Montessori eğitimi Türkiye’de de başladı
Son zamanlarda Montessori eğitimini sıklıkla duyuyorsunuzdur sanırım.
Belki ilk defa duyanlar için söyleyecek olursak, İtalyalı bir kadın profesörün yüz yıl kadar önce ortaya koyduğu eğitim şekli. Bu eğitim modelini sistematik hâle getiren kişinin ismi “Maria Montessori” olduğu için o isimle anılıyor.
Özünde “insana saygı” var… “Sükûnet” var… “Yavaşlık” var… Çocuğa tepeden inme müfredat ile değil de kendi yeteneklerine göre rehberlik etme var…
Montessori eğitimi yaklaşık yüz yıldır dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde kullanılıyor. Ve bu eğitimi almış kişilerin nasıl da farklı durduklarını görüyorsunuz.
Kimler mi, örneğin dijital dünyayı parmakları ucunda oynatan “Google”ın kurucuları Sergey Brin ve Larry Page, Montessori eğitim sisteminden geçmiş iki kafadardır. Ya da dünyanın en büyük elektronik ticaretini yürüten www.amazon.com şirketinin sahibi Jeff Bezos da bu eğitim sistemi ile kendi gibi kalabilmiş bir kişidir. Veya dünyanın en etkin gazetelerinden olan The Washington Post’un sahibi ve editörü Katherine Graham da bu eğitim sisteminin içinden geçerek kendi fıtratından aldığı gücü ortaya koyabilmiş biridir.
Bu kişileri “Kendi gibi kalmayı başarabilmiş” diye tarif ettim, zira “klasik eğitimin” çocuktan aldığı en önemli şey “çocuğun kendisi”dir. “Çocuğu eğiteceğiz” diye onun fıtratının bütün özelliklerini kaybettiriyoruz, sonra da “Bu niye hiçbir şey yapmıyor?” diye ruhu ölmüş çocuk cesetlerinin başında ağıtlar yakıyoruz.
Klasik eğitimin bize gerçek gibi sunduğu anormalliklerden kurtulmalıyız ülke olarak.
Hani İngilizler Hindistan’ı işgal ettiği dönemde “Hintli çocukların zekâsı açılacak(!)” diye onlara “Logaritma Cetveli” ezberlemelerini tavsiye etmişlerdi… Ve zavallı Hintli anne-babalar da zekâsı açılacak diye çocuklarına logaritma cetveli ezberlettiriyorken, İngiliz çocuklar elektronik hesap makinalarında “nanoteknoloji”nin temellerini atıyorlardı…
Bugün ne farkımız var ki Allah aşkına bir bakın okullara… Çocukların zekâsı açılacak diye matematik dersi ile canlarına okunmuyor mu? Ya da bilmem ne fiziğinin bilmem ne kanununun daha ortaokul yıllarında çocuklara “zoraki” öğretilmesindeki amaç nedir? Çocuğu kendi fıtratı üzerine bıraksanız, soysal sahada öyle göz kamaştıracak yeteneği var ama “illa logaritma cetveli ezberletip zekânı açacağım” iyiliğinin ülkemiz çocuklarını ruhen hasta ettiğini görmüyor muyuz?
Sadece zoraki müfredat ve ders dayatmaları değil klasik eğitimin çocukları serseme çevirdiği noktalar… Eğitilen ile eğiten arasındaki “gizli şiddet” de bu ülke çocuklarını çok incitiyor anlayın beni. Çocuklar üzerinde kabadayılık yapmayı, gür ve buyurucu öğretmen sesi ile çocukları neredeyse altını ıslatacak vaziyete getirmeyi bir marifet zannediyoruz.
Koca bir millet olarak bunun hesabını nasıl vereceğiz bilmiyorum. “Dayak cennetten çıkmadır” diyenler, “kızını dövmeyen dizini döver” diye ebeveynlere tavsiyede bulunanlar ve ebeveyn ile çocuklarının arasını açanlar nasıl hesap verecek bilemiyorum…
Dün böyle değildik…
Aslında özümüzden uzaklaştık. Dün çocuk “aziz bir misafir” gibi evlerde barındırılırken… İnsan yetiştirmek üzere bir devlet sistemi oluşturulmuşken, düştüğümüz durum içler acısı. Okul koridorlarından gelen bağırtı içindeki öğretmen sesleri içler acısı… Banyolara kapatılıp cinnet geçirtircesine ağlatılan çocukların apartman boşluklarında yankılanan çığlıkları içler acısı… Ve bütün bunlara duyarsızca seyirci kalan bütün bir toplumun ruh hâli içler acısı…
Neden bütün bunları söyledim… Çünkü modern eğitim yöntemlerinde bunlar yok. Montessori eğitim sisteminde çocuğu “fıtratı” üzerine yetiştirmek var. Ne yanlış yaptı diye “ceza” ne de doğru yaptı diye “mükafat” var. Yani insan olmanın keyfi var.
Bu eğitimin ilk adımları, İstanbul Bahçelievler’deki devlet okullarının bir kısmında, çocuğa karşı duyarlılığı ile bölgesinde çok sevilen Bahçelievler Kaymakamı Şevket Cinbir yönetiminde bir pilot proje olarak başlatıldı. Umarım olumlu sonuçlar alınır ve dünyanın yüz yıl önce başlattığı çocuğa karşı duyarlı eğitim modelleri ülkemiz geneline “Anadolu Pedagojisi” hassasiyeti ile hızla yayılır.
Yorumlar
Yorum Yap!
Montessori eğitimi Türkiye’de de başladı
Son zamanlarda Montessori eğitimini sıklıkla duyuyorsunuzdur sanırım.
Belki ilk defa duyanlar için söyleyecek olursak, İtalyalı bir kadın profesörün yüz yıl kadar önce ortaya koyduğu eğitim şekli. Bu eğitim modelini sistematik hâle getiren kişinin ismi “Maria Montessori” olduğu için o isimle anılıyor.
Özünde “insana saygı” var… “Sükûnet” var… “Yavaşlık” var… Çocuğa tepeden inme müfredat ile değil de kendi yeteneklerine göre rehberlik etme var…
Montessori eğitimi yaklaşık yüz yıldır dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde kullanılıyor. Ve bu eğitimi almış kişilerin nasıl da farklı durduklarını görüyorsunuz.
Kimler mi, örneğin dijital dünyayı parmakları ucunda oynatan “Google”ın kurucuları Sergey Brin ve Larry Page, Montessori eğitim sisteminden geçmiş iki kafadardır. Ya da dünyanın en büyük elektronik ticaretini yürüten www.amazon.com şirketinin sahibi Jeff Bezos da bu eğitim sistemi ile kendi gibi kalabilmiş bir kişidir. Veya dünyanın en etkin gazetelerinden olan The Washington Post’un sahibi ve editörü Katherine Graham da bu eğitim sisteminin içinden geçerek kendi fıtratından aldığı gücü ortaya koyabilmiş biridir.
Bu kişileri “Kendi gibi kalmayı başarabilmiş” diye tarif ettim, zira “klasik eğitimin” çocuktan aldığı en önemli şey “çocuğun kendisi”dir. “Çocuğu eğiteceğiz” diye onun fıtratının bütün özelliklerini kaybettiriyoruz, sonra da “Bu niye hiçbir şey yapmıyor?” diye ruhu ölmüş çocuk cesetlerinin başında ağıtlar yakıyoruz.
Klasik eğitimin bize gerçek gibi sunduğu anormalliklerden kurtulmalıyız ülke olarak.
Hani İngilizler Hindistan’ı işgal ettiği dönemde “Hintli çocukların zekâsı açılacak(!)” diye onlara “Logaritma Cetveli” ezberlemelerini tavsiye etmişlerdi… Ve zavallı Hintli anne-babalar da zekâsı açılacak diye çocuklarına logaritma cetveli ezberlettiriyorken, İngiliz çocuklar elektronik hesap makinalarında “nanoteknoloji”nin temellerini atıyorlardı…
Bugün ne farkımız var ki Allah aşkına bir bakın okullara… Çocukların zekâsı açılacak diye matematik dersi ile canlarına okunmuyor mu? Ya da bilmem ne fiziğinin bilmem ne kanununun daha ortaokul yıllarında çocuklara “zoraki” öğretilmesindeki amaç nedir? Çocuğu kendi fıtratı üzerine bıraksanız, soysal sahada öyle göz kamaştıracak yeteneği var ama “illa logaritma cetveli ezberletip zekânı açacağım” iyiliğinin ülkemiz çocuklarını ruhen hasta ettiğini görmüyor muyuz?
Sadece zoraki müfredat ve ders dayatmaları değil klasik eğitimin çocukları serseme çevirdiği noktalar… Eğitilen ile eğiten arasındaki “gizli şiddet” de bu ülke çocuklarını çok incitiyor anlayın beni. Çocuklar üzerinde kabadayılık yapmayı, gür ve buyurucu öğretmen sesi ile çocukları neredeyse altını ıslatacak vaziyete getirmeyi bir marifet zannediyoruz.
Koca bir millet olarak bunun hesabını nasıl vereceğiz bilmiyorum. “Dayak cennetten çıkmadır” diyenler, “kızını dövmeyen dizini döver” diye ebeveynlere tavsiyede bulunanlar ve ebeveyn ile çocuklarının arasını açanlar nasıl hesap verecek bilemiyorum…
Dün böyle değildik…
Aslında özümüzden uzaklaştık. Dün çocuk “aziz bir misafir” gibi evlerde barındırılırken… İnsan yetiştirmek üzere bir devlet sistemi oluşturulmuşken, düştüğümüz durum içler acısı. Okul koridorlarından gelen bağırtı içindeki öğretmen sesleri içler acısı… Banyolara kapatılıp cinnet geçirtircesine ağlatılan çocukların apartman boşluklarında yankılanan çığlıkları içler acısı… Ve bütün bunlara duyarsızca seyirci kalan bütün bir toplumun ruh hâli içler acısı…
Neden bütün bunları söyledim… Çünkü modern eğitim yöntemlerinde bunlar yok. Montessori eğitim sisteminde çocuğu “fıtratı” üzerine yetiştirmek var. Ne yanlış yaptı diye “ceza” ne de doğru yaptı diye “mükafat” var. Yani insan olmanın keyfi var.
Bu eğitimin ilk adımları, İstanbul Bahçelievler’deki devlet okullarının bir kısmında, çocuğa karşı duyarlılığı ile bölgesinde çok sevilen Bahçelievler Kaymakamı Şevket Cinbir yönetiminde bir pilot proje olarak başlatıldı. Umarım olumlu sonuçlar alınır ve dünyanın yüz yıl önce başlattığı çocuğa karşı duyarlı eğitim modelleri ülkemiz geneline “Anadolu Pedagojisi” hassasiyeti ile hızla yayılır.