Üniversiteye sınavsız giriş olur mu? (2)
Başarılı bir eğitimin en temel unsuru, eğitim alan kişinin “bireysel yatkınlıkları” ile eğitim konusunun UYUMlu olmasıdır.
Bu durum eğitimin “kendindenlik” ilkesi ile yürümesini sağlar. Öğrenci iç motivasyonla eğitim sürecini devam ettirir. Zaten merak ettiği konuları okulda daha da derinleşerek öğrenmek eğitimi keyifli hale getirir.
Bireysel yatkınlıklara göre eğitim sistemi kurgulanmadığı takdirde, öğrenmenin sürekliliği için birtakım motivasyon araçlarına ihtiyaç duyulur. Bu, kimi zaman eğitimin önemini anlatan “heyecan verici konuşmalar”, kimi zaman eğitimsiz kalınması durumunda geleceğin kötü olacağı ile ilgili “kaygı verici senaryolar” ile çocuğu eğitime devam ettirme çabasını gerekli kılar…
Misafir öğretim görevlisi olarak yurtdışındaki üniversitelerde ders veren ülkemiz öğretim görevlilerinin oradaki ilk izlenimleri genelde “öğrencilerin nasıl da ilgili” olduklarıdır.
Acı, fakat gerçek bir durumdan bahsedecek olursak, ülkemiz üniversitelerinde öğrencilerin birçoğu “bir an önce vizeleri, finalleri verip okuldan ayrılmaya” çaba harcıyorlar… Vaktinde mezun olamamak ve okulun bir yıl daha uzaması, “bir yıl daha tecrübe kazanma fırsatına çevirebilirim” diye değil, bir aşağılanmışlık hissi içinde “herkes mezun oldu bir ben kaldım” diye düşünmeye sebep oluyor.
Acaba ülkemiz üniversitelerinde kaç öğrenci var ki birinci tercihi olan üniversiteye yerleşmiş olsun.
Halbuki eğitimin kalitesi, kişinin kendi istediği mesleğin eğitimini alması ile mümkündür. Bu kaliteye erişmenin önündeki en büyük engel üniversite giriş sınavlarıdır.
“Sınav yapmadan her öğrenci istediği bölüme yerleşse, ne olur?” diye yetkililere sorulacak olsa, alınacak cevap “o zaman herkes hukuk ve tıp fakültelerine gitmek ister” olacaktır.
E, gitsin, çocuklar tıp fakültesine gitsin. Buna neden engel oluyorsunuz? Böylece binlerce tıp doktoru mezun olsun ülkemizden. Bir gün gelip de, hastanelerde doktor kadroları dolduğunda, özel muayenehaneler her köşe başında yoğunlaştığında, artık insanlar hekim aramak yerine, kaliteli hekim aramaya başladıklarında ve hatta hekimliğin bir iş olarak artık cazibesi kalmadığında, bu bölümlere ilgi zaman içinde azalacaktır.
Böylece gerçekten hekimlik kabiliyeti olan kişiler sahada sivrilecek, onlar zaten kendi kişisel yatkınlıkları ile elde ettikleri başarılar dolayısı ile isimleri ön plana çıkacaktır.
Şu an, tıp fakültesine giremediği halde belki de dünyanın en iyi cerrahı olacak bir kişi, peyzaj mimarlığı yapıyordur da ülkemiz bu gerçeğin farkında bile değildir… Kim bilir belki de, psikolojide dev bir isim olabilecek kabiliyetlere sahip kişiler, sınav kapıları önünde her yıl dolaşıp duruyordur da bu kabiliyetten ülkemiz mahrumdur, bilim dünyası mahrumdur.
Olmaz böyle şey diyerek hemen önyargıya kapılmamalı. Alın size bir örnek, Hollanda’da bırakın öğrencileri bir ön eleme ile üniversite eğitiminden yoksun bırakmayı, kişi, “lise mezunu olmasa bile”, 21 yaşın üzerinde olması şartı ile “buyurun” diye üniversite kapıları açılıyor. Ve bu kişiler ülkenin önde gelen bilim insanları oluyor.
Eğitimde özgür düşünceyi henüz yakalayamamış, klasik eğitimin dar kutusunun içine sıkışmış ülkemiz eğitim sistemi önce kendi “çokbilmişlik” kısırdöngüsünden çıkmalıdır…
Sınavsız bir üniversite giriş sistemi oluşumunda ikinci temel sorun “üniversite” sayısının yetersiz olması. Buradaki kısırdöngü ise içler acısı durumda. “Hadi ülkemizde bir seferberlik ilan edelim ve üniversite binaları kuralım kurtaralım şu çocukları sınav kapılarının önünden” diyecek olsak, “üniversite binası kurmak sorun değil, asıl sorun açılan üniversitelerde görev yapacak öğretim elemanı eksikliğidir” diye bir ön yargı çıkacaktır. Peki, öğretim elemanı neden yok ülkemizde, neden yüksek lisans ve doktora programları bolca açılmıyor diye “safça” bir soru sorduğunuzda acı tablo daha net ortaya çıkacaktır. Çünkü öğretim görevlisi olmak için kendinde heyecan duyanları da ALES isimli bir sınava girmesi şartı konulmuş… Hatta o da yetmez, bir de YDS isimli yabancı dil sınavına girme şartı var… Ama burası Türkiye ve “bilim dili anadil” olması gerekmez mi? Olmuyor işte, eğitimdeki bunca karmaşayı görmezden gelip “kendimizi kibir aynasında görmenin” acısını ülkemiz çocukları yaşıyor maalesef.
Hâlbuki öğretim görevlisi olacak kişileri, zaten kendileri oldukça zahmet çekerek eğitimlerini devam ettirmeye gönüllüler ise, onları “ön eleme” yaparak kapıda bırakmak yerine “süreç içinde doğal elenme” sistemini oluşturmak eğitimdeki kısırdöngüden çıkmayı sağlayacaktır...
Yorumlar
Yorum Yap!
Üniversiteye sınavsız giriş olur mu? (2)
Başarılı bir eğitimin en temel unsuru, eğitim alan kişinin “bireysel yatkınlıkları” ile eğitim konusunun UYUMlu olmasıdır.
Bu durum eğitimin “kendindenlik” ilkesi ile yürümesini sağlar. Öğrenci iç motivasyonla eğitim sürecini devam ettirir. Zaten merak ettiği konuları okulda daha da derinleşerek öğrenmek eğitimi keyifli hale getirir.
Bireysel yatkınlıklara göre eğitim sistemi kurgulanmadığı takdirde, öğrenmenin sürekliliği için birtakım motivasyon araçlarına ihtiyaç duyulur. Bu, kimi zaman eğitimin önemini anlatan “heyecan verici konuşmalar”, kimi zaman eğitimsiz kalınması durumunda geleceğin kötü olacağı ile ilgili “kaygı verici senaryolar” ile çocuğu eğitime devam ettirme çabasını gerekli kılar…
Misafir öğretim görevlisi olarak yurtdışındaki üniversitelerde ders veren ülkemiz öğretim görevlilerinin oradaki ilk izlenimleri genelde “öğrencilerin nasıl da ilgili” olduklarıdır.
Acı, fakat gerçek bir durumdan bahsedecek olursak, ülkemiz üniversitelerinde öğrencilerin birçoğu “bir an önce vizeleri, finalleri verip okuldan ayrılmaya” çaba harcıyorlar… Vaktinde mezun olamamak ve okulun bir yıl daha uzaması, “bir yıl daha tecrübe kazanma fırsatına çevirebilirim” diye değil, bir aşağılanmışlık hissi içinde “herkes mezun oldu bir ben kaldım” diye düşünmeye sebep oluyor.
Acaba ülkemiz üniversitelerinde kaç öğrenci var ki birinci tercihi olan üniversiteye yerleşmiş olsun.
Halbuki eğitimin kalitesi, kişinin kendi istediği mesleğin eğitimini alması ile mümkündür. Bu kaliteye erişmenin önündeki en büyük engel üniversite giriş sınavlarıdır.
“Sınav yapmadan her öğrenci istediği bölüme yerleşse, ne olur?” diye yetkililere sorulacak olsa, alınacak cevap “o zaman herkes hukuk ve tıp fakültelerine gitmek ister” olacaktır.
E, gitsin, çocuklar tıp fakültesine gitsin. Buna neden engel oluyorsunuz? Böylece binlerce tıp doktoru mezun olsun ülkemizden. Bir gün gelip de, hastanelerde doktor kadroları dolduğunda, özel muayenehaneler her köşe başında yoğunlaştığında, artık insanlar hekim aramak yerine, kaliteli hekim aramaya başladıklarında ve hatta hekimliğin bir iş olarak artık cazibesi kalmadığında, bu bölümlere ilgi zaman içinde azalacaktır.
Böylece gerçekten hekimlik kabiliyeti olan kişiler sahada sivrilecek, onlar zaten kendi kişisel yatkınlıkları ile elde ettikleri başarılar dolayısı ile isimleri ön plana çıkacaktır.
Şu an, tıp fakültesine giremediği halde belki de dünyanın en iyi cerrahı olacak bir kişi, peyzaj mimarlığı yapıyordur da ülkemiz bu gerçeğin farkında bile değildir… Kim bilir belki de, psikolojide dev bir isim olabilecek kabiliyetlere sahip kişiler, sınav kapıları önünde her yıl dolaşıp duruyordur da bu kabiliyetten ülkemiz mahrumdur, bilim dünyası mahrumdur.
Olmaz böyle şey diyerek hemen önyargıya kapılmamalı. Alın size bir örnek, Hollanda’da bırakın öğrencileri bir ön eleme ile üniversite eğitiminden yoksun bırakmayı, kişi, “lise mezunu olmasa bile”, 21 yaşın üzerinde olması şartı ile “buyurun” diye üniversite kapıları açılıyor. Ve bu kişiler ülkenin önde gelen bilim insanları oluyor.
Eğitimde özgür düşünceyi henüz yakalayamamış, klasik eğitimin dar kutusunun içine sıkışmış ülkemiz eğitim sistemi önce kendi “çokbilmişlik” kısırdöngüsünden çıkmalıdır…
Sınavsız bir üniversite giriş sistemi oluşumunda ikinci temel sorun “üniversite” sayısının yetersiz olması. Buradaki kısırdöngü ise içler acısı durumda. “Hadi ülkemizde bir seferberlik ilan edelim ve üniversite binaları kuralım kurtaralım şu çocukları sınav kapılarının önünden” diyecek olsak, “üniversite binası kurmak sorun değil, asıl sorun açılan üniversitelerde görev yapacak öğretim elemanı eksikliğidir” diye bir ön yargı çıkacaktır. Peki, öğretim elemanı neden yok ülkemizde, neden yüksek lisans ve doktora programları bolca açılmıyor diye “safça” bir soru sorduğunuzda acı tablo daha net ortaya çıkacaktır. Çünkü öğretim görevlisi olmak için kendinde heyecan duyanları da ALES isimli bir sınava girmesi şartı konulmuş… Hatta o da yetmez, bir de YDS isimli yabancı dil sınavına girme şartı var… Ama burası Türkiye ve “bilim dili anadil” olması gerekmez mi? Olmuyor işte, eğitimdeki bunca karmaşayı görmezden gelip “kendimizi kibir aynasında görmenin” acısını ülkemiz çocukları yaşıyor maalesef.
Hâlbuki öğretim görevlisi olacak kişileri, zaten kendileri oldukça zahmet çekerek eğitimlerini devam ettirmeye gönüllüler ise, onları “ön eleme” yaparak kapıda bırakmak yerine “süreç içinde doğal elenme” sistemini oluşturmak eğitimdeki kısırdöngüden çıkmayı sağlayacaktır...