adem-gunes
Arama Yap
İletişim Duyuru

Güvenli Bağlanma
 600

Güvenli Bağlanma

Tanıtım

Hayat bağlanmalardan ibarettir.

Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından "yaşama" ve "yaşamaya" bağlanma… Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. Ve bu duygusal kazanım ancak çocukluk yıllarında edinilir.

 

Bebeğin, kendisini tümüyle bebeğine bırakmış annesinin kucağında huzur bulmasıyla başlayan, yetişkinlik yıllarında romantik bağlanmalara kadar devam eden hayatın ana çizgisidir bağlanma.

 

Pedagog Adem Güneş yeni kitabı Güvenli Bağlanma'da insanın olmanın, kişilik gelişiminin, hayatın her döneminde sağlıklı ve doyum veren ilişkiler kurmanın esası olan "bağlanma" konusunu ele alıyor.

 

Emzirmeden birlikte uyumaya, aidiyet ilişkisinden ayrılmaya, süt annelikten tuvalet eğitimine, farkında olmadan bebeğe hissettirilen duygusal ve psikolojik şiddetten baba-bebek ilişkisinin sınırlarına varıncaya kadar pek çok konuyu "bağlanma" çerçevesinde değerlendiriyor.

 

 

İçindekiler
 

Başlarken       11

Önsöz  13

Hayat Bağlanmalardan İbarettir        15

Bağlanabilme 17

“Güven Duygusu” Bağlanmanın Özüdür      25

Hisleri Hissedememek          28

Bağlanma ve Bağlanmaya Karşı Koyabilme            30

Bağlanma ve İrade İlişkisi     32

Düşünce Gücü            35

3 Temas İle Bağlanma           36

Ten ile temas    37

Göz ile temas    38

Ses ile temas     39

Bağlanmanın Temeli: Anne ile Yatma         40

Anne ile Yatan Bebekler Daha Huzurlu Oluyor         44

Birlikte Yatarken Bebeğime Zarar Verirsem…          46

Bebekle Birlikte Yatmak Onun Mahremiyet Duygusuna
Zarar Verir mi? 48

Anne-Çocuk Arasındaki Büyülü Bağ: Emme           49

Sütannelik ile Güvenli Bağlanma İlişkisi     51

Hangi Şartlar Altında Emzik Kullanılmalı? 55

Bağlanma İçin Gündelik Fırsatlar     57

Güvenli Bağlanma ve Hastalık         58

Güvenli Bağlanma Döneminde Babanın Rolü          59

Anneden Koparken    63

Birinci Aşama: Sütten Kesme  64

İkinci Aşama: Tuvalet Alışkanlığı      66

Üçüncü Aşama: Yataktan Ayırma       67

Dördüncü Aşama: Odadan Ayırma     71

“Vaktinde ve Yeterince”       75

     Annenin  Güçlüğü 76

     Modern Yaşam ve Annelik          76

     Dakik Bebekler!    80

     İhtiyacın “Yeterince” Karşılanması         82

     İhmal, Suiistimal ve Şiddet          83

Bir Anne Çocuğuna Neden Şiddet Uygular?            90

Yetersizlik Duygusu…             90

Annenin Çocukluk Yılları…    90

Benmerkezci Olmak…             91

Yaşama Sevinci Yoksa…        92

Anne Yeterli Miktarda Uyumalı…      92

İleri Yaşlarda Çocuk Sahibi Olma…   93

Psikolojik Şiddet, Duygusal Şiddet   93

“Sığınacak Bir Liman” Arayışı         97

Mizacı-Fıtratı Bozmak          105

Suiistimal ile İhmaller Fıtratı Bozar         108

Asıl Amaç Davranış Öğretmek Değil      110

Mizaç İhtiyaçları Ortaya Çıkarır  111

Dengeli Yaşam İçin Feraset ve Basiret         115

Feraset Nedir?       115

Ferasetin Basiretle İlişkisi 119

Eşyaya Nüfuz Edebilme, Feraset ve Basiret        122

     Duyguda Özgürlük, Davranışta Disiplin 124

Uyum         125

Feraseti Olmayanlar Sabırsızdır   127

Ebeveynler Çocukların Ferasetini Kapatmamalı 130

Karşıdakini Duymak                                     135

Empati                                                      135

Empati ile Değersizlik-Suçluluk Hissi Bağlantısı           137

Auralar ve Kişilik İhlalleri                       140

 “Atmosfer”                                                   147

Evde Dedikodu Yapılıyorsa…             147

“Evet, Annem Haksızlık Yapmış”       149

“Bu Kıyafet Sana Hiç Yakışmamış”   150

Ebeveyn Küsmemelidir                       150

“Bana Kötü Davransan da Seni Çok Seviyorum”       151

Duygusal Bağı Kesmek                        151

Çocukluk Hisleri Peşini Bırakmaz…   152

Atmosferin Kabuklaşması: Aidiyet          153

“Kaybetmek”                                                 161

Güven Duygusu Sonuç Değil Süreçtir     161

Annelik Cesareti                                      164

Güven Duygusuyla Bağlanma İlişkisi      168

Bağlanma ile Aidiyet İlişkisi                    172

Kazanılmış Güven Duygusu Kaybı          173

Güven Duygusu Kaybedilince                  176

Davranışla Kişilik Birbirinden Ayrılmalı 180

Son Söz: Her Şey İçin Geç mi Kaldım?   183

      Notlar                                                      186

 

Önsöz

İlk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda anne-babalığın bu kadar mesuliyetli olduğunu hiç düşünmemiştik. Oysa dokuz yüz yıl önce Epictetos “Bir insanın anavatanı çocukluğudur” diyerek hepimiz için son noktayı koymuş. Açıkçası bu gerçeği kavramak bizim zamanımızı aldı. Pedagog Adem Güneş Bey’in kitapları, radyo programları bu zorlu yolda bize hep yoldaşlık etti. Eşim de ben de okuduklarımız, dinlediklerimiz sayesinde çok şey öğrendik. Düşe kalka ama iştiyakla mesafe katederken tek amacımız çocuğumuzun güven duygusunu zedelememekti. Ama her sorumuza cevap, her hatamıza ikaz, her problemimize çözüm bulmakta zorlandığımız zamanlar çok oldu. Şu an elinizde tuttuğunuz gibi bir eserin kütüphanemizde yokluğunu her zaman hissettik. Neyse ki ikinci kızımızın dünyaya geldiği şu günlerde bütün sorularımıza cevap bulabileceğimiz bir başucu kitabımız var artık.

Bence bu eser sadece kendini yetiştirmek isteyen anne babalara değil, aynı zamanda her şeye yeniden başlama cesaretini kendinde bulan yetişkinlere de hitap ediyor. Özü itibariyle de mükemmel şekilde yaratılmış insana nasıl kıymet verileceğini; dünyaya dupduru gelmiş bir bebeğin yavaş yavaş annesine, babasına, ailesine, çevresine sonra da hayata nasıl bağlandığını anlatıyor.

Umarım Güvenli Bağlanma hayatınızda yeni yeni kapılar aralar, anne-babalık kıvamınıza katkı sağlar.

Herkese verimli okumalar dilerim…

Tuba Kabacaoğlu

 

HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR

Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye. Sonra babaya ve aileye. Ardından da yaşama… Yaşama sevinci olmayan kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde ya bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. 

Bağlanma derin, duygusal bir beceridir ve çocukluk yıllarında edinilir. Bağlanamamak bir sorun olduğu gibi kime ne kadar bağlanacağını bilememek de ayrı bir sorundur. 

Çocukluk yıllarını “güven” duygusu ile geçirememiş kişiler yetişkinlik yıllarında bağlanmaktan kaçınır. Bunlar “bağlanamayanlar”dır.

Bir çocuğun en belirgin davranışı “bağlanma çabası”dır.

Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir. 

Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.

Bağlanma bir sonuçtur, başlangıç ise güven duygusudur.

Kaygı varsa duygular özgürce yaşanamaz. Kaygı bağlanamamanın verdiği tedirginliktir, kişinin kendini emniyette hissedememesi hâlidir. 

Çocukluk döneminde güvenli bağlanma süreci yaşamamış kişiler yetişkinlik yıllarında iç dürtülerinin esiri olur, bağlanmaması gereken kişilere ve durumlara bağlanır. Örneğin lise çağındaki çocukların yoğun duygusal bağlanmalar yaşaması ve bunlara karşı koyamamalarının altında yatan temel etken erken dönemde çocuk ile ebeveyn arasındaki bağlanma problemidir. Bu nedenledir ki uzmanlar, babaları ile duygusal doyuma erişmemiş kız çocuklarının daha fazla erkek arkadaş arayışına girdiğini söyler. 

Ten ile temas 

Bağlanmanın en etkin yolu tensel temastır. Çocuk ilk iki yıl yoğun bir şekilde tensel temas açlığı çeker. Sükûnet içinde dokundukça rahatlar, gevşer, kendini emniyet içinde anneye bırakır. Bu bırakmışlık hali, anne-çocuk bağlanmasının en önemli bağlanma noktasıdır. 

Göz ile temas

Bağlanmanın en güçlü ikinci kanalı “göz ile temas”tır. Göz, duygu dünyasının dışa açılan kanalıdır. Kişi duygularında ne yaşarsa göz içteki duyguyu dışa yansıtır. Sevinçli anlarda göz hafif kısılır ve bakışlar sıcaklaşır… Korku, öfke ve kızgınlıkta göz bebekleri büyür… Mutluluk ve sevinç anlarında “göz suyu” göze ışıltı vererek onu ıslatır, hissizlik ve duyarsızlık anlarındaysa gözler ölü gibi cansızlaşır… Gözün duyguyu dile getiren bütün bu istemsiz hareketleri bebek tarafından oldukça net algılanır. Çocuk kendisine öfke duyan birini, gözlerinden anlar. Hissizce bakan göze karşı kendini kapatır. Duyarsızlığa karşı ağlayarak kendini korumaya çalışır. 

Ses ile temas

Ses ile çocuğa temas etmek, bağlanmanın “güven” eksenli kısmını oluşturur. Çocuğu ile bağlanmaya çalışan bir anne, ses tonunu “sıcak” ve “içten” kullanmalıdır. Sert, ince, sesle emredici ve kararlı bir duyarsızlık içinde bir konuşma biçimi, çocuk ile bağlanmayı zarara uğratır. Sesin okşayıcı, kulağa hitap edici, kendi içinde melodik bir yapıya sahip olması gerekir. 

 

“VAKTİNDE VE YETERİNCE”

Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır. 

Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir. 

Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir. 

Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır. 

 

“SIĞINACAK BİR LİMAN” ARAYIŞI

Güven duygusu emniyet hissini oluşturur. Emniyet hissi ile var olan biri, kişiliğine zarar verilmeyecek olmasının keyfini yaşar. Aksi takdirde oldukça kasılır, kendini tehlikelerden koruma çabası içine girer, gerginleşir. 

Çocuğun ilk tadacağı duygu aile içinde “güven” duygusudur. Çocuk “Annem babam zarar veren, zorlayan, baskı yapan insanlar değil, beni olduğum hâlimle kabul ediyor, incitmiyor. Çevremiz de tıpkı onlar gibi” diye hissetmelidir. 

Emniyet hissinin oluşmasında aslında iki temel faktör vardır. Birincisi kişinin kendini var olduğu hâliyle ortaya koyabilmesi, ikincisi de bu hâl ile çevresi tarafından kabul edilmesidir. 

Evet, günümüz anne babaları çocuklarını seviyor, onlarla ilgileniyor. Fakat çok önemli bir şey eksik kalıyor. Çocuğu “o hâli” ile kabul etme… Çünkü çocuğun doğal bir şekilde var olması ayrı, ebeveynin bunu kabul etmesi apayrıdır. 

Ebeveynin çocuğun içinden geldiği gibi davranmasına tepki vermemesi, çoğu kez özgür bırakması onu olduğu şekilde kabul ettiği anlamına gelmez. Burada kilit nokta çocuğun duygularına, hislerine, düşüncelerine, hayallerine “eşlik etmek”, “eşduyum” gerçekleştirebilmektir. 

Mesela çocuk hayal kurar, bir yere gitmiş gelmiş gibi anlatır. Ebeveyn anlatımı “etkin” şekilde dinler, oğluyla-kızıyla aynı heyecanı iç dünyasında yaşarsa çocuğunu var olduğu hâliyle kabul etmiş olur. Çocuğun hayal ve anlatımlarına duygularıyla eşlik etmez, jest ve mimiklerini onunla eşgüdüm hâline getiremezse çocuğuna özgür bir ortam sunsa bile onunla bütünleşemez. 

Bunun ötesinde, ebeveyn çocuğun coşku dolu anlatımlarını eleştirel göz ve dudak hareketleriyle takip ediyor, duygusuz ve ruhsuz vaziyette ona sadece bakıyorsa anne baba açısından bu utanç verici bir durumdur. 

Bu şekilde sürekli engellenen, hayallerine itiraz edilen çocuklar bir süre sonra ebeveynle bir şey paylaşmamaya başlar ve her duyguyu kendi içinde yaşar. 

Çocuklar rol modeller aracılığıyla gelişimlerini tamamlamak ister. Bu esnada kendisinin anne, annesinin de kızı olmasını planlar. Kız çocuğu baba olmak istediği zaman bu da çok anormal değildir. Çünkü çocuk yaşamların her birini etraftan görerek öğrenir. 

Bu açıdan bakıldığında çocuk ile ebeveyn arasındaki uyuşmazlığın en problemli alanı burasıdır. Çocuk kendini doğal hâliyle ortaya koymaya çalışırken ebeveyn “Hayır, öyle değil, böyle olacak” diye yönlendirmeye başlarsa çatışma ve uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu gibi tavırlara ebeveynlerin yakasını bir türlü bırakmayan gerçeklik saplantısı neden olur. Oysa çocuğun gelişim dönemlerini hesaba katmadan, onu eleştirel bir gözle değerlendirmek, çocuğu hayal kırıklığına uğratmaktır. 

 

MİZACI-FITRATI BOZMAK

Çocuğun “kim” olduğunu, ruhsal yapısının neye uygun olduğunu bilmeden ona yaklaşmak onun gelişimi için risk oluşturur. Yani Fatih Sultan Mehmet olacak bir çocuk Mevlana’ya dönüştürülmeye çalışılıyorsa problemler başlar. Bundan dolayı ebeveynler, kişiliğin sorunsuzca nasıl geliştiğini ya da hangi yanlış tutumlarla zarara uğratıldığını bilmelidir. Konuyu biraz daha netleştirebilmek için önce “Fıtrat, mizaç nedir?” sorularına cevap verilmelidir.

Fıtrat “bir varlığın kendine ait türünün özelliğini barındırmasına” denir. 

Örneğin insan fıtratından bahsediyorsak, “insan türünün” özelliklerine “insan fıtratı” denilir. Ya da “kuşların fıtratı” denildiğinde, “kuşların ortak özellikleri kastedilmiştir; onların uçmaları, gagalarının olması, ötmeleri o canlı türünün genel özellikleridir. Veya “kadın fıtratı” denildiğinde insanlar içindeki bir grup olan “kadınların” ortak özellikleri kast edilir. 

Mizaç ise; bireyin kendine has özellikleridir. 

Her bir bireyin, sadece kendisine has özelliği o kişinin mizacını ifade eder. 

Dünyada yaratılmış insan kadar farklı mizaç özelliği bulunur. Fakat fıtrat birdir. Fıtrat genel özellikler, mizaç ise bir fıtrata sahip şahsın sadece kendisine has özellikleridir. 

Fıtrat ve mizaç doğuştandır. İnsanın özünü oluşturur. 

Mizaç fıtratla asla çelişmez. Çeliştiğinde kişilik bozukluğu riski başlar. Bu çelişki doğuştan değil, kişinin sonradan edindiği alışkanlıklardan kaynaklanır. 

 

DENGELİ YAŞAM İÇİN FERASET VE BASİRET

Feraset Nedir?

Ferasetin kelime anlamı öngörüdür. Aynı zamanda farkına vararak yaşama, bir süre sonrasını tahmin edip hissedebilmektir. Duyuların işlevselliğiyle hayatı yudum yudum tatmaktır, bir bardak su içerken onu zerresine kadar hissedebilmektir. 

Alışkanlık kazanmadan yaşamaktır. Çünkü bu insanda iki şeyi ortadan kaldırır; biri hissedebilme diğeri de irade. 

İradede uyanıklık mecburidir. İrade yoksa “Bir kişinin sürekli ve iradi davranışları” şeklinde tanımlanan karakter de ortadan kalkar. Mesela alışkanlıklarıyla namaz kılan birine “namaz karakteridir” denilemez. Orada irade ve uyanıklık hâli ortadan kalkmıştır zira. 

Ferasetin Basiretle İlişkisi

Feraset aynı zamanda fark etmektir. Bunun için de “görebilmek” gerekir. İşte “görebilme yeteneği” olarak tanımladığımız basiretle feraset bundan dolayı birbiriyle ilintilidir. 

Ne feraset basiretsiz, ne de basiret ferasetsiz olabilir. Kişi olayları, kâinatı basiretle görür sonra da olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi ferasetle yakalayabilir. 

Konuyu biraz daha ayrıntılandıralım. Eşyayı ya da olayı tek başına görebilmeye “yalın görebilme” diyoruz. Örneğin kişi sandalyeyi, masayı, kütüphaneyi direkt görür ama birbiriyle ilişkisini çözemez. “Bu parçaların devamında hangisi gelmelidir?” diye sorduğumuzda cevap “Araba” olabilir. 

Yalın görebilme eşyalar arasındaki ilişkiyi fark edebilecek hâle getirildiyse ancak o zaman basiretten söz edebiliriz. Eşyalar arasındaki ilintiyi görebilmekse eşyaya nüfuz etmenin sonucudur. Üstelik enerji de gerektirir. 

Halk arasında “tembel” diye tarif edilen kişilerin yeteneklerinin sınırlı kalmasının sebebi eşya ve olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi görememeleridir. Bireyin gücü bunları algılamaya ne yazık ki yetmez. 

Aslında modern psikoloji feraset ile basiretin birleşimine “zekâ” diyor ve bunu “olaylar arasındaki ilişkiyi en hızlı şekilde kavrayabilme yeteneği” olarak tanımlıyor. O yüzden zekâ ölçüm testlerinde birbiriyle ilişkili üç resim verilir, dördüncünün bulunması istenir. Orada kişinin basireti ölçülür. Bellek gücü ne kadar yüksek çıkarsa zekâsı da o kadar fazladır, gözüyle bakılır. 

 

KARŞIDAKİNİ DUYMAK

Empati

Benlik, kendini emniyette hissederse güzel kokulu çiçekler gibi etrafa ruhsal salınım yapar. Bir de kendini annelik hissiyatına bırakmış, duru bir kadının duygularıyla buluşursa bağlanma gerçekleşir. Böylece ilk ruhsal temas başlar. Ondan sonra çocuk buradan elde ettiği yetenek, başarı ve beceriyle karşısındakinin duygu dünyasına temas edebilecek empati gücünü kendi içinde geliştirir. Aslında bizim duygusal gelişim dediğimiz olgunun özünde de empati vardır.

Auralar ve Kişilik İhlalleri

Eşyaya nüfuz edebilme eşyayla özgürce meşgul olmanın, onu kavramanın bir neticesidir. Bunu başarabilmiş kişiler asla eşyayı cansız-değersiz göremez, ona zarar veremez, her zerresinin kıymetini bilir, varlık sebebini en iyi şekilde anlamaya çalışır. İnsanla k da aslında böyle bir şeydir. 

Empatisizlik kişinin hak ve auralarına saygısızlığı da beraberinde getirir. Kişilik ise fiziksel, duygusal ve zihinsel auraların birleşiminden oluşur.

Uzmanlar çocuk eğitimini “Çocuğa kişilik ve karakter kazandırma” olarak tanımlar. Yani çocuk yetiştirmek kızınızın-oğlunuzun dişlerini fırçalaması, erken uyuması, çok kitap okuması değildir. 

Kişilik ise çocuğun kendi aurasını (sınır-alan) oluşturabilmesidir. Bunu “Çemberin içine alınmış biri” gibi de hayal edebilirsiniz. Eğer bir ebeveyn çocuğunun kişilik sınırına bodoslama girip onu ihlal ediyor, umursamıyor, bu sınıra istediği gibi girip çıkıyorsa çocukta kişilik oluşumu engellenir. 

 

“ATMOSFER”

Atmosfer oluşturma, kültürümüzde, çocuk terbiyesinde ve insani ilişkilerde oldukça önemli yer tutar. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” göndermesi atmosfer oluşturmaktır mesela. Karşı tarafa direkt değil indirekt nüfuz etmektir. 

Atmosfer oluşturmayı modern pedagoji de sıklıkla kullanır. Çocuğun bazı davranışlarını değiştirmesi isteniyorsa ona hikâyeler anlatılır. Çocuğun baş kahramanla sı sağlanır. Kahramanın davranışlarının nasıl değiştiği anlatılır, bu yolla çocuğa nüfuz etmeye çalışılır. Bazı aileler bu yöntemi bilinçli şekilde kullansa da çoğu aile evdeki atmosferi direkt çocuğa yansıtır.

 

“KAYBETMEK”

Çoğu ebeveyn çocuklarına kazandırdıkları güven hissinin devamının nasıl olacağını, ilerleyen yıllarda nelere dikkat etmesi gerektiğini merak ediyor. Yanlış birtakım tutum ve davranışa düşmemek için kaygılanıyor, bir çuval inciri mahvetmekten korkuyor.

Öncelikle güven duygusunun temel fonksiyonunu tekrar hatırlamak gerekir. Güven duygusu veya emniyet hissi çocuğun kabuğundan çıkıp mizacını ortaya koyabilmesi için gereklidir. Yalnız burada geçen “güven duygusu” çocuğun annesine, babasına ya da kendine güvenmesi değil içinin, benliğinin kendini güvende hissetmesi hâlidir. Bir başka deyişle çocuğun içinde bulunduğu ortamdan güven duymasıdır.

Önceki Kitap
Ergenlik Döneminde 100 Temel Kural
Sonraki Kitap
Mahremiyet Eğitimi

Yorumlar

Yorum Yap!