Annenizi seyreder gibi
Çocuk ile anne arasındaki ilk yıllar oldukça önemlidir. Bir bebek, henüz tanımadığı sesler ve görüntüler arasında aslında korku ve endişe içindedir ve bir teselliciye ihtiyacı vardır. Endişelerini giderecek bir tesellici bulursa kişilik ve karakterini keyiflice şekillendirir, etrafa gülücükler saçar, ruhu ‘sükûn’ içinde güçlü bir benlik yapısına doğru adım adım ilerler ve çocuk kendisi gibi olur.
Eğer bir çocuk bu dönemde güven içerisinde bağlanacak bir kişi bulamazsa huzursuz ve agresif olur, şiddete meyleder. Ne kendisi gibi olabilir ne de kendisinden beklendiği gibi…
Ve aslında bu bir kısır döngüdür. Zira çocuğunda huzursuz ve agresif bir hâl sezinleyen birçok anne, kucağını açıp ona teselli vereceği yere, maalesef bu “mızmız” ve “ağlamaklı” hâlden rahatsız olup böylesi bir hâli cezalandırarak yok etmeye çalışmayı bir marifet zanneder.
Ve insanın dramı işte burada başlar.
Bir güven duygusuna ihtiyaç duyan çocuk, bulamadığı tesellinin huzursuzluğu ile daha çok hırçınlaşır ve annesini daha çok rahatsız eder. Anne ile çocuk arasında yaşanan bu kısır döngünün adı “kaygılı bağlanma”dır. Böylesi bir çocuk, annesinin varlığı içinde anne yoksunluğu ile büyür. İçinde adını koyamadığı bu yoksunluk hep yeni yeni problemler oluşmasına sebep olur. Anaokulunda okula alışamaz, ilköğretimde arkadaşları ile kavgasız günü geçmez, liseye geldiğinde kız ise erkeklerin, erkek ise kızların peşinde koşmaktan bıkmaz. Aradığını bulsa da ruhu sekineye ulaşamaz. Zira aradığı şey, bulduğu şey değildir. Boşluğunu hissettiği şey, bir dönem annesinden nedense hiç kana kana içemediği anne sevgisidir.
Annesine kaygılı bağlanan çocukluklar, sadece çocukluk ve gençlik döneminde değil, neredeyse yaşamlarının her döneminde güvensiz, iç huzurdan yoksun, çevresi ile çatışan, şiddete meyilli bir kişiliği barındırırlar bünyelerinde. Ve böylesi kişiler genelde problem çözme yöntemi olarak şiddeti tercih ederler.
Sevgi ifadeleri bile şiddet içerir. Çocuğunu severken döverek sever. Şaka olsun diye ensesine vurur, tekme atar, durduk yere güreş yapar, küçük düşürücü şakalarla sever. Böylesi kişiler, doymak bilmez bir sevgiye muhtaçtır ama kendileri sevebilme yeteneğine sahip değildir.
Ne kadar severseniz sevin, hep kendisini sevilmiyor gibi hisseder. Kendisinden sevgi isteseniz doyasıya sevemez, kendisini sevdiklerine “güven” içinde bırakamaz.
Zira sevebilmek bir YETENEK ister ve kişi ancak çocukluk yıllarında sevildiği kadar sevebilir.
Sorun karşınızdaki asık suratlı bir kişiye, çocukluk yıllarında ne kadar sevilmiş?
Ya da gidin sorun patronunuza, şefinize, amirinize, müdürünüze, neden tebessüm edemiyor, neden hep bağırıp çağırıyor, neden iş arkadaşlarına coşku ile gülemiyor? “Beceremiyorum. Suiistimal edilir diye endişe duyuyorum.” olacaktır cevabı, eğer size güven duyabiliyorsa...
Bir kişinin yüzünün gülebilmesi, yüzü gülen bir anneye bağlıdır. Hadi o hâlde, gelecekte tebessüm edebilen, kendisi olmanın keyfini çıkartan, aslan gibi çocuklar istiyorsanız, eşinizin yüzünü güldürün. Çok zor değil. Alın bir çiçek, uzatın, bakın nasıl tebessüm edecek, hem size hem çiçeğe… Ve belki de sarılıp ağlayacak “çok ihtiyacım vardı” diyecek. Tabii becerebilirseniz…
Beceremiyorsanız, bugün saçlarınızı taramış olarak eve girin. Ya da ıslık çalın, bir şarkı mırıldanın. “Hayırdır!” dese de eşiniz, aldırmayın. “Sana yeniden âşık olmak istiyorum.” deyin, çekinmeyin. Uyandırın eşinizdeki annelik hissini. Göreceksiniz siz de bir çocuk gibi şenleneceksiniz onun annelik hissini hissettikçe…
Bu toplumda, işte bu ülkede, güzel günler görmek istiyorsanız kadına saygı gösterin. Asansöre binerken kapısını açın, önce o binsin. Otobüste, metrobüste, minibüste, metroda yer verin, belki çocuğuna sevgi taşıyordur, izin verin, azıcık dinlensin. Kapayın gözlerinizi azıcık görmeyin, bırakın iş yerinden yarım saat önce çıksın, koşarak çocuğuna gitsin ve siz saygı ile seyredin annelik sevincini…
Tıpkı yokluğunu hissettiğiniz annenizi seyreder gibi...
Yorumlar
Yorum Yap!
Annenizi seyreder gibi
Çocuk ile anne arasındaki ilk yıllar oldukça önemlidir. Bir bebek, henüz tanımadığı sesler ve görüntüler arasında aslında korku ve endişe içindedir ve bir teselliciye ihtiyacı vardır. Endişelerini giderecek bir tesellici bulursa kişilik ve karakterini keyiflice şekillendirir, etrafa gülücükler saçar, ruhu ‘sükûn’ içinde güçlü bir benlik yapısına doğru adım adım ilerler ve çocuk kendisi gibi olur.
Eğer bir çocuk bu dönemde güven içerisinde bağlanacak bir kişi bulamazsa huzursuz ve agresif olur, şiddete meyleder. Ne kendisi gibi olabilir ne de kendisinden beklendiği gibi…
Ve aslında bu bir kısır döngüdür. Zira çocuğunda huzursuz ve agresif bir hâl sezinleyen birçok anne, kucağını açıp ona teselli vereceği yere, maalesef bu “mızmız” ve “ağlamaklı” hâlden rahatsız olup böylesi bir hâli cezalandırarak yok etmeye çalışmayı bir marifet zanneder.
Ve insanın dramı işte burada başlar.
Bir güven duygusuna ihtiyaç duyan çocuk, bulamadığı tesellinin huzursuzluğu ile daha çok hırçınlaşır ve annesini daha çok rahatsız eder. Anne ile çocuk arasında yaşanan bu kısır döngünün adı “kaygılı bağlanma”dır. Böylesi bir çocuk, annesinin varlığı içinde anne yoksunluğu ile büyür. İçinde adını koyamadığı bu yoksunluk hep yeni yeni problemler oluşmasına sebep olur. Anaokulunda okula alışamaz, ilköğretimde arkadaşları ile kavgasız günü geçmez, liseye geldiğinde kız ise erkeklerin, erkek ise kızların peşinde koşmaktan bıkmaz. Aradığını bulsa da ruhu sekineye ulaşamaz. Zira aradığı şey, bulduğu şey değildir. Boşluğunu hissettiği şey, bir dönem annesinden nedense hiç kana kana içemediği anne sevgisidir.
Annesine kaygılı bağlanan çocukluklar, sadece çocukluk ve gençlik döneminde değil, neredeyse yaşamlarının her döneminde güvensiz, iç huzurdan yoksun, çevresi ile çatışan, şiddete meyilli bir kişiliği barındırırlar bünyelerinde. Ve böylesi kişiler genelde problem çözme yöntemi olarak şiddeti tercih ederler.
Sevgi ifadeleri bile şiddet içerir. Çocuğunu severken döverek sever. Şaka olsun diye ensesine vurur, tekme atar, durduk yere güreş yapar, küçük düşürücü şakalarla sever. Böylesi kişiler, doymak bilmez bir sevgiye muhtaçtır ama kendileri sevebilme yeteneğine sahip değildir.
Ne kadar severseniz sevin, hep kendisini sevilmiyor gibi hisseder. Kendisinden sevgi isteseniz doyasıya sevemez, kendisini sevdiklerine “güven” içinde bırakamaz.
Zira sevebilmek bir YETENEK ister ve kişi ancak çocukluk yıllarında sevildiği kadar sevebilir.
Sorun karşınızdaki asık suratlı bir kişiye, çocukluk yıllarında ne kadar sevilmiş?
Ya da gidin sorun patronunuza, şefinize, amirinize, müdürünüze, neden tebessüm edemiyor, neden hep bağırıp çağırıyor, neden iş arkadaşlarına coşku ile gülemiyor? “Beceremiyorum. Suiistimal edilir diye endişe duyuyorum.” olacaktır cevabı, eğer size güven duyabiliyorsa...
Bir kişinin yüzünün gülebilmesi, yüzü gülen bir anneye bağlıdır. Hadi o hâlde, gelecekte tebessüm edebilen, kendisi olmanın keyfini çıkartan, aslan gibi çocuklar istiyorsanız, eşinizin yüzünü güldürün. Çok zor değil. Alın bir çiçek, uzatın, bakın nasıl tebessüm edecek, hem size hem çiçeğe… Ve belki de sarılıp ağlayacak “çok ihtiyacım vardı” diyecek. Tabii becerebilirseniz…
Beceremiyorsanız, bugün saçlarınızı taramış olarak eve girin. Ya da ıslık çalın, bir şarkı mırıldanın. “Hayırdır!” dese de eşiniz, aldırmayın. “Sana yeniden âşık olmak istiyorum.” deyin, çekinmeyin. Uyandırın eşinizdeki annelik hissini. Göreceksiniz siz de bir çocuk gibi şenleneceksiniz onun annelik hissini hissettikçe…
Bu toplumda, işte bu ülkede, güzel günler görmek istiyorsanız kadına saygı gösterin. Asansöre binerken kapısını açın, önce o binsin. Otobüste, metrobüste, minibüste, metroda yer verin, belki çocuğuna sevgi taşıyordur, izin verin, azıcık dinlensin. Kapayın gözlerinizi azıcık görmeyin, bırakın iş yerinden yarım saat önce çıksın, koşarak çocuğuna gitsin ve siz saygı ile seyredin annelik sevincini…
Tıpkı yokluğunu hissettiğiniz annenizi seyreder gibi...