Mahremiyet Eğitimi
Tanıtım
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için "tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç" gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.
Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…
Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.
PEDAGOG Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara "zarafet ve nezaket" kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi'nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.
İçindekiler
Başlarken... 9
NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET 15
Duyguların Yönetimi Eğitimi 15
Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı 17
Zarafet ve Nezaket 19
Ruhsal İncelme 20
Zarafet Edinimi Yaşı 23
Nezaket Nedir? 24
Yeniden Zarafet... 25
İnsan Hissedebildiği Kadar Yaşar 29
Ruhun Kendini Emniyette Hissetmesi 30
1. Fiziksel Aura 31
Fiziksel Auranın Yıkılması 34
Fiziksel Aura Mesafesi 35
Çocuğu Öperken İzin Almak 39
2. Zihinsel Aura 41
3. Duygusal Aura 45
MAHREMİYET EĞİTİM SÜRECİ 49
Yönlendirme - Rehberlik Etme 51
Utanma ve Mahcubiyet 55
Temel Davranış Refleksi Kazanımı 61
Mahremiyet Bilincini Oluşum Süreci 63
Temel Davranış Refleksi Oluşum Süreci 64
1. “Bedenim bana aittir” bilinci 65
2. “İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci 69
3. “Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi 71
4. Fiziksel baskıya direnme gücü 76
5. “Vücudum görünmemeli” hissi 81
6. “Banyoda çıplak olunmamalı” bilinci 84
7. “Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci 88
8. “Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi 90
9. “İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi 94
10. Akraba-Çevre Farkındalığı 96
11. “Biz” Bilincini Geliştirme 97
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 105
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 107
Cinsel eğitim ile mahremiyet eğitimi arasındaki farklar 108
Sosyal Davranış Becerisi Kazanımı 113
1. Öfke Suiistimali Önler 114
Öfke, Sosyal Hayatı Düzenler 116
Öfke, Tacizden Korur 116
Sosyal Hayatın Provası Evde Yapılır 117
Öfkenin Önüne Geçilmeli midir? 118
Öfke Kontrolü 118
Öfke-Vicdan Dengesi 119
Çocuklar Anne-Babasının Aynasıdır 122
Çocuk Vicdanını Anne Babadan Besler 124
Vicdanım Ne Kadar Hassas? 124
Bahane Vicdanı Zayıflatır 125
Değerler Bilinci ve Vicdan 126
Yalan, Vicdanı Duyarsızlaştırır 127
Adalet, Vicdan Duygusunu Geliştirir 129
Tüm Canlıları Hissedebilme... 129
Ceza, Duyarsızlığa Yol Açar 131
2. “Hayır” Diyebilmeyi Öğrenmek 132
BİLİNÇLİ ŞÜPHECİLİK 137
Ebeveynin Tedirginliği Çocuğa Yansır 137
Tacizin Şahidi Olmaz 142
Taciz Yaşayan Çocuklardaki Davranış Bozuklukları 145
1. Erkek Çocuk “Maço” Kimlik Benimser 147
2. Kız Çocuk İçe Kapanır 149
3. Erkek Çocuk “Agresif”, Kız Çocuk “Depresif’ Olur 152
4. Erkek Çocuk Kızlarla Oynamayı Bırakır 155
Önemli Bir Ayrıntı: Cinsel tacizle eşcinsel eğilim
arasında bir bağlantı var mı? 157
5. Erkek Çocuk Güç Kazanmak, Kız Çocuk Güçlüye
Sığınmak İster 163
6. Kız Çocuk, Yaşından Büyük Davranır 168
7. Geçici Hafıza Kayıpları Yaşanır 169
TACİZ NEDİR? 171
Taciz Nedir? 173
Duygusal Taciz 174
Fiziksel Taciz 174
Taciz İstatistikleri ve Tehlikenin Yakınlığı 174
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR 177
1. Tacizciler, genellikle bekâr veya yalnız yaşayan,
problemli kişilerdir. 177
2. Cinsel tacizde bulunabilecek kişilerin büyük kısmının
kıyafetleri kötüdür, görünüşü anormaldir, ekonomik
durumu zayıftır. 179
3. Tacizciler genelde orta yaşlı kişilerdir. 179
4. Tacizci yaptıklarından pişmanlık duymaz. 180
5. Ceza artarsa, tacizci sayısı azalır. 181
6. PEDAGOGlar, doktorlar, öğretmenler bir suiistimal
varsa hemen aileyle irtibata geçer. 182
7. İhmal edilmiş ve parçalanmış aile çocukları potansiyel
kurbanlardır. 183
8. Genellikle hedef kız çocuklarıdır. 183
9. Çocuklar zarara uğratıldığını hayal edip gerçekmiş gibi
söyleyebilir. 183
10. Parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaat
sahaları riskli bölgelerdir. 184
11. Tacizciler hedef olarak kendini tanımayan çocukları
seçer. 184
12. Bir suiistimalin yaşandığı semtte, olayın tekrar etme
ihtimali zayıftır. 185
13. Tacizci, rastgele bir anda, rastgele bir hedefe yönelir. 185
14. Pornografi tacizi yaygınlaştırır. 186
15. Tacizci, çocuğu genelde bir kez zarara uğratır. 187
16. Öz babanın kendi çocuğunu taciz etmesi hemen hemen imkânsızdır. 187
17. Aşırı alkol ve uyuşturucu madde kullanımı suiistimal
riskini artırır. 188
18. Taciz, sadece psikolojik bir hastalıktır, fiziksel veya
nörolojik bağlantıları yoktur. 188
19. Kişi, uygulamadığı sürece, suiistimal eğilimi
taşımasında bir sakınca yoktur. 188
20. Zarara uğratılmış biri tacizci olmaz. 188
21. Zarara uğratılmış kişi psikolojik destek alarak
yaşadıklarını unutabilir. 189
Çocuklukta Yaşanan Suiistimalin Yetişkinlikteki Karşılığı
Nedir? 190
Soyut-Gerçek İç Çatışması: 190
Somut-Gerçek İç Çatışması 192
SON SÖZ 193
Önsöz
Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer... Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.
Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.
Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun...” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.
Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.
İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.
Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim... Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’... Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”
Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…
“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar...” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.
Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.
Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.
Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:
“Ya da bir başka örnek vereyim size... Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak... Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir... İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”
Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.
Yorumlar
Yorum Yap!
Mahremiyet Eğitimi
Tanıtım
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için "tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç" gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.
Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…
Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.
PEDAGOG Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara "zarafet ve nezaket" kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi'nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.
İçindekiler
Başlarken... 9
NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET 15
Duyguların Yönetimi Eğitimi 15
Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı 17
Zarafet ve Nezaket 19
Ruhsal İncelme 20
Zarafet Edinimi Yaşı 23
Nezaket Nedir? 24
Yeniden Zarafet... 25
İnsan Hissedebildiği Kadar Yaşar 29
Ruhun Kendini Emniyette Hissetmesi 30
1. Fiziksel Aura 31
Fiziksel Auranın Yıkılması 34
Fiziksel Aura Mesafesi 35
Çocuğu Öperken İzin Almak 39
2. Zihinsel Aura 41
3. Duygusal Aura 45
MAHREMİYET EĞİTİM SÜRECİ 49
Yönlendirme - Rehberlik Etme 51
Utanma ve Mahcubiyet 55
Temel Davranış Refleksi Kazanımı 61
Mahremiyet Bilincini Oluşum Süreci 63
Temel Davranış Refleksi Oluşum Süreci 64
1. “Bedenim bana aittir” bilinci 65
2. “İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci 69
3. “Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi 71
4. Fiziksel baskıya direnme gücü 76
5. “Vücudum görünmemeli” hissi 81
6. “Banyoda çıplak olunmamalı” bilinci 84
7. “Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci 88
8. “Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi 90
9. “İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi 94
10. Akraba-Çevre Farkındalığı 96
11. “Biz” Bilincini Geliştirme 97
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 105
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 107
Cinsel eğitim ile mahremiyet eğitimi arasındaki farklar 108
Sosyal Davranış Becerisi Kazanımı 113
1. Öfke Suiistimali Önler 114
Öfke, Sosyal Hayatı Düzenler 116
Öfke, Tacizden Korur 116
Sosyal Hayatın Provası Evde Yapılır 117
Öfkenin Önüne Geçilmeli midir? 118
Öfke Kontrolü 118
Öfke-Vicdan Dengesi 119
Çocuklar Anne-Babasının Aynasıdır 122
Çocuk Vicdanını Anne Babadan Besler 124
Vicdanım Ne Kadar Hassas? 124
Bahane Vicdanı Zayıflatır 125
Değerler Bilinci ve Vicdan 126
Yalan, Vicdanı Duyarsızlaştırır 127
Adalet, Vicdan Duygusunu Geliştirir 129
Tüm Canlıları Hissedebilme... 129
Ceza, Duyarsızlığa Yol Açar 131
2. “Hayır” Diyebilmeyi Öğrenmek 132
BİLİNÇLİ ŞÜPHECİLİK 137
Ebeveynin Tedirginliği Çocuğa Yansır 137
Tacizin Şahidi Olmaz 142
Taciz Yaşayan Çocuklardaki Davranış Bozuklukları 145
1. Erkek Çocuk “Maço” Kimlik Benimser 147
2. Kız Çocuk İçe Kapanır 149
3. Erkek Çocuk “Agresif”, Kız Çocuk “Depresif’ Olur 152
4. Erkek Çocuk Kızlarla Oynamayı Bırakır 155
Önemli Bir Ayrıntı: Cinsel tacizle eşcinsel eğilim
arasında bir bağlantı var mı? 157
5. Erkek Çocuk Güç Kazanmak, Kız Çocuk Güçlüye
Sığınmak İster 163
6. Kız Çocuk, Yaşından Büyük Davranır 168
7. Geçici Hafıza Kayıpları Yaşanır 169
TACİZ NEDİR? 171
Taciz Nedir? 173
Duygusal Taciz 174
Fiziksel Taciz 174
Taciz İstatistikleri ve Tehlikenin Yakınlığı 174
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR 177
1. Tacizciler, genellikle bekâr veya yalnız yaşayan,
problemli kişilerdir. 177
2. Cinsel tacizde bulunabilecek kişilerin büyük kısmının
kıyafetleri kötüdür, görünüşü anormaldir, ekonomik
durumu zayıftır. 179
3. Tacizciler genelde orta yaşlı kişilerdir. 179
4. Tacizci yaptıklarından pişmanlık duymaz. 180
5. Ceza artarsa, tacizci sayısı azalır. 181
6. PEDAGOGlar, doktorlar, öğretmenler bir suiistimal
varsa hemen aileyle irtibata geçer. 182
7. İhmal edilmiş ve parçalanmış aile çocukları potansiyel
kurbanlardır. 183
8. Genellikle hedef kız çocuklarıdır. 183
9. Çocuklar zarara uğratıldığını hayal edip gerçekmiş gibi
söyleyebilir. 183
10. Parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaat
sahaları riskli bölgelerdir. 184
11. Tacizciler hedef olarak kendini tanımayan çocukları
seçer. 184
12. Bir suiistimalin yaşandığı semtte, olayın tekrar etme
ihtimali zayıftır. 185
13. Tacizci, rastgele bir anda, rastgele bir hedefe yönelir. 185
14. Pornografi tacizi yaygınlaştırır. 186
15. Tacizci, çocuğu genelde bir kez zarara uğratır. 187
16. Öz babanın kendi çocuğunu taciz etmesi hemen hemen imkânsızdır. 187
17. Aşırı alkol ve uyuşturucu madde kullanımı suiistimal
riskini artırır. 188
18. Taciz, sadece psikolojik bir hastalıktır, fiziksel veya
nörolojik bağlantıları yoktur. 188
19. Kişi, uygulamadığı sürece, suiistimal eğilimi
taşımasında bir sakınca yoktur. 188
20. Zarara uğratılmış biri tacizci olmaz. 188
21. Zarara uğratılmış kişi psikolojik destek alarak
yaşadıklarını unutabilir. 189
Çocuklukta Yaşanan Suiistimalin Yetişkinlikteki Karşılığı
Nedir? 190
Soyut-Gerçek İç Çatışması: 190
Somut-Gerçek İç Çatışması 192
SON SÖZ 193
Önsöz
Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer... Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.
Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.
Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun...” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.
Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.
İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.
Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim... Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’... Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”
Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…
“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar...” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.
Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.
Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.
Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:
“Ya da bir başka örnek vereyim size... Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak... Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir... İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”
Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.