Kurbanın insan psikolojisindeki yeri nedir?
Önceki yıl kendi kurbanımı kendim keseyim diye niyet etmiştim.
Hem bu büyük ibadeti bizzat kendim gerçekleştireyim ve hem de kurban psikolojisini kendi dünyamda yaşayayım istedim.
Kurban ibadeti, insan ruhunda hangi duyguları yaşatıyordu acaba? “Kurban kesen kişide şiddet eğilimi yok oluyor” diye bir söylem de var, bu nasıl bir şeydi acaba?
Saldırgan biri değilim, şiddete meyilli olduğumu da hiç düşünmüyorum. Olsun, o ya da bu sebep ile değil, kurbanın bir ibadet olduğunu düşünerek kendimi bu ibadete odakladım.
Biraz düşündüm.
Sanki garip bir tezat da vardı ortada.
Bir yandan, İslam dini, Müslümanları ‘karınca ezmeyecek’ kadar ince bir ruh hâline eriştirirken, diğer yandan nasıl oluyordu da kurban kesmek gibi bir ibadeti emrediyordu. Bu bir çelişki miydi, yoksa bir bütünün parçaları mı?
Bilemiyordum, bütün bunları kurbanımı keserken ruhumu dinlerken görecektim.
Bir koyun aldım.
Yakışıklı bir şeydi, gözleri, dudakları kara kara.
Hayvanları çok seven bir yanım vardır. Onlarla dost olmak, sevip oynamak, sohbet etmekten çok hoşlanırım.
Kurban sabahına kadar sohbet ettim kurbanlık koyunumuzla. Yem verdim avuçlarımla, su içirdim kovada. Sırtını sıvazladığımda sanırım hep hoşuna gitti ki, benim peşimden gelmek istedi yanından her ayrılışımda.
Her şey Kurban Bayramı sabahına kadar normaldi.
Bayram namazına giderken tuhaf bir hüzün çöktü içime. Teşrik tekbirleri getirerek camiye yol alan cemaatin arasında ‘uyanmış bir zihin’ ile ben de camiye girdim. Uyanmış bir zihin diyorum, çünkü biraz sonra yapılacak büyük bir ibadet aklınızın bir köşesinde dururken, dalgın vaziyette olmanız imkânsız.
Cami çıkışında kurbanlığımın yanına gittim. Göz göze geldik. “Biraz sonra sana Allah katında bir makam verilecek” diye söyledim kendisine. O ise su ve ot istedi, sanırım aç idi, ben de verdim.
Okşayarak, severek, birlikte kurban kesim alanına geldik. Erken gelenler başlamıştı kurban kesimlerine. Kesimi görmesin diye, kurbanın gözlerini kulaklarından bağladım. Şaşırdı biraz, ama itiraz etmedi, sakindi.
İlerledik.
Kazılmış bir çukurun kenarına geldik.
İçimde tarifi imkânsız duygular. Bir yandan kalbim hüzün içinde pır pır atıyor, diğer yandan bir ibadetin huzuru var.
Bu içsel karmaşa, insanı çok farklı derinliklere taşıyor. Daha önce hiç duymadığınız bir derinlik.
Kurbanı yere yatırırken düşündüm, aslında bir gün bu kurban gibi ben de can vereceğim. Ve aslında can vermek hiç de kolay bir şey değilmiş, nasıl da direniliyormuş, vermemek için. Ama çaresizlik başka bir şey. Şu kurbanlık koyunun çaresizce teslim ettiği gibi, bir gün ben de teslim edeceğim canımı, öncekilerin teslim ettiği gibi. Ölmek ne garip bir duyguymuş.
Anlıyorsunuz ki dünya boş, hem de bomboş. Öyle ise, bu hırs niye? İncittiğim kalpler niye? Dünyayı bu kadar abartmak niye? Ölüm gibi bir gerçeği olan senin bu büyüklük hâlin ne?
Kurban, ‘tuhaf’ bir ibadet, insanı kendi derinlerine sürüklüyor. Sen delice sarılmışken dünyaya, “Al sana dünya!” dedirtiyor.
Anladım ki, duyarsızlaşmış bir kalp ile de değil, yaratılmış bütün canlılara muhabbet duyan bir kalp ile ve bir ölüm anına şahitlik edercesine gerçekleşen bu ibadet insandaki NEGATIF DUYGULARı söküp alıyor.
Bu ibadeti hakkı ile yerine getiren bir kişinin, eşine saygısızlık yapması, çocuklarına şiddet kullanması, mahallesindeki insanların başına bela olması, adam öldürmesi düşünülemez.
Bir kez daha anladım ki, İslam, her bir ibadeti ile insanı olgun bir ruha taşıyor.
Kurban ibadetini yerine getirmek için kalbi pır pır atan Müslümanların kalbini duymadan ve hissetmeden, onları ‘hayvan katliamı yapıyorlar’ diye tanıtmak ne kadar da büyük bir haksızlık.
Zira can verme anında ‘kalbi’ ile şahitlik eden bir kişinin kalbinde kötülük barınması düşünülemez.
Yazarın 14 Ekim 2013 tarihli yazısıdır.
Yorumlar
Yorum Yap!
Kurbanın insan psikolojisindeki yeri nedir?
Önceki yıl kendi kurbanımı kendim keseyim diye niyet etmiştim.
Hem bu büyük ibadeti bizzat kendim gerçekleştireyim ve hem de kurban psikolojisini kendi dünyamda yaşayayım istedim.
Kurban ibadeti, insan ruhunda hangi duyguları yaşatıyordu acaba? “Kurban kesen kişide şiddet eğilimi yok oluyor” diye bir söylem de var, bu nasıl bir şeydi acaba?
Saldırgan biri değilim, şiddete meyilli olduğumu da hiç düşünmüyorum. Olsun, o ya da bu sebep ile değil, kurbanın bir ibadet olduğunu düşünerek kendimi bu ibadete odakladım.
Biraz düşündüm.
Sanki garip bir tezat da vardı ortada.
Bir yandan, İslam dini, Müslümanları ‘karınca ezmeyecek’ kadar ince bir ruh hâline eriştirirken, diğer yandan nasıl oluyordu da kurban kesmek gibi bir ibadeti emrediyordu. Bu bir çelişki miydi, yoksa bir bütünün parçaları mı?
Bilemiyordum, bütün bunları kurbanımı keserken ruhumu dinlerken görecektim.
Bir koyun aldım.
Yakışıklı bir şeydi, gözleri, dudakları kara kara.
Hayvanları çok seven bir yanım vardır. Onlarla dost olmak, sevip oynamak, sohbet etmekten çok hoşlanırım.
Kurban sabahına kadar sohbet ettim kurbanlık koyunumuzla. Yem verdim avuçlarımla, su içirdim kovada. Sırtını sıvazladığımda sanırım hep hoşuna gitti ki, benim peşimden gelmek istedi yanından her ayrılışımda.
Her şey Kurban Bayramı sabahına kadar normaldi.
Bayram namazına giderken tuhaf bir hüzün çöktü içime. Teşrik tekbirleri getirerek camiye yol alan cemaatin arasında ‘uyanmış bir zihin’ ile ben de camiye girdim. Uyanmış bir zihin diyorum, çünkü biraz sonra yapılacak büyük bir ibadet aklınızın bir köşesinde dururken, dalgın vaziyette olmanız imkânsız.
Cami çıkışında kurbanlığımın yanına gittim. Göz göze geldik. “Biraz sonra sana Allah katında bir makam verilecek” diye söyledim kendisine. O ise su ve ot istedi, sanırım aç idi, ben de verdim.
Okşayarak, severek, birlikte kurban kesim alanına geldik. Erken gelenler başlamıştı kurban kesimlerine. Kesimi görmesin diye, kurbanın gözlerini kulaklarından bağladım. Şaşırdı biraz, ama itiraz etmedi, sakindi.
İlerledik.
Kazılmış bir çukurun kenarına geldik.
İçimde tarifi imkânsız duygular. Bir yandan kalbim hüzün içinde pır pır atıyor, diğer yandan bir ibadetin huzuru var.
Bu içsel karmaşa, insanı çok farklı derinliklere taşıyor. Daha önce hiç duymadığınız bir derinlik.
Kurbanı yere yatırırken düşündüm, aslında bir gün bu kurban gibi ben de can vereceğim. Ve aslında can vermek hiç de kolay bir şey değilmiş, nasıl da direniliyormuş, vermemek için. Ama çaresizlik başka bir şey. Şu kurbanlık koyunun çaresizce teslim ettiği gibi, bir gün ben de teslim edeceğim canımı, öncekilerin teslim ettiği gibi. Ölmek ne garip bir duyguymuş.
Anlıyorsunuz ki dünya boş, hem de bomboş. Öyle ise, bu hırs niye? İncittiğim kalpler niye? Dünyayı bu kadar abartmak niye? Ölüm gibi bir gerçeği olan senin bu büyüklük hâlin ne?
Kurban, ‘tuhaf’ bir ibadet, insanı kendi derinlerine sürüklüyor. Sen delice sarılmışken dünyaya, “Al sana dünya!” dedirtiyor.
Anladım ki, duyarsızlaşmış bir kalp ile de değil, yaratılmış bütün canlılara muhabbet duyan bir kalp ile ve bir ölüm anına şahitlik edercesine gerçekleşen bu ibadet insandaki NEGATIF DUYGULARı söküp alıyor.
Bu ibadeti hakkı ile yerine getiren bir kişinin, eşine saygısızlık yapması, çocuklarına şiddet kullanması, mahallesindeki insanların başına bela olması, adam öldürmesi düşünülemez.
Bir kez daha anladım ki, İslam, her bir ibadeti ile insanı olgun bir ruha taşıyor.
Kurban ibadetini yerine getirmek için kalbi pır pır atan Müslümanların kalbini duymadan ve hissetmeden, onları ‘hayvan katliamı yapıyorlar’ diye tanıtmak ne kadar da büyük bir haksızlık.
Zira can verme anında ‘kalbi’ ile şahitlik eden bir kişinin kalbinde kötülük barınması düşünülemez.
Yazarın 14 Ekim 2013 tarihli yazısıdır.