebilecek bir konu öğretmeyi başaramadı?
Son yapılan üniversiteye giriş sınavında 61 bin öğrenci hiçbir soruya doğru cevap verememiş.
Böylesi bir tablo ülkemiz eğitimi açısından utanç verici bir durum.
Millî Eğitim Bakanlığı “Bu neyin nesidir?” diye olayı araştırmaya girişti. Ancak sorun doğru tespit edilemezse, mağdurlar suçlu durumuna düşer. 61 bin öğrenci mağdur durumda şu anda. Onların aileleri de mağdur, onların öğretmenleri de…
Bir anne ile konuştum. Sınavda başarısız olan çocuğunun odasına kapanıp günlerdir dışarı çıkmadığını söyledi: “Hocam, anneyim ben. İçimde bir korku var. Sınavda başarısız olan çocuklardan canına kıyanlar oluyormuş. Oğlum bizimle konuşmayı kesti kaç gündür. Ne yiyor ne de içiyor. Allah için bize bir yol gösterin!” diye ağladı.
“Ben oğlunuzla konuşayım biraz, bekleyin” diyerek delikanlıyla konuşmaya başladım. Çocuk, “Abi şuramda bir ateş var gibi bunalıyorum. İçim daralıyor. Eşyalara vurasım geliyor. Gidip okulu yakasım geliyor. Anlatamam içimdeki boşluğu.” diye ağladı.
Bir öğretmen arkadaşla konuşuyoruz. “Bu ne hâl yahu! Çocuklar ülkemizde ‘eğitim, eğitim’ diye mahvolup gidiyor.” deyince…
“Hocam, Allah aşkına siz söyleyin, 3 ayda ancak anlatılabilecek bir konuyu sizden 3 günde anlatmanız istenirse, öğretmen ne yapsın, çocuk ne yapsın? Öğrencilerimizle sohbet ederek, onlara bir abi şefkati ile rehberlik yaparak ve onları ‘gerçekten eğiterek’ anlayamadıkları konuları tekrar tekar anlatabileceğimiz kadar zamanımız olsa, bu ülkedeki öğretmenler öğrencilerini çoşturur. Ama, baskıcı ve tepeden inme bir müfredat canımıza okuyor.” dedi.
İlkokul ve ortaokulu Türkiye’de tamamlayıp liseyi Kanada’da okuyan bir gençle sohbet ediyoruz. “Türkiye’den iyi ki kurtulmuşum, yurtdışında hem daha az ders çalışıyorum hem de daha iyi öğreniyorum. Tatillerde Türkiye’ye geldiğimde arkadaşlarımın ha bire ders çalıştıklarını görünce onlar için üzülüyorum.” dedi.
Ben bir baba ve bir pedagog olarak okul KİTAPlarını karıştırıyorum, beşinci sınıf öğrencisine “Metan gazı ile etil alkol arasındaki fark nedir?” diye bir absürt bilgiyi 11 yaşındaki çocuğa öğretmeye kalkacak kadar çocuk dünyasından uzak olan bir bilgi yumağı, tabii ki de çocuğun boğazında takılır kalır, diyorum.
Peki, ne yapılabilir?
1- “Müfredat merkezli eğitim anlayışı” yerine, “öğrenci merkezli eğitim”e geçilmelidir. Öğrenci merkezli eğitimde öğretmen, “bir öğretici” değil, çocuğun “rehberidir”, yol göstericisidir. Çocuğun içinde bulunduğu yaş ve ilgi alanı ne ise öğretmen çocuğa o konuda öğrenmelerinin yolunu açandır. Eğer müfredatı merkeze alır ve çocuklardaki farklılığı görmezden gelerek “Size illa da bunu öğreteceğim” diye dayatırsanız, ortaya eğitim değil, baskı çıkar. Ve bir yerde baskı varsa, orada eğitim biter. İbn Haldun “Baskı altında çocuğu eğitmek, onun heves ve neşesini yok eder, onu tembelliğe sevk eder.” diyor… Dönün bakın ülkemiz çocuklarına eğitimde ne neşeleri kalmış ne hevesleri…
2- Çocuklar, yetişkinler gibi öğrenmezler. Yetişkinlerin öğrenmesi bir karmaşadır. Çocuklar sade ve doğal öğrenirler ve öğrendiklerini oyunla pekiştirirler. Çocuk için oyun, yetişkinlerin zannettiği gibi boş bir faaliyet değil, öğrenmelerin pekiştiği yerdir. Günümüz çocukları okul ile ev arasında çocuk olma doğallığını kaybetmiş, sentetik bir yaşam sürerken beyinleri ölüyor. İmam Gazali Hazretleri, “Çocuğa yeterince oyun, eğlence ve dinlenme imkânı sağlanmazsa kalbi ölür ve zekâsı söner.” diyerek maalesef tam da ülkemiz çocuklarını ifade ediyor...
Yazarın 15 Nisan 2013 tarihli yazısıdır
Tatil ödevi olmalı mı?
Yalova’dan İstanbul’a deniz otobüsü ile geliyorum. Üst kat tıklım tıklım. Cam kenarında bir yer bulup oturdum. Pencereden deniz manzarasını seyrederken gemi hareket etti. Hemen karşımda 8-9 yaşlarında bir erkek çocuk oturuyor. Sağında annesi, solunda babası... Çocuğun önünde “matematik deneme sınavı KİTAPçığı” var.
Çocuk harıl harıl ders çalışmaya çalışıyor ama devamlı sallanan bir gemide, masa üstündeki kitaba konsantre olup soru çözmeye çalışmak ne mümkün!
Çocuk bütün bu zorluğa rağmen direniyor, soru çözmeye çalışıyor.
İçim acıdı.
Bir şey söylesem, “Siz ne karışıyorsunuz? Çocuk da bizim, KİTAP da…” diyebilirler. Bir şey demesem çocuğun o haline gönlüm razı değil.
Bir süre kendimi ortamdan uzaklaştırıp denizi seyretmeye koyuldum ki çocuğun içi bulandı. Annesi telaş içinde çocuğun ağzına bir peçete tutarak lavaboya koşturdu. Baba da onların arkasından lavaboya gitti. Bir süre sonra topluca geri döndüler. Çocuk yine kitabını açtı, kaldığı yerden soru çözmeye devam etti.
Yol boyunca birkaç defa daha lavaboya gidip geldiler…
Bir ara çocuğun babasına, “Hava güzel, biraz da dışarıdaki manzarayı seyretse…” demeye çalıştım. Aldığım cevap netti: “Sınavı var, hazırlanması lazım…”
Uzun bir tatil daha gelip kapıya dayandı. Korkum şu ki tatilde öğretmenler yine “tatil ödevi” verecek, ebeveynler ellerinde tatil KİTAPları gezdire gezdire çocuklarının tatillerini zehir edecek.
Halbuki tatil, ders yapma zamanı değil, öğrenme zamanıdır. Derslerin soyut kavramlardan çıkıp somutlaştırıldığı zamandır.
Okul döneminde çocuklar bir konuyu KİTAPtan okuyarak “soyut”, yani hayalî olarak öğrenirken, tatil ellerindeki bilgileri “somutlaştırma” fırsatıdır.
Mesela çocuklar, okul döneminde sosyal bilgiler dersinde “Kaymakam kimdir?” konusunu ancak KİTAP üzerinden soyut olarak işleyebilirler… Öğretmenin sınıf içine bir kaymakam getirtip “İşte bu kaymakam. İlçeleri yönetiyor.” diyebilme şansı yokken, tatilde bir kaymakamla çocuğu tanıştırıp birkaç dakika da olsa sohbet etmeleri sağlanabilir. İşte bu somut öğrenmedir ve kalıcıdır…
Ya da coğrafya dersinde küçücük bir resim ve soyut olarak gördükleri Kelebekler Vadisi, Konya Ovası, Tuz Gölü, Balıklı Göl gibi mekânlardan birini imkânlar ölçüsünde ziyaret edip çocukla hasbihal ederek anlatılırsa, işte bu gerçek başarı öyküsünün yazıldığı andır…
Bu ebeveyn sorumluluğudur.
Ebeveynler kendi sorumluluğunu bırakıp çocuğun peşinde “tatil kitabı” dolaştırmaya çalışırsa, onlarla çatışırlar. Zira çocuk tatilde ders çalışmaz. Hava güllük gülistanlıkken, dışarıda arkadaşları cıvıl cıvıl oynarken, çocuğu eve hapsetmek ve “Ödevini yap, ondan sonra dışarı çık!” diye baskı yapmak, bilinçli bir ebeveyn tutumu değildir.
Tatilde öğrenmek, KİTAPta değil, sahada, güncel yaşam içinde olur…
Öte yandan, çocuğunun “öğrenmesine” değil de “sınıf geçmesine” odaklanan ebeveynlerin genelde çocuğunun “başarısız” derslerini takviye etmeye çalıştığını görüyoruz…
Halbuki çocuğun desteklenmesi gereken dersleri, başarısız olduğu dersler değil, başarılı olduğu derslerdir.
Çocuk matematikte başarılı ise, ebeveynler tatil döneminde çocuklarının matematik başarısının daha da önünü açacak unsurları harekete geçirmeli. Mesela, bir şehir müzesinde geçmiş çağlarda kullanılan matematik araçları, gereçleri, rakamlar çocuklarla paylaşılabilir, eski matematikçilerden birilerinin mezarları ziyaret edilebilir…
Yahut çocuk, fen derslerinde başarılı ise tatilde denk gelen “mucitler atölyesi” tarzında fen bilimleri etkinliklerine dâhil edilebilir, okulda aldıkları derslerin güncel yaşamdaki yerini görebilir…
Veya tatile gidilen şehirlerin manevi büyüklerini ziyaret ederken, hem çocuğun din dersine katkı sağlamak hem de ziyaret edilen yerle ilgili duvardaki levhaları okumak ve ardından dua edilip oradan ayrılmak gerçek bir öğrenme anıdır…
İşte bütün bunlar, ebeveynlerin tatil ödevidir.
Ödevini yapan ebeveynlerin çocukları bir sonraki yıl güçlü bir halde eğitime başlayacak, ödevini ihmal eden ebeveynlerin çocukları ise dalgalı bir denizde anne-baba arasına sıkışmış o çocuk gibi içi bulana bulana ders yapmaya devam edecektir...
Yazarın 10 Haziran 2013 tarihli yazısıdır
İftar sofrasında bir varmış, bir yokmuş!
Hayatımızın en unutulmaz kişilerinden biri ilkokul öğretmenleridir. Belki ortaokul veya lise öğretmenleri öyle kolay hatırlanmaz, ama ilkokul öğretmeninin adı kazınır insanın ruhuna.
Kişinin ilkokula başladığı, anne-babasından ayrılıp ‘tanımadığı’ bir yetişkinle ilk defa saatler geçirdiği yıllar tebessüm ettirici birçok hatıra barındırır içinde.
Kime sorsanız, mutlaka anlatacak bir şeyleri vardır o yıllara dair.
İnsan hayatının diğer unutulmazlarından biri de çocukluğun geçtiği mahalledir. Sokak arkadaşları, komşular ve mahalle bakkalı…
Belleğin en tatlı yerine kayıtlıdır bu hatıralar.
Ve bir insanı ne kadar tanıyıp tanımadığınızı öğrenmek istiyorsanız, kendinize o kişinin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu ve çocukluğunun geçtiği mahalleyi bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz.
Mesela, eşinizin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz kendinize.
Ya da eşinizin çocukluk yıllarındaki komşularını, sokak arkadaşlarını ve mahalle bakkalını tanıyıp tanımadığınızı sorun kendinize.
Sorun mesela, eşinizin ilkokulunu evlendikten sonra görmeye gittiniz mi? O okul bahçesini dalgın gözlerle seyrederken anlattığı hatıraları dinlediniz mi hiç? Oyunlar oynadığı, kavga edip barıştığı, koşarken düşüp ağlayarak evin yolunu tuttuğu sokağı gördünüz mü?
Eşlerin birbirlerine karşı çocukluk hatıralarına dair bir ‘duygusal yakınlığı’ yoksa birbirlerini henüz yeterince tanımıyorlar demektir.
Bunun da ötesinde, sorun kendinize, çocuğunuz sizin çocuk halinizi ne kadar biliyor? Siz onu bebekliğinden itibaren tanıyorsunuz ama o sizi bir ebeveyn olarak değil de bir insan olarak ne kadar tanıyor?
Birçok ebeveyn, aile içi iletişimi artırmak, daha kaliteli iletişim kurmak için tavsiye istiyor ve yine birçoğu çocuklarına okuyacakları hikâye KİTAPları soruyor.
Hâlbuki çocuklara okunacak en güzel hikâyeler ve aile içi iletişimi artırmak için en güzel sohbetler, ebeveynlerin kendi çocukluk dönemiyle ilgili anlattığı hatıralardır…
Çocuğunuz henüz sizin yaşam öykünüzü bilmeden, neden hikâye KİTAPlarındaki gerçek olmayan sahte kahramanların, kedilerin, köpeklerin, kurtların, tavşanların öykülerini dinleyerek vakit geçirsin ki?
Anlatın çocuğunuza sınıfta tahtaya kalktığınız ilk günü, hasta olduğunuz bir gün ödevlerinizi yapmak için nasıl çırpındığınızı ya da komşularınızı, sokak arkadaşlarınızı, yollarda oynadığınız oyunları...
Paylaşın kendinizi. Sizi nasıl da can kulağı ile dinleyecekler görün.
Akıl verici bir bıktırıcılık içinde “Ben senin yaşlarındayken…” diye başlayan konuşmalar değil, sadece samimane paylaşın kendinizi, acılarınızı, korkularınızı, zaaflarınızı, hayallerinizi, kim bilir belki kirpikleriniz ıslanarak.
Bunları konuşacak başka kiminiz var ki zaten!
Hayat kısa… Birçok çocuk anne-babasını, birçok kişi kendi eşini hiç tanımadan göçüp gidiyor bu dünyadan. ‘Bir varmış, bir yokmuş’ gibi…
İşte size Ramazan bir fırsat. İftar sofrasını biraz erken hazırlayın ve “Hadi artık açabilirsiniz orucunuzu” müjdesini verecek o akşam ezanını beklerken tebessüm ederek başlayın söze.
Hani, aile içi iletişimi daha kaliteli hale getirmek istiyor ve işe nereden başlayacağınızı düşünüyorsunuz ya, işte buradan, iftar sofrasından başlayın.
Eğer bayramda da bir sürpriz yapmak istiyorsanız, çocuklarınızı da alın yanınıza, hem kendinizin hem de eşinizin çocukluğunun geçtiği mahalleye gidin. Eşinizin ilkokulunu ziyaret edin örneğin. Fırsat verin ona, sakin sakin o anlatsın, siz dinleyin. Sonra dönün eşinize bir kez daha bakın.Eğer aceleniz yoksa, eşinizin simasında çocuksu bir masumiyet göreceksiniz. Ve daha bir farklı seveceksiniz onu…
Vakit varken, bu Ramazan’ı eşinizle tanışma, kendinizi çocuklarınıza anlatma zamanı olarak değerlendirin.
Hayat, ‘Bir varmış, bir yokmuş’ diyecek kadar kısa. Yarın geç olabilir...
İnsan değerlidir
9 yaşlarında bir kız çocuğunu getirmişti ailesi. Çocuklarının son zamanlarda iyice içe kapandığını, çevre ile ilişkisini neredeyse tamamen kestiğini anlatmışlardı.
Aileyi dinledikten sonra, bir de kızlarını görmek istedim.
Geldi yanıma çocuk…
Daha odaya girdiği anda içim sızladı.
Omuzları yukarı kalkmış, baş omuzlar arasına saklanmış, eller yürürken sallanmaz halde bedenin yanında unutulmuş, adımlar kısa, küçük ve ürkek.
“Sorun nedir?” diye sordum, “Neden buraya geldiniz?”
Çocuk, “Annem babam beni biraz çekingen buluyorlar da o yüzden.” dedi.
- Peki, sence, çekingen misin?
- Bilmem… Belki… Biraz…
- Buraya girerken de çekinerek mi girdin?
- Hı hı…
- Yeni gittiğin yerlerde mi çekiniyorsun hep?
- Evet, onun için ben de bir yere gitmek istemiyorum. Çünkü bir yerlere gidince, birileri ile konuşmak zorunda oluyorum, kalbim hızlı hızlı atıyor, terliyorum.
- Neden?
- Bilmiyorum… Yanlış bir şey yapacağım gibi geliyor sanki. Yanlış şeyler söyleyeceğim. Komik duruma düşeceğim diye korku oluyor içimde. Bazen de karşımdaki kişinin beni azarlayacağını düşünüyorum. O zaman da konuşmak istemiyorum.
- Çevrendeki en kızgın kişi kim?
- Hımm… Annem… Ama annemi ben kızdırdığım için kızıyor, yoksa kızmaz ki!
- Nasıl kızdırırsın mesela anneni?
- Onun dediğini yapmayınca kızar hemen. Ben de onu kızdırmamak için dediğini yapmalıyım.
- Yapmazsan?
- Bağırır o zaman…
Çocuğu dinledikçe nasıl da ‘suçluluk hissi’ edindiğini içim acıyarak gördüm.Annesi ona kızsa da, azarlasa da, çocuk her halükârda kendini suçlu hissediyor. Daha o küçük yaşta, annesinden edilgen olmayı, karşısındaki kişinin isteğini yerine getirmeyince nasıl da aşağılanacağını bizzat öğrenmişti.
Böylesi bir öğrenme, kalıcı bir öğrenmedir.
Zira insanın öğrenmesi iki şekildedir. Biri ‘zihin’ ile, diğeri ‘ruh’ ile.
Zihinsel öğrenmeye ‘ezber’, ruhsal öğrenmeye ‘edinme’ diyoruz. Ve edinilmiş bilgiler kişiliğin bir parçasını oluşturur. Ürkeklik, korkaklık, çekingenlik veya agresiflik gibi.
İnsanın duyması da iki şekildedir. Biri ‘kulak’ ile, diğeri ‘ruh’ ile.
Kulağın duymasına ‘işitme’, ruhun duymasına ‘his’ diyoruz. Hisler duyguların tetikçisidir. Duygular ise davranışları oluşturur.
Ruhta uzun süre kalıcı hisler, ‘huy’ olan davranışa dönüşür.
Huylar kalıcıdır.
Çekingenliği için yanıma getirilen çocukta da kalıcı olan hisler ‘suçluluk’ ve ‘değersizlik’ idi. Ve bu kalıcı hislerle çocuğun başı omuzlar arasına saklanmış, ürkek bir kuş gibi insanlardan uzak duruyordu.
Bu çocuğun annesi ile duygusal bir bağı olduğu için, annesinin kendisine kızmasını ‘ruhu’ ile dinliyordu. Ruhunda duydukları, hislerini oluşturmuştu. Böylece çocuk, aslında, aşağılanmayı KİTAPlardan değil, bizzat kendi ruhunda yaşayarak öğrenmişti.
Bir ebeveynin çocuğuna bağırması, aşağılaması, belki o an işe yaramış olabilir ve belki çocuk ebeveynin istediği davranışı yerine de getirmiş olabilir. Ancak atılan taş ürkütülen kurbağalara değmez. Bir iş yaptırma uğruna çocuğun ‘değersizlik hissi’ edinmesi ve bu değersizlikten kaynaklanan davranış bozukluklarına girmesi hiçbir anne-babanın işine yaramaz.
Asıl olan şey, çocuğa kendini değerli hissettirecek bir ebeveynlik tarzı benimsemektir.
Ve bu çocuğa bir lütuf değil, onun yaradılıştan hakkıdır.
Zira çocuk, siz değer verdiğiniz için değil, yaradılış gereği zaten değerlidir.
Siz onun bu değerini görseniz de, görmeseniz de...
Video Kategorisinde “KİTAP” Kelimesinden “6” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Onarılmaya Olan İhtiyaç 2
VİDEONUN İÇERİĞİ:
ONARILMAYA OLAN İHTİYAÇ - 2
1.34 - 11.02: NEDEN ONARIMA İHTİYACIMIZ VAR?
11.03 - 49.43: ONARIMIN AŞAMALARI: FARKINDALIK BOZUKLUĞU VE ANLAMLANDIRMA BOZUKLUĞU
Bireyin onarılmasının ilk aşaması farkındalık kazanmasıdır.
Farkındalık yoksa onarım başlayamaz.
Kitap okuyamayan insanların geçmişine bakıldığında birçok eğitim kusurlarını görüyoruz.
Bilinçaltının öğretilmeye karşı direncini görüyoruz.
Farkındalık sahibi olma onarılmış olma anlamına gelmez.
Kişi onarılmaya olan ihtiyacını farkettikten sonra onarılmış olsun ki yaşamı kaliteye doğru dönüşebilsin.
Bir birey duygu dünyası ile his alış - verişi içerisinde değilse yani duyarlılık seviyesi düşükse bu bireyin farkındalık kazanması mümkün değildir.
Kişinin farkındalık sahibi olabilmesi için ön şart bilinçaltını yani duygu dünyasını izleyebiliyor olması lazım.
Pedagoji Okulu- Sorular ve Cevaplar
VİDEONUN İÇERİĞİ:
07.00: Bedel ödetme, cezalandırma ve pekiştireçler ile ilgili danışanla yapılan paylaşımlar
14.10: 10 yaşındaki çocuğun raftan şişeyi düşürmesi ve babasının desteği
17.17: Çocuğun teselli edilmeye olan ihtiyacı
21.50: 5 yaşında ikizleri olan annenin erkek olan çocuğunun annesine olan dokunma ihtiyacı
SORULAR VE CEVAPLAR
25.12: Kitap okuyarak çocuk yetiştirilir mi? Bir annenin eşi tarafından destek görmemesi durumunda ne yapılabilir?
32.31: 22 aylık kızıma yalancı emzik kullanmayı nasıl bıraktırabilirim?
40.29: 4 yaşındaki kızım Bazı geceler bizim yanımıza gelip bizimle yatmak istiyor ne yapmalıyız?
44.45: 6 buçuk yaşındaki kızımın arkadaşıyla doktorculuk oynarken özel bölgelerini açtığını fark ettik ne yapmalıyız?
46.13: 13 yaşındaki oğlumun uygunsuz sitelere girmiş olduğunu fark ettik ne yapmalıyız?
Pedagoji Okulu- Sorular ve Cevaplar - Atakan Hakkındaki Düşüncelerim
VİDEONUN İÇERİĞİ:
ÜSTÜN POTANSİYELE SAHİP ÇOCUKLARA NASIL REHBERLİK EDİLMELİ?
01.45: Atakan'la ilgili oluşturulan ben algısı, üstün zekalı çocukların zekalarını ön plana çıkarmadan davranmak ve bunu toplumsal bir bilinçle yapmak...
04.50: Üstün zekalı çocuklara test yapmak doğru mudur? Ben algısını zarara uğratmamak..
08.15: 10 yaşındaki çocuğun rastgele KİTAP okuması doğru mu?
11:23: Atakan gibi çocuklarla yaşam ve uyum becerisi kaybettirilmeden sağlıklı bir şekilde nasıl rehberlik yapılabilir?
SORULAR VE CEVAPLAR
14.25: 12 ve 13 yaşlarında İki oğlum var 8 yıl önce eşim vefat etti. Çocuklarıma ben bakıyorum ama çocuklarımla bir türlü bağlanamıyorum.
24.04: 3 aylık bir kızımız var kızımıza markete girdiğimizde bir tane ürün alma konusunda anlaştık Hala da böyle yapıyor bu doğru mu?
28.50: Özbekistan'dan yazıyorum sizi tanıdıktan sonra kendimi onarmaya karar verdim onarılmaya ihtiyacım olduğunu fark ettim Nasıl yapabilirim?
32.00: Bilinçli bir farkındalık ve çocuğa yaklaşmak sevecenlik yolu ile çocuğu edilgen hali getirmek kendi yoksunluğunu gidermeye çalışmaktır.
Pedagoji Okulu- Güvenli Bağlanma Problemi Olan Çocuk Reddedicidir
VİDEO İÇERİĞİ
GÜVENLİ BAĞLANMA PROBLEMİ OLAN ÇOCUK REDDEDİCİDİR
01.38: Soru Hocam merhabalar. 4,5 yaşında bir oğlumuz var. Tek çocuğumuz. Çok hırçın. Sürekli olumsuz davranışları var. Sürekli küsüyor. Sonradan kızdığı bir şey olursa annesine ve bana “git” diye bağırıyor. Eşim, işe benden daha erken gidiyor. Babaannesi bakıyor çocuğumuza. Ben gelene kadar eşim çileden çıkıyor. “Şu çocuğa bir şey söyle! Beni yordu, bıktım artık vs.” diye söylüyor. Evde sürekli çocuk yüzünden tartışıyoruz. Bazen eşimin vurduğu da oluyor. Evde çocuk yüzünden tartışan anne babalar ne yapmalıdır? Ne yapmalıyız?
14.10: Bağlanma Problemi olan çocuklarda görülen reddedici davranışlar nelerdir? Tensel Teması reddetmek nedir? Göz Temasını reddetmek nedir? Sese karşı reddedicilik nedir? Çocuklukta edindiğimiz davranışlar unutulur mu?
33.16: Merhaba. Güvenli bağlanma oluşmuş çocukta zaman zaman kırılmalar olabilir mi? Bu bağ bozulabilir mi? Örneğin; güvenli bağlanma şartlarını sağlayan bir çocuk dengeler bozulduğunda tepkiselleşmeye başlarsa ama kök problem bulunup çözülünce bu durum devam etmezse, bu durum bağlanmanın zaten olmadığını mı yoksa sadece küçük bir zarara uğradığını mı gösterir?
37.47: Adem hocam uyku eğitimi nasıl verilmelidir? Uyku eğitimi verilirken bebeğin ağlaması güvenli bağlanmayı etkiler mi? Yoksa bu, uyku danışmanlarının dediği gibi yeni bir alışkanlığa karşı verilen bir refleks mi?
42.17: Merhaba Adem bey. Ben, çocukluğu mükemmel olmasa da iyi bir anne olmaya çalışan elimden geldiğince sizler de dahil pedagoji KİTAPları okuyan, insanların yapay hayatlarının arasında gerçek olanı ayırmaya çalışan, dini yanlış öğretimlerden ziyade kuranı yazılı anlatmaya çalışan 2 yaşında bir erkek çocuk annesiyim. Geçmişimde de bilinçaltı ve psikoloji KİTAPları okumuş olmam bana şunu öğretti. İnsan ne yaşarsa onu yaşatmaktan kaçamıyor. Ta ki bunun farkına varıp engel olma çabasına varana dek. İster insani ister dini ister de ahlaki her ne hususta olursa olsun, bunca kötülük yapan insanlar aslında masum insanlar diyebilir miyiz? Tüm kötü olduğunu düşündüğümüz insanlar tedavi edilebilir mi? Bunun bir yolu var mıdır?
Pedagoji Okulu- Çocukluk Dönemi Geldi-Geçti Her şey Geride Mi Kaldı?
VİDEO İÇERİĞİ:
ÇOCUKLUK DÖNEMİ NEDEN ÖNEMLİ?
02.50: Çocuk insanı iyi eder, çocukluğu hatırlattığı için iyi eder. Çocuk, kendi çocukluk yıllarımızı hatırlattığı için iyi eder.
03.38: Herkes kendi çocukluk yıllarını hatırlayamaz.
05.03: Kendi çocukluğumuza gidipte hatırlayamadığımız anılar sırasında duygulanım yaşamadığımız zamanlardır. Bir anının hatırlanabilmesi için temel şart o anıyı yaşarken duyguyu da beraberinde yaşıyor olması gerekir.
07.06: Pozitif, hoşnutluk duyguları anı bırakır. Hoşnutsuzluk duyguları flaş flaş iz bırakır.
09.33: Çocukluk dönemi, psikolojik sağlamlık için ihtiyaç olan ruhsal bütünlük açısından oldukça önemlidir.
11.11: Çocuğunuzun yaşadığı duygular, kişilik gelişimi için oldukça önemli
14.35: Doğuştan kaygılı biri olabilir miyiz?
15.01: Çocukluk döneminde bir kişi incirse hassasiyet kazanır.
15.22: Ceza ve şiddetin ayrımı yapılabilir mi?
17.20: Şiddet uygulayan kişiye uyum sağlandığında kişilik bozulur.
21.31: İncinmişlikler ve duygusal ihtiyaçların karşılanmaması hassasiyeti oluşturuyor.
23.15 - 27.13: Çocukluk döneminde baba çocuk ilişkisinin önemi
28.12: Duygusal ihtiyaçları giderilmemiş bir çocuğun duygularını yönetmesi zordur.
28.43 - 33.59: Duygularımı yönetemiyorum ve yaşamımın devamını ruhsal bütünlüğümü koruyamadan mı yaşayacağım?
34:30: İnsan derinleştikçe ve duyguları, incinmişlikleri ile karşılaştıkça, affetmeler yapmaya başladıkça ruhsal özgürlüğünü fark edebiliyor.
47.43 - 1.17.44 dakikaları arasında konuklarımızdan Fatma Hanımın kendi onarım sürecine dair paylaştığı deneyimler: Geçen sene 9 Martta onarıma başladım, onarıma girmeden yaşayamıyordum. Onarımsız bir günüme dahi dönmek istemiyorum, 10 ay oldu mükemmel hissediyorum. Aktif öfke ile çocuklarımı korku ile yönetebilir haldeydim. Bir akşam çocuklarıma yatmaları için bağırdığımda benden ürktüler. Çocuklarımın hissettikleri babamın bana bıraktığı ürküntü duygusuna benziyordu. Hayatımın birçok alanında korkularım olmaya başlamıştı. Deprem, uçak korkusu gibi. Korkularım arttıkça öfkemde artıyordu. Maddi durumum, mesleğim herşey var ama ben huzursuzdum. Youtube videolarınıza denk geldim ve onarıma kara verdim. Korona süreci yeni başlamıştı, yüz yüze terapiye gidemedim, Bırak ve Rahatla kitabını aldım ve uygulamaya başladım. Yaptıkça hayatı görmeye başladım, yalıtımdan çıkmak istemedim. Çocukluğumu mutlu zannediyordum geriye döndüğümde farkettim. Şuan bunları mutlulukla anlatabiliyorum. Çocukluk dönemindeki yetersizlik, değersizlik duyguları herkesin hayatında olduğunu düşünüyorum. Değersizlik ve suçluluk duygusu insanı bitiriyor gerçekten. Günde üç kere egzersizleri yapmaya başladım. Öfkemi kontrol ettikçe seanslar ikiye ve bire düştü. Öfke duygum yavaş yavaş beni terk etmeye başladı. O canavarın nereye gitti? O kimdi demeye başladım. Eşim bende değişimi hissedip o da yaptı. Yalıtımdan çıktıktan Pedagoji Okulundaki tüm videolarınızı izledim ve kendimi güçlendirdim, içimi büyüttüm. Onarımdan sonra doğal güzellikleri görmeye başladım. Beynim boşaldıkça namazlarımı huşü içerisinde kılıyorum.
1.02.45: Çocukluk dönemini onarmamış , kendini onarmamış bir kişi yer yüzünde cehennemi yaşıyor. Tüm bunların bahanelerini çok rahatlık ile buluyor.
1.05.24: Adem Güneş’in Fatma Hanıma sorusu: İnsan Kendini Onarabiliyor mu?
1.07.23: Birey, bir süre kendini dinlemeden kendini onaramaz. Bırak ve Rahatla kitabında, 4 hafta kadar yalıtım süreci tavsiye ediliyor. Birey, 3 veya 4. günden itibaren kendi içine dönmeye başlıyor. İçeriye dönmeye başlayınca organizma ile tanışmaya başlıyor insan, kendi içinde kendinden bağımsız bir yapıyla karşılaşıyor.
1.10.29 Çocukluk döneminde annenin ‘’sen bir işi beceremedin gitti’’ sözü kişi anne olduğunda çocukları ile çatıştığı sırada kendime yankılandırdığım ‘’sen zaten bir çocuğu bile eğitemedin , sen böylesin zaten…’’ iç sesine dönüştüğümüzden haberi yok.
1.14.49: Kitapta bahsedilen uygulamaları yapan kişilerden mailler alıyorum. Hocam, duygusal farkındalık nasıl bir şeymiş? Onarım bittikten sonra kazandığım duygusal farkındalık ile birlikte hayatı, doğal güzellikleri gördüm.
1.18.40: Aslında onarımdan sonra yer yüzü değişmiyor , aynı yeryüzü aynı. Ne değişti? İçimdeki o ruhsal rahatlığı özgürlüğü elde etmeye başladıkça, insan yer yüzüne temas etmeye başlıyor.
1.20.20: Affetmek oldukça önemli, Affetmek üzere bir KİTAP çalışması yapıyoruz. Birey, affetmeleri tamamlamadıysa ruhsal özgürlüğünü elde edemez.
1.22.45 Peki kendini affediyor musun?
SORULAR VE CEVAPLAR
1.27.27: Misafirliğe gittiğimiz ailenin 2 yaşındaki kızı misafir istemiyor, benim oğlumla (2 yaşında) bir araya geldiklerinde bağırıyor, oğlum tepki vermiyor, ne yapmalıyım?
1.29.10: Çocuklarda onarım nasıl sağlanır? Şu ana kadar bıraktığımız izlerin silinmesi mümkün müdür?
1.30.42: Merhaba hocam, ben kendimi onarma arefesinde olan bir anne olarak şunu sormak istiyorum, 12 ve 13 yaşındaki ergen kızlarım ile tekrar nasıl bağlanırım? Onlarda oluşan hasarları nasıl onarabilirim?
1.32.43: Hocam, oğlumuz 27 aylık çok fazla ısırıyor ve saç çekiyor bununla ilgili ne yapabiliriz?
1.34.16: Oğlum 4 yaşında 2 ay kreşe gitti, sınıf arkadaşları geçen sene okula gittikleri için makas kullanma, boyama yapma konusunda iyilerdi, oğlum sürekli yapamıyor ve ağlıyordu. Öğretmeni 45 dakika dergi çalışması yapıyordu, gitmek istemedi, normal mi?
1.36.09: Hocam, 21 aylık oğlumuz var. 1-2 aydır olmadık zamanda olmadık şeyler istediği zaman biz bunu incitmeden nasıl izah edebiliriz. Yapmadığımız zaman inatlaşıyor ve ağlıyor.
Öfke Doğuştan mıdır?
VİDEONUN İÇERİĞİ:
ÖFKE DOĞUŞTAN DEĞİLDİR
16.57: Duygusal gelişmemişlik neye neden oluyor?
17.34: Duygusal gelişmişlik nasıl oluşuyor? Çocuk doğduğu andan itibaren sevilmeye yakın bir hali vardır.
19.57: Çocuk kendi duygularını ebeveynlerindeki yansımasını görmeye başladıkça, etkileşim gerçekleştikçe çocukta duygusal gelişim başlar.
26.30: Değerlilik duygusu karşılıklı etkileşim ile oluşan bir duygudur. Çok meşgul bir anne babanın değerlilik hisselerine sahip bir çocuğu olmaz.
28.44: Çocuğa değerlilik hissi nasıl kazandırılır?
32.37: Pedagoji Okuluna gelen sorulardan biri: Eşim benim gözlerime hiç bakmıyor?
34.16: Duygusal gelişmemişliğin en belirgin özelliği nedir?
37.00: İncinmeler duyguların gelişmemesine neden oluyor. Çocukluk dönemindeki hassasiyetler yetişkinlik döneminde duyguların yönetilmesini zorlaştırıyor.
40.49: Kaygı ne demek?
43.48: Öfke ne yapar? Öfke gerilim oluşturur. Öfke duygunun yönetilemiyor olmasından kaynaklanır.
46.03: Öfkemi, kaygımı yönetemiyorum, bu üzerime yapıştı hep böyle mi kalacak?
Kitap Önerileri: Yetenekli Çocuğun Dramı- Alice Miller, Cezasız Eğitim, Bırak ve Rahatla
SORULAR VE CEVAPLAR
1.13.11: Görme engelliyim, yıllardır sesli KİTAPlar ile KİTAPlarınızı dinliyorum. 3 çocuğum var. Orta çocuğum 5 yaşında erkek, 4 aylıkken anne sütü emmedi, 1 yaşına kadar yanımda yatırdım sonra ablasının yanında yatırdım. Bir yıl ücretsiz izin aldım annem baktı. Şuan okul döneminde, okula gitmek istemiyor, bir bağlılık hali var. Onunla küçükken ilgileneceğim dönemde ablası 1. sınıfa başladı, babasıda yardımcı olmadı. İki çocuğum varken ikisi ile ilgilenmeye çalıştım. Görme engelli olduğum için zaman zaman yetersiz kaldım. Şuan öğretmeni ile güvensizlik yaşıyor, online derse girmek istemiyor, öğretmenin bir eleştirisine maruz kaldı. Bağlanma probleminden dolayı mı bunu yaşıyor, bilemiyorum. Eylülde 1. sınıfa başlıcak. Bu sorunu nasıl çözeceğimi bilemedim. Görme engelli aileler için bir KİTAP yazmayı düşünüyor musunuz?
1.23.17: Elif Hanımın kendi onarım süreci ile ilgili deneyimleri: Pandemi sürecinde Pedagoji Okulundaki videodaları izlemeye başladım. Daha sonra covid oldum onarmak, insan söylediğiniz şeyler kafamda dönmeye başladı. Covid vücudunuzun her noktasını ağrıtıyor. Allah bu rahatsızlığı insan kendini ve duygularını onarsın diye vermiş. 14 günlük süreçte rüyalarımda ve kendi içimde hayatımdaki insanlar ile ilgili zorlanmalar yaşadım ve onlarla konuşmaya başladım. Kendimi fark etmeye başladım. Bir yerden başlamak istedim. İki tane çocuğum var kendi içimdeki kaygı ve korkuyu onlara verdiğimi fark ediyorum ve üzülüyorum. Kendimi onarmadan çocuklarıma verimli olamayacağımı anladım. Arkadaşlarımla birlikte birbirimize destek olmaya başladık. Hangi alanlarda öfkelendiğimi fark etmeye çalıştım. Yemek esnasında çocuklarımın gülmelerinin beni neden rahatsız ettiğini buldum. Çocukken anne ve babam kavga ederken yemeklerini ben götürüyordum, götürürken yaşadığım kaygı ve korkuyu fark ettim. Sonra yalnız bir odaya geçip, annem ve babamın yerine geçip Elif ile konuşuyordum. Bunu yaptığımda çok fazla ağladım ve rahatladım. Kötü insan yoktur, kötü davranış yoktur sözünüz, umut veren bir cümle.
1.38.24: Elif Hanımın SORUSU: Ben arkadaşlarım, hocalarım ve çocuklarımın öğretmenleri ile iletişime geçtim ve onlara yeniden bağlanmayı anlattığınız videoların numaralarını attım. Dinleyen insanlardan bazıları çocuklarını yaraladıklarını fark etti ve nasıl onarabileceklerini soruyorlar. Bazıları ergenlik döneminde yeniden bağlamaya nasıl başlayabileceğini soruyor. Bizler yetişkin olarak devrildik ya nasıl onaracağız? Teknoloji bağımlılığı olan çocuklarımız için neler yapabiliriz bunlar ile ilgili soru- cevapların, önerilerin verildiği programlar düzenleyebilir misiniz? Çocuklarımıza verdiğimiz kaygı ve korku duygularını nasıl alabiliriz?