Çocuk, ebeveyninin inancını ne zaman terk eder?
19 yaşında bir gencin babası ağlamaklı hâlde derdini paylaştı benimle: “Nerede yanlış yaptım bilemedim... Küçükken çok iyi idi, bir dediğimi iki etmezdi. ‘Baba baba’ diye peşimden ayrılmazdı. Evde benimle beraber namaz kılar, benimle beraber camiye gitmek için can atardı. Ramazanda sahura kalktığımızda sesimize uyanır, pijamasıyla, uykulu gözlerini ovuştura ovuştura yanımıza gelirdi. Küçük hâli ile sahuru da yapamaz öylece koltukta uyuyakalırdı…”
Islak kirpiklerini silerken devam etti: “Şimdi ne namaz kaldı ne oruç!”
Göz ucu ile anneye baktım, o da gözlerini siliyordu. Yardıma ihtiyaçları vardı ama ne yapacaklarını da bilemiyorlardı.
Konuşmak için delikanlıyı davet ettim içeri…
Kılık kıyafeti düzgün, aklı başında biri idi.
Önce havadan sudan sohbet ettik. Keyifli birine benziyordu, yüzü güleçti.
Konuştukça dost olduk…
Ne yalan söyleyeyim, uzunca zamandır, benim de, böylesi tebessüm eden simalar görmeye ihtiyacım vardı.
Anne babası ile yaşadığı sorunları konuşmaya başladık. “Hocam o konulara hiç girmeyelim, içim daralıyor.” dedi. Sebebini sordum: “Valla bilmiyorum, o konuları konuşunca kendimi iyi hissetmiyorum. Ama merak ediyorsanız söyleyeyim, ben ateistim. Ailem gibi düşünmediğim için evde her gün ha bire kavga var…”
Uzun uzun konuştuk, ateist olma serüvenini anlattı.
Huzur istediğinden bahsetti, bunu da ateizmde bulduğunu söyledi.
“Nasıl yani?” dedim. “Şöyle söyleyeyim.” dedi, devam etti: “Birçok ateist tanıdığım var, çok insancıl kişiler bunlar. Hatta bırakın insancıllığı, hayvancıllar…” dedi, güldü.
“Hayvanları bile seviyorlar yani. Mutlular, huzurlular… Hâlbuki anne babama baktığım zaman, hep bir kaygı, hep bir telaş, hep bir öfke, kızgınlık var. Çocukluğumdan beri dinî hikâyeler dinliyorum, dinlediğim şeyler içimi daraltıyor, anlatabiliyor muyum?” diye devam etti.
Aslında anlattıklarına çok da yabancı değildim...
Şöyle söyleyeyim, din bir yaşam tarzıdır. Ve yaşamın nasıl anlamlandırılacağına dair bilgi kaynağıdır. Her inanış, kişiye hayatın nasıl yorumlaması gerektiği hakkında bilgi sunar. Bu bilgiler insana huzur verdiği kadar, insan o inanışın yaşam tarzını benimser. Her ne kadar, çocuklar başlangıçta anne babalarının inançlarını devam ettirseler de ailelerinden ayrılıp yaşama kendi gözleri ile bakmaya başladıklarında, çocukluk dönemindeki inanışlarını sorgulayabilirler. Kimse kendisine iç çatışmaları ve huzursuzluk veren bir yaşam tarzını tercih etmez.
Aslında inanç, insana huzur verir… Ve kişi kendini iyi hissettiği kadar da inancına tutunur.
İşte sorun da burada yatıyor, eğer bir inanç kişiye huzur vermiyorsa, o kişi o inanca sEMPATI değil, antipati duyar. Sadece o inancın içeriği değil, aynı zamanda o inancı anlatan kişinin bireysel tutumu huzursuzluk veriyorsa, korku ve endişe yaşatıyorsa… Öfke ve kızgınlık varsa, bu da o inancın içselleşmemesinde rol oynar. Bir üçüncü faktör de, o inancın toplum içindeki görüntüsüdür, aynı inançtan olan kişilerin yaşam tarzının, o kişilere yaşattığı huzur veya huzursuzluk hâlidir.
Ondandır ki çocukluk döneminde din anlatımı, çocuğun zihninin kavrayabileceği “sadelikte” ve duygularının gücünün yetebileceği “ağırlıkta” olmalıdır.
Çocuğa anlatılan bilgi korku ve endişe uyandırmamalı… Anlatan kişi, öfkeli ve kızgın olmamalı… Ve toplumda o inancın temsilcileri tebessüm eder bir huzur hâlinde olmalıdır ki çocuk ebeveyninin inancını kendi başına kaldığında da devam ettirebilecek gücü kendisinde barındırsın.
Yazarın 30 Haziran 2015 tarihli yazısıdır.
Yorumlar
Yorum Yap!
Çocuk, ebeveyninin inancını ne zaman terk eder?
19 yaşında bir gencin babası ağlamaklı hâlde derdini paylaştı benimle: “Nerede yanlış yaptım bilemedim... Küçükken çok iyi idi, bir dediğimi iki etmezdi. ‘Baba baba’ diye peşimden ayrılmazdı. Evde benimle beraber namaz kılar, benimle beraber camiye gitmek için can atardı. Ramazanda sahura kalktığımızda sesimize uyanır, pijamasıyla, uykulu gözlerini ovuştura ovuştura yanımıza gelirdi. Küçük hâli ile sahuru da yapamaz öylece koltukta uyuyakalırdı…”
Islak kirpiklerini silerken devam etti: “Şimdi ne namaz kaldı ne oruç!”
Göz ucu ile anneye baktım, o da gözlerini siliyordu. Yardıma ihtiyaçları vardı ama ne yapacaklarını da bilemiyorlardı.
Konuşmak için delikanlıyı davet ettim içeri…
Kılık kıyafeti düzgün, aklı başında biri idi.
Önce havadan sudan sohbet ettik. Keyifli birine benziyordu, yüzü güleçti.
Konuştukça dost olduk…
Ne yalan söyleyeyim, uzunca zamandır, benim de, böylesi tebessüm eden simalar görmeye ihtiyacım vardı.
Anne babası ile yaşadığı sorunları konuşmaya başladık. “Hocam o konulara hiç girmeyelim, içim daralıyor.” dedi. Sebebini sordum: “Valla bilmiyorum, o konuları konuşunca kendimi iyi hissetmiyorum. Ama merak ediyorsanız söyleyeyim, ben ateistim. Ailem gibi düşünmediğim için evde her gün ha bire kavga var…”
Uzun uzun konuştuk, ateist olma serüvenini anlattı.
Huzur istediğinden bahsetti, bunu da ateizmde bulduğunu söyledi.
“Nasıl yani?” dedim. “Şöyle söyleyeyim.” dedi, devam etti: “Birçok ateist tanıdığım var, çok insancıl kişiler bunlar. Hatta bırakın insancıllığı, hayvancıllar…” dedi, güldü.
“Hayvanları bile seviyorlar yani. Mutlular, huzurlular… Hâlbuki anne babama baktığım zaman, hep bir kaygı, hep bir telaş, hep bir öfke, kızgınlık var. Çocukluğumdan beri dinî hikâyeler dinliyorum, dinlediğim şeyler içimi daraltıyor, anlatabiliyor muyum?” diye devam etti.
Aslında anlattıklarına çok da yabancı değildim...
Şöyle söyleyeyim, din bir yaşam tarzıdır. Ve yaşamın nasıl anlamlandırılacağına dair bilgi kaynağıdır. Her inanış, kişiye hayatın nasıl yorumlaması gerektiği hakkında bilgi sunar. Bu bilgiler insana huzur verdiği kadar, insan o inanışın yaşam tarzını benimser. Her ne kadar, çocuklar başlangıçta anne babalarının inançlarını devam ettirseler de ailelerinden ayrılıp yaşama kendi gözleri ile bakmaya başladıklarında, çocukluk dönemindeki inanışlarını sorgulayabilirler. Kimse kendisine iç çatışmaları ve huzursuzluk veren bir yaşam tarzını tercih etmez.
Aslında inanç, insana huzur verir… Ve kişi kendini iyi hissettiği kadar da inancına tutunur.
İşte sorun da burada yatıyor, eğer bir inanç kişiye huzur vermiyorsa, o kişi o inanca sEMPATI değil, antipati duyar. Sadece o inancın içeriği değil, aynı zamanda o inancı anlatan kişinin bireysel tutumu huzursuzluk veriyorsa, korku ve endişe yaşatıyorsa… Öfke ve kızgınlık varsa, bu da o inancın içselleşmemesinde rol oynar. Bir üçüncü faktör de, o inancın toplum içindeki görüntüsüdür, aynı inançtan olan kişilerin yaşam tarzının, o kişilere yaşattığı huzur veya huzursuzluk hâlidir.
Ondandır ki çocukluk döneminde din anlatımı, çocuğun zihninin kavrayabileceği “sadelikte” ve duygularının gücünün yetebileceği “ağırlıkta” olmalıdır.
Çocuğa anlatılan bilgi korku ve endişe uyandırmamalı… Anlatan kişi, öfkeli ve kızgın olmamalı… Ve toplumda o inancın temsilcileri tebessüm eder bir huzur hâlinde olmalıdır ki çocuk ebeveyninin inancını kendi başına kaldığında da devam ettirebilecek gücü kendisinde barındırsın.
Yazarın 30 Haziran 2015 tarihli yazısıdır.