Ceza ile çocuk eğitimi olmaz
Eğitim, mekanik bir işleyiş değildir. Duyusal yanı vardır. Hatta kalıcı öğrenme “zihinsel” olarak değil, “duyusal” olarak gerçekleşir. Bunun içindir ki Batı’daki eğitim ekollerinden en başarılı olanları “ruhsal gelişmeciler”dir.
Mesela, Waldorf Eğitim Modeli ve Montessori Eğitim Sistemi, insanın duyuları ile öğrendiğini bilimsel olarak ispatlamış ve bu sahada dünyanın en gözde eğitim modelini ortaya koymuştur.
Çocukları “ceza” ile sindirmeden ve “mükâfat” ile kandırmadan, YETENEK ve kabiliyetleri ne ise onları o sahada keşfedip kendilerini başarılı oldukları alanda geliştirmek için “rehberlik yapılan” eğitim modellerini artık ülkemiz Millî Eğitim’i artık keşfetmelidir.
İşte görüyorsunuz, daha 30’lu yaşlara ayak basmadan “Google” isimli projeyi ortaya koyarak dünyanın en büyük servet sahipleri arasına giren iki genç Sergey Brin ve Larry Page, böylesi bir eğitim sisteminin içinden geçmiştir…
Çok mu zekiydi Larry? Ya da Sergey çok mu hırslı idi? Kendilerini takip ederseniz göreceksiniz, öylesine “sıradan” ve en doğal hâlleri ile var olmayı becerebilmiş iki genç işte. Başkalarının beklentilerine cevap vermek için “kırk türlü numara” yapmıyorlar. Elde ettikleri bir güç var: Kendileri gibi olabilme gücü…
Kendilerine ‘Başarınızın sırrı nedir?’ diye soran bir gazeteciye, büyük bir sükûnet içinde tebessüm ederek, çocukluk dönemlerinde aldıkları bu eğitime vurgu yapıyorlar.
Yani ceza ile sindirilmemiş olmanın, mükâfat ile yönlendirilmemiş olmanın gücüne. Kendilerinin oldukları gibi kabul edilmiş olmalarının gücüne. İnsan olmanın keyfini çıkartarak aldıkları eğitimin gücüne.
Bu bir tesadüf mü?
Bence hayır. Sadece “Google”ın kurucularının değil, araştırın bakın, dünyanın en başarılı insanlarının ardında “cezasız” bir eğitimin yattığını görürsünüz.
Mesela, dünyanın en büyük internet satış şirketi olan Amazon’un sahibi Jeff Bezons da yine böylesi bir eğitim modelinden geçmiş biri… Dünya siyasetine yön veren Washington Post’un sahibi Katharine Graham, Prens William ve Prens Harry de öyle. Sadece bu kadar mı? Hayır. Bill ve Hillary Clinton’un çocukları da şu an cezasız ve mükafatsız bir eğitimin içinde yer almanın keyfini çıkartıyorlar. Bu eğitim sisteminin oluşmasına gönülden destek veren Thomas Edison, Jean Piaget, Alexander Graham Bell’den de bahsetmek gerek ayrıca.
Hâlbuki klasik eğitimde öyle bir müfredat var ki içler acısı. Öğretmenler, insan yetiştirme adına, karşısındaki çocuklar kim olursa olsun, hepsini aynı kalıbın içine sokmak için sinir bozucu bir harbe giriyor.
Mesela, illa da matematiği öğreneceksin…
- Yahu çocukta matematik öğrenecek YETENEK yok, niye zorluyorsun?
- Zorlarım, çünkü matematiği öğrenmek zekâyı açıyormuş!
E, bu çocuk dünya çapında büyük projeleri ortaya koyabilecek sosyal zekâya sahip. Belki de dünya barışını tesis edecek insan!
- Umurumda değil bu özellikleri! Matematik ve fiziği yapamazsa, onun eğitim hayatına son veririm. Üniversite sınavında ortada bırakırım.
Geçenlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karne notlarına baktım. Notları hep düşük.
Düşünüyorum da, acaba bir de ülkemizdeki çocuklar daha okul yıllarında keşfedilse ne olur diye… İçim heyecanla doluyor. Ki bizim tarihimiz, dünyaya örnek insanlar yetiştirmiş bir “insan fabrikası” gibi özelliğe sahip. Ama günümüzde maalesef bu fabrika kapanmış!
Çocukların ceza ile sindirildiği, mükâfat ile yönlendirildiği, belli bir kalıba göre yetiştirildiği ülkemiz, çocukların kendileri gibi olmalarının önüne geçen bir eğitim modelinde ısrar ediyor hâlâ.
Hâlbuki insan “ceza ile eğitilemez”…
Çünkü ceza bir “şiddettir”.
Toplumsal kabul görmüş şiddetin adıdır “ceza”.
İnsanın ceza ile eğitileceğini zanneden toplumlara bir bakın, hepsi “şiddet” girdabında kıvranıp duruyorlar. Canlı bombalardan tutun da terör olaylarına kadar, acı içinde toplumsal cinnet geçiriyorlar.
Ankara Üniversitesi ile TÜBİTAK’ın ortaklaşa yaptığı “Akran Şiddeti” isimli çalışmaya rast geldiniz mi bilmem. 10 bin lise öğrencisi ile yapılan bu çalışmaya göre, liselerde okuyan her 10 öğrenciden dokuzu şiddet mağduru.
Bu rakam ürkütücü ama şaşırmadım.
Ne zaman ki eğitim anlayışımız “ceza” ve “mükâfat”tan arındırılır ve kişinin özündeki YETENEKleri bulmak ve onları geliştirmek için oluşturulan metodolojik yaklaşımlara geçilir, belki o zaman eğitimde çağı yakalayabiliriz.
Yoksa internette tıklanma rekoru kıran “Oğlum bak git!” videosunu izleye izleye “Bu çocukları bu hâle kim getirdi?” diye “Allah Allaaah!” çeker dururuz...
Yorumlar
Yorum Yap!
Ceza ile çocuk eğitimi olmaz
Eğitim, mekanik bir işleyiş değildir. Duyusal yanı vardır. Hatta kalıcı öğrenme “zihinsel” olarak değil, “duyusal” olarak gerçekleşir. Bunun içindir ki Batı’daki eğitim ekollerinden en başarılı olanları “ruhsal gelişmeciler”dir.
Mesela, Waldorf Eğitim Modeli ve Montessori Eğitim Sistemi, insanın duyuları ile öğrendiğini bilimsel olarak ispatlamış ve bu sahada dünyanın en gözde eğitim modelini ortaya koymuştur.
Çocukları “ceza” ile sindirmeden ve “mükâfat” ile kandırmadan, YETENEK ve kabiliyetleri ne ise onları o sahada keşfedip kendilerini başarılı oldukları alanda geliştirmek için “rehberlik yapılan” eğitim modellerini artık ülkemiz Millî Eğitim’i artık keşfetmelidir.
İşte görüyorsunuz, daha 30’lu yaşlara ayak basmadan “Google” isimli projeyi ortaya koyarak dünyanın en büyük servet sahipleri arasına giren iki genç Sergey Brin ve Larry Page, böylesi bir eğitim sisteminin içinden geçmiştir…
Çok mu zekiydi Larry? Ya da Sergey çok mu hırslı idi? Kendilerini takip ederseniz göreceksiniz, öylesine “sıradan” ve en doğal hâlleri ile var olmayı becerebilmiş iki genç işte. Başkalarının beklentilerine cevap vermek için “kırk türlü numara” yapmıyorlar. Elde ettikleri bir güç var: Kendileri gibi olabilme gücü…
Kendilerine ‘Başarınızın sırrı nedir?’ diye soran bir gazeteciye, büyük bir sükûnet içinde tebessüm ederek, çocukluk dönemlerinde aldıkları bu eğitime vurgu yapıyorlar.
Yani ceza ile sindirilmemiş olmanın, mükâfat ile yönlendirilmemiş olmanın gücüne. Kendilerinin oldukları gibi kabul edilmiş olmalarının gücüne. İnsan olmanın keyfini çıkartarak aldıkları eğitimin gücüne.
Bu bir tesadüf mü?
Bence hayır. Sadece “Google”ın kurucularının değil, araştırın bakın, dünyanın en başarılı insanlarının ardında “cezasız” bir eğitimin yattığını görürsünüz.
Mesela, dünyanın en büyük internet satış şirketi olan Amazon’un sahibi Jeff Bezons da yine böylesi bir eğitim modelinden geçmiş biri… Dünya siyasetine yön veren Washington Post’un sahibi Katharine Graham, Prens William ve Prens Harry de öyle. Sadece bu kadar mı? Hayır. Bill ve Hillary Clinton’un çocukları da şu an cezasız ve mükafatsız bir eğitimin içinde yer almanın keyfini çıkartıyorlar. Bu eğitim sisteminin oluşmasına gönülden destek veren Thomas Edison, Jean Piaget, Alexander Graham Bell’den de bahsetmek gerek ayrıca.
Hâlbuki klasik eğitimde öyle bir müfredat var ki içler acısı. Öğretmenler, insan yetiştirme adına, karşısındaki çocuklar kim olursa olsun, hepsini aynı kalıbın içine sokmak için sinir bozucu bir harbe giriyor.
Mesela, illa da matematiği öğreneceksin…
- Yahu çocukta matematik öğrenecek YETENEK yok, niye zorluyorsun?
- Zorlarım, çünkü matematiği öğrenmek zekâyı açıyormuş!
E, bu çocuk dünya çapında büyük projeleri ortaya koyabilecek sosyal zekâya sahip. Belki de dünya barışını tesis edecek insan!
- Umurumda değil bu özellikleri! Matematik ve fiziği yapamazsa, onun eğitim hayatına son veririm. Üniversite sınavında ortada bırakırım.
Geçenlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karne notlarına baktım. Notları hep düşük.
Düşünüyorum da, acaba bir de ülkemizdeki çocuklar daha okul yıllarında keşfedilse ne olur diye… İçim heyecanla doluyor. Ki bizim tarihimiz, dünyaya örnek insanlar yetiştirmiş bir “insan fabrikası” gibi özelliğe sahip. Ama günümüzde maalesef bu fabrika kapanmış!
Çocukların ceza ile sindirildiği, mükâfat ile yönlendirildiği, belli bir kalıba göre yetiştirildiği ülkemiz, çocukların kendileri gibi olmalarının önüne geçen bir eğitim modelinde ısrar ediyor hâlâ.
Hâlbuki insan “ceza ile eğitilemez”…
Çünkü ceza bir “şiddettir”.
Toplumsal kabul görmüş şiddetin adıdır “ceza”.
İnsanın ceza ile eğitileceğini zanneden toplumlara bir bakın, hepsi “şiddet” girdabında kıvranıp duruyorlar. Canlı bombalardan tutun da terör olaylarına kadar, acı içinde toplumsal cinnet geçiriyorlar.
Ankara Üniversitesi ile TÜBİTAK’ın ortaklaşa yaptığı “Akran Şiddeti” isimli çalışmaya rast geldiniz mi bilmem. 10 bin lise öğrencisi ile yapılan bu çalışmaya göre, liselerde okuyan her 10 öğrenciden dokuzu şiddet mağduru.
Bu rakam ürkütücü ama şaşırmadım.
Ne zaman ki eğitim anlayışımız “ceza” ve “mükâfat”tan arındırılır ve kişinin özündeki YETENEKleri bulmak ve onları geliştirmek için oluşturulan metodolojik yaklaşımlara geçilir, belki o zaman eğitimde çağı yakalayabiliriz.
Yoksa internette tıklanma rekoru kıran “Oğlum bak git!” videosunu izleye izleye “Bu çocukları bu hâle kim getirdi?” diye “Allah Allaaah!” çeker dururuz...