Radyo Kategorisinde “TİKLER” Kelimesinden “1” Adet Bulunmuştur.
Kitap Kategorisinde “TİKLER” Kelimesinden “6” Adet Bulunmuştur.
Pozitif İletişim
Tanıtım
Eş eşi ya terapi eder ya da terapiye muhtaç eder.
Günümüzde eşler birbirlerini varolduğu hali ile kabul etmedikleri içindir ki, evlilikler incitici bir mücadele alanına dönüşüyor. Kişiler birbirlerini değiştirmek, dönüştürmek ve başkalaştırmak için mücadeleye girerken, koca bir yaşam, yıpranmışlıklar içinde geçip gidiyor.
Kimi zaman, kadın erkekleştikçe, erkek pasifleşiyor; erkek pasifleştikçe, kadın agresifleşiyor. Kimi zaman ise, erkek agresifleştikçe, kadın çaresizleşiyor; kadın çaresizleştikçe arada çocuklar eziliyor.
Halbuki mutluluğun temel esası 'koşulsuz saygı' ve kişinin 'varolduğu hali ile kabul edilmesi'dir.
Ve insan gördüğü, baskı ve zorlamalar kadar değil, 'kendi olmasına izin verildiği kadar' insandır.
Sağlıklı çocuk da, ceza ile korkutularak veya mükâfat ile yönlendirilerek 'davranış kazandırılmış' çocuk değildir. Sağlıklı çocuk; bir davranış 'yanlış' olduğu için o davranıştan uzak durabilecek 'iradeyi' kazanmış çocuktur.
İşte bu kitap bütün bunlardan bahsediyor. Belki de, aile içinde pozitif bir yaşam için gözden kaçırılan ayrıntıları sunuyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 9
Birinci Bölüm: Aile İçi İletişim
Aile İçi İletişimde ‘Kalite. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................................... 13
Hissî-duyusal iletişim, zihinsel iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 14
Ailede Güven Duygusu Nasıl Oluşur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................23
İletişimde benliğin tehdit algısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .........................26
Benliği tehdit eden iletişim sözleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
İletişimde ‘negatif tetikleme’ nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................31
Dolaylı benlik saldırısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 32
Aile içi iletişimde ‘evet’in gücünü keşfetmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 34
Aile içi iletişimde sesin tonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... 36
Aile İçi İletişim ve Problem Çözme Yeteneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................... . ...... . 39
Aile ferdî kararlarla mı, ‘şahs-ı manevî’ olarak mı yönetilmelidir? .........................................42
Sosyallik Aile İçinde Başlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................45
Kaliteli iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 46
Aile: ilk sosyal çevre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ 47
Tartışmalarınızı Çocukların Yanında Yapın Ama... . . . . . . . . . . . . . ............................. ...... . . 49
Tartışma kültürü oluşmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . 50
Anne-babası tartışan çocuk, kendini suçlu hisseder . . . . . . . . . . . . . ....................................... 51
Çocuğun gözündeki kara dev: anne-baba tartışması . . . . . . . . . . . ........................................... 52
Çözüme kavuşmayan tartışmaların sonucu: dikkat dağınıklığı, hiperaktiflik . . . . . . . . . ........ .53
Tartışma ortamının önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... 56
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................59
Kopan aile bağlarını, çocuğun kendi dünyasında değerlendirmesi. ..........................................61
Aidiyet duygusu için büyükler de dikkatli olmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 63
Çocuklar, dede ve nine profilini bilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 65
Ailenin çocuğa tanıtımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... . ... 66
Aile Büyükleri ile Anne-Baba Çatışması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 69
Güç gösterisinin mağdurları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . .. 71
Arada kalan çocuklarsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . 73
Gelin-kayınvalide çatışmasına şahit olan çocukların yaşadıkları . . ..........................................74
İç Sesini Duyabilen Anne-Babalar Olabilmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 77
Doğal anne-baba, kendi fıtratını bilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 79
Çocuk davranışlarındaki anormalliğin kaynağı, anne-babadır . . ............................................ . 82
İkinci Bölüm: Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Ceza, Çocuğun Kişiliğini Bozar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ . 87
Ceza ve çocuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... . 88
Çocuğun Anormal Davranışlarına Tepki Vermeyelim mi? . . . . . . . ........................................ . 93
‘Pedagojik tik’ ceza mıdır?..........................................................................................................94
‘Pedagojik tik’ ne zaman cezaya dönüşür? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 95
Davranış analizinde ‘niyet’ farklılığı; şefkat-şiddet dengesi . . . . . ......................................... . 96
Şefkat-Şiddet Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . .. . 99
Şiddet ve ceza ile çocuk terbiye etmeye çalışanların bahaneleri .............................................. 100
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları . . . . . . . . . . ....................................... 113
(1) Ceza, bir başka anormal davranışı teTİKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 117
(2) Ceza, ‘utanma’ hissini yok eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 119
(3) Ceza, ‘vicdan’ duygusunu köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 120
(4) Ceza, ‘ezilmişlik’ duygusu oluşturur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 121
(5) Ceza, ‘kontrolsüz öfkeyi’ körükler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 121
(6) Ceza ‘nefret’ duygusunu besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 122
(7) Ceza, çocuğu ‘ikiyüzlü’ yapar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 123
(8) Ceza, ‘yalana’ kapı açar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................124
(9) Ceza, ‘suçluluk duygusu’nu pekiştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 125
(10) Verilmiş ceza, bir sonraki cezanın tesirini azaltır . . . . . . . . . ............................................ . 126
(11) Ceza, ceza verenin ‘saygınlığı’nı zedeler . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... . . 127
(12) Ceza, negatif davranışa sebep olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 128
(13) Ceza alan, ceza vermeyi öğrenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . . 129
(14) Ceza, basit sorunları ‘kompleks hale’ getirir . . . . . . . . . . . . . .......................................... . . 129
Bir Davranışın Cezalandırılabilmesi İçin... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 133
Suçun, kasıtlı olarak işlenmiş olması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................134
İdrak nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................ . . 134
Ehliyet nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . . 135
Çocukta Vicdan Bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... . . 137
Vicdanın çocuk terbiyesindeki rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . 138
Anne-babanın vicdanı, çocukların vicdanının çekirdeğidir . . . . . ............................................... . 139
Doğumu takip eden ilk saatlerin önemi ve vicdan . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 139
Çocuk, anneye güvenerek hayata güvenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 140
Anne sütü, vicdanı besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. . 141
Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile varolmak . . . . . . . . . . . . . . ............................................. . 142
Din bir vicdan işidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 144
Fıtrat zorlamayı sevmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . . 146
Duygusal Yoksunluk Vicdanı Köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . 147
Çocuğu kendi düzenimize uymaya zorlamak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 149
Ağlatarak uyutmak, çocuğun vicdanını katılaştırır . . . . . . . . . . . . . .............................................. . 149
Anne kendini çocuğuna göre ayarlamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 152
Vicdan Eğitimi ve Zaman Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 153
Zamanın genişlemesi ve daralması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 154
Anne-babaların zamanı geniş olmalıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................... 156
Merak Duygusu ve Vicdan Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 159
‘Evet’in gücü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 160
Merak duygusunda denge . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . . 161
Merak hissini uyandırırken nelere dikkat edilmeli? . . . . . . . . . . . . . ............................................... 165
Çocuklarda Vicdan Hissi, Kişilik ve Karakterin Merkezidir . . . . . ............................................... .. 167
Çocukta kişilik ve karakter . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 168
Anne-babanın görevi ruhsal iletişimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... . 169
Kişilik ve karakter gelişiminde ruhsal iletişimin rolü . . . . . . . . . ................................................. . . 171
Çocuk duygusal iletişim içinde incitilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 171
Çocukla mücadele büyük hatadır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 172
Kişilik ve karakterin benlikle bağlantısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 173
Kız Çocuğunun Kişilik ve Karakter Gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ 177
Kız çocukta karakter gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 179
İrade anne-babanın elinde olmamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................180
Kız çocuğun dünyasında babanın yeri................................................................................................. 181
Kız çocuğun dünyasında annenin yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...........................................182
Çocukta İrade İnşasının Önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 185
Çocuk terbiyesi kal ile değil, hal ile olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ . 187
Ahlak eğitiminin ikinci dönemi: zihnî eğitim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................188
Ahlakî kurallar erkeğe de kıza da öğretilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. . 189
Önce ahlak eğitimi gelir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 190
12 yaşından sonra iradeyle tercihin sonucu anlatılmalı . . . . . . . . . .................................................... 191
Ruhsal beslenme kaynağı, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmalı .......................................................192
Ergenlik döneminde sadece anne-baba yetmez . . . . . . . . . . . . . . . ................................................... . 193
Ek: Çocuk ve Namaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 195
Önsöz
Bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir. Bir eşin bir eşe sevgi dolu hitabı, o evde işlerin günlerce yolunda gitmesine neden olabileceği gibi, nefret içeren fısıldaması da kıyametlerin kopmasına neden olabilir. Söz bir büyüdür, sırrı ile söylenirse yaşama sevinci oluşturur. Bir sözün en büyük destekçisi sesin tonu ve vücudun dilidir. Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler. Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebeveynlerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza ve kimi zaman da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise bir kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsa, o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır...
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, sözün tesir edebilmesi için ince ayrıntılardan bahsederken, bir yandan da ceza ve mükâfattın çocuk eğitiminde nasıl da yıkıcı bir rol oynadığına değiniyor. Umarız ebeveynleri bir kısır döngü içine iten ve bir süre sonra ebeveyn itibarını kaybettiren ceza ve mükâfat olmadan pozitif bir aile yaşamının oluşmasına bu kitap bir nebze olsun katkı sağlar.
Adem Güneş
Aile İçi İletişimde "Kalite"
“Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, mutsuz ailelerse kendilerince mutsuzdurlar” der Leo Tolstoy. Ona göre, dünyadaki mutsuz aile adedince mutsuzluk sebebi olmasına rağmen, mutlu ailelerin temel özellikleri neredeyse birbirinin aynıdır. Aile içi iletişim ve mutlu aile modelleri üzerine çalışmalar yapan Berna Bridge ise; “Mutlu ve başarılı yaşamanın anahtarı ‘olumlu’ ve ‘yapıcı’ iletişim becerileridir” demektedir.
Hiçbir aile terapistinin, psikolog veya pedagogun itiraz edemeyeceği kadar ortak kabul edilen gerçek; aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisinin, aile içi iletişimin ‘kalitesi’ olduğudur. Bir ailenin mutlu bir hayat sürmesi veya mutsuzluk girdabında bocalaması kadar önemli bir fonksiyona sahip olan ‘aile içi iletişim becerisi,’ maalesef ya yeterince anlaşılmamakta veya sonuçları kadar ciddiye alınmamaktadır.
-Aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisi, aile içi iletişimdeki kalitedir.
-Duyusal iletişim; fertlerin birbirleri ile kurdukları iletişimi, ‘hisduyu’ dünyası ile gerçekleştirmesidir..
-Eşlerin birbirlerinden beklediği şey, anlaşılıyor olmak değil, ‘hissediliyor olmak’tır..
-Bir eşin, diğer bir eşi zihnen algılıyor olması, onun duygularını ‘hissetmesi’ demek değildir.
-Eşler arasındaki iletişim ‘sadece’ birbirini anlamaya ve ihtiyaçları karşılamaya dönükse, bu, ‘doyumsanmış’ bir iletişim değildir.
-Kişiler arasında kurulan iletişimde, ‘sunilik,’ ‘yapmacıklık’ ve ‘sahtecilik,’ muhatabı tarafından çoğu defa oldukça kolay hissedilir.
-Aileyi bir arada tutan çekirdek güç, ‘güven duygusu’dur.
-Eşler güven duygusunu, birbirleri ile kurdukları iletişimle pekiştirir veya zedelerler.
-Aile içinde güven duygusunun oluşabilmesi için, eşlerin birbiri ile kurduğu iletişimde ‘kendi benliklerini tehdit altında hissetmemesi’ gerekir.
-İnsanın duygu dünyasını dengede tutan mekanizma, benlik; aile içi iletişimde oldukça dikkat edilmesi gereken bir noktadır..
-Hedef gösteren ‘sen’ kelimesi, insanın doğrudan benliğine hitap eder ve kişinin benliğini tehdit altına alır.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması
Aile içinde fertlerin birbirleri ile iletişimlerinde güven duygusunu kırıcı, kişilik ve kimliğe saldırıcı unsurlar görülmüyor olsa da, eğer aile içinde üçüncü şahıslar hakkında menfî konuşmalar yapılıyor ise; böylesi bir ortamda bulunan fertler, aslında birbirlerinin benliklerinde ‘dolaylı’ olarak tehdit algısı meydana getirir.
-Sosyal fobi sahibi olan bir çocuk, iletişim yeteneğini kaybeder.
-Anne-babasının problemleri nasıl çözdüğünü gören çocuk, kendisinde problem çözme yeteneği geliştirir.
-Özellikle aile içi iletişimde kullanılan ‘hayır’ kelimesi, kişinin kilitlenmesine, iç dünyasının kapanmasına neden olur.
-‘Hayır’ kelimesi, problem çözme yeteneğini kısıtlar.
-Kullanılan ses tonu da aile içi iletişimin kalitesini belirleyici bir faktördür.
-‘İletişim kurma yeteneği,’ ‘problem çözme yeteneği’ ile ikizdir.
-Aile içi mutluluk, eşler arasındaki iletişim kanallarının açık olmasına bağlıdır..
-Ailenin yönetimi, aile içi toplantılarla, aile içinde oluşturulan istişare mekanizması ile olmalıdır.
-Eşlerin birbirlerini tanıması, birbirlerinin karakterlerini ve çözüm tavsiyelerini bizzat görmesi ancak aile toplantıları ile olur.
Sosyallik Aile İle Başlar
Sosyal çevresi ile iletişimini kesmiş, içine kapanmış ve kimse ile görüşmeyen kişilere halk arasında ‘asosyal kişi’ denilir. Asosyalliğin tanımı her ne kadar bu şekilde yapılıyor olsa da, psikoloji biliminde, asosyal kişilik bozukluğunun tanımı; kişinin sosyal çevresi ile “yeterince ve kaliteli etkileşim içinde bulunamaması” diye çok öz olarak ifade edilebilir. Bir kişinin sosyal çevresi ile yeterince ve kaliteli bir etkileşim içinde bulunamaması bazen kişinin içinde yaşadığı ve kimseye açamadığı problemlerin baskısı ile bazen de kişinin gereğinden daha fazla kişi ile iletişim içinde olmasıyla oluşabilir. Her iki durum da kişiyi asosyal hale getirir.
-Kaliteli iletişimin başlayabilmesi için, önce zihinsel, sonra duygusal hazır bulunuşluk seviyesine gelinmeli.
-Bir bireyin ilk ve en kaliteli sosyal çevresi ailesidir.
-Kişi kaliteli iletişimi ancak o kişi için zaman ayırarak ve belli bir psikolojik hazır bulunuşluk seviyesine geldikten sonra gerçekleştirebilir.
-Aile içinde tartışma kültürü olmalı. Çünkü kavgada şiddet ve darp sözkonusuyken; tartışmada böyle bir durum mevzubahis değildir.
-Çocuk, çoğu defa annebabasının neden tartıştığını bilmez.
-Çocuk annebabanın tartışmasına neden olan konuyu bilemediği için, bunu kendi küçük dünyası içerisinde büyütür.
-Çocuğun yanında yapılan tartışmalar mutlaka bir sonuca bağlanmalı.
-Çocuk annebabasının tartışmaları karşısında süner.
-Aile içi tartışmaların adabına uygun yapılmamasının, çocuk üzerindeki en büyük olumsuz etkisi, hiperaktiflik ve dikkat dağınıklığıdır.
-Çocuğun tartışma ortamında bulunuyor oluşu, ona tartışmanın nasıl idare edildiğini öğretir.
-Eşler tartışma adabını bilmiyorsa, konuyu daha sonra konuşmak için, birbirleriyle anlaşma yapmalıdırlar.
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri
Aile büyüklerinin yılda bir kere ziyaret edilmesi, ruhsal bağların kesilmesi ileride anne-babaların başına gelecek felaketin habercisidir. Zira, kopuk bir aile ilişkisi varsa, büyükbaba ve büyükannelerin ruhsal temasları hissettirilmiyorsa, aile büyüklerinin yanına senede bir defa gidildiğinde büyükanne-büyükbaba ile karşılaştığında çoğu defa çocuklar onlardan korkuyorlar.
-Aile büyükleriyle olan irtibat, aidiyet duygusunun varolmasında ve çocuğun güçlü bir ruha sahip olmasında oldukça etkilidir.
-Anne-babalar, aile büyüklerinin ruhî varlığını çocuğa hissettirmelidir.
-Aile büyükleriyle bir arada bulunuyor olmak bir ailenin geleceği açısından oldukça önemlidir.
-Büyükler, kurulmuş olan aile müessesesinin kendisine has birtakım kuralları olduğunu unutmamalı ve bu kuralları kabullenmeli.
-Aile büyükleri, aile içerisindeki statüleri bozucu davranışlar içerisinde bulunmamalı.
-Dede ve nineler, mutlaka torunlarının gözünde çözüm anahtarı olan bir diğer kişi olarak yer etmelidir.
-Aile içerisinde küskünlükler, birbirine karşı düşmanlıklar çocuğun yanında sergilenmemeli.
-Aile içindeki küslüklere çocuk alet edilmemeli.
-Anne-baba ile büyükannedede tartışmasının gizli mağduru, çocuklardır.
-Gelin-kaynana arasındaki çatışmanın asıl mağdurlarından biri, çocuktur.
-Anne ile babaanne arasında geçen gerginlikler çocuk için çok yıpratıcıdır.
-Annesiyle, büyükannesinin çatışmalarına ve tartışmalarına şahit olan çocuklar, çoğunlukla güven kaybı yaşar, ruhen zedelenirler.
-Çocuğunu babaanneden koparan bir anne, aynı zamanda çocuğunu babasından da kopardığını bilmelidir.
-Sağlıklı ruha sahip bir çocuk hiçbir zaman bir aile bireyini diğerine tercih etmeye zorlanmamalıdır.
İç Sesini Duyabilen Anne- Babalar Olabilmek
Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır. Ruhsal dinginliğe erişmeyen kişi anne-baba olursa, çocuklarını yıpratır. Anne-baba olmak, çocuk terbiyesinde çok bilinçli olmak, çok kitap okumak ile alâkalı değildir. Kendi iç sesini duyabilen, kendi dünyasında fırtınaları dindirmiş, zayıflıklarının farkına varmış, nefsinin elinde perişan olan biri değil, nefsine karşı kendini geliştirebilmiş ve o makamda bir insan olması lazımdır ki çocuğuna faydalı olabilsin.
-Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır.
-Bir annenin yapacağı en önemli şey; kendi ruhunu, kendi fıtratını duyabilmiş olmaktır.
-Anneler çoğu defa his yeteneğini bıraktığı için annelik yapmakta zorluk çekiyorlar.
-Bir insanın kendisi gibi olabilmesi ve doğal olabilmesi bir anne veya baba için en büyük kazanımdır.
-Tahammülsüz ebeveynler ise çocuğuna ‘tesir gücünü’ kaybeder.
Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Çocuk terbiyesinde nedense ‘suç’ denilince hemen akıllara ‘ceza’ gelir. Hatta öyle ki çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl ceza verileceği, ceza alan çocuğun nasıl ‘adam olduğu’ ballandıra ballandıra anlatılır durur. Peki, suç işleyen çocuğu, ceza korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdanî ve ne kadar İslamî bir usuldür? Günümüz anne-babalarının ‘anlık çözüm’ olarak her an rahatlıkla kullandıkları ceza acaba tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hayatında var mıydı?
Çocuğun sergilediği anormal bir davranış karşısında, anne-babanın ani bir refleks ile ‘çocuğun davranışına’ tepki vermesine ‘Pedagojik tik’ diyoruz. Gösterilen bu tepki, bazen yüksek sesle bağırma, bazen çocuğa vurma, bazen de çocuğun canının yanmasına kadar uzayabilir.
-Sizi mahcup eden çocuğunuza tebessüm etmek, çocuğun normalleşmesine yardım etmek demektir.
-Çocuk kabahatli olsa bile ona koşulsuz bir saygı ile yaklaşmak gerekir ki, olumsuz davranış olumlu hale dönüşsün.
-Ceza, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usulüdür.
-Çocuk terbiyesinin özü, çocuğun vicdanının sesini duyabilmesine zemin hazırlamaktır.
-Çocuklarda ceza etkin bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz en azından bir kez dahi çocuklara ceza vermez miydi?
-Pedagojik tik, içerisinde şiddet unsuru barındırıyormuş gibi görülse de bir şefkat davranışıdır.
-‘Pedagojik tik’te ‘niyet,’ çocuğu, düşmek üzere olduğu tehlikeden bir şefkat refleksi ile uzaklaştırmaktır.
-Kendi çocuğuna pedagojik tik uygulayan anne-babanın niyeti, ‘çocuğa acı vermek’ ve verilen ‘o acı ile çocuğu terbiye etmek’ değildir.
-Niyeti baştan şiddet olan anne, çocuğunun eline vurduktan sonra ‘söylenmelere,’ ‘şiddet gösterilerine’ devam eder.
Şefkat- Şiddet Dengesi
Vicdanı ölmemiş hiçbir anne-baba, ‘bilinçli’ olarak çocuklarına karşı şiddet kullanmaz. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesinde en çok başvurulan yöntem, yine de ‘şiddet’tir. “Şiddet nedir?” diye analiz edecek olursak görüyoruz ki, şiddet, cezanın ikiz kardeşidir. Birbirlerine o kadar benzerler ki, şiddet ile cezayı ayırt etmek için ya konunun uzmanı olmak, ya da çok bilinçli bir anne-baba olmak gerekir.
-Anne-babalar, çoğu defa çocuklarına karşı davranışlarının ‘şiddet’ içerdiğini fark etmezler.
-Cezanın asıl yıkıcı tarafı, ‘ceza alanın ceza vermeyi öğrenmesi’dir.
-Şiddet, bir önceki nesilden bir sonraki nesile aktarılarak nesilden nesile bulaşıcı bir hastalık gibi devam eder, gider.
-İnsanları yanlış ve anormal davranıştan alıkoyan şey, karşıdakinin gücünden korkması değil, kendi vicdanının rahatsız olmasıdır.
-Şiddet ve ceza ile çocuğunu terbiye etmek isteyen kişi, kötü niyetli olmayabilir; fakat ‘şiddetin kendisi’ kötüdür.
-Şiddet, sanıldığı gibi kolay vazgeçilebilecek bir alışkanlık değildir.
-Ceza, şiddetin ilk basamağıdır.
-Çocuklar, anne-babasının ‘çocuklarıdır;’ onların köleleri değildir
-Bir davranışın edinilmesi için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu halde, ebeveynler çocuklarından hemen sonuç bekliyorlar.
-Peygamberimiz (a.s.m.) namaz kılma gibi dinen en önemli olan bir davranışın edinilmesinde bile hiç aceleci davranmayı tavsiye etmiyor.
-Birçok ebeveyn çocukların ceza almaması gerektiği ifade edildiğinde, ama Allah da insanları cezalandırıyor, diye itiraz ediyor.
-Allah cehennemi çocukların terbiyesi konusunda sunmuyor.
Ceza Alan Çocuklarda Görülen Davranış Bozuklukları
Çocuk terbiyesine ait konularda yardım için başvurulan kitaplarda ve danışılan uzmanların birçoğunda sıkça ‘hayvanlar’ın nasıl terbiye edildiğinden bahsedilip, daha sonra bu örneklerin insanlar üzerinde nasıl uygulanacağı anlatılmaktadır. Zira birçok psikolog, pedagog ve davranış bilimci, insanlar ile hayvanların aynı soydan geldiğini iddia etTİKLERi için ‘hayvan terbiye etme usulleri’nin ‘insan terbiyesi’nde de kullanılmasında bir sakınca görmemektedir.
-Maalesef günümüzde birçok kişi, hayvan davranışlarından yola çıkarak, insan davranışlarını anlamaya çalışıyor.
-Çocuk, Anadolu Pedagojisi’nde ‘duyguda özgürlük davranışta disiplin’ prensibi çerçevesinde yaşama uyum sağlattırılmalıdır.
-Çocuk merak duygusu ile değil ama yıkıcılık içinde etrafa zarar veriyorsa, böyle bir durumda anne değil; baba ‘kararlı’ duruşu ile çocuğun davranışına sınır çizmelidir.
-Ceza ile terbiye edilmeye çalışılan çocuklarda görülen en belirgin özellik, verilen cezanın çocuklarda yeni bir davranış bozukluğuna yol açmasıdır.
-Ceza alan çocuk, kendi gururunu koruyabilmek için bir başka anormal davranışa doğru yol alır.
-Çocuk, kendisine ceza verildiğinde iç dünyasında oluşan yaralanmaların acısını duymamak için duygularını devreden çıkartır.
-Ceza alarak yetişen çocukların en belirgin davranış sapması, ‘ezik ve silik’ bir kişiliğe sahip olmalarıdır.
-Çocuklar ceza anında bastırdıkları öfkelerini, daha da şiddetli bir şekilde, başka yerlerde kullanmaktadırlar.
-Çocuk, kendisine verilen bir cezayı, yanlış davranışına değil; kimliğine karşı verilmiş bir ceza olarak algılar.
-Cezanın en bilinen ve çok sık görülen negatif tesirlerinden biri de, çocukta suçluluk duygusunu oluşturuyor olmasıdır.
-Kendini suçlu olarak kabul eden çocuk, arkadaşlarını kendisi gibi suçlular arasından seçebilir.
-Ceza alışkanlığı bulunan ailelerde yetişen çocuklarda, sevgi ve şefkat duygularının gelişmediği görülür.
-Güven duygusu zedelenmiş çocuklarda, annenin ahlak kurallarına ait öğreteceği değerler, çocuğun vicdanında karşılık bulamayabilir.
-Çok basit şekilde çözülecek sorunlar bile, cezanın oluşturduğu negatif tesir ile kompleks bir hal alabilir.
-Zihinsel olgunluğa ermemiş, aklî melekeleri tam çalışmayan kişilere, işledikleri suçlardan dolayı ceza verilemez.
-Çocuk ehil olmadığı, yani yeteneklerinin henüz gelişmemiş bulunduğu sahalardan sorumlu tutulamaz.
-Çocuğun, ceza alabilmesi için ruhî ve fizikî bir olgunluğa gelmesi şarttır. Bu da ergenlik dönemiyle olur.
Çocukta Vicdan Bilinci
Çocukları ‘ceza’ ile terbiye etmeye çalışmak yanlış bir usuldür; bunun yanında çocuk ruhunu tahrip edicidir de. Bu nedenle çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir. Çocukların ceza ile değil, aksine; vicdan ile terbiye olması gerektiği gerek pedagojik, gerekse İslamî kaynaklara dayanarak izah edilecek olunursa, bu noktada akıllara ilk olarak “O halde vicdana dayalı çocuk terbiyesi nasıl olur?” sorusu gelir.
-Çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir.
-Anne-babaların vicdanı, çocukların vicdanının oluşumunda bir ‘çekirdek,’ bir ‘nüve’ hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.
-Doğumu takip eden ilk saatlerde, çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde ‘manyetik bağ’ oluşmaktadır.
-Çocuk, annesinin ihmaline uğradığı kadar vicdanı katılaşır.
-Çocuk, annesinden aldığı teselli ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir.
-Çocuk, yetişkinin sözlerinin ardındaki samimiyetsizliği sezdiği sırada kendi vicdanına güvenini yitirir.
-Çocuk bir ruh okuyucusu olarak, yetişkinin bütün beden dilini ruhu ile beraber okur.
-Bir çocuğun bir yetişkini sevebilmesinin en temel şartı, davranış ve sözlerde samimi olmak, dupduru bir vicdanla varolmaktır.
-Annelere, çocuğuna uyum sağlaması yerine, maalesef, kendisine ayak uydurmaya zorlaması tavsiye ediliyor.
-Henüz konuşma yeteneği olmayan bir bebek, etrafı ile iletişimini ‘ağlayarak’ gerçekleştirir.
-Eğer anne, çocuğun uykuya dalma ve uyanma ‘ritmini’ kendi yaşantısına uydurmaya zorlarsa, bebeğinin ‘biyolojik ritmini’ bozmuş olur.
-Annenin kendisini çocuğuna göre ayarlamaya çalışması, çocuğu rahatlatacak, çocuk sağlıklı bir ruhî gelişim gösterecektir.
-Günümüz insanının hayatını bir kaosa çeviren en önemli faktör, ‘zamanın daralması’dır.
-Günümüz insanı, eşyaya ayırdığı zaman kadar kendisine ve karşısındakine vakit ayıramıyor.
-Dar zamana sıkıştırılmış bir şekilde anne-babalık yapmaya çalışmak, çocuk ruhu açısından oldukça rahatsızlık vericidir.
-Anne-babasının acelesi olmadığını bilen çocuk, ruhunun derinliklerine iner.
-İnsanın bir eşyayı, bir olayı ‘anlamaya’ yönelik olarak içinde duyduğu heyecana ‘merak’ diyoruz.
-Merak duygusu aşırı derecede körüklenmiş çocukların birtakım ruhsal rahatsızlıklar yaşama ihtimali yüksektir.
-Çocuk iç dünyasında oluşan meraklı sorulara cevap bulmalıdır.
-Anne-babalar merak hissinin sönmemesi için verdikleri cevaplarda çok ‘gerçekçi’ ve ‘samimi’ olmalıdır.
-Çocuk anneyle ne kadar etkileşim ve ne kadar engelsiz bir iletişim içerisinde ise kişilik gelişimi o denli güçlü olacaktır.
-Anne “Otoriter olayım, mükemmeliyetçi olayım” derse, çocuğun duygu dünyasını besleyen kanallar tıkanmış olur.
-Babanın görevi, çocukla ruhsal temas kurarak doğrudan iletişim kurmaktır.
-Çocukla annebaba arasında ruhsal bir temas yoksa, derin bir iletişim de yoktur.
-Kendini kul olarak görme ve kendisini de Allah’a bağlı olarak görüyor olma, benliğin en güçlü halidir.
-Anne-babalar, çocuklarının nefislerini öldüreyim derken, benliklerini tahrip ediyorlar.
-Anne-babanın görevi, çocuğun benliğini güçlendirmektir.
Kız Çocuğunuzun Kişilik ve Karakter Gelişimi
Kız ve erkek çocuğunun karakter oluşumunda farklılıklar vardır. Duygusal bir yapıya sahip olan kız çocuklarının kişilik ve karakter gelişiminde annebabanın kız çocuklarının bu ince ruhunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa o kişi o kadar kişilik sahibidir’ denir. Kişinin dışa yansıttığı dünya ile içindeki gerçek dünyası arasında fark varsa buna da “kişilik bozukluğu” denir. Bir kişi yalan söylemenin yanlış bir şey olduğunu biliyor, ama buna rağmen yalan söylüyorsa bu bir kişilik bozukluğudur.
-Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa, o kişi o kadar kişilik sahibi’dir.
-Karakter; kişinin bir davranışı sürekli ve iradî olarak yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
-Baba veya anne, kızının karakteri oluşurken, iradesini elinden alır, onu küçük düşürürse karakter zafiyete uğrar.
-Kız çocuğu duygu dünyası bakımından daha zayıftır, yapı olarak da sığınma ihtiyacı içindedir.
-Anneler özellikle ergenlik döneminde kız çocuğunun kendilerine çok ihtiyacı olduğunu bilmeli.
Çocukta İrade İnşası
Çocuklarda irade inşası, çocuk terbiyesinin en temel unsurudur. Ancak iradenin oluşumu kız çocuklarda ayrı, erkek çocuklarda ayrı gelişir. Ahlak öğretilerinin de sıkı sıkıya çocuk tarafından benimsenmesi çocukta oluşmuş olan iradeye bağlıdır. Yani çocuk, toplumda hoşuna gitmeyen kuralları uyguluyorsa veya ne kadar cazip gelirse gelsin birtakım ahlaksız işlere girmiyorsa, bu, o çocuğun kazanmış olduğu irade ile mümkündür.
-Babanın güçlü ve iradî duruşu erkek çocukta yeni bir irade oluşturmayı beraberinde getirir.
-Ahlak eğitiminin temelinde, duygusal, duyusal eğitim yer alır.
-Çocuk doğduğu andan itibaren anne-babasını gözlemleyerek, anne-babasının ahlak kurallarını, yaşam tarzını benimseyerek kendisinde geliştirir.
-Çocuk 7 yaşından önce gördüğü şeyleri tek doğru olarak kabul eder, anne-baba gibi olmak ister.
-Din eğitiminin ilk aşaması sosyal yaşam ve ahlak kuralları eğitimidir.
-Erkek çocuk cesaret gibi üstün yetenekleri; babasından aldığı gibi, babasının da taklit ettiği aslî beslenme kaynağına; Peygamberimize yönelmeli.
-Çocuk, ergenlik döneminde, kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle gelişim sürecini tamamlamalı.
-Çocuk, manevî derinlikleri olan ikinci rehberinin yanında fıtratının başka bir boyutunu geliştirir.
Çocuk Eğitiminde Doğru Bilinen Yanlışlar
Tanıtım
Çocuk eğitimi, çocuğu ceza ve mükâfat ile "adam etmek" değil, onun dostluğunu kazanabilme becerisidir... Bu beceriyi elde edebilen yetişkinlerdir çocuklarını eğitebilenler...
Çocuk, baskı ve zorlamalar ile sindirildikçe değil, ebeveynine güvenle tutunabildikçe kişiliğini geliştirir.
Çıktığı günden bu yana 100 binin üzerinde okura ulaşan bu kitap, "korkmayın çocuk iyidir" sözünden cesaret alan yetişkinlerin çocuğa dost olma hikâyesine dönüştü. Birçok anne baba, çocukları ile dost olmanın verdiği keyifle birbirlerine, "gel sen de çocukla çocuk ol" diye seslendi...
Bir "çocuk dostu" hikâyesi yayıldı ülkemizde…
Bu eserde Pedagog Dr. Adem Güneş, çocuğun anne karnında başlayan yaşam serüvenini ergenlik sonuna kadar ele alıyor, çocuk eğitimine dair "doğru bilinen yanlışlar"ı gözler önüne seriyor…
İçindekiler
Teşekkür 9
Önsöz 11
Embriyo Psikolojisi 15
Genetik karakter nedir? 15
Psikolojik karakter 16
Embriyo psikolojisi 16
Anne-Çocuk Arasındaki Sır 19
İlk saatlerin önemi… 21
Çocuğun özellikleri bilinçaltına kaydediliyor 21
Ten, göz, koku… 22
Anne Sütü Gereksiz mi? 25
Anne sütü 25
Anne sütü, bebeğin her şeyi 27
Anne sütü, kanseri önler 29
Anne sütünün ağız sağlığıyla bağlantısı 29
Emzirme ve uyum süreci 30
Çocuk İhtiyaç Duyduğu An Sevgi Alabilmeli 33
İhtiyaç duyulduğu an sevgi 34
Ofisle kreş arasına sıkışan anneler 35
Duygusal yakından ayrılma 36
Kreş mi, büyükanne mi? 36
O Yüzden Bazıları “Şıpsevdi” 39
“Sevme engelli” olma 40
Anne sevgisinin yokluğu, çocuklarını sevememeye de yol açar 40
Kişi kendiyle yüzleşebilmeli 41
İlgisiz Çocuk Sendromu 43
Bazı anneleri bekleyen risk 43
Ne yapılmalı? 44
“Evlatkolik” Anne-Babalar 47
Bağımlılık mı, sosyal hayata hazırlanamama mı? 48
Çocuk hata yaptıkça tecrübe kazanır 49
Bağımlı ebeveynin çocuğunu bekleyen birkaç tehlike 50
“Bağımlılık” kaos, “bağlılık” huzur getirir 51
Pembe Babalar, Hırçın Anneler 53
Anne gibi anne, baba gibi baba olmak 53
Baba, ailede otorite temsilcisidir 54
Anne şefkat temsilcisi, denge unsurudur 55
“Arkadaş” Değil; “Baba” Gibi Baba 59
Babalar artık nerede? 60
Çok yoğun baba modası! 62
Babasız çocuklarda davranış bozuklukları görülür 62
Çocuk Eğitimi ile Çocuk Terbiyesi aynı mıdır? 65
İyi eğitilmiş çocuk, iyi terbiye edilmiş midir? 65
O halde “çocuk terbiyesi” nedir? 66
Tanımadan “Çocuk Terbiyesi” Olmaz 69
Şahin’in korkak bir kargaya dönüşme hikâyesi 69
Çocuğunuzu yeniden keşfedin 71
Başarı mı başarısızlık mı ölçü olmalı? 73
Çocuğu en iyi anne tanır 74
Akıllı Uslu Çocuk, Terbiyeli Çocuk mudur? 77
Çocuğun Çocuk Olduğunu Unutmayın! 81
Çocuk İçin Oyun Önemli bir “İş”tir 87
Oyun, oyun değildir 88
“Haydi, git biraz oyna!” 89
Oyalamak mı, oynamak mı? 90
Çocukla oyun oynamak, beceri ister 90
Çocuk oynadığı oyunun hâkimidir 91
Oyun amaçsızdır 91
Modaya değil, çocuğa uygun oyuncak 92
6 aydan küçüklere 93
2 yaşa kadar 93
3 yaşından sonra 93
3-5 yaş arası 94
6-8 yaş arası 94
9-11 yaş arası 95
12 yaş ve üzeri 95
Asıl Tehlike Oyuncak Silah Değildir 97
Anormal davranışlar çabuk bulaşır 98
Çocuğun dünyasındaki kırık noktaların işareti... 99
Çocuk oyuncak silahlardan nasıl uzak tutulmalı? 100
Sanal Oyunlar Şiddete Yönlendiriyor 103
“Hepinizi öldüreceğim!” 104
Sanal sorumlulukla “yarı gerçek” yaşam 105
Sanal Yolla Ruhsal Hastalık Bulaşıyor 109
İnternet teknolojisi masum değildir 110
Anne-babalar dikkat 111
Çocuğunuzun Öfkesini Söndürmeyin 113
Öfke, sosyal hayatı düzenler 114
Öfke, çocukları tacizden korur 114
Öfkenin önüne geçilmezse zararlı olmaz mı? 115
Öfke zehir, vicdan panzehirdir 116
Vicdan ve öfke dengesi 117
Çocuk anne-babanın yankısıdır 119
Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur 120
Bahane, vicdanı öldürür 121
Duyarlılık vicdanı besler 123
Yalan, Vicdan Zehirlenmesidir 125
Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır 125
Yalan, öğrenilen bir davranıştır 128
Çocuk dünyası ve yalan 129
Yalan söyleyen çocuk için ne yapılmalı? 130
Çocuklarda Korku ve Hayata Hazırlanma 133
Korku doğal bir süreçtir 134
Korku provaları 134
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 139
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 141
Cinsel eğitimle mahremiyet eğitimi arasında ne fark var? 142
Mahremiyet Eğitimi 147
Temel Davranış Refleksi hangi yaşta ve nasıl kazandırılmalıdır? 148
Kardeş, Kardeşin “Kuma”sıdır 153
Kıskançlık onun kanında var 153
Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır 154
Çocuklara eşit davranmak, kıskançlığı körükler 154
Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur 156
Adaletsizlik, güvensizliği;
güvensizlik de kıskançlığı teTİKLER 156
Statü kaybı ve kıskançlık 157
Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar 157
“Tıpkı babası gibi gözleri var” 158
Çocuğum Hareketli mi, Hiperaktif mi? 161
DEHB nedir? 161
DEHB’nin belirgin özellikleri nedir? 162
DEHB nasıl oluşur? 163
DEHB’nin tedavisi var mıdır? 164
Son bir tavsiye 165
Anne, Allah Nerede? 167
Bilinçaltında büyüyen öcü 168
Her kalpte Allah varsa “O” kaç tane? 169
Çocuğunuzu Allah İle Korkutmayın 171
Zorlu Süreç: Tuvalet Eğitimi 175
Tuvalet eğitimi, anneyle çocuğu yakınlaştırır 177
Tuvalet alışkanlığı çok defa psikolojiktir 179
Pratikte neler yapılabilir? 179
Önsöz
Hani derler ya ilk göz ağrım diye… İşte, elinizde tuttuğunuz bu kitap benim yazarlık serüvenimin ilk kitaplarımdan biri.
Yıllar önceydi... Paylaşacak çok şeyim vardı, çocuk eğitimine dair...
İçimdeki bir ses, “Yazmalısın, paylaşmalısın çocuğa dair bildiklerini.” diyor, bir diğeri ise “Yazsan ne olacak, kim okur ki?” diye itiraz ediyordu...
Üniversite yıllarımdan beri aldığım notlar vardı, yazık olmaz mıydı onlara, ne de özenerek biriktirmiştim onları anne-babalar ile paylaşmak için... Uzunca yıllar Avrupa’da edindiğim gözlemlerim vardı, söylenecek, kritik edilecek şeyler birikiyordu zihnimde... Dahası, kendi kültürel kaynaklarımızdan edindiğim heyecan verici bilgiler vardı... Mevlânâlar, Yunuslar, Hacı Bektaşlar, Itriler, Haime Analar... İstanbul beyefendisinin nasıl yetiştirildiğine dair yöntemlerimiz vardı... Şefkat, merhamet, mahcubiyet, tevazuu gibi insanın en kıymetli hazineleri vardı, bugün unutulmaya yüz tutmuş... Okuduğum bilimsel makaleler, araştırmalar, kitaplar vardı... Dahası ben bir babaydım; çocuk yetiştirmeye dair hatalarım, yanlışlarımın acıları, doğrularımın sevinci vardı paylaşacak...
Belki de farkında olmadan çocuğu tanımaya başlamıştım ben... Çocuk hiç de zannedildiği gibi bir “baş belası” değil, insan olma mücadelesi veren zayıf biriydi… Tek dayanağı anne-babası, içinde yaşayacağı yetişkinler topluluğu idi...
Ama gel gör ki, çocuğa dair yanlış imajlar, onun bir “kedi gibi” terbiye edileceği yanılgısını oluşturuyordu...
Onun bir duygu dünyası olduğu unutulmuştu. Aşağılanıyordu mesela çocuk... Azarlanıyordu yanlış yaptığı bir işte, yanlışın ve doğrunun ne olduğunu henüz bilmeden üstelik... Çocuğun bir duygu dünyası olabileceğine çok dikkat çekilmiyordu.
Onu “adam etmek” için gerektiğinde cezalar veriyor, “akıllansın” diye şiddet uyguluyordu yetişkinler. Ve ben çocuğu işte bu gürültü içinde, sersemlemiş bir halde, sağa sola bakarken buldum. İçim acıdı...
Çocuğa yardım etmeliydim, ama nasıl...
Çocuğun bu kadar yanlış tanınmasını nasıl değiştirebilirdim ki... Utanıyordu anne babalar kendi arkadaşlarının yanında, çocuklarının çocuksu davranışlarından... Toplum da anne-babaları utandırıyordu “Nasıl çocuk yetiştirmiş, şuna bak...” diye. Çocuğun utanılacak biri olmadığını, onun acemi, küçük bir insan olduğunu anlatmayı denemeliydim...
Kim dinlerdi beni bilmiyorum... Çocuğu ceza ile eğitmeye çalışmanın bir utanç değil, gelenek halini aldığı günümüzde ne söyleyebilirdim yetişkinlere? Olsun... Yazmalıydım... ve işte elinizde tuttuğunuz bu kitabı acemice kaleme aldım.
Önce çok yadırgandım, “Ne diyor bu adam?” diye…Eleştirildim… Koca bir toplumun karşısında kendimi yapayalnız hissettim...
Ama gün geçtikçe, “Korkmayın, çocuk iyidir.” sözüne inanlar, çocukla dost olmaya başladıklarında kendilerini de çocukla iyi ettiler... Çocukla çocuk olmanın keyfi başkaydı. Bunu tadanlarsa başka anne-babalara da “gel sen de çocuk ol” diye el uzattılar... Bir “çocuk dostu” hikâyesi başladı ülkemizde...
Geri dönüp baktığımda, şu küçük bilgi kaynağı kitap 100.000’in üzerinde satış yaptığını; daha da önemlisi ardından yazdığım kitapların cesaretini oluşturduğunu görüyorum.
Bugün artık çocuğun “ceza ile adam edilmeye çalışılmasının” tek ve geçerli bir eğitim metodu olmadığının konuşulması heyecan verici...
Çocuk aziz bir misafirdir, anne-babaların evinde “bir süre” kalmak üzere... O süreç bitince misafirler evden ayrılır. Ebeveynler geri dönüp aziz misafirlerine nasıl davrandığını hatırladığında mahcup olmamalı, utanıp pişmanlık yaşamamalılar…
Kim ki aziz misafirine saygı gösterir, onun dünyayı öğrenmesine gönüllü rehberlik ederse, o çocuğunu kazanır...
Kazanılmış çocukların var olduğu bir dünyada yaşama arzusu ile...
EMBRİYO PSİKOLOJİSİ
Anne karnında dokuz ay geçiren çocuğun tıpkı fiziksel görünümü gibi psikolojik ve ruhi gelişiminin de temelleri usulca atılır.
Anne kendini huzurlu, mutlu hissettiğinde ya da kaygılanıp üzüldüğünde karnındaki bebek tüm bunlardan acaba nasıl etkilenir?
Örneğin, “Bizim çocuk çok çekingen. Kalabalıkta kendini ifade edemiyor, iki kelimeyi yan yana getiremiyor.” diye dert yanarken bu sonucun çocuğun anne karnında yaşadığı psikolojiyle bağlantısı olup olmadığı aklınıza geliyor mu?
“Genetik karakter” anne-babadan alınan genlerin tesiriyle anne karnında oluşuyorsa; ‘psikolojik karakter’in temelleri de yine anne karnında atılır.
ANNE ÇOCUK ARASINDAKİ SIR
Pedagoji bilimi, anne ve çocuk arasındaki bağı araştırırken büyük bir hakikatin perdesini farkında olmadan araladı. Böylece aralarındaki o müthiş bağın gizemli sırrı birazcık daha anlaşılır duruma geldi.
Çocuk yetiştirmek büyük yüktür. Bir çocuğun doğumundan ölümüne kadar tüm sorumluluğunu taşımak hiç de kolay değildir. Bundan dolayı da her insan bu fedakârlığı kaldıramaz.
Çocuğun doğduğu andan itibaren tiksinmeden altını değiştirmek, henüz yürüyemezken onu her gidilen yere kucakta götürmek, gece uykusuz kalmak, gündüz onca yorgunluğa katlanmak sıradan ve kolay bir yaşam değildir. Bu süreci bile bile kabul etmek, ruhen çok güçlü olmayı gerektirir.
“Çocukla anne arasındaki uyum süreci”nde ise anne ruhen güçlenir ve çocuğuna yoğun şekilde bağlanır. Eğer anne çocuğuyla bu ruh bağlanmasını gerçekleştiremezse bu yükün altından kalkamaz. Çocuğun her yaramazlığı veya hırçınlığı annenin bam teline dokunur, aşırı derecede sinirlendirir onu. Hatta bazen de sıradan birçok olay öfke nöbetleriyle bile sonlanabilir.
Anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın ne anlama geldiğini netleştirebilmek için çocukla teyze arasındaki ilişkiye göz atmak gerekir.
ANNE SÜTÜ GEREKSİZ Mİ?
Genellikle anne sütünün biyolojik beslenmeye etkileri üzerinde durulur. Oysa ki emzirme dönemi bebeği ruhen besler, anneyle çocuk arasında büyük ve çok önemli bir ilişkinin tesis edilmesini sağlar.
Süt içen çocuğun ruhi beslenmesini hesaba katmadan, sadece beden gelişimini önemseyerek “ilk altı aydan sonra anne sütünün besleyiciliği azalıyor” demek, anneye ve bebeğe yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Kaldı ki bilimsel araştırmalar, anne sütünün ilk altı aydan sonra da besleyicilik özelliği taşıdığını ortaya koyuyor.
ÇOCUK İHTİYAÇ DUYDUĞU AN SEVGİ ALABİLMELİ
Her birimiz sevilmeye muhtaç; ama (maalesef) her birimizin kaşları sevgi isteyene çatık...
Meşhur Psikiyatr Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı isimli eserinde, çocukluk yıllarında anne-babalarından yeterli sevgiyi alamamış kişilerin ömürleri boyunca o doyamadıkları sevgiyi başkalarında arayacağından bahseder. Ama bu sevgi arayışı tamamen boşunadır. Çocukluk yıllarında anne-babalarından doyasıya sevgi alamayanların karşısına asla duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek birileri çıkmaz. Çünkü o sevgi “zaman” itibarıyla özeldir. Karşılıksız verilmiş olması, ihtiyaç duyulduğu an giderilmesi sebebiyle de çok kıymetlidir…
O YÜZDEN BAZILARI "ŞIPSEVDİ"
Kız ya da erkek fark etmez, anne sevgisi çocukluğun ilk yıllarında hayati önem taşır. Çocuk; özellikle ilk yedi yılda “doya doya” anne sevgi ve ilgisini aldıysa hayatının geri kalan kısmında emin adımlarla ilerleyebilir, neyi, neden istediğini daha iyi değerlendirebilir.
Şefkat hissiyle örülü, karşılıksız anne sevgisinden mahrum yetişen gençler; özellikle ergenlik çağından itibaren içlerindeki bu boşluğu doldurabilmek için o adresten diğer adrese koşma ihtiyacı hisseder.
Anne sevgisinin önemi bu kadarla da kalmaz. Çocukluk yıllarında annesinden yeterince ilgi ve sevgi görememiş gençler, yetişkinlik yıllarında “sevme engelli” olma riski taşır.
İLGİSİZ ÇOCUK SENDROMU
İlgisiz Çocuk Sendromu; insan yaşamında ruhsal gelişimin en hızlı olduğu ilk dört yaş döneminde görülür. Çocukla sosyal çevre arasında sözel ve duygusal iletişimin sağlıklı yürümemesi sonucunda da oluşur. Bilhassa çalışan annelerin, çocuk gelişimi konusunda yeterli donanıma sahip olmayan bakıcı kadınlara emanet ettiği çocuklarda bu sendrom sıklıkla görülebilir.
EVLATKOLİK ANNE BABALAR
Aşırı korumacı ve evlatkolik aile içindeki çocuk, kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz, hata yapmaktan korkar. Yanlış hareket ederek risk almadıkça da atacağı her adımda tereddüt ve kararsızlık yaşar.
Biz, sosyal hayata hazırlanamamış çocukları “anne-baba bağımlısı” diye nitelendirmiyoruz. Çünkü böyle biri, çocukluk döneminde anne-babasına bağımlı olsa da; yetişkinlik yıllarında okuldaki grup liderine, evlendiğinde de eşine bağımlılık riski taşır. Farklı kişilere yapışma ihtiyacı ise bir “davranış sapması”dır.
PEMBE ANNELER- HIRÇIN BABALAR
Sağlıklı aile modellerinde, anne annedir, baba da baba. Çocuk da zaten anne gibi anne, baba gibi baba görmek ister karşısında. Ne yazık ki günümüz sosyal yaşantısı, anne-babaların aile içindeki rollerini altüst etti. Bu duruma çocukların da anlam veremediği kesin. Artık kapısını araladığımız evlerin birçoğunda “pembe babalar” ile “hırçın anneler”e rastlamak oldukça sıradan. Halbuki sağlıklı aile yapısında anne şefkat ve sevgiyi, baba da otoriteyi temsil eder.
ARKADAŞ DEĞİL "BABA" GİBİ BABA
Çeşitli bahanelere sığınarak çocuklarını ihmal eden babaların çocuklarında genellikle aynı davranış sapmalarına rastlıyoruz. Babası olduğu halde babasız büyüyen çocuklar, genelde istikamet tutturmakta zorluk çekerler. Güçsüz ve dirayetsiz olurlar. Aldıkları bir kararı, kırk kez gözden geçirir, başarısızlık karşısında hemen hayal kırıklığına uğrarlar. Sözlerine genelde güven olmaz. Bir gün şöyle, bir gün böyle görünürler.
ÇOCUK EĞİTİMİ İLE ÇOCUK TERBİYESİ AYNI MIDIR?
Çocuk terbiyesinde ise hedeften önce, başlangıç noktası önemlidir. Bunu “referans noktası” olarak isimlendiririz. Çocuk terbiyesinde referans noktaları olarak normlar (evrensel kabul görmüş değerler, örf,adet, kültür, din) alınıyorsa artık bu çocuk eğitimi değil, çocuk terbiyesi olarak tanımlanır.
TANIMADAN ÇOCUK TERBİYESİ OLMAZ
Hiçkimse, bir çocuğun kabiliyetini keşfetme konusunda anne-baba kadar bilgiye sahip olamaz. Özellikle anneler, çocuklarının doğduğu ilk günden itibaren hangi alanlarda kabiliyetli olduğunu anlayabilecek özel bir donanıma sahiptir. Yeter ki bu kabiliyetlerini “empati” kanallarını tıkamadan kullanabilsinler. Tabii ki her anne-baba iyi niyetlidir ve çocuklarının geleceğinin en uygun biçimde şekillenmesini ister. Ancak iyi niyet, her zaman iyi netice vermez.
ÇOCUĞUN ÇOCUK OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Örneğin, nezaket ve hürmetle kabul edildiğiniz bir aile dostunuza misafirliğe gittiniz. Çocuğunuzun dikkatini karşınızdaki müzik seti çekiyor, yanına gidiyor ve sesini bir açıp bir kapatarak “akustik keşfe” çıkıyor. Ancak bu ses, misafirlikteki ortama rahatsızlık veriyor. Eğer çocuğunuzun bu tecrübeyi kendi evinde yaşamasına izin vermemiş, onu tatmin olma noktasına kadar özgür bırakmamışsanız; misafirlikte ne derseniz deyin fayda etmez. ‘Dur’, ‘çek elini’, ‘bozarsın yapma’ diye uyarsanız da çocuk için bunlar pek bir şey ifade etmez.
ÇOCUK İÇİN OYUN ÖNEMLİ BİR İŞTİR
Çocuk, kendi hayal gücü ölçüsünde, oyun oynadığı bölgeyi tamamen kontrol altına alır. Çocuğun o anda elinde tuttuğu sadece küçük bir bebek olsa da onun görünmeyen annesi, markete gitmiş çocuklarına süt alıyordur. Yine hastalanmış bebeği babası doktora götürmek için bir kenarda bekliyordur. Hasılı, çocuğun oyun esnasında hayal gücü sınırsız şekilde çalışır.
SANAL YOLLA RUHSAL HASTALIK BULAŞIYOR
nternetle ilgili bilinen en büyük sorun “sanal bağımlılık” olsa gerek. Psikoloji literatürüne de giren sanal bağımlılıkla mücadele, zorlu psikolojik sorunların başında geliyor. Bu nedenle uzmanlar internet kullanıcılarına bilinçli olmalarının yanı sıra interneti iradeli kullanmalarını tavsiye ediyor. Ne var ki internet kullanıcıları her zaman iradeli kişilerden oluşmuyor.
Örneğin, henüz yetişkinlik çağına gelmemiş çocuklar ya da psikolojik rahatsızlığı bulunanlar; bir travma veya depresyon geçirmiş ve kendini sanal dünyaya atmış olabilir. Bu tarz kişilerin tam anlamıyla irade sahibi olacağından emin olamayız. Dolayısıyla kapıları her türlü insana açık olan internetin mevcut haliyle özellikle gençler için tehlike saçtığını açık şekilde söyleyebiliriz.
ÇOCUĞUNUZUN ÖFKE DUYGUSUNU SÖNDÜRMEYİN
Günümüz çocuk terbiyesinde doğrularla yanlışlar iç içe girdiği için anne-babalar çocuklarını terbiye ederken sağlıklı bir insanda bulunması gereken birçok özelliği de bilinçsizce köreltiyor. Bunların başında da çocuklarda yok edilmeye çalışılan “öfke” duygusu var.
-Öfke sosyal hayatı düzenler.
-Öfke çocukları tacizden korur.
Öfke terbiyesinde, ‘vicdan’ duygusunun kullanılması hayati önem taşır. Anne-babalar, 4 yaşından itibaren çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidir. Sadece bununla da kalmamalı, zaman zaman onları vicdan testine tâbi tutup vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidir.
-Öfke gelişir, vicdan terbiyesi unutulursa; o çocuğun ileride problemlerin merkezi olma olasılığı yüksek olur.
-Çocuklar anne-babanın yankısıdır. Ebeveynler çocuklarına nasıl seslenirse çocuklar da onlara aynı karşılığı verirler.
-Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur.
-Bahane, vicdanı öldürür.
-Duyarlılık vicdanı besler.
YALAN VİCDAN ZEHİRLENMESİDİR
-Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır.
-Yalan, öğrenilen bir davranıştır.
Çocukların 6 yaşına kadar söyledikleri birtakım gerçek dışı beyanlara “yalan” diyemeyiz. Zira 6 yaşından küçük çocuklar henüz hayal dünyasıyla gerçekleri tam ve net şekilde ayıramadıkları için bazen hayal dünyasında canlandırdıkları bir şeye kendileri de inanır ve sanki gerçekmiş gibi etrafındakilerle paylaşır. Böylesi bir durumda ebeveynlerin paniğe kapılmalarına gerek yoktur. Zira çocuğun buradaki sözleri, bizim anladığımız manada yalan değildir.
Çocuklarda 6-7 yaşından sonra yalan söyleme alışkanlığı devam ediyorsa işte o zaman anne-baba önce kendini, sonra çocuğun çevresini, daha sonra da çocuğu bir kere daha gözden geçirmelidir. Zira yalan alışkanlığı başlamış çocuğun mutlaka bu kötü alışkanlığı kaptığı bir yer vardır. Bu, bazen bir televizyon dizisi, okul arkadaşı, bazen de ebeveynin bizzat kendisi ya da evde gereksiz yere yükselmiş gerilim olabilir.
ÇOCUKLARDA KORKU VE HAYATA HAZIRLANMA
Özellikle 6 yaş grubu çocuklarda çok sık görülen korkular, birçok anne-baba tarafından “abartılı” bulunur, gerektiği gibi müdahale edilmez. Ancak çocukluk yıllarındaki bu korkular, ilerleyen yıllarda birtakım ruhsal kırılmalara neden olabilir.
Korku olmazsa insan da olmaz. Bütün korkulardan arınmış biri, toplum için potansiyel bir tehlikedir. Korku, insanın topluma uyum sağlamasını, eş dost ve arkadaşıyla belli sınırlar içinde yaşamasını sağlayan en önemli insani reflekstir. İnsan bu refleksin nasıl kullanılacağını belli yaşlarda, belli provalar yaparak öğrenir ve bu şekilde yetişkinliğe doğru ilerler.
CİNSEL EĞİTİM Mİ MAHREMİYET EĞİTİMİ Mİ?
Bir grup çocuğa aynı ortamda cinsel bilgi vermek, ne taciz olaylarının önlenmesinde ne de çocukların cinsel kimliklerinin sağlıklı şekilde oluşmasında doğru bir yöntemdir.
Zira çocukta cinsel öğrenimin tedricen ve adım adım gerçekleşmesi gerekir. Cinsel kimlik oluşumunda en kritik nokta, çocuğun ruhi ve zihnî gelişimi ölçüsünde “çok hassas” ve “bilinmesi gerektiği kadar bilgi” prensibiyle eğitim verilmesidir.
Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir. Bu durumun (yukarıda da izah edildiği gibi) çocukların ruh sağlığını zedeleme riski vardır. Halbuki “mahremiyet eğitimi” kişiye özeldir. Her çocuk ayrı ayrı eğitilir. Çocuğu eğitecek olan şahıs ise öncelikli olarak çocuğun birinci derecede yakınlarından biridir. Eğer onlar uygun değilse mutlaka konunun uzmanı bir kişi yardımcı olur. Mesela kız çocuklarının mahremiyet eğitiminde birinci derece yakını annedir.
MAHREMİYET EĞİTİMİ
Çocukların mahremiyet eğitimi asla sadece nasihatle veya korkutmalarla tamamlanamaz. Çocukların kendi bedenlerine yönelecek tehlikelerden kurtulabilmeleri ve korunabilmeleri için verilmesi gereken mahremiyet eğitimine “Temel Davranış Refleksi” denir.
“Temel Davranış Refleksi”ni eskiler “utanma-haya duygusu” olarak da tanımlarlar. Ancak üzülerek belirtmek gerekirse günümüz anne-babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan Temel Davranış Refleksi’nin nasıl kazandırılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi değiller.
“Bedenim bana aittir” bilinci: Daha bebekliğinden itibaren kendini rahatlıkla yetişkinlerin eline bırakan bebeğin ilerleyen yıllarda bedeninin farkına varması ve çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu hissetmesi gerekir.
Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamamış ve vücudu üzerinde başkalarının bir şeyler yapabileceğini düşünen çocuk, rahatlıkla taciz tuzağına düşer.
“İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci: Bu bilincin oluşturulması için anne-baba, çocuğunun vücudunu hoyratça kullanmaktan kaçınmalıdır. Ebeveynlerin çocuklarını öperken “Seni öpebilir miyim?” diye izin istemeleri bu bilincin oluşmasında etkilidir. Çocuğun güçsüz bedeninin herkes tarafından izinsiz kullanılması, çocukların kendi bedenlerini koruma refleksini kırar.
KARDEŞ, KARDEŞİN "KUMA" SIDIR
Kıskançlık insan fıtratında hazır bulunan bir mayadır. İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için bu duyguya ihtiyacı vardır ki kendi elindeki değerlere sahip çıkabilsin...
-Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır.
-Çocuklara eşit davranmak kıskançlığı körükler.
-Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur.
-Adaletsizlik, güvensizliği; güvensizlik de kıskançlığı teTİKLER.
-Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar.
ANNE ALLAH NEREDE?
Yedi yaşa kadar olan çocukların, “Allah nerede?” sorusundaki kastı, ismini duyduğu eşyaların zihinde şekillendirme çabası, isteğidir. Çocuk en iyi bildiği kavramla yeni duyduğu kelime arasında kıyas yaparak çevreyi tanımaya çalışır. Örneğin, “Bir hafta sonra teyzene gideceğiz.” dediğinizde, çocuk “bir hafta”nın ne demek olduğunu henüz bilmiyorsa, “Yedi kere akşam olacak, ondan sonra gideceğiz.” gibi bir açıklama yapmalıdır ebeveyn. Yani çocuk, bir önceki tanıdığıyla daha sonra tanıyacağı şey arasında ilişki kurarak hayatı algılamaya çalışır.
On dört yaşa kadar olan çocuklara verilecek cevapta, akıl ve mantık ön planda olmalı veya soruya, soruyla karşılık verilmelidir. Çocuğa kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde ufuk ve düşünce boyutu açacak yaklaşımlar sergilenmelidir.
Yirmi bir yaşa kadar olan gençlere ise yazının başındaki tasavvufi açıklamalar yapılabilir. Gençlerle, şu anlayışta bir iletişim kurulmalıdır: “Allah kalbimizde. Eğer kendimizi ve kalbimizi keşfedebilirsek onun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu göreceğiz.” ya da “Allah ötelerde. Kürsüsünde. Arşında. O, kâinatı kuşatmışlığıyla her an, her zerrenin hâkimi ve sahibi.”
Bütün bunların ötesinde bazı anne-babalar da yanlış davranış sergileyen çocuklarını cehennemde yanmakla tehdit eder. Bu şekilde çocuk terbiyesi kesinlikle olmaz. Zira 12 yaşından küçük çocuklara her ne sebeple olursa olsun; Allah’ın gazabı, cehennemin azabı gibi cezayı gerektiren konulardan bahsedilmemelidir. Zihinsel gelişimini henüz tamamlamamış çocuk, bunun gibi tehdit içeren anlatım ve nasihatlerden ürker, korkar ve ilerleyen zamanlarda da nefret eder hale gelir.
ZORLU SÜREÇ: TUVALET EĞİTİMİ
Çocuklar için altını ıslatmak oldukça keyif verici bir eylemdir. Çocuk tuvaletini yaparken haz alır. Dikkat etmişsinizdir, birçoğu altını ıslatacağı zaman duraksar, ebeveynin karşısına geçer, gözlerine masumca bakarak tuvaletini usulca yapar. Yüzündeki memnuniyetten de anlaşıldığı gibi çocuk tuvaletini yaparken haz alır, sakinleşir ve mutlu olur. Çocuğa tuvalet alışkanlığı kazandırmak ise onu bu olumlu duyguları yaşamaktan vazgeçirmektir.
-Tuvalet eğitimine önce büyük tuvaletten başlanmalıdır. Ardından gündüz küçük tuvalet ve son olarak da gece alışkanlığı kazandırılmalıdır.
-Tuvalet eğitimine başlandığı andan itibaren çocuğun ıslaklığı hissetmesini engelleyecek kaliteli bezler kullanılmamalıdır.
-Tuvalet alışkanlığı kazandırılmış çocuğa tutarlı davranılmalıdır. Bazen bez bağlayıp bazen bağlanmayan çocukların tuvalet eğitim süreci oldukça uzar.
-Çocuk gündüz altını ıslattığında (hava soğuk değilse ve sosyal ortam müsaitse) birkaç dakika ıslak altla bırakılmalıdır. Bu süre çok uzatılmadan temiz bir iç çamaşırla çocuğun üstü değiştirilmelidir.
-Çocuğun altı değiştirilirken psikolojik, duygusal, fiziksel şiddet uygulanmamalıdır. Çocuk ilk defa karşılaştığı bu ıslaklık ve utanma hissini kendi iç dünyasındaki dinamiklerle dengeleyip çözmeye çalışmalıdır. Yalnız “Offf bıktım ya!”, “Yine mi altına yaptın?” gibi cümlelerin, çocuğun oluşturmaya çalıştığı bu iç dinamikleri altüst ettiği akıldan çıkarılmamalıdır.
-2 yaşını geçmiş hiçbir çocuk altı ıslak olarak dolaşmaktan hoşlanmaz. Sizin ayrıca bir şey söylemenize gerek yoktur. Söyleyeceğiniz her ezici söz, süreci uzatacağı gibi çocuğunuzda farklı davranış bozukluklarının görülmesine de yol açabilir. O yüzden anne-babalar oldukça dikkatli olmalıdır.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında çocuk gündüz bol su ve sıvı içecekler tüketmeli. Ancak yatmadan en az bir saat önce artık vücuduna sıvı almamalıdır. Susamaya neden olacak yağlı, tuzlu ve tatlı yiyecekler çocuğa yedirilmemelidir.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuğun altını ıslattığı saatler bir çizelgeyle tespit edilmeli ve çocuk o saatlere denk gelecek şekilde tuvalete götürülmelidir.
-Çocuk gece kaldırıldığında tuvalet ihtiyacını giderirken uykulu olmamalıdır. Önce uykusu ve bilinci açık hale getirilmeli, daha sonra ihtiyacını gidermesi istenmelidir.
-Çocuğuna tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışan bir anne, bol bol yedek çarşaf, nevresim, yedek iç-dış çamaşır bulundurmalıdır. Bu konuda sıkıntı yaşanmak anneyi agresifleştirir. Çocuk da bu durumdan olumsuz etkilenir.
-Çocuk gece altını ıslatmış ise asla örselenerek veya hırpalanarak yatağından kaldırılmamalıdır. Bu tarz davranışlar çocuğun akıl sağlığı açısından oldukça tehlikelidir.
-Uykusu ağır çocuklara gece tuvalet alışkanlığı kazandırılması zor olabilir. Böyle durumlarda daha fazla gayret gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
-Erkek çocuklar sünnet ettirildikten sonra daha kolay tuvalet alışkanlığı kazanır.
-Uzun süreli uğraşlar neticesinde kazandırılamayan (özellikle) gündüz tuvalet alışkanlıklarında psikolojik veya fizyolojik sorunlar olabileceğiunutulmamalıdır.
-Çocuk her ne kadar iki yaşından itibaren mesane yollarını kendi iradesiyle kontrol altında tutabilme becerisine sahip olsa da bu kazanımı nasıl kullanacağını öğrenmesi gerekir. Bu itibarla bakıldığında; iki yaşına gelen çocuk psikolojik açıdan hazır değilse tuvalet eğitiminin kazandırılması da oldukça zor olur.
Mahremiyet Eğitimi
Tanıtım
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için "tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç" gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.
Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…
Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.
Pedagog Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara "zarafet ve nezaket" kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi'nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.
İçindekiler
Başlarken... 9
NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET 15
Duyguların Yönetimi Eğitimi 15
Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı 17
Zarafet ve Nezaket 19
Ruhsal İncelme 20
Zarafet Edinimi Yaşı 23
Nezaket Nedir? 24
Yeniden Zarafet... 25
İnsan Hissedebildiği Kadar Yaşar 29
Ruhun Kendini Emniyette Hissetmesi 30
1. Fiziksel Aura 31
Fiziksel Auranın Yıkılması 34
Fiziksel Aura Mesafesi 35
Çocuğu Öperken İzin Almak 39
2. Zihinsel Aura 41
3. Duygusal Aura 45
MAHREMİYET EĞİTİM SÜRECİ 49
Yönlendirme - Rehberlik Etme 51
Utanma ve Mahcubiyet 55
Temel Davranış Refleksi Kazanımı 61
Mahremiyet Bilincini Oluşum Süreci 63
Temel Davranış Refleksi Oluşum Süreci 64
1. “Bedenim bana aittir” bilinci 65
2. “İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci 69
3. “Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi 71
4. Fiziksel baskıya direnme gücü 76
5. “Vücudum görünmemeli” hissi 81
6. “Banyoda çıplak olunmamalı” bilinci 84
7. “Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci 88
8. “Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi 90
9. “İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi 94
10. Akraba-Çevre Farkındalığı 96
11. “Biz” Bilincini Geliştirme 97
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 105
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 107
Cinsel eğitim ile mahremiyet eğitimi arasındaki farklar 108
Sosyal Davranış Becerisi Kazanımı 113
1. Öfke Suiistimali Önler 114
Öfke, Sosyal Hayatı Düzenler 116
Öfke, Tacizden Korur 116
Sosyal Hayatın Provası Evde Yapılır 117
Öfkenin Önüne Geçilmeli midir? 118
Öfke Kontrolü 118
Öfke-Vicdan Dengesi 119
Çocuklar Anne-Babasının Aynasıdır 122
Çocuk Vicdanını Anne Babadan Besler 124
Vicdanım Ne Kadar Hassas? 124
Bahane Vicdanı Zayıflatır 125
Değerler Bilinci ve Vicdan 126
Yalan, Vicdanı Duyarsızlaştırır 127
Adalet, Vicdan Duygusunu Geliştirir 129
Tüm Canlıları Hissedebilme... 129
Ceza, Duyarsızlığa Yol Açar 131
2. “Hayır” Diyebilmeyi Öğrenmek 132
BİLİNÇLİ ŞÜPHECİLİK 137
Ebeveynin Tedirginliği Çocuğa Yansır 137
Tacizin Şahidi Olmaz 142
Taciz Yaşayan Çocuklardaki Davranış Bozuklukları 145
1. Erkek Çocuk “Maço” Kimlik Benimser 147
2. Kız Çocuk İçe Kapanır 149
3. Erkek Çocuk “Agresif”, Kız Çocuk “Depresif’ Olur 152
4. Erkek Çocuk Kızlarla Oynamayı Bırakır 155
Önemli Bir Ayrıntı: Cinsel tacizle eşcinsel eğilim
arasında bir bağlantı var mı? 157
5. Erkek Çocuk Güç Kazanmak, Kız Çocuk Güçlüye
Sığınmak İster 163
6. Kız Çocuk, Yaşından Büyük Davranır 168
7. Geçici Hafıza Kayıpları Yaşanır 169
TACİZ NEDİR? 171
Taciz Nedir? 173
Duygusal Taciz 174
Fiziksel Taciz 174
Taciz İstatisTİKLERi ve Tehlikenin Yakınlığı 174
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR 177
1. Tacizciler, genellikle bekâr veya yalnız yaşayan,
problemli kişilerdir. 177
2. Cinsel tacizde bulunabilecek kişilerin büyük kısmının
kıyafetleri kötüdür, görünüşü anormaldir, ekonomik
durumu zayıftır. 179
3. Tacizciler genelde orta yaşlı kişilerdir. 179
4. Tacizci yaptıklarından pişmanlık duymaz. 180
5. Ceza artarsa, tacizci sayısı azalır. 181
6. Pedagoglar, doktorlar, öğretmenler bir suiistimal
varsa hemen aileyle irtibata geçer. 182
7. İhmal edilmiş ve parçalanmış aile çocukları potansiyel
kurbanlardır. 183
8. Genellikle hedef kız çocuklarıdır. 183
9. Çocuklar zarara uğratıldığını hayal edip gerçekmiş gibi
söyleyebilir. 183
10. Parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaat
sahaları riskli bölgelerdir. 184
11. Tacizciler hedef olarak kendini tanımayan çocukları
seçer. 184
12. Bir suiistimalin yaşandığı semtte, olayın tekrar etme
ihtimali zayıftır. 185
13. Tacizci, rastgele bir anda, rastgele bir hedefe yönelir. 185
14. Pornografi tacizi yaygınlaştırır. 186
15. Tacizci, çocuğu genelde bir kez zarara uğratır. 187
16. Öz babanın kendi çocuğunu taciz etmesi hemen hemen imkânsızdır. 187
17. Aşırı alkol ve uyuşturucu madde kullanımı suiistimal
riskini artırır. 188
18. Taciz, sadece psikolojik bir hastalıktır, fiziksel veya
nörolojik bağlantıları yoktur. 188
19. Kişi, uygulamadığı sürece, suiistimal eğilimi
taşımasında bir sakınca yoktur. 188
20. Zarara uğratılmış biri tacizci olmaz. 188
21. Zarara uğratılmış kişi psikolojik destek alarak
yaşadıklarını unutabilir. 189
Çocuklukta Yaşanan Suiistimalin Yetişkinlikteki Karşılığı
Nedir? 190
Soyut-Gerçek İç Çatışması: 190
Somut-Gerçek İç Çatışması 192
SON SÖZ 193
Önsöz
Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer... Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.
Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.
Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun...” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.
Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.
İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.
Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim... Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’... Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”
Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…
“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar...” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.
Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.
Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.
Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:
“Ya da bir başka örnek vereyim size... Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak... Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir... İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”
Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.
Çocuk Deyip Geçmeyin
Tanıtım
"Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.
Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, 'insan olmanın değerini' duyarak yaşamış çocuklar…
Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin 'çocuk deyip geçilmiş' olduğunu da gördüm.
Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.
Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?"
Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin'de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman "Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir" diyor, kimi zaman "çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına" dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan "güven" duygusunun altını çiziyor.
İçindekiler
Önsöz ....................................................................................................................................9
ZAMAN AKIYOR ÇOCUKLUK YILLARI GERİDE KALIYOR .........................................11
Çocukluk Yılları Geride Kalırken .......................................................................................13
Anne ile Uyumak Güven Veriyor ........................................................................................17
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur ......................................................................21
Çocukların da Bir Tükenme Noktası Vardır ........................................................................25
Çağın Hastalığı: Narsisizm ..................................................................................................29
Hiperaktif Çocukların Dramı ...............................................................................................35
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?..........................................................................................39
Kız Çocuklarında Baba Yoksunluğu Daha Derin Oluyor ....................................................43
Ancak Sevilen Kişi Sevmeyi Bilir....................................................................................... 49
Ceza ile Çocuk Eğitimi Olur mu?........................................................................................ 53
Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Çocuklar .............................................................................57
“Sorun Yok, Ben Hallederim” ..............................................................................................61
İnternet Oyunları ve Farklı Bilinç Halleri ............................................................................65
İletişim Yeteneğini Kaybeden Çocuklar ...............................................................................69
Suçluluk Duygusu Kalıcıdır .................................................................................................73
Çocukluk Yılları ve Değersizlik Hissi .................................................................................77
Hitap Edilemeyen Çocukların Dramı ...................................................................................83
Çocuklarda Zamana Karşı Duyarlılık ..................................................................................87
Hayatı Yaşayarak Öğrenmek ...............................................................................................91
HER ÇOCUK ÖZELDİR .........................................................................................................95
Her Çocuk Özeldir...............................................................................................................97
Öğrenmenin Üç Sihirli Anahtarı .......................................................................................101
Yaşatılmayan Çocukluk Yılları .........................................................................................105
Cezasız Çocuk Eğitimi Olur mu? .....................................................................................109
Korku Eğitimin Bir Unsuru Olamaz .................................................................................113
Mahcubiyet Hissi Yitirilirse…...........................................................................................117
Birinci Sınıfta Eğik Yazı Öğretmek Doğru mu? ...............................................................121
Ders Derste Öğrenilir ........................................................................................................125
Eğitimdeki Temel Sorunlar ...............................................................................................129
Cinsel Eğitim mi Mahremiyet Eğitimi mi? .......................................................................135
Eğitim Şefkat ile Başlar ....................................................................................................139
Kreşe Uzun Süre Bırakılan Çocuklar ...............................................................................143
Çocuğuna Sahip Çıkan Kazanır .......................................................................................147
Çocuklar Spor ile Sosyalleşir ...........................................................................................151
Futbol Fanatiği Çocuklar .................................................................................................155
Tatil Ödevi Olmalı mı? ....................................................................................................159
Bazı Kayıplar Sınav Kaybından Daha Acıdır ..................................................................163
Okul Serviste Başlar ........................................................................................................169
Okul Servislerinde “Sesli Kitap” .....................................................................................173
ANNELERİN DE BİR ÇOCUKLUK ÖYKÜSÜ VAR........................................................ 177
Eş Eşin Terapistidir ..........................................................................................................179
Sağlıklı Evlilik İçin Sağlam Kişilik .................................................................................183
Terapiye Muhtaç Terapistler ............................................................................................187
Çocuğa Bağlanmak ..........................................................................................................191
Annelerin de Bir Çocukluk Öyküsü Var ..........................................................................195
Kardeş Sayısı ve Çocuk Gelişimi ....................................................................................199
Baba Bugün Ne Oldu Biliyor musun? .............................................................................201
Anne Babaların Çocukluk Hatıraları ...............................................................................205
BAYRAM YAŞANMAK İSTENİRSE BAYRAM OLUR ...................................................209
Kusurun Nazara Verilmemesi Prensibi ............................................................................211
“Tekne Orucu” ve İrade Eğitimi ......................................................................................215
Bayram Yaşanmak İstenirse Bayram Olur .......................................................................219
Çocukluk Yıllarında Bayramlar Özeldir ..........................................................................221
Yetişkinlerin İbadeti ve Çocuklar ....................................................................................225
Çocuk Dövmeyi Din mi Emrediyor? ...............................................................................229
Kur’an Eğitiminin Püf Noktaları .....................................................................................233
Çocuklar Uyurken Kur’an Dinlerse.......................................................................................237
Önsöz
Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye...
Yetişkinler bilirler ki, çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hali ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.
Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir…
Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…
Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi değil, “his” ile kişilik kazanma dönemidir.
Örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesine yenik düşen bir çocuğu akli nasihat ile durdurmanız zordur, zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.
Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.
Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değersizlik hissi ile geliştirir.
Çocuk zihninin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…
Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…
Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eğiticilerle inşa edilecektir.
Adem Güneş
İstanbul
Anne ile uyumak güven veriyor
Fransa Notre Dame Üniversitesi “Anne-Bebek Uyku Davranışları Laboratuvarı”nda yapılan çalışmalar, bebeğin annesi ile yatmasının hem “fizyolojik” hem de “psikolojik” olarak bebeğe fayda sağladığı gibi, bu yakınlığa annenin de ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Laboratuar’da anne ile uyuyan bebeklerin daha “huzurlu” ve “uyumlu” olduğu gözlemlendi.
İsviçre’de yapılan iki ayrı araştırmada ise bebeği ile birlikte uyuyan annelerin “oksitosin” (emzirme esnasında salgılanan hormon) düzeyler inde artış gözlemlendi. Oksitosin düzeyinin artması ise hem annenin hem de bebeğin yararına olacak şekilde rahim kasılmalarına ve gelen süt miktarının artmasına neden oluyordu. Aynı zamanda bu hormon, doğumdan sonra ana rahminin eski halini almasında oldukça önemli bir rol üstleniyordu. Yapılan bu çalışmada, bebeğinden ayrı uyuyan annelerde “sütten kesilmelere” daha sık rastlandığı halde, bebeği ile uyuyan annelerde anne sütündeki belirgin artış oldukça dikkat çekici idi.
Anne ile uyuyan bebeklerde anne vücudunun doğal sıcaklığı ile bebeğin kendi vücut ısısının dengede durması bebeğin fiziksel gelişimi açısından önemli rol oynamakta.
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa o ruhun kimyasını bozar. Anormal davranışlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyi”dir. Ancak çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan davranışına odaklanmak yerine yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır.
Çağın Hastalığı: Narsisizm
Kişilik bozuklukları içinde en sinsi olanı “narsist kişilik bozukluğu”dur.Zira kişi, narsist olduğunu bilmez. O kendini beğenerek değil, insanları yetersiz bularak kendini yüceltir. Nedir narsist kişilik bozukluğu? Kişinin kendini “bir şey” zannetmesi halidir. Kendini beğenme, başkalarını yetersiz bulma hastalığına yakalanmasıdır. Araştırmalara göre, toplumların yüzde birinin narsist kişilik bozukluğu taşıdığını biliyoruz. Yüzde bir az gelmesin sakın, zira böylesi kişiler duyarsızlıklarından elde etTİKLERi güç ile toplumda kolay yer edinir. Etraflarında zayıf kişilere tesir eder, onları istediği gibi kullanırlar ve genelde başarılıdırlar. Ancak bu, başkalarını ezmek ve duyarsızca yaşamaktan kaynaklandığı için gerçek bir başarı değildir.
-Çocukluk yıllarında annesi ile “bağlanmasında” problem yaşamış çocukların yetişkinlikte narsist kişilik bozukluğuna daha “yatkın” olduğu biliniyor. Reddedici, otoriter ve baskıcı annelerin çocukları önce içlerindeki anne yoksunluğunu “bastırmayı”, kendi iç dünyalarına “derinleşmemeyi”, fazla “duygusal olmamayı”, kimseye “bağlanmamayı”, “güvenmemeyi” öğreniyorlar. Annesine güvenle bağlanamayan kişi hayata güvenle bakamıyor.
-Çocukluk yıllarında “aşağılanmış” kişiler narsisizme yatkın oluyor. Kişi aşağılandıkça kendini güçlendirmeyi, kendini güçlendirdikçe başkalarını hissetmemeyi, onları ezmeyi bir tarz haline getiriyor. Ebeveynler çocuklarını şu ya da bu sebeple aşağılarken aslında duyarsızlaştırdıklarını görmelidir. Duyarsızlık ruhsal ölümdür. En basitinden söylenecek olursa, kardeşi ile kıyaslanan çocuk, aşağılanan çocuktur. Ödevini yapmadığı için sınıfta alay konusu edilen çocuk adım adım duyarsızlaşan bir çocuktur.
-Yine çocukluk yıllarında, ebeveynleri tarafından devamlı “övülmüş” çocuklar da potansiyel bir narsisttir. Örneğin bir ebeveyn “Benim kara gözlü kızım, senin eşin benzerin yok” diyerek kızını sevmişse veya “Benim oğlum gibisi yok bu dünyada” denilerek çocuğa bu övüngen ruh edindirilmişse, böylesi çocuklar potansiyel narsisttir.
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?
Çocuk okula geldiğinde evdeki oyuncağını düşünür. Kardeşi ile kavgasını düşünür. Dışarıda kuş görse o kuşun nasıl uçtuğunu, arkadaşında hoşuna giden bir kalem görse o kalemin ne güzel bir kalem olduğunu düşünür. Zaten “normal” bir çocuğun zihninde yüzlerce düşünce aynı anda gelip gider.
Önemli olan eğitimcinin, çocuğun zihnini bunca “düşünce akışı” içinde kendi anlattıklarına doğru bir “merak hissi” ile yönlendirebilmesidir. Dikkatleri toplayabilmek çocuğun değil eğitimcinin becerisidir. Adını çokça duyduğumuz ama kendisini henüz ülkemizde bir türlü göremediğimiz “çocuk merkezli eğitim”in temel amacı, eğiticinin birtakım enstrümanlar kullanarak çocuğun dikkatini anlatılan konuya odaklayabilmesidir.
Böylesi sıcacık ve rengârenk dünyası olan insana “yavan” bir eğitim sunmak, onu “can sıkıcı” bir eğitici ile baş başa bırakmak, daha ilkokuldan itibaren “ödevler” altında ezmek ve sonra da yetişkinin beklentileri altında ezilmiş bu çocuğu “dikkatini toparlayamıyor” diye etiketlemek ona büyük saygısızlıktır.
Ancak sevilen kişi sevmeyi bilir
Çocuk kendisini zorla yataktan kaldıran, söylene söylene servise bindiren, odasını toplamadığı için aşağılayan, ödevler yüzünden her gün vaaz veren ebeveynine karşı bir süre sonra sağır oluyor, ne söylerse söylesin ebeveyn çocuğa tesir edemediğini görüyor.
Hâlbuki çocuk ancak kendisini güven ve emniyet içinde hissettiğinde ebeveyn yanında duygu dünyasını geliştirir ve aidiyet hisseder.
Çocuk, kendisini sözle inciten, tehditle aşağılayan ebeveyni ile aidiyet duygusu kuramaz. Böyle çocuklar ya dışarıda kendilerine bir güvenli liman arar ya da kendi duygu dünyalarını sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar “bastırırlar.”
İnternet oyunları ve farklı bilinç halleri
Günümüz teknolojisi ile üretilen oyunların birçoğunun çok tutulması, oynayan kişiye farklı bilinç hâlleri yaşatmasından ve onu paralel bir yaşam tarzına sürüklemesinden kaynaklanıyor. Bu türevdeki oyunlar özellikle Norveç katliamından sonra Batıda adım adım takip ediliyor ve yasaklanıyor. Mesela Norveç, elli bir adet oyunun ülkesine girişini ve oynanmasını yasakladı.
Neden yasaklanıyor? Çünkü farklı bilinç hâllerini yaşamaya başlayan kişiyi oluşturduğu o paralel yaşamdan çıkartmak oldukça zor. “Fizik” olarak bilgisayarın arkasında olmasına rağmen “ruhu” ile oyunun içine giriyor.
İletişim yeteneğini kaybeden çocuklar
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır, of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında “dili tatlanan” çocuk, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler genelde “hiç anlaşılmadıklarından” şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak ancak kendini ifade etmekle mümkündür. Fakat böyle kişilerin beklentisi “söylemeden anlaşılayım” oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra “içsel konuşmalar” başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişinin kendisini depresyondan koruyan kalkanıdır.
Çocuk Neyi Neden Yapar-1
Tanıtım
Her anne babanın canını sıkan sorunlardır; çocuğunun bir türlü tuvalet alışkanlığı kazanamaması, yemek yememesi, kardeşiyle kavga etmesi, inatçılığı, internet düşkünlüğü ve dahası...
Bir kısım anne baba, bu davranışların ne anlama geldiğini bildikleri için çocuklarını incitmeden sorunları çözerken, bir kısım anne baba ise sorunların çözümünde çaresiz kalarak çocukları ile bir çatışmaya girerler. Bu çatışmalarda, hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratırlar.
Pedagog Dr. Adem Güneş Çocuk Neyi Neden Yapar? İsimli kitabı, bir 'çocuk davranışları anlama rehberi' olarak hazırladı. Çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın bir dille, ebeveynlerle paylaştı. Konu bitiminde verilen soru-cevaplarla da anne babaya; o davranışın nasıl ortaya çıktığını, çocuğun bu davranışı niçin sergilemiş olduğunu ve anne babanın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlattı.
Oğlum neden yalan söylüyor olabilir?
Oğlum, geçen gün okulda arkadaşının kalemini almış. Bana, "Öğretmenim verdi bu kalemi" dedi. Arkadaşının annesiyle konuşunca, gerçekleri öğrendim. Oğlum neden yalan söylüyor?
Kendisini baskı altında hisseden çocuk, yalan söyler.
Çocuğa ihtiyacı olduğu halde kalem alınmıyor, okulda da öğretmen illa o kalemin getirilmesini istiyorsa, anne-baba da çocuğa, "Şimdi alırız, yarın alırız" diye uygulamada gecikmeye sebep oluyorsa, çocuk da kalemi olması adına kendince bir çözüm bulmuş olabilir.
Arkadaşının kalemini alarak ihtiyacını gidermeye çalışan çocuğa, anne evde sorsa, "Bu kalem kimin?" diye, bu çocuğun annesine "Arkadaşımdan bu kalemi izinsiz aldım" diyebilmesi için, annesi tarafından ne duygusal, ne de psikolojik baskı altında tutuluyor olması lazım.
Eğer çocuk annesinden gelecek bir şiddet veya tepkiyle karşılaşacağını tahmin ederse, o takdirde kendisini koruyabilmek için yalan söyleyecektir. Böylesi bir durum varsa sizden korkuyor demektir. İzinsiz aldığını söylediği zaman vereceğiniz tepkiden çekiniyor demektir. O takdirde, çocuğun yalan söylememesi için üstünde baskı olmaması lazım. Çocuk bugün kalem için yalan söylemeye başlarsa, yarın daha kötü şeyler için de yalan söyleyebilir.
Pedagog Dr. Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar? Kitabında temel pedagojik bilgilerle birlikte, kısa ve öz olarak olumsuz çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini sunuyor. Yalın bir dille ele alınan bu konuların tamamı, bütün anne-babaların sorunları arasında belki de...
Ve Pedagog Dr. Âdem Güneş, satırları arasında çocuk davranışlarının altında yatan nedene şöyle bir açıklama getiriyor:
"Çocuk kendini olduğu gibi kabul eden bir ebeveyn yanında değilse, içinde yaşadıklarını dışa vuramıyorsa veya kendini dışa vurduğu kadarlık kısmıyla dahi ciddiye alınmıyorsa, böylesi bir çocuk, düdüklü tencerenin ısınması ve patlamaya hazırlanması gibi bir durumdadır."
Çocuk eğitimine dair 'sıkça sorulan sorulara' cevap vermeye çalışan kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor. Kitap tam manasıyla, pratik bir bilgi kaynağı...
İçindekiler
Teşekkür 11
Önsöz 13
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı 15
Gelişimsel İhtiyaçlara Gelince 18
Temel İhtiyaçlar Nelerdir? 19
Yeme Problemi 21
3Z Formülü Nedir? 22
Çocuğa Damak Tadı Sunmak Gerekir mi? 25
Televizyon İzlerken Çocuğa Yemek Yedirmek Doğru mu? 26
Ödül ve Ceza ile Yemek Yedirsek Olmaz mı? 26
Çocuklarda Uyku Düzeni 33
Hangi Sebeplerle Çocuk Uykuya Direnir? 34
Anne-Babanın Uyku Düzeni Çocuğa Tesir Eder mi? 37
Çocuklar Neden Gece Ağlayarak Uyanır? 37
Gece Terörü Yaşayan Çocuklara Nasıl Davranılmalı? 39
Sallayarak Uyutmak Doğru Bir Yöntem mi? 39
Çocuklarda Dil Gelişimi 45
Gecikmiş Konuşma Nedir? 46
Konuşma Gecikmesinde Anne-Babanın Rolü Nedir? 46
Çocuğun Yanlış Söylediği Kelimeyi Düzeltmek Doğru mu? 47
Televizyon İzlemek Çocuğun Dil Öğrenimini Hızlandırır mı? 48
Çocuğun Konuşmasının Gecikmesi Ne Anlama Gelir? 49
İkinci Dil Öğrenimi Nasıl Olmalıdır? 49
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler 55
Çocuklar Küfür İçeren Kelimeler Kullandığında Ceza Verilmeli mi? 56
Olumsuz Söz Kullanan Çocuklara Nasıl Yaklaşmalı? 56
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar 63
Anne-Baba Ne Yapmalı? 64
Çocuğu Bağırmaya İten En Önemli Sebep Sindirilmesi mi? 64
Bağırmak Anne-Babadan Kalıtımla mı Geçer, Sonradan mı Öğrenilir? 65
Adım Adım Tuvalet Eğitimi 69
Tuvalet Eğitiminde Püf Noktalar Neler? 72
Anne Nasıl Davranmalı? 73
Tuvalet Alışkanlığı Kazanamayan Çocuk İçin Ne Zaman Pedagoga Başvurulur? 73
Çocuklarda Parmak Emme 81
Parmak Emme Alışkanlığına Nasıl Son Verilir? 82
Parmak Emme, Duygusal Yoksunluktan Kaynaklanıyorsa Ne Yapılmalı? 83
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci 89
Bu Dönemin Özellikleri Nelerdir? 90
Çocuğun Damak Zevkinin Gelişmesi, Emme Alışkanlığının Kesilmesinde Etkili Olur mu? 91
Emme Alışkanlığı Nasıl Bıraktırılır? 91
Çocuklarda Tırnak Yeme 99
Tırnak Yiyen Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalı? 100
Tırnak Yemek, Alışkanlığa Dönüştüğünde Ne Yapılabilir? 101
Çocuklarda Korkular 105
Çocukluk Dönemi Korkuları Nelerdir? 106
Kardeş Kıskançlığı 113
Kardeş Kıskançlığını Hangi Davranışlar TeTİKLER? 113
Anne-Baba Ne Yapmalı? 115
Kardeşler Arası Çatışmalar Bazen Faydalıdır da...116
Kardeş Kavgalarında Ne Zaman Müdahale Edilmelidir? 116
Çocuklar ve İçe Kapanıklık 125
Çocuk Duyarlı mı, Ezilmiş mi? 126
İçe Kapanıklığın Sebepleri Nelerdir? 127
Anne-Baba Ne Yapmalı? 128
Çocuk ve Yalan 135
7 Yaşından Önce Söylenenler Yalan mı? 136
Çocukları Yalan Söylemeye Sevk Eden Nedir? 136
Yalan Nasıl Alışkanlığa Dönüşür? 138
Anne-Babalar Ne Yapmalı? 138
İzinsiz Eşya Getirme 145
7 Yaşından Küçük Çocukların Anne-Babaları Ne Yapmalı? 146
Çocukları İzinsiz Eşya Almaya İten Nedir? 147
İzinsiz Eşya Almanın Alışkanlığa Dönüşmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 148
Hareketli Çocuklar 155
Çocuğun Hiperaktif Olup Olmadığını Nasıl Anlarız? 158
Üstün Zekâlı Çocuklar ile Hiperaktifler Nasıl Ayrılır? 159
Hiperaktivite Nasıl Tedavi Edilir? 159
Hareketli Çocuk Aynı Zamanda Dikkati Dağınık Çocuk mudur? 160
Çocuklarda İnatçılık 167
Çocukla İnatlaşılırsa Ne Olur? 168
‘İnat Döneminin’ Kalıcı Hale Gelmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 169
Çocuk Her Şeyi İnatla Yaptırmayı Öğrendiyse, Çıkış Yolu Nasıl Olmalı? 170
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı 177
Her Vurma Şiddet midir? 177
Çocuklarda Tik’ler 183
Hangi Sorunlar Tiki TeTİKLER? 184
Kimlerde Daha Sık Görülür? 184
Anne-Baba Ne Yapmalı? 184
Tik Başka Sorunları da TeTİKLER mi? 185
Teknoloji Bağımlılığı 189
Teknoloji Bağımlılığı Neden Çok Çabuk Yayılıyor? 190
Anne-Baba Ne Yapabilir? 191
‘Bilgiye Ulaşma Kültürü’ Nasıl Oluşturulur? 193
Çocuk İnternet Bağımlısı Olduysa Ne Yapılmalı? 194
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme 201
Çocuklar Neden Kendini Tatmine Yönelir? 202
Kendi Kendine Geçer mi? 203
Çözüm Nedir? 203
Önsöz
Bir gün sanatçı bir dostum “Kitap okumaya hiç vaktim yok... Şöyle pratik çocuk eğitimi kitabı yazsanız da beş-on dakikalık fırsatlarda göz atarak bir şeyler öğrensek” demişti. Çocuk eğitimi ‘şöyle bir göz atarak’ öğrenilecek şey değildir aslında. Ancak, birçok anne-baba maalesef yoğun koşturmacalar içinde detaylı kitap okumaya fırsat bulamıyor.
İşte bu kitap temel pedagojik bilgileri içermesine rağmen, kısa ve öz olarak ele alındı. Ele alınan başlıklar hemen hemen bütün anne-babaların sorunları arasındaydı. Ki bilhassa da sıklıkla karşılaşılan bu sorunlardan seçmeye çalıştık konuları. Her konu bitiminde, soru-yorumlara da yer verildi ki, konunun anlaşılmasında kolaylık olsun. Çocuk eğitimine dair ‘sıkça sorulan sorulara’ cevap vermeye çalıştığımız bu kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor.
Uzman Pedagog Adem Güneş İstanbul, 2014
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı
İhtiyaçların bir kısmı doğuştandır. Bebeğin dünyaya geldiği andan itibaren kendini gösterir; ki bunlar, ‘temel’ ihtiyaçlardır. Doğan her çocukta şaşmaz bir aynılık içindedir, fıtrîdir. Bu ihtiyaçlar, onun yetişkin olma serüveninin temelini teşkil eder. Fıtrî ihtiyaçların karşılanmaması, insanın yaşama devam edemeyeceği anlamına gelir; ölüm ile sonuçlanır.
-Çocuklarda saldırgan davranışların birçoğu, ihtiyacın önündeki engelleri kaldırmak için masum davranışlardır
-Kişiliğin bir parçası haline dönüşmüş bir ihtiyaç karşılanmazsa, insanda bir gerilim hali oluşur.
-Gelişimsel ihtiyaçlar, çocuğun yaşı ilerledikçe, belli dönemlere eriştikçe ‘fıtrî’ olarak ortaya çıkar.
-Yemek yemek temel bir ihtiyaçtır, ebeveynler bu temel ihtiyacı yanlış davranışlarla sorunlu hale getirmemelidir.
-Aşırı tat, tuz ve acı gıdalarla tat sınırı aşılmış yemeğe alıştırılan çocuklarda yeme bozuklukları sık görülür.
-Yeme sorunları anlık bulunan çözümlerle çözülmemelidir.
Çocuklarda Uyku Düzeni
Uyku, direnilmesi zor bir ihtiyaç halidir. Öyle ki, açlığa dayanılır, uykusuzluğa direnilemez! İster çocuk olsun ister yetişkin, uykusuzluğa tahammül edemez. Böyle olduğu halde birçok ebeveyn çocuklarının geç uyuduklarından, sabah uyanmadıklarından yakınır. Burada bilinmesi gereken en önemli ayrıntı; ebeveynler çocuklarını uyutmaya zorladıkça çocuklarının direnecekleridir. Zira zorla uyku olmaz!
-Çocuk güncel yaşamda ebeveyni ile duygusal doyuma erişmedikçe, uykuya karşı direnç gösterir.
-Erken ya da geç uyuması için zorlanan çocuk, uykusu olsa da uyumamak için direnç gösterir
-Uyumamak üzere ağlayan çocukların ya duygusal ya da fiziksel ihtiyacı giderilmemiştir.
-Çocuk annesinin yatağından kademeli şekilde ayrılırsa kendi odasına geçişi, daha kolay olur.
-Gece teröründe çözüm, anne-çocuk bağlanmasıdır.
Çocuklarda Dil Gelişim
Çocuklarda dil ‘edinimi’ doğdukları andan itibaren başlar. Daha birkaç günlük çocuk, işittiği her bir sesi, hafızasına kaydeder. Benzer sesler duydukça kendi de o sesleri çıkartmak için çaba harcar. Çocuğun dil ediniminde iki hafızası vardır. Birincisi; pasif hafıza ki, her duyulan sözcük buraya kaydolur. Pasif hafızaya kaydolan sözcükler 6 ay boyunca kullanılmaya devam edilirse, bu kayıtlar ‘aktif hafıza’ya aktarılır.
-Dil öğrenme, işitmenin devamıdır.
-Konuşma çabasıyla dalga geçilen çocuklarda konuşma bozuklukları daha sık görülür.
-Televizyon, dil gelişimini ilerletmek yerine, geriletir. İletişim diyalog halinde olursa dil gelişimine katkı sağlar, ki televizyon monolog bir iletişim aracıdır.
-İki dil öğrenecek olan çocuklarda ana dilin annenin konuştuğu dil olması, öğrenilecek yabancı dilin de babanın dili olması çift dil öğrenmeye katkı sağlar.
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler
Çocuk yetişkinliğe doğru yolculuk yaparken, farklı kişiler, farklı davranışlar ve farklı alışkanlıklarla tanışacaktır. Çocuk olmanın da gereği olarak, her karşılaştığı yeniliği pratiğe geçirmekten de büyük bir haz duyacaktır. Çocuğun yeni kelimeler öğrenmekten çok mutlu olduğu okul öncesi dönemde, zaman zaman ‘argo’ kelimeler veya ‘çirkin/küfür/kaba’ içerikli kelimeler de kendi kelime dağarcığına dokunuverir. Panik yapmamak gerekir, çünkü çocuk kullandığı argo veya kötü sözlerin içeriğini bilerek değil, yeni yeni duyuyor olmanın heyecanı ile kullanır.
-Kaba ve argo kelimeler kullanan çocuğa kızmak, azarlamak, dövmek çözüm değildir. Bunun verdiği tepkisellik sorunu daha derinleştirir.
-Çocuk, kızgınlık ve üzüntü anında hangi kelimeyi kullanacağını bilirse, argo kelimelere başvurmak zorunda kalmaz.
-Anne-babalar, çocukların kullandığı kaba ve çirkin söze değil, bu sözün nereden öğrenildiğine odaklanmalıdır.
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar
Çocuk içinde biriktirdiği negatif ya da pozitif hisleri sözel olarak dışarı çıkartamıyorsa bu noktada sorunlar başlar. Kendini ifade edemeyen çocuk agresiftir, hırçındır, duygusal ve mızmızdır. “Gözünün üzerinde kaşın var” dense; ya ağlamaya, ya da saldırmaya hazırdır. Konuşarak kendini ifade edemeyen çocuk, ağlamayı ya da bağırmayı bir çıkış yolu olarak görür.
-Çocuk ancak kendini varolduğu hali ile kabul eden bir ebeveyn yanında sakindir.
Adım Adım Tuvalet Eğitimi
Tuvalet eğitimi özellikle annelerin en can sıkıcı konusudur. Bilinmesi gereken birkaç noktaya dikkat edildiğinde, tuvalet eğitimi can sıkıcı olmaktan çıkıp, çok keyif verici birkaç günlük eğitime dönüşebilir. Küçük bir çocuk için alt ıslatmanın bir haz ve keyif hali olduğunu gözden kaçırmamak en önemli husustur. Çocuk sıkışmış, zorda kalmış ve idrar yolu tam da dolu olduğu bir sırada rahatlamak için bırakır kendini.
-İdrar yollarındaki kasları kullanma becerisi gözlemlenen çocuklarda tuvalet eğitimi başlayabilir.
-Tuvalet eğitiminin ilk adımı çocuğun ıslaklığı hissetmesini sağlamaktır.
-Tuvalet eğitiminin neden gerektiğini anlaması, çocuğun bu alışkanlığı kazanmasını kolaylaştırır
Çocuklarda Parmak Emme
0-2 yaş, emme refleksinin zirve olduğu bir dönemdir. Çocuk normalde 2 sene boyunca devam eden emme refleksine karşılık olan anne göğsünü bulamadıysa, başka bir şey emmek zorundadır. Elini ağzına alır, parmağını emmeye alışır. Ağzına emzik verilse, emziğe alışır. Eğer çocuk anne sütünü erken dönemde bıraktıysa, o takdirde yeni emdiği şeyi ileriki yaşlara doğru bir alışkanlık olarak götürür.
-Çocuk üzerinde baskı varsa, huzursuz bir atmosferdeyse, kaygı ve korku içindeyse parmağını ağzına sokarak kendisini güvende hisseder.
-4 yaşından sonraki parmak emmeler, duygusal yoksunluğun işaretidir.
-Çocuk ile anne arasında bir bağlanma sorunu olduğunda çocuk parmak emmeye yönelir
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci
Annelerin en çok zorlandıkları konulardan bir diğeri de sütten kesmedir. Anne ile bebek arasında, emzirme döneminde büyük bir ilişki başlar. Bu ilişkinin adı ‘güvenli bağlanma’dır. Annesini doya doya emen, her ihtiyaç duyduğunda annesini yanında bulan ve annesiyle sarmaş dolaş yatan bir çocuk ancak annesine doyar.
-Çocuklarda emme refleksi 24 aydır.
-Çocuk, anne göğsünden kademeli olarak ayrılmalıdır.
-Annesinin ihtiyaçlarını karşılayacağından emin olan çocuk, 24. aydan sonra emme alışkanlığından zorluk çıkarmadan vazgeçer.
Çocuklarda Tırnak Yeme
Bir çocuğun tırnağını ya da parmağını emmesi eğer 2 yaş öncesindeki döneme denk geliyorsa, bu, emme dönemindeki eksikliğin gideriliyor olduğu anlamına gelir. Eğer çocuk 2 yaşından önce anne sütünü bırakmışsa, emme refleksini tamamlayamadığından dolayı elini ağzına götürür. Veyahut taklit döneminin gereği olarak, çocuğun yanında tırnak yiyen bir yetişkin varsa, çocuk da tırnaklarını yemeğe başlayabilir. Hatta elini keyifli bir şekilde ağzına alıyorsa, bu da bir alışkanlığın belirtisidir.
-Emme dönemini tamamlamış olan bir çocukta tırnak yeme, güven yoksunluğunun dışa vurumu olarak ortaya çıkar.
-Çocuk sosyal yaşamda kendi gibi olmayı becerdiğini ve bu haliyle kimseler tarafından eleştirilmediğini fark ettiğinde tırnak yemeyi kendiliğinden bırakır.
Çocuklarda Korkular
Korku, her insanda potansiyel olarak varolan, yaşamın devamlılığı için gerekli olan istemsiz savunma davranışıdır. Korku, insanın yaşam ile uyum sağlamasını, sosyal hayat içinde yer almasını sağlayan, doğal bir duygu durumudur. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Bir başka deyişle ‘korku eşiğinin’ yükselmiş olması halidir.
-Çocuklar belli yaşlarda, duygusal ve zihinsel gelişimin bir gereği olarak korku dönemi yaşayabilir. Bu normaldir.
-Gerçekçi ve soğukkanlı bir ebeveynin yanındaki çocuk, korkularını daha kolay; duygusal ve kaygılı bir ebeveynin yanındaki çocuk ise bu dönemi daha zor atlatır.
Kardeş Kıskançlığı
Kıskançlık duygusu, her insanın yaradılışında vardır. Bu duygunun varlığı, kişinin gelişiminde etkili olduğu kadar, aşırı uyarılmış olması halinde de yaşamı zora sokar. Hele ki bu bir çocuksa daha da zorlaşır yaşam...
-Kıskançlığı anormal hale getiren en önemli sebep anne-baba tutumlarıdır
-Kardeş kıskançlığını oluşturmak istemeyen ebeveynler kardeşler arası ilişkilerde gerçekçi ve doğal olmalı.
-Belirli bir düzeyde, kardeşler arasındaki çatışmalar iletişim yeteneklerini geliştirir, problem çözme becerilerini artırır.
-Kardeş kavgasında asıl olan kimin haksız ya da haklı olduğunu bulmak değil; hangi davranışın doğru olup olmadığına karar vermektir.
-Ebeveynler, kardeşler arasında yol gösterici olmalı.
Çocuklar ve İçe Kapanıklık
Bir çocuk mizacına uygun bir yaşam sürüyorsa, sükûnet içindedir ve genellikle sosyaldir. Böylesi bir çocuk olaylara birdenbire atılmaz, reaksiyon göstermez. Önce etrafını gözler, çevresini tanır, kendisini emniyette hissettikten sonra ortama dâhil olur
-Mizacına uygun bir yaşam süren çocuk, sükûnet içindedir ve sosyaldir
-Annesinden duygusal olarak beslenemeyen çocuk; ya agresif olur, çatışmacıdır ya da içe dönük ve mutsuzdur.
-İçe kapanık çocukların ortak özellikleri, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşamamalarıdır.
Çocuk ve Yalan
İnsanın üç farklı dünyası vardır: (1) Uyku ve rüya dünyası, (2) Hayal dünyası, (3) Gerçek dünya. Sağlıklı bir yetişkinde, bu üç dünya birbirinden net ve kesin çizgilerle ayrılmıştır. Hiçbir yetişkin hayal kurduğu bir şeyi, gerçekmiş gibi anlatmaz. Oysa ilk 7 yaş dönemindeki çocuklar bu üç dünyayı birbirinden ayırt edemez. Onlar için rüya ile gerçek arasında bir fark yoktur. Ya da hayal dünyası, tıpkı gerçek dünya gibidir.
-Yalan, insan fıtratının değil; korkunun, kaygının ürünüdür.
-Yalanı yakalanmak üzere peşinden gidilen çocuk, yalan söylemekte ustalık kazanır
İzinsiz Eşya Getirme
7 yaş grubundan küçük çocuklar için başkasının malı diye bir şey yoktur. Çocuğun çevresindeki her şey, çocuğundur. Üçüncü bir şahsa ait bir şey yoktur. O yüzden çocuk, okuldaki oyuncakları, arkadaşının eşyalarını çok rahatlıkla alır, cebine koyar ve getirir. Çocuk okuldan alıp getirdiği oyuncağı ne çalma niyeti ile alır, ne de başkasının malına el koyma niyeti ile cebine koyar.
-‘Çalma hastalığı’ ile çocukluk döneminde görülen izinsiz eşya alma aynı şey değildir.
-Çocuğu izinsiz eşya almaya iten en önemli sebeplerden biri, ilgisizliktir.
-Çocuğun kişilik haklarına saygı gösterilirse, o da başkalarınınkine göstermeyi öğrenir.
-Yetişkinlik döneminde çalma, bir kişilik probleminin habercisidir.
Hareketli Çocuklar
Çocukta huzursuzluk hali varsa, bu huzursuzluk fiziğe de yansır. Çocuğun eklemlerine yansır. Eli-kolu hızlanır, omuzları kımıldamaya başlar, ayakları kımıldamaya başlar, sağa-sola doğru sallanmaya başlar... Öncelikle bu huzursuzluğa sebep olan unsurların tek tek tespit edilmesi gerekir
-Çocuğa ‘ekstra dürtü’ veren bir ortam sunulursa, çocuk hareketlenir
-Çocuğun biyolojik ritmi bozulmuşsa, bozulmuş olan o ritim de çocuğa dürtü verir ve çocuğu hızlandırır.
-Duygusal yoksunluk yaşayan çocuklar, hiperaktif gibi, hızlı hareket etmeye başlarlar
-Çocuk hareketlenmeye başladığında beraberinde bir sorun daha çıkar: dikkat eksikliği
-Dikkat eksikliği öğrenme güçlüğünü oluşturur.
Çocuklarda İnatçılık
Her gelişim döneminin kendine özgü davranışları vardır. Çocuk 2 yaşından sonra anormalleşmez, normalleşir. 2 yaşına kadar bütün ihtiyaçlarını annesiyle gideren bir çocuk, annesiyle ruhsal bir sekine dönemi yaşadıktan sonra, sanki bir uykudan uyanır ve insan olma yolunda adımlar, “Ben yapacağım” demeye başlar.
-‘Ben gelişim’ döneminde, çocuğun yapmak istediği şeylere izin verilirse, kişilik gelişiminde olumlu tesirler oluşur.
-Çocuk, yaşamda engellerle karşılaştıkça güçlenir; engellendikçe agresifleşir.
-Çocuk engelleri şiddet kullanarak aşmayı alışkanlık hali getirmeye başlarsa, bu, ileriki dönem için davranış bozukluğuna sebep olur.
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı
Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler. Arzu etTİKLERi şeye erişememek, anne-babayı kendine yöneltememek, içlerinde sevgi ihtiyacı kaldığı halde ebeveynine ulaşamamak çocukların vurma davranışlarının ortaya çıkmasında etkilidir.
-Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma davranışı gösterirler.
Çocuklarda Tik’ler
Tik istemsiz kas kasılmasıdır. Çocuğun istemeden bir kasının sürekli olarak aynı periyot ve aynı zaman dilimi içerisinde kasılıp bırakılıyor olmasıdır. Bir insanın üzerinde baskılar artmaya başladığında, bu insandaki ilk fiziksel reaksiyonların göz kırpmalar, kaş kaldırmalar, dudak ısırmalar gibi kafasıyla, vücuduyla alâkalı birtakım fizyolojik tepkiler olduğu görülür. Ne kadar baskı artar ve çocuk ne kadar işin içerisinden çıkamaz ise kaşı, gözü, dudakları, vs. o kadar çok hareket etmeye başlar.
-Tik’lerin kaynağı gerginliktir.
-Çocuğu gerginliğe iten sebep bulunmadıkça, tik de ortadan kalkmayacaktır.
-Müdahale edilmediği takdirde TİKLER kronik seyir gösterebilir.
Teknoloji Bağımlılığı
Alkol ve uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının yanında bilgisayar, cep telefonu, internet gibi teknolojik gereçlerin de bağımlılığa dönüştüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Özellikle, aile içi iletişimin zayıf olduğu ortamlarda yetişen çocukların böylesi bağımlılığa düşme riskinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Aile içinde bir bireyin, teknolojik gereçlerden birine bağımlılık kazanması ailenin diğer bireylerini anında etkiliyor.
-Teknolojik gereçler, zayıf aile bağı olan çocuklarda daha çok bağımlılık yapmaktadır.
-Teknoloji, bir oyun değil bilgiye ulaşma aracı olarak tanımlanmalıdır.
-Çocuk teknoloji ile düşman değil, onunla dost yetiştirilmelidir.
-İnternet kullanımında ailenin sloganı, “Kullan, işini hallet, çık” olmalı.
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme
Henüz ön ergenliğe erişmemiş bir çocuğun kendi bedenine yönelmesini cinsel tatmin olarak göremeyiz. Genellikle erken yaşlarda, bir şekli ile çocuklar kendi bedenlerini keşfedebiliyorlar. Cinsellik olmayan, fakat tıpkı bir tatlı kaşınma şeklinde kendi genital bölgelerine yoğunlaşabiliyorlar. Günümüzde oldukça sık rastlanılan bu çocuk davranışını, cinsellikle bağdaştırmak çocuğa yapılacak bir haksızlık olur.
-Kendini tatminde en belirgin sebep, çocuğun anne ile bağlanmasındaki problemlerdir.
-Çocuk mastürbasyonu vaktinde önlenmez ise kalıcılık gösterir.
-Böylesi bir alışkanlığın terki, 6 ayı bulan, ‘haz değiştirme ve davranış unutma süreci’ni kapsar
-Sorunun çözümü, anne ile çocuk arasındaki yeniden bağlanmayla gerçekleşir.
Cezasız Eğitim
Tanıtım
Birçok yetişkin cezasız çocuk eğitimi olamayacağına inanır...
Çocuğun neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenebilmesi için ceza ve mükâfatın iyi bir eğitim yöntemi olduğunu düşünür.
“Ceza kötü bir şey olsaydı, çocukken cezalandırılan bizler de kötü insanlar olurduk” der.
Ceza insanı kötü biri yapmaz belki… Ama hiperaktif yapar… Şımarık yapar… Yılışıklaştırır… Öfkeli hale getirir… Eşi ile bağ kuramaz, çocuğu ile oynayamaz biri yapar…
Ceza bir eğitim aracı değil, bir aşağılama davranışıdır... Çocuk aşağılanarak değil, ancak değerlilik hissiyle kişiliğini geliştirir…
Pedagog Adem Güneş, Cezasız Eğitim’de çocukluktan yetişkinliğe kişilik gelişimini inceliyor. Baskı, zorlama ve cezanın çocuğun kişiliğine nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor.
Cezasız Eğitim, çocuk eğitimine bakış açınızı kökten değiştirecek bir eser…
İçindekiler
BİRİNCİ BÖLÜM / ÇOCUK EĞİTİMİNDE CEZA ..........................................…....11
Çocuk Eğitiminde Ceza................................................................................................13
İhtiyaç.......................................................................................................................... 29
İhtiyaçların Koşullu Giderilmesi.................................................................................. 35
Çocuğun Özgürlük İhtiyacı ......................................................................................... 45
His ve Duygu .............................................................................................................. 61
Edilgenlik Hisleri ........................................................................................................ 71
Duyguların Yönetimi .................................................................................................. 77
His Bozukluğu............................................................................................................. 81
1. Gerçeklik ................................................................................................................. 85
2. Kendilik.................................................................................................................... 95
3. Dürtüsüzlük ........................................................................................................... 109
İç Genişliği ................................................................................................................ 117
Sevk Hisleri................................................................................................................ 123
İKİNCİ BÖLÜM / BENLİK ..................................................................................... 135
Benlik......................................................................................................................... 137
Kişilik Bozukluğu ..................................................................................................... 151
1. Evre: Tepkisellik ................................................................................................... 152
2. Evre: Sessizlik ....................................................................................................... 153
3. Evre: Sahte Ben...................................................................................................... 155
Benin Yapısı .............................................................................................................. 157
1. İrade....................................................................................................................... 157
2. Duyarlılık .............................................................................................................. 158
1. Etken-Duyarlı Benlik ............................................................................................ 163
1. Merak ve Sığınma (0-2 Yaş).................................................................................. 175
2. Heves ve Savunma (2-4 Yaş) ................................................................................ 193
3. İstek ve Uyum (4-6 Yaş)........................................................................................ 201
2. Etken-Duyarsız Benlik........................................................................................... 221
I. Mimiksizlik ............................................................................................................ 225
II. Tiz Ses .................................................................................................................. 226
III- Oyalanma Davranışları ....................................................................................... 231
1. Hırslanarak Duyarsızlaşma ................................................................................... 238
2. Hissizleşerek Duyarsızlaşma................................................................................. 242
Duyarsızlıkta Çözüm Önerisi..................................................................................... 244
3. Edilgen-Duyarsız Benlik........................................................................................ 251
Onarıcı Unsurlar......................................................................................................... 260
4. Edilgen-Duyarlı Benlik ......................................................................................... 265
ÖZETLE ................................................................................................................... 279
Cezasız Eğitim Nasıl Olur?........................................................................................ 283
1. Çocuk Eğitimi, Ebeveynin Onarımıyla Başlar...................................................... 283
2. Mesafe Koymak Yerine Bağlanmak ..................................................................... 284
3. Baskı Yerine Kararlılık ......................................................................................... 284
4. Sabır Yerine Genişlik ............................................................................................ 284
5. Yönetmek Yerine Eşlik Etmek.............................................................................. 285
6. Mükemmeliyetçilik Yerine Doğallık .................................................................... 285
7. El Âlem Yerine Kendilik....................................................................................... 286
8. Öğrenme Yerine Edinme ...................................................................................... 287
9. İkaz Etmek Yerine Görmezden Gelmek ............................................................... 287
10. Olgunlaştırmak Yerine Çocuklaşmak ................................................................. 288
ÇOCUK EĞİTİMİNDE CEZA
Ceza veren kişi, bir süre sonra cezayla davranışını düzeltmeye çalıştığı kişiyi sürekli yönetmek, yönlendirmek ve kontrol etmek gibi çılgınca bir kısır döngüye girdiğini fark edemez. Böyle bir kısır döngüye giren kişi bir süre sonra baskı ve kontrolü bıraksa sanki her şey rayından çıkacakmış gibi kaygılanır...
Psikoloji bize öğretti ki, insanoğlunun en anlamsız çabası, “bir başkasını kontrol altında tutma çabası”dır. Çünkü insan, özgürlüğe yatkındır... Kontrol altında tutulmaya çalışıldıkça hırçınlaşır, agresifleşir, kişiliği bozulur, sınır dışı davranışlara yönelir.
Çocuk eğitiminde doğru bakış açısı, çocuğu kontrol altında tutmak, onu yönetmek değil, onun kendisini adım adım yönetebilmesine yardımcı olmaktır. Çocuğunu yönetmek üzere sürekli denetçi bir rol üstlenen anne babalar, bir süre sonra bunun imkânsız olduğunu fark edeceklerdir... Bu fark edişe kadar geçecek zaman, çocuk ile ebeveyn ilişkisini yıpratmakla kalacaktır...
-Çocuğu ceza ile yetiştirmeye çalışmanın sonucu koca bir hayal kırıklığıdır.
-Ceza ile yetiştirilmiş kişilerin yetişkinlik yıllarında cezasız eğitimin mümkün olduğuna inanması neredeyse imkânsızdır.
-Ceza, alanı da vereni de tükenmişliğe düşürür.
-İnsanoğlunun en anlamsız çabası, “bir başkasını kontrol altında tutma çabası”dır.
-Çocuğunu korumak için sürekli kol kanat geren anne babaların çocukları, güçlü gibi görünseler de derin kaygılar edinmiştir.
-Ceza verenin niyeti ne olursa olsun, sonuçta ceza çocuğu incitir ve aşağılar.
-Ceza, aşağılama içerdiği için bir şiddet eylemidir.
-İtaat, iç direncin susması ile oluşan bir “edilgen davranış”tır.
-Ceza, değersizlik hissi üzerine kurgulanmış bir eğitim yöntemidir
İHTİYAÇ
İhtiyaç, yokluğunda eksikliği duyulan, giderildiğinde rahatlama hissi oluşturan her şeydir. Gelişimin temel itici gücüdür. Çocuğun her gelişim döneminde yeni yeni ihtiyaçları olur. Maria Montessori bunu “duyarlılık dönemleri” diye adlandırmaktadır.
Montessori’ye göre, çocuğun duygu dünyasında belirli zamanlara bağlanmış “iç uyaranlar” vardır. Bu uyaranlar vakti geldiğinde harekete geçer, bir “itici güç” oluşturur. İhtiyaçlar, “vaktinde, yeterince ve koşulsuzca” giderildiğinde ruhsal bir rahatlama, genişlik hali oluşur. Giderilmeyen veya koşula bağlanan ihtiyaçlar çocuğu gerginleştirir, huzursuzlaştırır, ihtiyacını gidermek için saldırgan tavırlar içine sokar.
-İhtiyaç, yokluğunda eksikliği duyulan, giderildiğinde rahatlama hissi oluşturan davranışlardır.
-İhtiyaçlar, “vaktinde, yeterince ve koşulsuzca” giderildiğinde ruhsal bir rahatlama, bir genişlik hali oluşur.
-İhtiyaçlar koşulsuzca giderildiğinde ruhsal rahatlama, ardından da ihtiyacını gideren kişiye karşı bir yakınlık hissi gelişir.
-Yetişkinlerin çocuklardan hissetTİKLERi birçok rahatsızlığın kökeni kendi çocukluk yıllarında gizlidir.
ÇOCUĞUN ÖZGÜRLÜK İHTİYACI
Birçok ebeveyn çocuklarını ne kadar erken eğitirlerse o kadar iyi olacağını düşünür. Hayatın bir yarış olduğuna inanırlar, öne geçme çabası sergilerler... Başkalarının çocuklarının kaç kelime, kaç hece öğrendiğine dikkat edip kendi çocuklarının onlardan geri kalmaması için yoğun çaba harcarlar...
Halbuki çocuğun ilk 4 yılı eğitim çağı değil, özgürlüklerini doyasıya yaşayarak kendini geliştirdiği çağdır... Bu çağda çocuk, ihtiyaçlarını değişik yollarla haber verir ve bunların giderilmesi için ebeveyninden yardım ister... Bu, kimi zaman ağlamak, kimi zaman da mızırdanmak şeklindedir. Çocuğun ağlamalarına karşılık vermek, ona taviz vermek değil, ihtiyaçlarını gidermektir. Hiçbir çocuk sebepsiz ağlamaz, mızırdanmaz.
-Çocuğun ilk 4 yılı eğitim çağı değil, özgürlüklerini doyasıya yaşayarak kendini geliştirdiği çağıdır.
-Çocukluk yıllarını duygularını bastırarak geçiren kişiler iş hayatında ve sosyal ilişkilerde oldukça başarılı görünürler.
-Birçok çocuk duygu dünyasında yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle ‘davranış bozuklukları’ sergiler.
-Çocuk, duygu dünyasında bir iyilik hali yaşıyorsa yemesi düzenlidir, uykusu kalitelidir, fizyolojik gelişimi yerindedir.
-Çocuk duygu dünyasında bir iyilik hali yaşıyorsa, sosyal gelişimi yerindedir.
-Çocuk kendini iyi hissetmiyorsa, sosyal ortamlarda bulunmaktan keyif almaz, insanlarla iletişimi sağlıklı yürümez.
-Gelişimin devamlılığı iç motivasyona bağlıdır
-“Öğrenme” heyecan verici bir iç motivasyonla gerçekleşir
-Çocukluk yıllarında psikolojik şiddet gören kişiler, yetişkin olduklarında bir problemle karşılaştıklarında hemen bıkkınlık yaşarlar.
HİS VE DUYGU
Psikolojik sorunların kökeni hislerdir. Kişinin yönetmekte zorluk çektiği olumsuz hislerin artmasıdır. Hislerin güçlenip duyguya dönüşmesi ve artık yönetilemez hale gelmesidir.
-Pedagojide his; ötekinin bireyin üzerine bıraktığı “ruhsal hal”dir.
-Hisler yoğunlaştığında duyguyu oluşturur; duygu, his yoğunlaşmasıdır
-Çocukluk çağında akılcı yorumlama devrede değildir.
-Çocuğun kendisiyle ilgili algısına “Ben Algısı”, kendinin dışarıdan nasıl göründüğü ile ilgili algıya da “Sosyal Ben Algısı” denir.
-Çocuğun kişilik gelişimini önemseyen yetişkinler öncelikle kendi duygularını onarmaları gerektiğini bilirler.
-Sevginin eğitim aracı olarak kullanılması “edilgenlik hisleri”nin oluşmasına sebep olur.
-Yetişkinlerde bağımlılık, çocuk yıllarında giderilmemiş ihtiyaçların giderilme çabasıdır.
-Çocukluk yıllarında zarara uğratılmış duyguların onarılması mümkündür.
-Çocuk anne babasının yanında kendini ne kadar değerli hissederse, çevresi ile ilişkileri o denli kaliteli olur.
-Yetişkinin, yaşadığı hisleri objektifiğini bozmadan, sunileştirmeden (üzerinde herhangi bir akılcı işlem yapmadan) çocukla paylaşması gerçekliktir.
-Gerçek duygularla ortaya çıkan davranışlar çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlar.
-Suni davranışlarda süreklilik olmaz.
-Yetişkinin çocukla ilişkisinde ‘kendilik hali’ taşıması, çocuğun kişilik gelişiminin temel faktörlerindendir.
-Kendilik, kişinin duygularında başkalarının tesirini değil, kendi hislerini barındırıyor olması halidir.
-Düşünce ve duygularında başkalarının tesirini taşıyan kişi gerçek kendiliğe erişemez.
-Objektifik ve sakinlik ‘gerçek kendiliğin’ en belirgin iki özelliğidir.
-Ebeveynler kendi duygularını onarmadıkça çocuklarını gerçek kendiliğe eriştiremezler.
-Mükemmeliyetçilik, her ne kadar kulağa hoş bir kelime gibi gelse de sorunlu bir kişiliği tanımlar.
-Ne kadar kamçılanırsa kamçılansın hiçbir at doğada özgürce koşan bir atı geçmeyi başaramayacaktır.
-Gerçek kendiliğe erişmek ancak kişinin ‘dürtüsel’ yanlarından kurtulmasıyla mümkündür.
-Gerçek kendilik bireyin başkaları ne der diye kendini sınırlandırması değil, başkaları olmadan da kendi sorumluluğunu taşıma becerisidir.
-Dürtüler, çocukluk yıllarında edinilir, yetişkinlik yıllarında problem haline dönüşür.
-İnsanın geçmişte edindiği olumsuz hisler onu kötü biri yapmaz belki, fakat yetersiz bir ebeveyn yapar.
-Çocuğa karşı sabır bir tür pasif şiddettir; ebeveynler çocuklarına karşı sabırlı olmayı değil, genişlemeyi öğrenmelidir.
-İç genişliği, insan ruhunun çocukluk yıllarında elde edilen en önemli kazanımıdır.
-Çocuk, duygusal ve fiziksel gelişimi için neler yapması gerektiğinin şemasını içinde taşır.
-Bebekler tensel temasa olumlu mimikler sergiler, tebessüm ederler. Bu tatlı mimikler yetişkini dokunmanın devamını getirmeye iter.
-Bir yaşından küçük çocuklar, acıktığı zaman ağlar, ancak bu ağlama acıktığı için değil, korktuğu içindir.
-Sevk hisleri, adım adım çocuğu ‘mizacına’ uygun bir kişilik inşa etmeye yönlendirir.
-Sevk hislerinin birinci görevi, çocuğa insan fıtratının özelliklerini kazandırmaktır.
-Sevk hislerinin ikinci görevi, bir fıtrat üzere yaratılan çocuğun mizacını ortaya çıkarmaktır.
-Çocuk eğer sevk hisleriyle bir ilgi alanına odaklanıyor ve saatlerce sıkılmadan onunla meşgul oluyorsa, muhtemelen o sahada mizacına ait özellikler geliştiriyordur.
BENLİK
Benlik, bireyin taşıdığı tüm duyguların bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir yapıdır. Onlarca duygu bir arada bulunarak bu yapıyı oluşturur. Benlik, pozitif ve negatif duyguları aynı yapı içinde barındırır. Kişinin hakim duyguları negatifse, bu kişinin “benliği” sürekli negatif duygulardan beslenir. Hayata karamsar bakar. Her olayın olumsuz yanını görür. Mutlu olsa da içinde derin bir mutsuzluk vardır. Değer görse de kendisinin değersiz olduğunu hisseder... Her şey yolunda gitse de bunun uzun sürmeyeceğini hisseder... Sevilse de sevilmiyormuş gibi hisseder... Güvenli bir yaşamı olsa da güvensizlik hisseder...
-Çocuğu bozan dört negatif his vardır; değersizlik, yetersizlik, suçluluk ve ürküntü.
-Kişilik, bireyin duygusal yanını ifade eden davranışlar bütünüdür.
-Kişinin sahip olduğu duyguların çoğu pozitifse ‘benliğin’ hakim duygusu pozitiftir.
-Sahte ben, çocuğun davranışlarının kendi duygularına ait hislerden değil, çevresinin kendinden istediği davranışlardan oluşmasıdır.
-Taklit ve alışkanlık bozuklukları hariç olmak üzere, duygusal kökeni bulunan bütün davranış bozuklukları kişilik bozukluğunun çocukluktaki parçasıdır.
-İrade; benliğin bir davranışı sürekli ve farkındalıkla yapabilme gücüne erişmesidir.
-Duyarlılık, içsel seziş yeteneğidir; duygu ile zihnin birlikte çalışma becerisidir.
-Gelişimi normal düzeyde devam eden benliğin duyarlılığı yönetebilecek kadar etken bir iradeye sahip olması gerekir.
-Zarara uğratılmamış çocuk beninde daima etkenlik duyarlılıktan öndedir.
-Ağlamalarına karşılık verilmemiş çocuk, bir süre sonra ağlamayı keser, “duyarlılığını bastırır”, sevk hislerini duymamayı öğrenir.
-Ödevini yapmamış bir çocuğun öğretmenine kendini ifade etmek için kurduğu cümleler, iradesinin bir ürünüdür.
-Gelişimsel ihtiyaçlar çocuğun sevk hisleri tarafından oluşturulur.
-Çocuğun iradesini kıran en belirgin yetişkin davranışı, ceza ve mükâfat ile kendi iç motivasyonunun kaybettirilmesidir.
-Çocuk, ancak iradesi duygularını yönetebileceği sırada iradi davranış sergileyebilir.
-Etkenlik, sadece çevredeki insanların yönetsel tutumları karşısında onların güdümüne girmemeyi değil, aynı zamanda kendi iç dürtülerini yönetebilmeyi de beraberinde getirir.
-Benliğin etken bir yapı kazanmasında 0-6 yaş dönemi oldukça önemlidir.
-Çocuğun duyarlılığı sevk hislerinin devamlılığına bağlıdır.
-Duyarlılığın oluşturduğu keşif, çocuğu benzer bir davranış yapmak üzere iradesini kullanmaya yönlendirir.
-Her yeni heyecan, bir sonraki keşfi yapmak için iradeye güç verir.
-Çocuğun merak hisleri ile gerçekleştirdiği öğrenme çabaları engellenmez ve desteklenirse, duyarlılıktan kaynaklanan etkenliği geliştirilmiş olur.
-Çocuk, eşyaya nüfuz ettikçe ve eşyayı dilediği gibi yönetmeyi öğrendikçe derin bir güçlülük ve bu güçlülükle gelişmiş bir irade ortaya koyar.
-Her olumsuz duygu karşısında sığınılabilecek bir limanının olması, merak duygusuyla gelişen iradenin ‘sürekliliğini’ sağlar.
-Kaygı ve korku yaşadığı sırada güvenli bir limanının olması, çocuğa duygusal bir yetenek de kazandırır.
-Yüzme öğretirken en önemli metot çocuğun kendini ‘sığınaklı bir limanın yanında’ hissetmesidir.
-Çocukluk yıllarında sığınma duygusunu tatmamış kişiler yetişkinlik yıllarında bu duyguya yabancılık çeker, kendilerini güvenli bir liman olarak eşlerine bırakamazlar.
-Kaşık tutma hevesi olan çocuğun ağzına kaşık uzatmak, onun iradesini kırdığı gibi savunma davranışının oluşmasına da sebep olur.
-Çocuğun sınırlarına saygı duymamak, onun duyarlılığına saygısızlık olduğu gibi, geliştireceği iradeye de engel olmak demektir.
-Çocuğun denemeler yaptığı alana müdahale etmek onda savunma davranışı oluşturur.
-Akıl, çocuğun duyarlılığı karşısında iradesini güçlendirmek üzere ona destek olur.
-Lezzet alma, çocuğu yemeğe karşı istekli kılan motivasyonlardan biridir.
-Anne babalar çocuklarından ancak onların yapabileceği kadar bir eylem istemeli, çocuğun yapabildiği kadarın onun iradesini de geliştireceğini unutmamalıdırlar.
-Duyarlılık ve etkenlik inşasında zarara uğratılmamış bir çocuktan beklenen şey, duyarlılığını kaybetmeden sağlıklı iletişim kurabilmesi, kendini ifade etmekten de keyif almasıdır.
-6 yaş öncesi çocuklarda dış dünyaya karşı güvensizlik oluşturmak, duyarlılığı zarara uğratır.
-Aile içinde yaşanan sorunlara çocuğu bastırarak değil, eşler arasındaki sorunları çözerek çare bulunmalıdır.
-Çocukluk döneminde oluşan duyarlı benlik yapısı, yetişkinlik döneminde kişinin kendiyle, çevresiyle ve evrenle barışık olmasını sağlar.
-Duyarsızlığın en önemli belirtisi mimiksizliktir.
-Çocukluk yıllarında geliştirilen kaygılar ve savunma ihtiyacı kişinin ses tonunu inceltir.
-Ses, kaygı yaşayan bireyin en güçlü savunma aracı olduğu için duyarsızlık geliştirmeye başlayan çocukların kaybettiği ilk ‘gerçek kendilik’ parçasıdır.
-Duygusal ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çeken çocuklar, oyalanma davranışlarına yönelirler.
-Çocukluk yıllarında duygularını kullanmayı öğrenmemiş birçok yetişkin, evliliğinde sürekli bir oyalanma aracına ihtiyaç duyar.
-Başarılı birçok kişi başarıyı, duygularını bastırmak için bir araç olarak kullandığını fark etmez.
-Sağlıklı kişilik yapısına sahip olan bireyler iş hayatında olduğu kadar duygusal ilişkilerinde de başarılıdırlar.
-Hırslanarak kendini duyarsızlaştıran kişilerin ortak özellikleri hızlanmak ve ellerini sürekli meşgul etmek üzere bir arayışa girişmektir.
-Sağlıklı benlik yapısının en belirgin özelliği, bireyin biyolojik ritminin düzenli olması, sakin bir fizik yapısına sahip olmasıdır.
-Hissizleşerek duyarsızlaşmayı başarmış kişilerin buldukları oyalanma araçları genellikle romantiktir.
-Ceza devam ettikçe, şiddet çocuğu tehdit eden bir unsur olarak kaldıkça, çocuğun duyarlılaşmasını beklemek imkânsızdır.
-Çocuğun baskın ortamdan kurtulduktan sonra sergileyeceği anormal davranışlar artsa da bir süre sonra bunların normal düzeye geleceği bilinmelidir.
-Edilgenduyarsız benlik, genellikle ebeveyn ihmaline uğrayan çocukların geliştirdikleri bir benlik yapısıdır.
-Edilgenduyarsız kişiler, his alışverişini duyarsız yanlarıyla kapattıkları için lezzet ve haz almaları normal seviyenin altındadır.
-Edilgen yanları, çevredeki kişilerde onlardan zarar gelmeyeceği izlenimini uyandırır.
-Edilgenduyarsız kişilerin en belirgin özelliği, birlikte hareket etTİKLERi insanlarla uyum içinde olmalarıdır.
-Edilgen ve korkak yanları kendilerini emniyetsiz hissettireceğinden herkesle iyi geçinmeye çalışırlar.
-Edilgen duyarsız benliğin çocukluk yıllarındaki temel duygusu değersizliktir.
-Bir çocuğun, alacağı cezadan korkarak ödevini yapması, öğretmenin gözüne girebilmek için sürekli el kaldırması, bakışlarıyla öğretmenden ilgi beklemesi öğretmeni memnun etmemeli, aksine üzmelidir.
-Çocuk sadece davranışlarında değil duygularında da mutlak özgürlüğü yaşamalıdır.
-Hırs, kin, öfke, nefret gibi duygular edilgen duyarlı benlik yapısında gözlemlenmeyen duygulardır.
-Edilgenduyarlı çocukların yetişme sürecinde ebeveyn tavrı genellikle kararsızdır.
-Edilgenduyarlı kişiler yüksek duyarlılıkları ve gelişmemiş iradeleriyle çevrelerinde algıladıkları problemler karşısında kendini yönetici bir tavır sergileyemezler.
-Verici yanları, yoğun empati kuran tavırları, ilişkileri kırmadan yönetmeye çalışma tutumları, edilgenduyarlı kişilerin sevgiyle karşılık bulmasına sebep olur.
-Edilgenduyarlı benlik yapısındaki kişilerin yüksek derecede haz arayışları, heyecan ve coşkuya karşı zaafarı vardır.
-Kuralcılıkları; zayıf kişiliklerinin güven arayışı, kurallar içinde netlik bulmaları ve böylelikle kendilerini emniyette hissetme ihtiyaçlarının sonucudur.
-Kendisine verilen sorumlulukları yerine getirmediğinde zarara uğrayacağına dair hatıralar, bu kişileri farkındalığı düşük bir sorumluluk duygusuna iter.
-Çocuğun bir yandan ailesi tarafından sevildiğini hissetmesi, diğer yandansa o sevildiği ailesi tarafından aşağılanması edilgenduyarlı benlik yapısının oluşmasına neden olur.
Makale Kategorisinde “TİKLER” Kelimesinden “40” Adet Bulunmuştur.
“Öğrenci merkezci” üniversiteler için
Üniversitelerde özgürlükler denince, düşündüğünü söyleyebilen öğrenciler, sorgulayıcı akademisyenler, kendisi gibi davranabilmenin keyfini çıkartan bilim insanları akla geliyor hep. Ama nedense “Bu özgürlükler nasıl kazanılır?” diye “reformist” formüller geliştirilmiyor.
Hangi başkan gelirse gelsin Yükseköğretim Kurulu’nun başına, bu ‘pembe panjurlu üniversite hayalimizi’ bir türlü gerçekleştiremiyor…
Ya sistem çok yapış yapış, vıcık vıcık, kim dokunsa elinde kalıyor ya da bilim üretme merkezleri olan üniversiteler sisteminde değişiklik yapılmıyor…
Ben yine de en iyi ihtimalle diyeyim ki ülkemiz akademisyenleri öylesine akademik çalışmalarla meşguller ki dünyada neler olup bittiğine vakit ayıramıyorlar.
Aslında şöyle bir yukarı, bir de aşağı bakılacak olunursa, bu göz kamaştıran özgürlük okyanusunda bizim de küçük bir gemimiz olabilir…
Örneğin ben, gençliğimin en güzel yıllarını geçirdiğim Hollanda’da kendi öğrencilik günlerimi hatırlıyorum. Rotterdam Üniversitesi’ne kayıt olacağım o ilk günü hiç unutamıyorum…
Üniversite hakkında bilgi edinmek için kapıdan içeri girdiğimde beni güler yüzlü kişiler karşılamıştı (Sonradan öğrendim, beni karşılayanlar öğretim görevlisi hocalarımız imiş)…
Bana “Arzu ederseniz üniversitemizin tanıtımında size eşlik edebiliriz.” diyerek öğrenci olmanın nasıl bir keyif olduğunu daha o dakikadan itibaren hissettirmişlerdi…
O gün, okulun bütün yaşam alanlarını gezdik. Hatta ben bir Türk olduğum için, okulumuzun Türkçe konuşabilen öğrencilerini de bizlerle buluşturmuşlardı. Tam bir özgür ortam içinde bizden önceki öğrenciler, okulun negatif ve pozitif yanlarından bahsettiler…
Hiç unutmuyorum, bir öğrenci arkadaş “Bu üniversiteye gelirseniz, çay ve kahveler çok kalitesiz, haberiniz olsun!” demişti. Ve dediği gibi de çıktı!
Bir başka öğrenci, “Okuldaki bazı öğretmenler yabancı milletten öğrencilerden hoşlanmaz, belki bilmek istersiniz.” uyarısında bulunmuştu.
Bir diğeri ise “Rotterdam Üniversitesi pedagoji sahasında Avrupa’nın en köklü üniversitelerinden biridir. Bazı hocalar sizin dünyanızı değiştirecek, değişime hazır olun.” demişti…
Bütün bu konuşmalar o sırada hazır bulunan öğretim görevlilerinin önünde yapılıyor ve onlar da bu ortamın keyfini çıkarırcasına kahvelerini yudumlayarak konuşmaları dinliyorlardı…
Dinliyorlardı, çünkü üniversiteler gençlere arzu etTİKLERi kaliteli bir ortam sunabilmek için ciddi bir yarış hâlindeydi.
E şimdi diyeceğiz ki “Ülkemizde de üniversiteler kaliteli olabilmek için birbiri ile yarışıyor…”
Hah, işte tam da işin fay hattı burası…
Nasıl yani?
Şöyle ki: Eğer ben Hollanda’da bir üniversiteyi beğenir ve kayıt yaptırırsam, o zaman, o üniversite benim adıma devletten on binlerce euro para alma hakkı kazanıyor…
Hollanda’da bir üniversitenin devletten ne kadar ödenek alacağı, o üniversitenin öğrenciler tarafından ne kadar tercih edildiği ile bağlantılıdır…
Bir başka deyişle devlet üniversitesi-özel üniversite diye bir bütçelendirme ayrımı yok… Öğrenci kimi tercih ederse, bütçe o üniversiteye aktarılıyor…
Şimdi dönüp ülkemiz üniversitelerine bakıyorum. Falanca üniversite “devlet üniversitesi” olduğu için bir kamyon para o üniversite kapısına yıkılıyor… Ne öğrenci memnuniyetine ne akademik başarıya bakılmadan o üniversiteye “devlet üniversitesi” unvanı taşıdığı için kaynak aktarılıyor…
O zaman da yönetim, tabii olarak bazen öğrencilerin saçını beğenmiyor bazen de kıyafetini… Azıcık itiraz edilecek olsa, “Beğenmiyorsan kaydını sildirebilirsin” diye öğrenciler kapı dışarı edilebiliyor…
“Öğrenci merkezli” bir üniversite yapılanması sağlanmadıkça, üniversitelerde özgürlükler yüce bir değer olamaz… Yükseköğretim bütçeleri, her yıl kayıtsız şartsız devlet üniversitelerine aktarılmak yerine, devlet üniversitesi-vakıf üniversitesi ayrımı yapılmadan, serbest pazar ekonomisi ile öğrenciler hangi üniversiteyi tercih ediyor ise o üniversiteye kendisini tercih eden öğrenci adedince aktarılmalıdır…
İşte o zaman üniversiteler, “öğrenci merkezci” düşünceyi kendilerinde bir yetenek hâline getireceklerdir.
Yok edilen çocukluk yılları
“Çocuklara ne öğretmeli?”, tarih öncesinden beri en sık sorulan sorulardan biridir. Ve her dönemde enteresan enteresan şeyler öğretmeye kalkmış yetişkinler çocuklara.
Antik çağlarda yaşamış Homeros’u bilirsiniz. Hani şu meşhur “İlyada” destanını yazan adam. Destan ki ne destan! Tam 16 bin dize…
Şimdi sıkı durun! O dönemde yaşayan eğitimciler, faydası olur (!) diye yaklaşık on ciltlik bir ansiklopedi büyüklüğündeki böylesi destanları çocuklara ezberletmişler.
Keza İngilizler, zekâları açılsın diye, Hindistan’ı işgal etTİKLERi yıllarda Hintli çocuklara “logaritma cetveli” ezberletmeye kalkmışlar.
Modern eğitim sistemlerini incelediğimizde bu “çağ dışı” yöntemlerin uygulandığı çocuklara ağlamamak mümkün değil.
İşte bu hüzünle geçen haftalardaki bir yazımı kaleme almış ve ülkemiz okullarında okutulan kitapların gereksiz birçok ıvır zıvır bilgi ile çocukları sersemleştirdiğini, agresifleştirdiğini, eğitimden soğuttuğunu yazmıştım. Hatta somut bir de örnek vermiş, “İlköğretim okullarında bütan gazı ile etil alkol arasındaki benzerliklerin sorulması hangi akla hizmettir?” demiştim.
Bütan gazını ilköğretim okulunda öğretmeye çalışmak ile logaritma cetvelini ezberletmeye çalışmak arasında “mantık” olarak ne fark var? İkisi de “bir gün faydası olur” diye gereksiz bilgi yığını oluşturuyor çocuğun o masum beyninde.
Hâlbuki benim kırk küsur yıllık hayatımda ne bütan gazı ile işim oldu ve ne de etil alkol ile… Yazık değil mi bana şimdi?
Hâlbuki öğrenilen konular ne kadar güncel yaşamı ilgilendiriyorsa, çocuk o kadar kolay öğreniyor. Çocuk, öğrenmenin keyfine vardıkça hayattan tat alıyor, yüzünde tebessümler açıyor. Ama dönüp bir bakın etrafınıza, kaç çocuk var öğrenmenin keyfi ile okula gidip gelen?
Ülkemizde çocuklar okul için yaratılmış sanki. Sabahtan akşama kadar okul, akşam eve gelince de ödev… Hatta öylesi anne babalar var ki tatil yaklaşınca “Hocam, tatilde çocuğumuza nasıl ders çalıştırabiliriz?” diye soruyorlar.
Yahu bu çocuk ne zaman kendisi gibi olacak! Ne zaman çocuk olacak! Ne zaman oyun oynayacak! Oyun oynama hakkı kısıtlanan çocuk sağlıklı bir ruha sahip olabilir mi hiç?
Bakın Japonya’ya…
‘Nükleer tehlike var’ diye sokağa çıkamayan çocukların oyun oynama ihtiyaçlarını gidermek için hükümet seferber oldu, risk altındaki bölgeye dev bir çadır kurup içini tam bir oyun bahçesine çevirdi.
Niye?
Çocuklar arkadaşları ile oynadıkça sağlıklı bir ruha sahip olurlar da ondan. Tatilde bile ders çalışarak değil…
Ama ülkemizde öğretmenler, sayfa sayfa ödev vererek, tatilde hangi kitapların okunacağını listeleyerek iyi bir şey yaptıklarını zannediyor.
Böylece bir yandan ebeveynler bunalıma giriyor çocuklar ödevi son güne bıraktıkça, diğer yandan çocuklar bunalıma giriyor ödevini yapmadığı için dışarı çıkmama cezası aldıkça…
Yazık değil mi pencere saksısı gibi camın arkasından dışarıyı özlemle seyrederek büyüyen çocuklara?
Bırakın çocuğunuzun yakasını, bırakın çocuklarımızın yakasını!
Zira öğrenme ne kadar “doğal” ve “kendindenlikle” olursa o kadar kalıcı ve keyifli olur.
Çocukluk yılları çok çabuk geçer.
Annelik babalık coşkusunu yaşayacağınız yıllarda ‘ders, ders, ders’ diye çocuğunuzu bıktırmayın. Ödevlerine değil, ellerine bakın çocuğunuzun. Minicik elleri ile nasıl da ödev yapmak için çırpınıyor bir bakın. Uyurken yüzüne bakın. Öğretmeninden azar işitmemek için yaşadığı telaşa bir bakın. Hissedin çocuğunuzu ve kendisi olabilmesine izin verin.
Ne ezberlediği İlyada destanı size anne babalık duygusunu yaşatır ne de öğrendiği logaritma cetvelinin içindedir ebeveyn duygusu…
Çocuğunuzla yağmurda koşmak, güneşli bir günde çeşme başında soluk soluğa su içmektedir ebeveyn duygusu. Yaşamanızı tavsiye ederim.
Ceza ile çocuk eğitimi olmaz
Eğitim, mekanik bir işleyiş değildir. Duyusal yanı vardır. Hatta kalıcı öğrenme “zihinsel” olarak değil, “duyusal” olarak gerçekleşir. Bunun içindir ki Batı’daki eğitim ekollerinden en başarılı olanları “ruhsal gelişmeciler”dir.
Mesela, Waldorf Eğitim Modeli ve Montessori Eğitim Sistemi, insanın duyuları ile öğrendiğini bilimsel olarak ispatlamış ve bu sahada dünyanın en gözde eğitim modelini ortaya koymuştur.
Çocukları “ceza” ile sindirmeden ve “mükâfat” ile kandırmadan, yetenek ve kabiliyetleri ne ise onları o sahada keşfedip kendilerini başarılı oldukları alanda geliştirmek için “rehberlik yapılan” eğitim modellerini artık ülkemiz Millî Eğitim’i artık keşfetmelidir.
İşte görüyorsunuz, daha 30’lu yaşlara ayak basmadan “Google” isimli projeyi ortaya koyarak dünyanın en büyük servet sahipleri arasına giren iki genç Sergey Brin ve Larry Page, böylesi bir eğitim sisteminin içinden geçmiştir…
Çok mu zekiydi Larry? Ya da Sergey çok mu hırslı idi? Kendilerini takip ederseniz göreceksiniz, öylesine “sıradan” ve en doğal hâlleri ile var olmayı becerebilmiş iki genç işte. Başkalarının beklentilerine cevap vermek için “kırk türlü numara” yapmıyorlar. Elde etTİKLERi bir güç var: Kendileri gibi olabilme gücü…
Kendilerine ‘Başarınızın sırrı nedir?’ diye soran bir gazeteciye, büyük bir sükûnet içinde tebessüm ederek, çocukluk dönemlerinde aldıkları bu eğitime vurgu yapıyorlar.
Yani ceza ile sindirilmemiş olmanın, mükâfat ile yönlendirilmemiş olmanın gücüne. Kendilerinin oldukları gibi kabul edilmiş olmalarının gücüne. İnsan olmanın keyfini çıkartarak aldıkları eğitimin gücüne.
Bu bir tesadüf mü?
Bence hayır. Sadece “Google”ın kurucularının değil, araştırın bakın, dünyanın en başarılı insanlarının ardında “cezasız” bir eğitimin yattığını görürsünüz.
Mesela, dünyanın en büyük internet satış şirketi olan Amazon’un sahibi Jeff Bezons da yine böylesi bir eğitim modelinden geçmiş biri… Dünya siyasetine yön veren Washington Post’un sahibi Katharine Graham, Prens William ve Prens Harry de öyle. Sadece bu kadar mı? Hayır. Bill ve Hillary Clinton’un çocukları da şu an cezasız ve mükafatsız bir eğitimin içinde yer almanın keyfini çıkartıyorlar. Bu eğitim sisteminin oluşmasına gönülden destek veren Thomas Edison, Jean Piaget, Alexander Graham Bell’den de bahsetmek gerek ayrıca.
Hâlbuki klasik eğitimde öyle bir müfredat var ki içler acısı. Öğretmenler, insan yetiştirme adına, karşısındaki çocuklar kim olursa olsun, hepsini aynı kalıbın içine sokmak için sinir bozucu bir harbe giriyor.
Mesela, illa da matematiği öğreneceksin…
- Yahu çocukta matematik öğrenecek yetenek yok, niye zorluyorsun?
- Zorlarım, çünkü matematiği öğrenmek zekâyı açıyormuş!
E, bu çocuk dünya çapında büyük projeleri ortaya koyabilecek sosyal zekâya sahip. Belki de dünya barışını tesis edecek insan!
- Umurumda değil bu özellikleri! Matematik ve fiziği yapamazsa, onun eğitim hayatına son veririm. Üniversite sınavında ortada bırakırım.
Geçenlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karne notlarına baktım. Notları hep düşük.
Düşünüyorum da, acaba bir de ülkemizdeki çocuklar daha okul yıllarında keşfedilse ne olur diye… İçim heyecanla doluyor. Ki bizim tarihimiz, dünyaya örnek insanlar yetiştirmiş bir “insan fabrikası” gibi özelliğe sahip. Ama günümüzde maalesef bu fabrika kapanmış!
Çocukların ceza ile sindirildiği, mükâfat ile yönlendirildiği, belli bir kalıba göre yetiştirildiği ülkemiz, çocukların kendileri gibi olmalarının önüne geçen bir eğitim modelinde ısrar ediyor hâlâ.
Hâlbuki insan “ceza ile eğitilemez”…
Çünkü ceza bir “şiddettir”.
Toplumsal kabul görmüş şiddetin adıdır “ceza”.
İnsanın ceza ile eğitileceğini zanneden toplumlara bir bakın, hepsi “şiddet” girdabında kıvranıp duruyorlar. Canlı bombalardan tutun da terör olaylarına kadar, acı içinde toplumsal cinnet geçiriyorlar.
Ankara Üniversitesi ile TÜBİTAK’ın ortaklaşa yaptığı “Akran Şiddeti” isimli çalışmaya rast geldiniz mi bilmem. 10 bin lise öğrencisi ile yapılan bu çalışmaya göre, liselerde okuyan her 10 öğrenciden dokuzu şiddet mağduru.
Bu rakam ürkütücü ama şaşırmadım.
Ne zaman ki eğitim anlayışımız “ceza” ve “mükâfat”tan arındırılır ve kişinin özündeki yetenekleri bulmak ve onları geliştirmek için oluşturulan metodolojik yaklaşımlara geçilir, belki o zaman eğitimde çağı yakalayabiliriz.
Yoksa internette tıklanma rekoru kıran “Oğlum bak git!” videosunu izleye izleye “Bu çocukları bu hâle kim getirdi?” diye “Allah Allaaah!” çeker dururuz...
‘Tekne orucu’ ve irade eğitimi
Çocuk eğitimi, çocuğa zoraki “davranış öğretmek” değil, ona “irade” kazandırabilmektir. Bir başka deyişle çocuğa “iç disiplin” kazandırmaktır.
Bugün anne babaların şikâyet etTİKLERi birçok sorunun kökeninde, iç disiplin elde edememiş çocukların hâllerini görüyoruz.
“Bu çocuk neden yarım saat oturup da dersini yapamıyor?”
Çünkü bir iç disiplini, iradesi yok ki yarım saat kendisine gücü yetsin de ders yapabilsin.
“Bu çocuk neden kemik görmüş ‘fino’ gibi kızların peşinden koşup onları rahatsız ediyor?”
Çünkü kendisine gücü yetmiyor, hazlarını kontrol edemiyor, içinde uyanan her duygunun esiri oluyor da ondan.
“Peki, bu çocuk neden namaz kılamıyor?”
Kılamaz, çünkü ruhunun gücü bedenine yetmiyor da ondan.
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Neden bu çocuk odasını toparlayamıyor?
Neden bu çocuk vaktinde uyanamıyor?
Neden bu çocuk öfkesine hâkim olamıyor?
Çünkü iradesi zayıf da ondan.
Nedir irade?
Pedagojide irade, çocuğun zorluklara karşı direnebilme gücü elde etmesidir. Kişinin kendisine gücü yetmesidir.
Peki, çocuğa irade nasıl kazandırılır?
Bir çocuğun irade kazanabilmesi, ancak “kendi yapabilmelerine” fırsat verilmiş olması ile mümkündür.
Ve irade zayıflığı da ya anne babası tarafından aşırı korunan ve sevilen çocuklarda veya şiddete maruz kalan çocuklarda görülür.
Neden?
Çünkü aşırı korumacı anne babalar, çocuklarının “kendi yapabilmesine” fırsat vermezler de ondan.
Böylesi anne babalar çocuklarına yemeklerini kendileri yedirir, ayakkabılarını kendileri giydirir, elbiselerini kendileri çıkartırlar...
Hâlbuki çocuk, kendisine “yapabilme fırsatı verildiği kadar” güçlü bir iradeye sahip olur.
İşte bu yüzdendir ki Ramazan ayı, çocuklarına irade kazandırmak isteyen anne babalar için bulunmaz bir fırsattır. Zira bu ayda, anne babası oruç tutan neredeyse bütün çocuklar, oruç tutmaya özenirler…
Bu özentiyi bir kazanıma dönüştürmek için, çocukların dayanabildiği kadar oruç tutmalarına izin vermek gerekir…
Bu yılki Ramazan uzun yaz günlerine denk geldiği için çocuklar bütün bir günü oruçlu geçiremez belki ama onlar için “tekne orucu” imkânı sunulabilir…
Çocuğunu “gerçekten” seven anne babalar, çocuklarını “Sen daha küçüksün, büyüdüğünde oruç tutarsın” diyerek aşağılamak yerine, “Demek sen de oruç tutmak istiyorsun” diyerek teşvik etmeli ve ona yol göstermeli.
Bu arada belki “Nedir bu tekne orucu?” diyenler için küçük bir açıklama yapmak gerekirse… Tekne orucu, bir Anadolu geleneğidir. Bütün gün oruç tutamayan çocukların, günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirmesine tekne orucu deniyor.
Tekne orucunda çocuk oruç tutmaya sabah ezanı ile değil, öğle ezanı ile başlıyor... ğleye kadar yiyip içen çocuk, öğlen ezanını duyduğunda artık yeme ve içme işini bırakıyor. Ta ki anne babası ile birlikte iftar sofrasına oturuncaya kadar kendi kendine bir iç savaşın içine giriyor. Öğlen ile akşam arasında aç kalmaya dayanamıyor mu, sorun değil, eğer çocuk hevesli ise hevesini kırmayın, ikindi ezanı ile başlasın, akşama kadar bir kaç saat tutsun tekne orucunu... İkindi ile akşam arasında da mı tutamıyor, hiç problem değil, akşam iftar için ezan okunmadan 10 dakika önce tekne orucuna başlasın, kendisini anne babası ile birlikte oruçlu kabul edip iftar sofrasına o da otursun... Böylece sadece irade eğitimi değil, aynı anda aynı ibadeti yaparak aidiyet duygusu da pekişsin...
Bazen yetişkinler, çocukların, tekne orucu da olsa böylesi bir irade eğitime sıcak bakmıyor... Halbuki pedagojik olarak bakıldığında, sorun, çocuğun heves içinde tekne orucu tutmasına izin vermek değil, heves ve heyecanının önüne geçip ona engel olmaktır... ya da heves ve heyecanı olmayan bir çocuğu 1 dakika bile olsa, adı tekne orucu da olsa aç kalmaya zorlamaktır...
Daha çocuk yaşta çok susadığı hâlde “kendi iradesi ile” bir bardak suyu “hayır içmeyeceğim” diyerek iç disiplin elde eden çocukların eğer “ahlâk eğitimi” de düzen içinde geçmişse, böylesi çocukların daha güçlü bir ruhsal donanıma sahip oldukları gözlenmektedir.
Bütün bunların yanı sıra, daha ilk çocukluk yıllarında tutulan orucun tadı da sanırım hiçbir şey ile değişilmez.
İtiraf etmeliyim ki ben kendi çocukluk yıllarımda tuttuğum tekne oruçlarının tadını hiçbir orucumda bulamadım.
O çocuksu saflığım ile tuttuğum oruçlarım sanırım en ihlaslı oruçlarımdı.
Kendisine has tuhaf bir lezzet taşıyan tekne oruçlarından çocukların mahrum kalmaması dileğimle…
İyi Ramazanlar...
Hiperaktif çocukların dramı
Sanırım okul yılları en dramatik geçen çocukların başında, Albert Einstein gelir. Bilim dünyasının en zeki insanı olarak kabul edilen Einsten’in eğitim yaşamı tam bir dramdır.
Hiperaktif bir öğrencidir Albert. Kıpır kıpırdır, bir türlü yerinde duramaz. Öğretmeni ders anlatmaya başladığında canı sıkılır, onu bir türlü takip edemez. Hocası sosyal bilgiler, coğrafya anlatırken Albert bu konulara dikkatini veremez. Zira onun aklı sosyal bilgilere değil, fiziğe ermektedir. Matematik onun için bir haz kaynağıdır. Ama öğretmeni kafayı takmış ya, sırf onun iyiliği için ve öğrensin diye devamlı ceza vermekte, aşağılamakta, küçük düşürmektedir…
Sonunda babasını çağırır ve “Çocuğunuzda ‘dikkat eksikliği ve hiperaktivite’ bozukluğu var. Dersleri öğrenemiyor. Diğer öğrencilerin öğrenmesine de engel oluyor. Onu daha basit bir okula yazdırsanız iyi olur.” diyerek Albert’i okuldan uzaklaştırır.
Oğlu için üzülen baba, onu askerî okula verir. O dönemde askerî okullar, işe yaramayan çocukların ‘Hiç olmazsa asker olsun’ diye gönderildikleri yerlerdir.
Askerî okulda derslere başlayan Albert’i yeni öğretmeni keşfeder. Albert normal bir çocuk değildir, üstün zekalıdır. Hiperaktivitesi de üstün zekasının bir sonucudur. Zira üstün zekalı çocukların birçoğu zaten hızlıdır, hiperaktiftir. Ve bu çocuklara öğretilmeye çalışılan konular ilgi çekici değilse “dikkat eksikliği” zannedilen bir ilgisizlik de görülmektedir…
Batı dünyası geçmişte üstün zekalı çocuklara “zihinsel engelli” muamelesi yaparken aynı dönemde Osmanlı’da “Enderun mektepleri” vardır. Ender çocukların, yani üstün yetenekli çocukların gitTİKLERi okullardı bu okullar…
Bu okulların en önemli özelliği, çocukların bir türlü yerlerinde duramıyor oluşları idi. Hatta enteresandır, eğitimciler üstün yetenekli çocukları bulabilmek için köy ve kasabaları gezer, çocukların saçlarını sıfır numara ile traş ederlerdi. Çünkü kafasında kırık, yarık olan çocukların üstün yetenekli olma ihtimali vardı da onun için. Zira bu kırık ve yarıklar, onların hareketli olup sağa sola koşup çarpmalarından kaynaklanmıştır diye düşünülmekteydi.
Tarihte ne kadar önemli kişi varsa her birisinde hiperaktif bir hâl görmek mümkündür. Mesela, İstiklal Marşımızın şairi merhum Mehmet Akif Ersoy bir türlü yerinde duramayan ve mahalleliyi canından bezdirmiş bir çocuktur. Necip Fazıl Kısakürek de büyük bir enerji deposu gibi bir türlü dur durak bilmezdi. Atatürk de üstün yetenekleri daha çocukluk yıllarında keşfedilmiş hiperaktif bir çocuktu. Aynı dönemde yaşamış olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de hiperaktif bir çocuktu. Öyle ki kendisini durduramadığı için, bırakın yerleri, minarelerin tepesinde yürüyordu…
Ama bu çocuklar çevresi tarafından yeterince anlaşılamadığı için genellikle şımarık, yaramaz, beceriksiz olarak tanınırlar.
Halbuki hiperaktif bir çocuğunuz varsa dünyalar sizin olması gerekir. Ondan ne olmaz ki… Belki bir dünya lideri… Kimi zaman bir bilim adamı… Kimi zaman da gelmiş geçmiş zamanların en büyük sporcusu… Tıpkı Londra Olimpiyatları’nda 15 altın madalya kazanan, 39 dünya rekoru kıran ve olimpiyat tarihine ‘’tüm zamanların en iyi yüzücüsü’’ olarak geçen Amerikalı Michael Phelps gibi…
Biz ülke olarak olimpiyatlardan 1 tek altın alsak zil takıp oynayacağız ama 27 yaşındaki bir delikanlı tek başına 15 altın madalya aldı…
Ancak Michael’in de eğitim yaşamı her hiperaktif çocuk gibi acıklı bir dram içeriyor…
Daha 7 yaşındayken yerinde oturmuyor, dersleri dinlemiyor. Sonunda öğretmeni “beni anlamıyor” diye Michael’in annesini okula davet ederek şu utanç dolu sözcüğü kullanıyor: ‘’Üzgünüm ama Michael hayatında hiçbir işe yoğunlaşamayacak kadar başarısız bir çocuk.”
Batıda böylesi trajedilere tek tük rastlanırken, ülkemizdeki durum içler acısı. Zira Türkiye üstün yetenekli çocuklar açısından bulunmaz bir altın madeni gibi.Maalesef çocuğu tanıma yeteneği olmayan öğretmenler, beş dakikalık psikiyatr görüşmeleri ve ilaç sektörünün teşvikleri ile koca bir milletin üstün yetenekli çocukları “Bundan hiçbir şey olmaz” denilerek harcanıyor, ilaçlanıyor…
Sizi bilmem ama bu çocukların düşürüldükleri durum benim çok zoruma gidiyor...
İbadet bencilliği
Bazen durup düşünüyorum “Acaba ibadet bencili mi oluyoruz?” diye…
Ya da “kendi” kurtuluşumuz için uğraşırken etrafımızdaki insanlara karşı duyarsız mı oluyoruz?
Sanırım, günümüz “benmerkezci” yaşam tarzının “dinî ritüellere” kadar sinsice girmiş olmasının bir sonucu bu “benmerkezci ibadet” anlayışı…
Böylesi insanlar birileri cehenneme gidecek olsa umurunda değil, varsa yoksa “kendi” rahatı, “kendi” ibadeti.
Hâlbuki “İslam dininin en önemli özelliği nedir?” diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden “İslam sosyal bir dindir.” demez miyiz?
Ama gel gör ki ruhu bu olan bir dinin günümüz dindarları bir araya geldiklerinde “tahammülsüz”, “tebessümsüz” olmayı bir marifet zannediyorlar… Ve maalesef koca koca camiler, asık suratlı insanların uğrak yerlerine dönüşüyor…
Geçen hafta (8 Ağustos 2012) Yeni Şafak Gazetesi yazarı Fatma Barbarosoğlu öyle bir yazı yazdı ki çok şaşırdım… Zira çocuk hassasiyeti konusunda takdir ettiğim Fatma Hanım’ın da artık böyle düşünüyor olması bende hayal kırıklığı oluşturdu… Barbarosoğlu yazısında “aslında” kendisinin çocukların cami içlerinde olmasından yana olduğunu ifade ettikten sonra “ama” diyerek bir okuyucusundan gelen şu postayı paylaşıyordu: “Geçenlerde Süleymaniye Camii’ne gittik. Namaz kılmaya… Diyeceksiniz ki camiye herhalde namaz kılmaya gidilir, bunu niye özellikle belirtiyorsunuz. Özellikle belirtiyorum, çünkü oradaki kargaşa ve gürültüde namaz kılmak hiç kolay olmadı. Caminin bahçesinde bisiklete binen, sürekli korna çalan, caminin içinde cemaat namaz kılarken oradan oraya koşan, kovalamaç oynayan, amuda kalkan çocuklar. Çocuk dediğime bakmayın. Yaşları 12-13’ü bulmuş bu çocuklar camide bulunarak ibadete alışmıyorlar. Tam tersi camiyi işgal ediyorlar.”
Cami ve çocuk hakkında birçok “tahammülsüzce” düşünceye rastladım ama “Camiyi işgal eden çocuklar…” ifadesini de ilk defa duyuyorum…
Söze gelince “Ben aslında çocukları çok severim” ile başlayıp “Peygamber Efendimiz camilerde çocukları omuzlarına bile alırdı” diye devam eden konuşmalar yapılıyor, ama “E, hadi sende öyle ol” dediğinizde “Ama bu çocuklar başka” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmalar, çok trajik bir İslam anlayışı maalesef…
Hatırlarsınız, Diyanet’in son yaptırdığı araştırmada, cami cemaatinin yüzde 70’i çocukları camilerde istemediklerini belirtmiş…
Özünde “insan yetiştirme” ve en belirgin özelliği de “sosyallik” olan dinin günümüzdeki karşılığı bu tahammülsüzlük olmamalıydı…
Çocuklardan arındırdığınız bir cami kaç on yıl işlevsel kalabilir söyler misiniz?
Bugün sabah namazında bir safı dahi olmayan camiler, dünkü sabah namazına gitmeyen anne babaların çocuklarının boş bıraktığı camiler değil mi?
Ve düşünün lütfen, çocuklar “Camide ne oluyor?” diye merak etTİKLERinde, “müze” ziyaret eder gibi “Önce cemaat çıksın da ondan sonra girelim camiye” mi diyeceksiniz çocuklarınıza…
Cemaatsiz bir camiye götürdüğünüzde çocuklarınıza duvarlardaki gravürleri mi anlatacaksınız? Sonra da eve gidip Youtube’u açarak “Camide işte böyle saf saf oluyor, şöyle omuz omuza veriyor, şu şekilde tespihler ve tekbirlerle namaz kılıyoruz” mu diyeceksiniz?
Ve bu çocuktan da büyüdüğünde camiye gitmesini bekleyeceksiniz, öyle mi? Bu nasıl mantık böyle!
Bir dönem, dinden soyutlanmış bir nesil yetiştirme ideali için çocukları camilerden uzak tutanlarla bugün ibadet bencili olmuş dindarların “Camide gürültü yapıyor” diye onları uzaklaştırmaları arasındaki fark nedir?
Çocukları camide koşarken, yerlerde yuvarlanırken, bahçede bisiklete binerken gördüğünde memnun olmayanlar, onları camiden kovmak yerine, tahammül gücünü artırmak için psikolojik destek alsa daha iyi olmaz mı?
Okul servisleri, eğitimin bir parçası olmalıdır
Son zamanlarda dikkatlerim, trafikteki “okul servisi” yazan araçlara yoğunlaştı. Yoğunlaştıkça hayal kırıklıklarım da arttı.
Zira anne-babalar, servislerin modeline ve konforuna dikkat etTİKLERi kadar, çocuklarının okul yolculuğu sırasında neler yaşadıklarına önem vermiyorlar.
Hâlbuki özellikle büyük şehirlerde en az yarım saat, bir saat süren okul yolculuğu, çocukların ilk ders saatidir. Zihnin öğrenmeye en hazır olduğu sabah saatlerinde çocukların duyacakları, görecekleri şeyler, derslerde duydukları ve gördüklerinden daha kalıcı olur.
Mesela siz, çocuğunuzu bir trafik kazasına kurban vermemek için ona özene bezene trafik kurallarını öğretiyor, kırmızı ışıkta durmanın gerekliliğini anlatıyor, yaya kaldırımının yayalar için olduğunu ifade ediyorsunuz. Gelin görün ki çocuğunuzu her gün emanet ettiğiniz servis şoförü, sizin bu hassasiyetinizi uygulamıyorsa, siz kendinizi boşuna yoruyorsunuz demektir.
Hatta bazen servis şoförü, kuralları uygulamamak bir yana, “Kırmızı ışıkta geçtin abi!” diye kendisini uyaran çocuğa “Boş ver oğlum! Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek güya kendince espri yapıyor ve o servis içindeki çocuklar da masum hâlleri ile bu espriye gülüyorlarsa, sizin eğiticiliğiniz çocuğunuzun “ezilmesinden” başka bir işe yaramıyor demektir.
Hâlbuki çocukların servis içindeki dakikaları eğitimin bir parçasıdır. Ve eğitim okul yolunda başlar.
Nasrettin Hoca’nın eşeğine ters binmesini hatırlarsınız. Nasrettin Hoca, herkesin bildiğinin aksine, insanlar kendisine gülsün diye değil, ilk derslerini okul yolunda yaptığı için eşeğe ters binmiştir.
Hoca, her sabah erken saatte öğrencilerini tek tek evlerinden alır, her bir öğrenci de kendi eşeğine binerek hocanın arkasından okula devam ederdi. Nasrettin Hoca, günün en verimli saatlerini boşa geçirmemek için, eşeğe ters binerek, arkasından gelen öğrencilere ders anlatır, ilk dersi okul yolunda yapardı.
Böyle bir gelenekten gelmiş bir toplumun, çocuklarını emanet etTİKLERi şoförlerin durumlarını dikkate almaması oldukça trajiktir.
Hatta daha da ötesi, günümüzde okullar “angarya” olarak gördükleri için servis işini “taşeron” şirketlere ihale yolu ile vererek bu “yorucu” işten kenara çekiliyorlar. Hâlbuki bu yanlıştır.
Okullar servis sürecini eğitimin bir parçası hâline getirmeli, servis şoförlerine daha önem vermeli. Servis şoförlüğü, vasıfsız insanların yaptığı bir iş olmaktan çıkartılmalı. Şoförlerin eğitimlerine önem verilmeli, onların okul ve eğitim süreci ile bütünleşmeleri sağlanmalı.
Mesela o hafta Sosyal Bilgiler dersinde kaymakamlıktan, Kızılay’ın görevlerinden bahsediliyor ise çocuklara servis yolculuğu sırasında yolda karşılaşacağı hükümet konağını göstermeli, Kızılay kan merkezlerinin yanından geçerken çocukların dikkatlerini o noktaya çekmeli. Böylece teorik bilgiler pratiğe dökülmüş olur.
Veya yaşlılara saygıdan bahsedildiği bir hafta okul yöneticileri, servis şoförlerini okula davet etse ve “Arkadaşlar bu hafta öğrencilere yaşlılara saygıdan bahsedildi, bu hususta siz de yolda karşılaşacağınız pratik tecrübeleri çocuklara sunar mısınız?” dese ne kadar güzel olur. Böylece bir servis şoförü yolda karşıdan karşıya geçen bir yaşlı teyzeye “Buyrun!” diye yol verdiğinde, çocukların teorik bilgileri pratik ile pekiştirilmiş olur.
Bırakın çocukların yollarda bu denli duyarlı bir eğitim sürecini takip etmelerini, çoğu defa servis şoförleri kendi hoşlarına giden bir arabesk müziği sonuna kadar açıp çocuklara “Ölesim geldi” sözlerini dinlete dinlete yolculuk yapıyorlar. Bu durum, ne okulun ne de ailenin dikkatini çekiyor.
Eğitim bir bütündür. Yolda geçen süre de eğitimin bir parçasıdır.
Okul yönetimleri ve okul aile birlikleri, çocukların trafikteki emniyetinden tutun da yolda geçen eğitim sürecinin kalitelendirilmesine kadar söz sahibi olmalıdır...
Sorunlar, tek tip kıyafet içine saklanarak çözülemez
Uzmanlar, çocuklarda görülen davranış problemini analiz ederken ‘kök’ probleme inmeye çalışır. ‘Yansıyan’ problemlerle uğraşmazlar.
Anne babalar ise çocuklarında gördükleri problemlerin temeline inmek yerine, problemin dışa yansıyan kısmını ortadan kaldırmaya çalıştıkları için, çocukları ile her dönemde yeni ve enteresan sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Mesela, tırnaklarını yiyen bir çocuğun ebeveyni, bu problemi ortadan kaldırmak için kimi zaman çocuğun tırnaklarına acı biber sürer, kimi zaman parmaklarına yara bandı yapıştırır, kimi zaman da kızar, azarlar ve böylece çocuğun tırnak yemesinin önüne geçmeye çalışır. Bu yöntemler bazen işe yaramış gibi görünse de tırnak yemeyi bırakan çocukta bir süre sonra alt ıslatma veya TİKLER görülmeye başlayabilir. Bu defa ebeveyn çocuktaki bu problemleri yok etme gayretine girmişken, hiç beklenmedik bir anda okulda yeni bir sorun patlak verir: “Çocuğunuz arkadaşları ile kavga ediyor, derslerini hiç dinlemiyor.”
İşte ebeveynler çoğu defa böylesi bir kısır döngünün içine girdiklerini fark etTİKLERinde artık bir uzman desteğine ihtiyaç duyduklarına inanır.
Uzmanlar ise böylesi problemlerle karşılaştıklarında, mesela, tırnak yemeyi bir problem olarak görmez. Alt ıslatma da bir problem değildir aslında. Veya çocukta görülen TİKLER de bir uzman için asıl problem değildir. Bunların her biri ‘yansıyan’ problemdir ve çocuğun “duygu dünyası”nda var olan bir “kök” problemin habercisidir. Eğer uzman, bu haberciyi ortadan kaldırmaya çalışırsa, o zaman kökte yatan asıl probleme ulaşamaz. Tırnak yemek bir habercidir ve bir çocuğun duygu dünyasına derinleşen uzman, çoğu defa tırnak yeme davranışının kökeninde çocuğun kendisini yetişkinlerin yanında ‘güçsüz, yetersiz, değersiz’ hissetmesin yattığına erişebilir.
Böylece uzman, aslında kökte yatan bu ‘yetersizlik’ hissi ile mücadele eder, çocuğa yetersizlik hissi veren yetişkinleri daha duyarlı hâle getirirse, tırnak yeme olarak dışarıya yansıyan problemin de kendiliğinden ortadan kalktığı görülür.
Bütün bunları neden söyledim…
Geçen günlerde okullardaki tek tip kıyafet uygulaması kaldırıldı, kıyafet serbestisi getirildi.
Ben de geçen haftaki yazımda “Ülkemiz çocuklarının üzerindeki deli gömleği nihayet çıkartıldı” diyerek bu durumun çocuk dünyasına nasıl olumlu yansıyacağını işlemiştim.
Ancak gelen maillerden gördüm ki ebeveynler ve yöneticiler okullarda kıyafet serbestisi getirilmesinden dolayı endişeli…
Kimi ebeveyn “Kıyafet serbestliği ile çocuklar okula her gün başka kıyafetle gitmek için birbiriyle yarışacaktır” derken, kimi yönetici, “Fakir çocuklar eski ve yıpranmış kıyafetlerle okulda mahcup duruma düşecek” diyor… Bir başka ebeveyn marka tutkunu olan çocuklarının kendilerini nasıl da zora sokacağının endişesini yaşıyor.
Ve daha onlarca endişeli mail.
Her ne kadar bazı ebeveynler kıyafet serbestliğine böyle baksa da ben bir uzman olarak bu endişelerin temelinde, anne-babaların çocuklarındaki kök problemlerin üzerini ‘okul önlüğü’ ile örtmeye çalıştıklarını üzülerek görüyorum.
Bir çocuk marka bağımlısı ise marka bağımlılığı bir ‘kök’ problem değildir, bu ‘yansıyan’ bir problemdir. Ebeveynler kıyafet serbestisi ile marka bağımlılığının daha da üst seviyeye çıkacağını düşündüğü çocuğunun bu durumunu tek tip okul kıyafetiyle örtmek yerine, korkusuzca problemin derininde neler yatıyor diye durup düşünmesi pedagojik olarak daha sağlıklı olur. Veya bir fakir çocuğu tek tip kıyafet içinde ‘gizlemek’ yerine, o çocuğun bu hali, o okuldaki ebeveyni harekete geçirmeli ‘sağ elin verdiğini sol el görmemeli’ düsturu ve el birliğiyle o çocuğun kök problemini çözme gayretine girilmelidir.
Evet, endişeler yersiz değil, ancak tırnak yiyen çocuğun sorunu tırnağına bant yapıştırarak çözülemeyeceği gibi, her gün yeni bir kıyafet isteyen çocuğun sorunu da tek tip kıyafetle çözülmez.
Kıyafet serbestisi ebeveynlere ve yöneticilere çocuklardaki kök problemlerin görünmesi ve çözümü için bir fırsat verecek.
Bu fırsatı kazanca dönüştürmek lazım...
Çocuğu örgüte kaptırmak nasıl oluyor?
Önceki gün televizyonlarda çocuğunu bir örgüte kaptırmış babanın feryadı vardı: “Ben Duygu Yücel’in babasıyım. Kızımı İstanbul’a okusun diye gönderdim. Bu faşistler benim kızımı kale yaptı. Hayatını söndürdü.”
Bu sesli feryat gibi daha binlerce sessiz feryatlar var aslında. Kimseciklerin bilmediği, yüzlerin bir türlü gülmediği, cenaze evi gibi evler var çocuklarını “örgüt” e kaptırmış ailelerin…
Peki, nedir bu çocuğunu örgüte kaptırmak meselesi? Kim ki bu örgüt ve çocukları nasıl kapıyor ki bir süre sonra anne babalar “Bu çocuğa ne oldu!” dercesine şaşkınlık yaşıyorlar…
Aslında mesele her anne babayı çok yakından ilgilendiriyor olmasına rağmen bazı ebeveynler “Bizim çocuğun böylesi örgütle-mörgütle işi olamaz.” diyerek tuzlarının kuru olduğuna inanıyorlar…
Hâlbuki bir çocuğun bir örgüte “kapılması” sanıldığı gibi örgütlerin reklamının yapılmasıyla ya da çocukların davul zurnayla üniversite bahçelerinden toplanıp götürülmesi ile olmuyor…
Örgütler, “birey psikolojisini” ve “ihtiyaçları” çok iyi biliyorlar… Bir anne babanın çocukları ile ilgilenmediği kadar gençlerle ilgileniyorlar… Kantinde alışveriş yaparken parası eksik çıkan bir gence, arka sıradaki bir başka genç tebessüm ederek, “Sorun yok, ben hallederim!” diye dost kazanma yollarını arıyor…
Dindar bir ailenin 21 yaşındaki erkek çocuğuyla konuşmuştum geçmiş yıllarda. “Çok sevdim onları hocam” diye başladı söze ve devam etti: “Onlara haksızlık yapılıyor, bir tanısanız, televizyonda göründükleri gibi terörist olmadıklarını siz de anlarsınız!”
Daha sonra örgütle nasıl tanıştığını anlattı: “Bir kızla tanışmıştım, çok şefkatliydi… Benimle annem gibi ilgileniyordu… Kışın üstüme kabanımı almasam bana kızar, üşüteceksin derdi… Derslerden bunalsam, sınav öncesi yardıma koşardı… Beni var olduğum hâlimle kabul eden belki de tek kişiydi… Bir süre sonra onun hayatımın tamamını kapladığını gördüm.”
Örgütler, bir örgüt olarak gençlerin sempatisini kazanmıyorlar başlangıçta… Birebir dostluklarla gençlere ulaşıyorlar… Bu dostluklara aracılık eden gençler ise sevimli, sempatik ve arkadaş canlısı kişiler… Birlikte ders çalışıyorlar, kantinde çay içiyorlar, olumsuz olaylara karşı birbirlerini kolluyorlar…
Bu aşamada bulunan bir genç, örgütle henüz “ideolojik bağ” oluşturmuş durumda değildir. Ancak bir süre sonra gruptaki kişilerin okudukları kitaplar, dinledikleri müzikler ve seyretTİKLERi filmler belli bir ideolojik formata bürünmeye başlıyor… (Bir ebeveyn ancak bu aşamada çocuğunun üzerinde birilerinin hâkimiyet kazanmaya çalıştığını fark edebilir, kıyafet değişir, okuduğu kitaplar değişir, dinlediği müzik değişir…)
İdeolojik hazırlık aşamasında bulunan bir kişi bir gün, o çok bağlandığı arkadaşlarına devletin, polisin, mahkemenin haksız(!) bir tutumunu gördüğünde, haksızlığa karşı “mücadele etmek” vefası ile artık örgüt “mensubu” oluyor… Zira gençlerin içindeki en güçlü duygu “adalet” duygusudur. Bir genç gece gündüz birlikte olduğu, türküler söylediği, şarkılarla dans ettiği ve insana karşı bu kadar yardımsever olan bir arkadaşının polis dayağının altındaki aşağılanmış hâlini gördüğünde “isyan” ediyor… İşte bu aşamadaki gence “kuş kafese girdi” gözü ile bakılıyor… Hele ki bu gencin o çok sevdiği dostları bir de ağır bir cezaya çarptırılırsa, artık bu genci ne anne babası ve ne de eski dostları tanıyabilir… O artık bir dava adamıdır(!).
İşte televizyonlarda görünen, elleri arkaya kıvrılmış, başları öne zorla eğilmiş gençlerin “insanlık onuru işkenceyi yenecek” söylemi sizin için “saçma sapan” bir söz olsa da, o söz, o gençler için oldukça anlamlıdır…
Ülkemizde hâlen 12 yasa dışı örgüt ve örgüt niteliği taşımayan onlarca grup var… “Satanist” ve “hedonist” gruplar gibi… Bu örgüt ve grup üyeleri ortalama 14-25 yaşlarındalar ve genelde lise ve üniversite içlerinde konumlanmış durumdalar…
Ülkemizde bu kadar aktif grup varken, hiçbir ebeveyn “benim tuzum kuru” dememelidir… Ve çocuklarıyla, bir örgütün ilgilendiğinden daha çok ilgilenmelidir...
‘Kamelyalı Kadın’lar, kamelyasız mesajlar!
Birkaç gün önce bir aile faciası ile karşı karşıya kaldım.
Bakın olaya…
Akşam saat 11 civarında adamın telefonuna bir mesaj geliyor. Karısı göz ucuyla eşine bakıyor. Adam, gelen mesaja şöyle bir bakıp tebessüm ediyor. Kadın huylanıyor, telefonu eşinin elinden almak için uzandığında, adam gülerek telefonu arkasına saklıyor. Kadın zorluyor, adam saklıyor. Ve sonunda kadın kocasının elindeki telefonu almayı başarıyor.
Mesajlara bakıyor. Son gelen mesaj yok, silinmiş. Eşine “Kim göndermişti az önceki mesajı?” diye soruyor. Adam alaycı bir tavırla “Bilmiyorum, sildim” diyor. Kadın bu sefer, “Peki, bilmediğin mesaja bakarken niye tebessüm ettin?” diye sinirleniyor ve “Bana doğruyu söyle” diye ayağa kalkıyor. Adam, eşini sakinleştirmek için kolundan tuttuğunda kadın iyice sinirlenip “Bırak kolumu” diyor ve elindeki telefonu fırlatıyor. Duvara çarpan telefon sıçrıyor ve koltukta uyuyan 9 aylık bebeklerinin başına çarpıyor. Çocuk çırpınarak uyanıyor, korkuyla ağlamaya başlıyor.
Bu sefer adam “Sen manyak mısın be!” diyerek karısının üzerine yürüyor. Kadın “Manyak sensin!” diye bağırıp kocasını sertçe itince adam yere düşüyor. Kadın sonra o sinirle kucağına bebeğini aldığı gibi kendini dışarı atıyor.
Nereye gittiğini bilmeden soğuk havada koşarak bir aile dostlarının zilini çalıyor. Kapıyı açan komşu kadına ağlaya ağlaya kocasının kendisine yaptıklarını anlatıyor. Kapıdaki konuşmaları duyan ev sahibi beyefendi “İsterseniz eşinizle gidip bir konuşayım” diyerek kadının geldiği eve gidiyor.
Kapıyı çalıyor. Komşusuna neler olduğunu soruyor. Adam anlatıyor: “Akşam otururken, telefonuma bir mesaj geldi. Mesajı okudum, ilgilenebileceğim bir mesaj olmadığı için sildim. Eşim ‘Niye sildin o mesajı?’ diye kıskançlık krizlerine girdi. Evin içi birdenbire cehenneme döndü.” diyor.
Komşusu, “Peki mesaj kimden gelmişti?” diyor. Adam, “Belediyeden gelmişti” deyince, komşusu kendisiyle dalga geçildiğini düşünüp biraz da sert bir ifade ile “Ne belediyesi abi!” diye kızıyor.
Adam olayı olduğu gibi anlatınca “Vay özensiz yaşayan ülkemin insanının hâline vay!” diyesiniz geliyor.
Olay şu: Adamcağız, bir gün belediyenin düzenlediği bir etkinliğe katılmış ve oradaki görevlilerin telefon numarasını kaydetmesinde bir mahzur görmemiş.
O günden sonra telefonuna ha bire isteğinin dışında mesajlar gelmeye başlamış. Kimi zaman belediyenin kültürel etkinliğinin tanıtımı, kimi zaman bayram kutlaması mesajları… Adam bu mesajları durdurmak için çok uğraşmış, başaramamış. Sonunda hattının bağlı bulunduğu telefon şirketini aramış ve durumu bildirmiş, onlar ilgileneceklerini söylemişler. Aradan birkaç gün geçmiş, artık mesaj gelmiyor diye seviniyormuş ki işte o gece “KAMELYALI KADIN” diye başlayan bir tiyatro oyununun reklamını yapan mesaj gelmiş. Eşinin kıskanç olduğunu bildiği için oyunun ismini görünce adamcağızın tuhafına gitmiş, tebessüm ederek silmiş. Eşi bu tebessümden huylanmış ve karı-koca arasındaki duygular pimi çekilmiş bomba gibi kontrolsüzce patlamalara dönüşmüş.
Olayı duyduğumda ülkemiz insanı adına çok üzüldüm. Kişinin özel yaşamına izinsiz girişlerin insana saygısızlık olduğunun bilinmemesine üzüldüm…
Ama bu, ne ilk ne de son…
Pizza siparişi veriyorsunuz, telefonunuz sisteme kaydediliyor ve ertesi gün sizden izin alma gereği duymadan “pizzada kampanya” diye mesajlar gelmeye başlıyor.
Alışveriş yaptığınız mağazadaki kasiyer, “Faturanızı hazırlıyorum, telefon numaranızı alabilir miyim?” diye soruyor ve siz suiistimal edeceğini tahmin bile etmeden veriyorsunuz numaranızı. Ertesi gün telefonunuzda bir mesaj “sayın müşterimiz…” diye başlıyor.
Telekom şirketleri bu suiistimallerden iyi kazanç elde etTİKLERi için bu alana kimse dokunamıyor. Siz kurbanlık koyun gibi telefonunuza nereden mesaj geleceğini bekleyip duruyorsunuz.
Bence ülkemiz insanı bundan daha çok saygıdeğer bir yaşamı hak ediyor.
Yazarın 11 Şubat 2013 tarihli yazısıdır
Video Kategorisinde “TİKLER” Kelimesinden “2” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Soru Cevap
VİDEO İÇERİĞİ:
SORULAR VE CEVAPLAR
03.05: Büyük oğlum 5 yaşında akşam karanlık olduğunda yan odaya ve tek başına tuvalete gidemiyor, gündüz böyle bir sorun yaşamıyoruz. Bu problemin üstesinden nasıl gelebiliriz?
10.32: 4.5 yaşındaki kızımın kendi odasında 6 ay yattıktan sonra korkmaya başladı, bireyselleşmesi için neler yapabiliriz?
14.10: Gece korkularının kökeninde güvenli bağlanmanın yattığını söyleyebilir miyiz?
20.49 - 25.41: Kıskançlık duygusu nasıl yönetilemez hala geliyor? (Kıskançlık ve Değersizlik duygusunun ilişkisi)
26.05: Merhaba hocam, çocuklar 5,7 ve 11 yaşlarındalar. Sizin videolarınızı izlemelerinde herhangi bir mahsuru var mı?
27.17: Oğlum anaokuluna başladığı zaman okula gitmek istemedi, nedeni ne olabilir?
28.33 - 35.18: Çocuğum okulda öğretmeni ile bir sorun yaşıyor hatta öğretmeni seni sopalarım gibi bir ifade kullanmış ne yapmalıyım? Çocuğumun yanında nasıl olmalıyım
35.28: Çocuğumda tırnak yeme , aşırı derece kemirmek aynı zamanda başka TİKLER de oluştu ne yapmalıyız?
38.35 - 41.29: Çocuğun kişiliğinin bozulma nedenleri: Çocuğun doğuştan getirdiği mizaç , nesne ve eşya ile olan ilişkisi, çevresel faktörler, kaçıncı çocuk olduğu, sosyal ilişkiler kişiliğinin gelişmesinde rol oynamaktadır. En önemli faktörler anne, baba, öğretmen ile olan ilişkidir. Çocuğun kişiliği bunlar ile geliştiği gibi bu üç kişi ile bozulur. Çocuğun kişiliğini, zarara uğradığı kişi ile yakın olma çabası bozar.
42.33: 15 aylık bir oğlumuz var. Eşyaları, yiyecekler keşfetmesi için engellemiyor, serbest bırakıyoruz. Yaklaşık 2-3 aydır, sofrada her yiyeceği yere atmak istiyor. Şuana kadar her keşfetmek için yapmış olduğu davranışı son buldu. Bu davranışı ne zaman son bulur merak ediyoruz?
46.32 - 51.54: Yemek yemedeki motivasyon, blw yöntemi, el-kol koordinasyonu , yemek yemeği başarmadaki haz, yemek yeme ortamının hazırlanması ile ilgili bilgiler
52.01: Yemeyi ,tabağı önünden aldığımızda çocuğun ağlama durumunda aynı iktidar mücadelesi gibi kayıtsız mı kalmalıyız yoksa teselli mi etmeliyiz?
55.03: Çocuğum 3,5 yaşında daha önceden odasını ayırmıştım, sonradan farkettim ki güvenli bağlanma için 2 yaş çok önemliymiş ne tavsiye edersiniz?
1.01.40: Ben okul öncesi öğretmeniyim, 1.sınıfa giden oğlum var, yüz yüze eğitimde öğrenciler ile iletişim kurabiliyorduk, online eğitimde sorun yaşıyoruz. Kendi öğrencilerim onlineda platformda öğrettiğim şeyleri cevaplayamıyolar gibi hissediyorum. Oğlum ise arkadaşlarından geri kalıyor, bazen öfkeleniyorum ve ona yansıtıyorum. Ne yapmayalım?
1.13.40: Duyarlılığa yanaşmayan bir öğretmenin çocuğa verdiği zarar nasıl telafi edilmeli? Ebeveyn çocuğunu nasıl desteklemeli?
1.17.44: Hocam, yataktan ayırma konusunda daha fazla ayrıntı verir misiniz? Oğlum 33 aylık aynı odada farklı yataklara yatmak için teşvik ediyoruz fakat direniyor, yanında beni istiyor tavrımız nasıl olmalı? 2 yaşına kadar güvenli bağlanma sürecine dikkat ederek hareket ettik.
1.20.57: Kızım 5 yaşında tırnağını ya ağzıyla ya da elleriyle koparıyor. Daha önce kızdığım için ben baktığımda gizliyor, artık karışmıyorum. Tuvaletini tutuyor,sorduğumda yok diyor. Bazen bana ters davranıyor bazen de dinliyor. 1 buçuk yaşında bir oğlum daha var. Oğlum kızmın her eline aldığı oyuncağı istiyor, 5 yaşındaki kızım da hemen ağlıyor.
Pedagoji Okulu- Çocukluk Dönemi Geldi-Geçti Her şey Geride Mi Kaldı?
VİDEO İÇERİĞİ:
ÇOCUKLUK DÖNEMİ NEDEN ÖNEMLİ?
02.50: Çocuk insanı iyi eder, çocukluğu hatırlattığı için iyi eder. Çocuk, kendi çocukluk yıllarımızı hatırlattığı için iyi eder.
03.38: Herkes kendi çocukluk yıllarını hatırlayamaz.
05.03: Kendi çocukluğumuza gidipte hatırlayamadığımız anılar sırasında duygulanım yaşamadığımız zamanlardır. Bir anının hatırlanabilmesi için temel şart o anıyı yaşarken duyguyu da beraberinde yaşıyor olması gerekir.
07.06: Pozitif, hoşnutluk duyguları anı bırakır. Hoşnutsuzluk duyguları flaş flaş iz bırakır.
09.33: Çocukluk dönemi, psikolojik sağlamlık için ihtiyaç olan ruhsal bütünlük açısından oldukça önemlidir.
11.11: Çocuğunuzun yaşadığı duygular, kişilik gelişimi için oldukça önemli
14.35: Doğuştan kaygılı biri olabilir miyiz?
15.01: Çocukluk döneminde bir kişi incirse hassasiyet kazanır.
15.22: Ceza ve şiddetin ayrımı yapılabilir mi?
17.20: Şiddet uygulayan kişiye uyum sağlandığında kişilik bozulur.
21.31: İncinmişlikler ve duygusal ihtiyaçların karşılanmaması hassasiyeti oluşturuyor.
23.15 - 27.13: Çocukluk döneminde baba çocuk ilişkisinin önemi
28.12: Duygusal ihtiyaçları giderilmemiş bir çocuğun duygularını yönetmesi zordur.
28.43 - 33.59: Duygularımı yönetemiyorum ve yaşamımın devamını ruhsal bütünlüğümü koruyamadan mı yaşayacağım?
34:30: İnsan derinleştikçe ve duyguları, incinmişlikleri ile karşılaştıkça, affetmeler yapmaya başladıkça ruhsal özgürlüğünü fark edebiliyor.
47.43 - 1.17.44 dakikaları arasında konuklarımızdan Fatma Hanımın kendi onarım sürecine dair paylaştığı deneyimler: Geçen sene 9 Martta onarıma başladım, onarıma girmeden yaşayamıyordum. Onarımsız bir günüme dahi dönmek istemiyorum, 10 ay oldu mükemmel hissediyorum. Aktif öfke ile çocuklarımı korku ile yönetebilir haldeydim. Bir akşam çocuklarıma yatmaları için bağırdığımda benden ürktüler. Çocuklarımın hissetTİKLERi babamın bana bıraktığı ürküntü duygusuna benziyordu. Hayatımın birçok alanında korkularım olmaya başlamıştı. Deprem, uçak korkusu gibi. Korkularım arttıkça öfkemde artıyordu. Maddi durumum, mesleğim herşey var ama ben huzursuzdum. Youtube videolarınıza denk geldim ve onarıma kara verdim. Korona süreci yeni başlamıştı, yüz yüze terapiye gidemedim, Bırak ve Rahatla kitabını aldım ve uygulamaya başladım. Yaptıkça hayatı görmeye başladım, yalıtımdan çıkmak istemedim. Çocukluğumu mutlu zannediyordum geriye döndüğümde farkettim. Şuan bunları mutlulukla anlatabiliyorum. Çocukluk dönemindeki yetersizlik, değersizlik duyguları herkesin hayatında olduğunu düşünüyorum. Değersizlik ve suçluluk duygusu insanı bitiriyor gerçekten. Günde üç kere egzersizleri yapmaya başladım. Öfkemi kontrol ettikçe seanslar ikiye ve bire düştü. Öfke duygum yavaş yavaş beni terk etmeye başladı. O canavarın nereye gitti? O kimdi demeye başladım. Eşim bende değişimi hissedip o da yaptı. Yalıtımdan çıktıktan Pedagoji Okulundaki tüm videolarınızı izledim ve kendimi güçlendirdim, içimi büyüttüm. Onarımdan sonra doğal güzellikleri görmeye başladım. Beynim boşaldıkça namazlarımı huşü içerisinde kılıyorum.
1.02.45: Çocukluk dönemini onarmamış , kendini onarmamış bir kişi yer yüzünde cehennemi yaşıyor. Tüm bunların bahanelerini çok rahatlık ile buluyor.
1.05.24: Adem Güneş’in Fatma Hanıma sorusu: İnsan Kendini Onarabiliyor mu?
1.07.23: Birey, bir süre kendini dinlemeden kendini onaramaz. Bırak ve Rahatla kitabında, 4 hafta kadar yalıtım süreci tavsiye ediliyor. Birey, 3 veya 4. günden itibaren kendi içine dönmeye başlıyor. İçeriye dönmeye başlayınca organizma ile tanışmaya başlıyor insan, kendi içinde kendinden bağımsız bir yapıyla karşılaşıyor.
1.10.29 Çocukluk döneminde annenin ‘’sen bir işi beceremedin gitti’’ sözü kişi anne olduğunda çocukları ile çatıştığı sırada kendime yankılandırdığım ‘’sen zaten bir çocuğu bile eğitemedin , sen böylesin zaten…’’ iç sesine dönüştüğümüzden haberi yok.
1.14.49: Kitapta bahsedilen uygulamaları yapan kişilerden mailler alıyorum. Hocam, duygusal farkındalık nasıl bir şeymiş? Onarım bittikten sonra kazandığım duygusal farkındalık ile birlikte hayatı, doğal güzellikleri gördüm.
1.18.40: Aslında onarımdan sonra yer yüzü değişmiyor , aynı yeryüzü aynı. Ne değişti? İçimdeki o ruhsal rahatlığı özgürlüğü elde etmeye başladıkça, insan yer yüzüne temas etmeye başlıyor.
1.20.20: Affetmek oldukça önemli, Affetmek üzere bir kitap çalışması yapıyoruz. Birey, affetmeleri tamamlamadıysa ruhsal özgürlüğünü elde edemez.
1.22.45 Peki kendini affediyor musun?
SORULAR VE CEVAPLAR
1.27.27: Misafirliğe gittiğimiz ailenin 2 yaşındaki kızı misafir istemiyor, benim oğlumla (2 yaşında) bir araya geldiklerinde bağırıyor, oğlum tepki vermiyor, ne yapmalıyım?
1.29.10: Çocuklarda onarım nasıl sağlanır? Şu ana kadar bıraktığımız izlerin silinmesi mümkün müdür?
1.30.42: Merhaba hocam, ben kendimi onarma arefesinde olan bir anne olarak şunu sormak istiyorum, 12 ve 13 yaşındaki ergen kızlarım ile tekrar nasıl bağlanırım? Onlarda oluşan hasarları nasıl onarabilirim?
1.32.43: Hocam, oğlumuz 27 aylık çok fazla ısırıyor ve saç çekiyor bununla ilgili ne yapabiliriz?
1.34.16: Oğlum 4 yaşında 2 ay kreşe gitti, sınıf arkadaşları geçen sene okula gitTİKLERi için makas kullanma, boyama yapma konusunda iyilerdi, oğlum sürekli yapamıyor ve ağlıyordu. Öğretmeni 45 dakika dergi çalışması yapıyordu, gitmek istemedi, normal mi?
1.36.09: Hocam, 21 aylık oğlumuz var. 1-2 aydır olmadık zamanda olmadık şeyler istediği zaman biz bunu incitmeden nasıl izah edebiliriz. Yapmadığımız zaman inatlaşıyor ve ağlıyor.