İftar sofrasında bir varmış, bir yokmuş!
Hayatımızın en unutulmaz kişilerinden biri ilkokul öğretmenleridir. Belki ortaokul veya lise öğretmenleri öyle kolay hatırlanmaz, ama ilkokul öğretmeninin adı kazınır insanın ruhuna.
Kişinin ilkokula başladığı, anne-babasından ayrılıp ‘tanımadığı’ bir yetişkinle ilk defa saatler geçirdiği yıllar tebessüm ettirici birçok hatıra barındırır içinde.
Kime sorsanız, mutlaka anlatacak bir şeyleri vardır o yıllara dair.
İnsan hayatının diğer unutulmazlarından biri de çocukluğun geçtiği mahalledir. Sokak arkadaşları, komşular ve mahalle bakkalı…
Belleğin en tatlı yerine kayıtlıdır bu hatıralar.
Ve bir insanı ne kadar tanıyıp tanımadığınızı öğrenmek istiyorsanız, kendinize o kişinin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu ve çocukluğunun geçtiği mahalleyi bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz.
Mesela, eşinizin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz kendinize.
Ya da eşinizin çocukluk yıllarındaki komşularını, sokak arkadaşlarını ve mahalle bakkalını tanıyıp tanımadığınızı sorun kendinize.
Sorun mesela, eşinizin ilkokulunu evlendikten sonra görmeye gittiniz mi? O okul bahçesini dalgın gözlerle seyrederken anlattığı hatıraları dinlediniz mi hiç? Oyunlar oynadığı, kavga edip barıştığı, koşarken düşüp ağlayarak evin yolunu tuttuğu sokağı gördünüz mü?
Eşlerin birbirlerine karşı çocukluk hatıralarına dair bir ‘duygusal yakınlığı’ yoksa birbirlerini henüz yeterince tanımıyorlar demektir.
Bunun da ötesinde, sorun kendinize, çocuğunuz sizin çocuk halinizi ne kadar biliyor? Siz onu bebekliğinden itibaren tanıyorsunuz ama o sizi bir ebeveyn olarak değil de bir insan olarak ne kadar tanıyor?
Birçok ebeveyn, aile içi iletişimi artırmak, daha kaliteli iletişim kurmak için tavsiye istiyor ve yine birçoğu çocuklarına okuyacakları hikâye kitapları soruyor.
Hâlbuki çocuklara okunacak en güzel hikâyeler ve aile içi iletişimi artırmak için en güzel sohbetler, ebeveynlerin kendi çocukluk dönemiyle ilgili anlattığı hatıralardır…
Çocuğunuz henüz sizin yaşam öykünüzü bilmeden, neden hikâye kitaplarındaki gerçek olmayan sahte kahramanların, kedilerin, köpeklerin, kurtların, tavşanların öykülerini dinleyerek vakit geçirsin ki?
Anlatın çocuğunuza sınıfta tahtaya kalktığınız ilk günü, hasta olduğunuz bir gün ödevlerinizi yapmak için nasıl çırpındığınızı ya da komşularınızı, sokak arkadaşlarınızı, yollarda oynadığınız oyunları...
Paylaşın kendinizi. Sizi nasıl da can kulağı ile dinleyecekler görün.
Akıl verici bir bıktırıcılık içinde “Ben senin yaşlarındayken…” diye başlayan konuşmalar değil, sadece samimane paylaşın kendinizi, acılarınızı, korkularınızı, zaaflarınızı, hayallerinizi, kim bilir belki kirpikleriniz ıslanarak.
Bunları konuşacak başka kiminiz var ki zaten!
Hayat kısa… Birçok çocuk anne-babasını, birçok kişi kendi eşini hiç tanımadan göçüp gidiyor bu dünyadan. ‘Bir varmış, bir yokmuş’ gibi…
İşte size Ramazan bir fırsat. İftar sofrasını biraz erken hazırlayın ve “Hadi artık açabilirsiniz orucunuzu” müjdesini verecek o akşam ezanını beklerken tebessüm ederek başlayın söze.
Hani, aile içi iletişimi daha kaliteli hale getirmek istiyor ve işe nereden başlayacağınızı düşünüyorsunuz ya, işte buradan, iftar sofrasından başlayın.
Eğer bayramda da bir sürpriz yapmak istiyorsanız, çocuklarınızı da alın yanınıza, hem kendinizin hem de eşinizin çocukluğunun geçtiği mahalleye gidin. Eşinizin ilkokulunu ziyaret edin örneğin. Fırsat verin ona, sakin sakin o anlatsın, siz dinleyin. Sonra dönün eşinize bir kez daha bakın.Eğer aceleniz yoksa, eşinizin simasında çocuksu bir masumiyet göreceksiniz. Ve daha bir farklı seveceksiniz onu…
Vakit varken, bu Ramazan’ı eşinizle tanışma, kendinizi çocuklarınıza anlatma zamanı olarak değerlendirin.
Hayat, ‘Bir varmış, bir yokmuş’ diyecek kadar kısa. Yarın geç olabilir...
Yorumlar
Yorum Yap!
İftar sofrasında bir varmış, bir yokmuş!
Hayatımızın en unutulmaz kişilerinden biri ilkokul öğretmenleridir. Belki ortaokul veya lise öğretmenleri öyle kolay hatırlanmaz, ama ilkokul öğretmeninin adı kazınır insanın ruhuna.
Kişinin ilkokula başladığı, anne-babasından ayrılıp ‘tanımadığı’ bir yetişkinle ilk defa saatler geçirdiği yıllar tebessüm ettirici birçok hatıra barındırır içinde.
Kime sorsanız, mutlaka anlatacak bir şeyleri vardır o yıllara dair.
İnsan hayatının diğer unutulmazlarından biri de çocukluğun geçtiği mahalledir. Sokak arkadaşları, komşular ve mahalle bakkalı…
Belleğin en tatlı yerine kayıtlıdır bu hatıralar.
Ve bir insanı ne kadar tanıyıp tanımadığınızı öğrenmek istiyorsanız, kendinize o kişinin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu ve çocukluğunun geçtiği mahalleyi bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz.
Mesela, eşinizin ilkokul öğretmeninin kim olduğunu bilip bilmediğinizi sorabilirsiniz kendinize.
Ya da eşinizin çocukluk yıllarındaki komşularını, sokak arkadaşlarını ve mahalle bakkalını tanıyıp tanımadığınızı sorun kendinize.
Sorun mesela, eşinizin ilkokulunu evlendikten sonra görmeye gittiniz mi? O okul bahçesini dalgın gözlerle seyrederken anlattığı hatıraları dinlediniz mi hiç? Oyunlar oynadığı, kavga edip barıştığı, koşarken düşüp ağlayarak evin yolunu tuttuğu sokağı gördünüz mü?
Eşlerin birbirlerine karşı çocukluk hatıralarına dair bir ‘duygusal yakınlığı’ yoksa birbirlerini henüz yeterince tanımıyorlar demektir.
Bunun da ötesinde, sorun kendinize, çocuğunuz sizin çocuk halinizi ne kadar biliyor? Siz onu bebekliğinden itibaren tanıyorsunuz ama o sizi bir ebeveyn olarak değil de bir insan olarak ne kadar tanıyor?
Birçok ebeveyn, aile içi iletişimi artırmak, daha kaliteli iletişim kurmak için tavsiye istiyor ve yine birçoğu çocuklarına okuyacakları hikâye kitapları soruyor.
Hâlbuki çocuklara okunacak en güzel hikâyeler ve aile içi iletişimi artırmak için en güzel sohbetler, ebeveynlerin kendi çocukluk dönemiyle ilgili anlattığı hatıralardır…
Çocuğunuz henüz sizin yaşam öykünüzü bilmeden, neden hikâye kitaplarındaki gerçek olmayan sahte kahramanların, kedilerin, köpeklerin, kurtların, tavşanların öykülerini dinleyerek vakit geçirsin ki?
Anlatın çocuğunuza sınıfta tahtaya kalktığınız ilk günü, hasta olduğunuz bir gün ödevlerinizi yapmak için nasıl çırpındığınızı ya da komşularınızı, sokak arkadaşlarınızı, yollarda oynadığınız oyunları...
Paylaşın kendinizi. Sizi nasıl da can kulağı ile dinleyecekler görün.
Akıl verici bir bıktırıcılık içinde “Ben senin yaşlarındayken…” diye başlayan konuşmalar değil, sadece samimane paylaşın kendinizi, acılarınızı, korkularınızı, zaaflarınızı, hayallerinizi, kim bilir belki kirpikleriniz ıslanarak.
Bunları konuşacak başka kiminiz var ki zaten!
Hayat kısa… Birçok çocuk anne-babasını, birçok kişi kendi eşini hiç tanımadan göçüp gidiyor bu dünyadan. ‘Bir varmış, bir yokmuş’ gibi…
İşte size Ramazan bir fırsat. İftar sofrasını biraz erken hazırlayın ve “Hadi artık açabilirsiniz orucunuzu” müjdesini verecek o akşam ezanını beklerken tebessüm ederek başlayın söze.
Hani, aile içi iletişimi daha kaliteli hale getirmek istiyor ve işe nereden başlayacağınızı düşünüyorsunuz ya, işte buradan, iftar sofrasından başlayın.
Eğer bayramda da bir sürpriz yapmak istiyorsanız, çocuklarınızı da alın yanınıza, hem kendinizin hem de eşinizin çocukluğunun geçtiği mahalleye gidin. Eşinizin ilkokulunu ziyaret edin örneğin. Fırsat verin ona, sakin sakin o anlatsın, siz dinleyin. Sonra dönün eşinize bir kez daha bakın.Eğer aceleniz yoksa, eşinizin simasında çocuksu bir masumiyet göreceksiniz. Ve daha bir farklı seveceksiniz onu…
Vakit varken, bu Ramazan’ı eşinizle tanışma, kendinizi çocuklarınıza anlatma zamanı olarak değerlendirin.
Hayat, ‘Bir varmış, bir yokmuş’ diyecek kadar kısa. Yarın geç olabilir...