adem-gunes
Arama Yap
İletişim Duyuru

Bir sorun ve iki çözüm önerisi
 557

Bir sorun ve iki çözüm önerisi

Bir öğrenci düşünün. 12 yıl boyunca eğitim alıyor ve sonunda ne öğrendiğini ölçmek için sınava tabi tutuluyor. Farklı konulardan 160 soru soruluyor ve öğrenci hiçbirine doğru cevap veremiyor.

İnsan merak eder, “Peki bu çocuk 12 yıl okulda ne yaptı?” diye.

Bu durum sadece bir öğrenciyi ilgilendiriyorsa, “Belki çocuğun zihinsel problemi vardır.” denilebilir veya olmaz ama “Belki 12 yıl boyunca hiç iyi bir öğretmenden ders alamamış olabilir.” de denilebilir.

Ancak bir ülkede 1 değil, 61 bin öğrenci 12 yıl boyunca aldığı eğitime ait 1 tane dahi doğru soru çözemiyorsa, o hâlde “61 bin öğrencide zihinsel engel var” denilecek bir bahaneden bahsedilemez. Ya da 61 bin öğrenciye denk gelen binlerce öğretmen için “Bu işi becerememişler” denilecek bir savunma da geçerli olamaz. Hadi matematik hocalarının hepsi beceremedi bu işi, ya binlerce sosyal bilgiler hocası da mı bir tane soru çözebilecek bir konu öğretmeyi başaramadı?

Son yapılan üniversiteye giriş sınavında 61 bin öğrenci hiçbir soruya doğru cevap verememiş.

Böylesi bir tablo ülkemiz eğitimi açısından utanç verici bir durum.

Millî Eğitim Bakanlığı “Bu neyin nesidir?” diye olayı araştırmaya girişti. Ancak sorun doğru tespit edilemezse, mağdurlar suçlu durumuna düşer. 61 bin öğrenci mağdur durumda şu anda. Onların aileleri de mağdur, onların öğretmenleri de…

Bir anne ile konuştum. Sınavda başarısız olan çocuğunun odasına kapanıp günlerdir dışarı çıkmadığını söyledi: “Hocam, anneyim ben. İçimde bir korku var. Sınavda başarısız olan çocuklardan canına kıyanlar oluyormuş. Oğlum bizimle konuşmayı kesti kaç gündür. Ne yiyor ne de içiyor. Allah için bize bir yol gösterin!” diye ağladı.

“Ben oğlunuzla konuşayım biraz, bekleyin” diyerek delikanlıyla konuşmaya başladım. Çocuk, “Abi şuramda bir ateş var gibi bunalıyorum. İçim daralıyor. Eşyalara vurasım geliyor. Gidip okulu yakasım geliyor. Anlatamam içimdeki boşluğu.” diye ağladı.

Bir öğretmen arkadaşla konuşuyoruz. “Bu ne hâl yahu! Çocuklar ülkemizde ‘eğitim, eğitim’ diye mahvolup gidiyor.” deyince…

“Hocam, Allah aşkına siz söyleyin, 3 ayda ancak anlatılabilecek bir konuyu sizden 3 günde anlatmanız istenirse, öğretmen ne yapsın, çocuk ne yapsın? Öğrencilerimizle sohbet ederek, onlara bir abi şefkati ile rehberlik yaparak ve onları ‘gerçekten eğiterek’ anlayamadıkları konuları tekrar tekar anlatabileceğimiz kadar zamanımız olsa, bu ülkedeki öğretmenler öğrencilerini çoşturur. Ama, baskıcı ve tepeden inme bir müfredat canımıza okuyor.” dedi.

İlkokul ve ortaokulu Türkiye’de tamamlayıp liseyi Kanada’da okuyan bir gençle sohbet ediyoruz. “Türkiye’den iyi ki kurtulmuşum, yurtdışında hem daha az ders çalışıyorum hem de daha iyi öğreniyorum. Tatillerde Türkiye’ye geldiğimde arkadaşlarımın ha bire ders çalıştıklarını görünce onlar için üzülüyorum.” dedi.

Ben bir baba ve bir PEDAGOG olarak okul kitaplarını karıştırıyorum, beşinci sınıf öğrencisine “Metan gazı ile etil alkol arasındaki fark nedir?” diye bir absürt bilgiyi 11 yaşındaki çocuğa öğretmeye kalkacak kadar çocuk dünyasından uzak olan bir bilgi yumağı, tabii ki de çocuğun boğazında takılır kalır, diyorum.

Peki, ne yapılabilir?

1-  “Müfredat merkezli eğitim anlayışı” yerine, “öğrenci merkezli eğitim”e geçilmelidir. Öğrenci merkezli eğitimde öğretmen, “bir öğretici” değil, çocuğun “rehberidir”, yol göstericisidir. Çocuğun içinde bulunduğu yaş ve ilgi alanı ne ise öğretmen çocuğa o konuda öğrenmelerinin yolunu açandır. Eğer müfredatı merkeze alır ve çocuklardaki farklılığı görmezden gelerek “Size illa da bunu öğreteceğim” diye dayatırsanız, ortaya eğitim değil, baskı çıkar. Ve bir yerde baskı varsa, orada eğitim biter. İbn Haldun “Baskı altında çocuğu eğitmek, onun heves ve neşesini yok eder, onu tembelliğe sevk eder.” diyor… Dönün bakın ülkemiz çocuklarına eğitimde ne neşeleri kalmış ne hevesleri…

2-  Çocuklar, yetişkinler gibi öğrenmezler. Yetişkinlerin öğrenmesi bir karmaşadır. Çocuklar sade ve doğal öğrenirler ve öğrendiklerini oyunla pekiştirirler. Çocuk için oyun, yetişkinlerin zannettiği gibi boş bir faaliyet değil, öğrenmelerin pekiştiği yerdir. Günümüz çocukları okul ile ev arasında çocuk olma doğallığını kaybetmiş, sentetik bir yaşam sürerken beyinleri ölüyor. İmam Gazali Hazretleri, “Çocuğa yeterince oyun, eğlence ve dinlenme imkânı sağlanmazsa kalbi ölür ve zekâsı söner.” diyerek maalesef tam da ülkemiz çocuklarını ifade ediyor...

Yazarın 15 Nisan 2013 tarihli yazısıdır

Önceki Makale
Allah bizi insan ede
Sonraki Makale
Öğrenmenin üç sihirli anahtarı

Yorumlar

Yorum Yap!