Aktif iletişimi kaybeden çocuklar, depresyona daha yatkın
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma hal hatır sormak için telefon ettim.
Telefona, 13-14 yaşlarındaki oğlu çıktı.
Kendimi tanıttıktan sonra, biraz hasbihal etmek için, “Seni en son gördüğümde 6 yaşındaydın, hatırlayabildin mi beni?” dedim.
Cevap tek kelimelikti, “I ıh.”
Ben yine de konuşmakta ısrarlıydım, “Hani ilkokula başladığında, ilk gün okula seni baban ve ben götürmüştük, hatırlıyor musun?”
Cevap yine tek kelimelikti, “Hayır.”
Anladım ki, günümüz gençlerine ‘musallat’ olan aktif iletişim yeteneğinin kaybolması bu delikanlıyı da yemiş bitirmişti.
Arzu ederdim ki, ben kendimi tanıttıktan sonra o da “Merhaba, ben de falan oğlu filan” diye cevap versin. Beni hatırladın mı diye sorduğumda da, “Kusura bakmayın, tam çıkaramadım.” desin ve “Siz nerede yaşıyorsunuz, başka nasıl hatırlayabilirim sizi?” diye diyalogu ‘aktif’ şekilde devam ettirebilsin.
Ama olmadı…
Sözü daha fazla uzatmadan, “Baban evde ise görüşebilir miyim?” diye sordum. Bu sefer hiç cevap vermeden, “Babaaaa, biri seni arıyor.” diye seslendi ve ahizeyi masanın üzerine pat diye bıraktı.
Ne bir veda ne de bir selam…
Üzülüyorum, hem de çok.
İletişim bir akarsudur. Kişi iletişim içinde oldukça, billur bir çağlayan gibi yaşama sevinci ile dolar ve çevresindeki kişilerin ruhunu okşar.
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Çocuk, kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında ise ‘dili tatlanır’, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler, genelde ‘hiç anlaşılmadıklarından’ şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak, ancak kendini ifade etmekle mümkündür, ancak böylesi kişilerin beklentisi ‘söylemeden, anlaşılayım’ oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra ‘içsel konuşmalar’ başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişiyi depresyondan koruyan kalkanıdır.
Peki, ne oluyor da günümüzde aile içinde iletişim kesiliyor, çocuklar dinlenmiyor, eşler birbirileri ile konuşamıyor? Araştırmalar gösteriyor ki, günümüz ailelerinde TELEVIZYON, internet, sosyal iletişim ağları ve akıllı telefonlar aile bütünlüğünü bozan, aktif iletişim becerisini pasif iletişime çeviren en güçlü zarar vericilerdir.
Huzurlu bir aile hayatı ve çocuklarına güzel bir gelecek arzu eden anne babalar, teknolojinin bu nimetleri ile barışık ama kontrollü olarak nasıl kullanılması gerektiğini çocukları ile birlikte planlamalı, buna ‘önce kendileri uyup’, çocuklarında da alışkanlık haline getirmelidir.
Yoksa telefona çıkan arkadaşımın dediği gibi, “Hocam, kusura bakmayın herhâlde çocuk sizi tanıyamadı, özür dilerim!” deme mahcubiyeti hissediliyor.
Yorumlar
Yorum Yap!
Aktif iletişimi kaybeden çocuklar, depresyona daha yatkın
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma hal hatır sormak için telefon ettim.
Telefona, 13-14 yaşlarındaki oğlu çıktı.
Kendimi tanıttıktan sonra, biraz hasbihal etmek için, “Seni en son gördüğümde 6 yaşındaydın, hatırlayabildin mi beni?” dedim.
Cevap tek kelimelikti, “I ıh.”
Ben yine de konuşmakta ısrarlıydım, “Hani ilkokula başladığında, ilk gün okula seni baban ve ben götürmüştük, hatırlıyor musun?”
Cevap yine tek kelimelikti, “Hayır.”
Anladım ki, günümüz gençlerine ‘musallat’ olan aktif iletişim yeteneğinin kaybolması bu delikanlıyı da yemiş bitirmişti.
Arzu ederdim ki, ben kendimi tanıttıktan sonra o da “Merhaba, ben de falan oğlu filan” diye cevap versin. Beni hatırladın mı diye sorduğumda da, “Kusura bakmayın, tam çıkaramadım.” desin ve “Siz nerede yaşıyorsunuz, başka nasıl hatırlayabilirim sizi?” diye diyalogu ‘aktif’ şekilde devam ettirebilsin.
Ama olmadı…
Sözü daha fazla uzatmadan, “Baban evde ise görüşebilir miyim?” diye sordum. Bu sefer hiç cevap vermeden, “Babaaaa, biri seni arıyor.” diye seslendi ve ahizeyi masanın üzerine pat diye bıraktı.
Ne bir veda ne de bir selam…
Üzülüyorum, hem de çok.
İletişim bir akarsudur. Kişi iletişim içinde oldukça, billur bir çağlayan gibi yaşama sevinci ile dolar ve çevresindeki kişilerin ruhunu okşar.
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Çocuk, kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında ise ‘dili tatlanır’, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler, genelde ‘hiç anlaşılmadıklarından’ şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak, ancak kendini ifade etmekle mümkündür, ancak böylesi kişilerin beklentisi ‘söylemeden, anlaşılayım’ oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra ‘içsel konuşmalar’ başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişiyi depresyondan koruyan kalkanıdır.
Peki, ne oluyor da günümüzde aile içinde iletişim kesiliyor, çocuklar dinlenmiyor, eşler birbirileri ile konuşamıyor? Araştırmalar gösteriyor ki, günümüz ailelerinde TELEVIZYON, internet, sosyal iletişim ağları ve akıllı telefonlar aile bütünlüğünü bozan, aktif iletişim becerisini pasif iletişime çeviren en güçlü zarar vericilerdir.
Huzurlu bir aile hayatı ve çocuklarına güzel bir gelecek arzu eden anne babalar, teknolojinin bu nimetleri ile barışık ama kontrollü olarak nasıl kullanılması gerektiğini çocukları ile birlikte planlamalı, buna ‘önce kendileri uyup’, çocuklarında da alışkanlık haline getirmelidir.
Yoksa telefona çıkan arkadaşımın dediği gibi, “Hocam, kusura bakmayın herhâlde çocuk sizi tanıyamadı, özür dilerim!” deme mahcubiyeti hissediliyor.