Öğretmenler için hazırlanan etik ilkeler
Çocuğa karşı duyarlı yetişkinlerin yüreğine su serpen haber, Başbakanlık’tan geldi.
Başbakanlık, öğretmenler için “etik ilkeler taslağı” hazırlığı içindeymiş.
Neler var hazırlanan “öğretmen etik ilkeleri” içinde?
“Dedikodu yapma!”, “İdeolojik davranma!”, “Öğrenciyi küçük düşürme!” diye sıralanıp gidiyor.
Eğri oturup doğru konuşacak olursak, çocuk eğitimini şiddet ile bir geleneğe dönüştürmüş bizim toplumumuzun bu hastalıklı ruh yapısından bir tavsiye mektubu ile kurtulması imkânsız.
Aşağılamak, küçük düşürmek, mahcup etmek, ceza vermek, çocuğun duygu dünyasını tahrip etmek ve bütün bunları da çocuğun “iyiliği için” olduğunu düşünmek, maalesef artık bizim eğitim anlayışımızın genlerini oluşturdu.
İşte buyurun bakın, bir yandan Başbakanlık çocuk eğitiminde öğretmenlere etik kurallar belirliyor, diğer yandan da aynı başbakanın yardımcısına bağlı TRT1’deki “Süper Dadı” isimli programda çocukların nasıl baskı kurarak, ceza ve şiddet uygulayarak eğitilmesi gerektiği tavsiye ediliyor.
Ve bunun da bilimsel “pedagojik” yaklaşım diye sunulması ne kadar büyük paradoks değil mi?
Bir çocuğun kolundan tutup odaya kapatmak mı bilimsellik?
Henüz eşya ve olaylar arasındaki bağlantıyı çözme yeteneği olmayan bir çocuğu yaptığı bir hatadan dolayı “düşünme sandalyesine” oturtup “Hadi şimdi hatanı düşün, sonra gel özür dile!” demek mi bilimsellik?
İnsani anlayış nerede, insana saygı nerede?
Hâlbuki çocuk ceza ile terbiye olmaz. Ceza ile terbiye olmuş insan da insan olmaz.
Belki hayvanlar ceza ile terbiye edilebilir (ki bu bile hayvana karşı saygısızlıktır) ama insan asla…
Zira duyguları var insanın. Vicdanı, kalbi, umutları var. Sevdikleri ve dostları var…
Sen nasıl olur da bunca hassas, değerli olan birisinin kolundan tutar da “Çık dışarı, cezalısın!” dersin, odalara kapatırsın, elindeki cetveli nasıl olur da parmak uçlarına vurursun?
Ülkemizdeki zalim sayısı yetmez mi de hâlâ Katolik kiliselerinin tavsiyesi olan “ceza” ile çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz.
Ve değil mi ki ceza alan, ceza vermeyi öğrenir.
Geçenlerde bir grup akademisyen arkadaşla okullardaki “gelenek hâlini almış” şiddetten bahsediyorduk. Herkesin kendi karakutusundan bir “utanç verici” öğretmen ismi çıkıyordu konuşmalar ilerledikçe.
Bir arkadaşın hikâyesi şöyleydi: “İlkokuldayken sınıf öğretmenimiz öyle ‘sapıkça’ şiddet uyguluyordu ki kimse korkudan ‘gık’ çıkartamıyordu. Öğretmenimiz bir kişiyi döveceği sırada, sakince masasına doğru yürürdü. Kolunda metal kordonlu bir saati vardı, onu usulca çıkarır, yavaşça masaya koyar, dayak yiyecek kişi kimse onun yanına doğru sakince dişlerini sıkarak gider, sol eli ile döveceği kişinin boğazından tutar, ayakları yerden kesilinceye kadar yukarı çeker, sağ eliyle de suratına öyle bir desteklice vururdu ki hepimizin kalbi ‘küt küt’ atardı. Sonra da boş çuvalın yere bırakılması gibi çocuğu öylece sırasına bırakırdı. Ne dayak yiyen ne de diğerlerimiz sesimizi çıkartamazdık.”
İnsanlık mı bu şimdi? Sorsanız öğretmene, “Ben onların iyiliği için dövdüm!” dahi diyebilir…
“Bunlar eskide kaldı, artık okullarda fiziksel şiddet yok.” demeyin. Ya psikolojik şiddet… Duygusal şiddet… Sosyal şiddet… Bunlarda mı yok?
Gidin bakın, okul koridorlarında, elleri arkasında “kabadayı gibi” dolaşan ve “cüssesi” ile öğrencisini sindirmiş olmaktan zevk alan öğretmenler göreceksiniz. Ben gördüm. Bir vesile ile gittiğim bir okulda tam da zil çalmıştı. Öğrenciler koridorlara koşacaklarken birden koridorun ortasında müdür muavinini gördüler. Ve o coşku dolu koşma birden sakince yürümeye dönüştü. Müdür yardımcısı koridorda eli arkada salına salına “kabadayıca” yürüyor, öğrenciler ise duvara yapışmış vaziyette kenardan geçmeye çalışıyorlardı…
Çok zoruma gitti, dayanamadım sordum: “Hocam bu ne hâl? Çocuklar duvara yapışmış gibi yürüyor.”
Müdür muavini hiç istifini bozmadan cevap verdi: “Bizim öğrencilerimiz saygılıdır, bir öğretmenle karşılaşınca ona yol vermek için duvar kenarında yürüyerek teneffüse çıkarlar.” dedi…
Nedir şimdi bu?
Siz bu ruha sahip öğretmenlere ne kadar etik ilkeler oluştursanız da “Öğrenciyi aşağılama, onurunu kırma!” diye mektup gönderseniz de o size gülüp geçecektir…
Asıl çözüm, eğitim fakültelerine öğrenci alırken, bir de mülakatların yapılmasıdır… Öğretmen olmak isteyen bu kişilerin insanlara karşı duyarlılığı nasıldır? Çocuk sevgisi ne kadardır? Sabrı ve hoşgörüsü var mıdır? Ve çocuğa dost olmayan biri asla eğitim fakültelerinin yakınından dahi geçirilmemelidir…
Yoksa eğitimin ceza ve şiddetle olacağına inanmış, üstelik kendisi de dayak yiye yiye büyümüş birilerine etik kurallar oluştursanız ne, oluşturmasanız ne!
Yorumlar
Yorum Yap!
Öğretmenler için hazırlanan etik ilkeler
Çocuğa karşı duyarlı yetişkinlerin yüreğine su serpen haber, Başbakanlık’tan geldi.
Başbakanlık, öğretmenler için “etik ilkeler taslağı” hazırlığı içindeymiş.
Neler var hazırlanan “öğretmen etik ilkeleri” içinde?
“Dedikodu yapma!”, “İdeolojik davranma!”, “Öğrenciyi küçük düşürme!” diye sıralanıp gidiyor.
Eğri oturup doğru konuşacak olursak, çocuk eğitimini şiddet ile bir geleneğe dönüştürmüş bizim toplumumuzun bu hastalıklı ruh yapısından bir tavsiye mektubu ile kurtulması imkânsız.
Aşağılamak, küçük düşürmek, mahcup etmek, ceza vermek, çocuğun duygu dünyasını tahrip etmek ve bütün bunları da çocuğun “iyiliği için” olduğunu düşünmek, maalesef artık bizim eğitim anlayışımızın genlerini oluşturdu.
İşte buyurun bakın, bir yandan Başbakanlık çocuk eğitiminde öğretmenlere etik kurallar belirliyor, diğer yandan da aynı başbakanın yardımcısına bağlı TRT1’deki “Süper Dadı” isimli programda çocukların nasıl baskı kurarak, ceza ve şiddet uygulayarak eğitilmesi gerektiği tavsiye ediliyor.
Ve bunun da bilimsel “pedagojik” yaklaşım diye sunulması ne kadar büyük paradoks değil mi?
Bir çocuğun kolundan tutup odaya kapatmak mı bilimsellik?
Henüz eşya ve olaylar arasındaki bağlantıyı çözme yeteneği olmayan bir çocuğu yaptığı bir hatadan dolayı “düşünme sandalyesine” oturtup “Hadi şimdi hatanı düşün, sonra gel özür dile!” demek mi bilimsellik?
İnsani anlayış nerede, insana saygı nerede?
Hâlbuki çocuk ceza ile terbiye olmaz. Ceza ile terbiye olmuş insan da insan olmaz.
Belki hayvanlar ceza ile terbiye edilebilir (ki bu bile hayvana karşı saygısızlıktır) ama insan asla…
Zira duyguları var insanın. Vicdanı, kalbi, umutları var. Sevdikleri ve dostları var…
Sen nasıl olur da bunca hassas, değerli olan birisinin kolundan tutar da “Çık dışarı, cezalısın!” dersin, odalara kapatırsın, elindeki cetveli nasıl olur da parmak uçlarına vurursun?
Ülkemizdeki zalim sayısı yetmez mi de hâlâ Katolik kiliselerinin tavsiyesi olan “ceza” ile çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz.
Ve değil mi ki ceza alan, ceza vermeyi öğrenir.
Geçenlerde bir grup akademisyen arkadaşla okullardaki “gelenek hâlini almış” şiddetten bahsediyorduk. Herkesin kendi karakutusundan bir “utanç verici” öğretmen ismi çıkıyordu konuşmalar ilerledikçe.
Bir arkadaşın hikâyesi şöyleydi: “İlkokuldayken sınıf öğretmenimiz öyle ‘sapıkça’ şiddet uyguluyordu ki kimse korkudan ‘gık’ çıkartamıyordu. Öğretmenimiz bir kişiyi döveceği sırada, sakince masasına doğru yürürdü. Kolunda metal kordonlu bir saati vardı, onu usulca çıkarır, yavaşça masaya koyar, dayak yiyecek kişi kimse onun yanına doğru sakince dişlerini sıkarak gider, sol eli ile döveceği kişinin boğazından tutar, ayakları yerden kesilinceye kadar yukarı çeker, sağ eliyle de suratına öyle bir desteklice vururdu ki hepimizin kalbi ‘küt küt’ atardı. Sonra da boş çuvalın yere bırakılması gibi çocuğu öylece sırasına bırakırdı. Ne dayak yiyen ne de diğerlerimiz sesimizi çıkartamazdık.”
İnsanlık mı bu şimdi? Sorsanız öğretmene, “Ben onların iyiliği için dövdüm!” dahi diyebilir…
“Bunlar eskide kaldı, artık okullarda fiziksel şiddet yok.” demeyin. Ya psikolojik şiddet… Duygusal şiddet… Sosyal şiddet… Bunlarda mı yok?
Gidin bakın, okul koridorlarında, elleri arkasında “kabadayı gibi” dolaşan ve “cüssesi” ile öğrencisini sindirmiş olmaktan zevk alan öğretmenler göreceksiniz. Ben gördüm. Bir vesile ile gittiğim bir okulda tam da zil çalmıştı. Öğrenciler koridorlara koşacaklarken birden koridorun ortasında müdür muavinini gördüler. Ve o coşku dolu koşma birden sakince yürümeye dönüştü. Müdür yardımcısı koridorda eli arkada salına salına “kabadayıca” yürüyor, öğrenciler ise duvara yapışmış vaziyette kenardan geçmeye çalışıyorlardı…
Çok zoruma gitti, dayanamadım sordum: “Hocam bu ne hâl? Çocuklar duvara yapışmış gibi yürüyor.”
Müdür muavini hiç istifini bozmadan cevap verdi: “Bizim öğrencilerimiz saygılıdır, bir öğretmenle karşılaşınca ona yol vermek için duvar kenarında yürüyerek teneffüse çıkarlar.” dedi…
Nedir şimdi bu?
Siz bu ruha sahip öğretmenlere ne kadar etik ilkeler oluştursanız da “Öğrenciyi aşağılama, onurunu kırma!” diye mektup gönderseniz de o size gülüp geçecektir…
Asıl çözüm, eğitim fakültelerine öğrenci alırken, bir de mülakatların yapılmasıdır… Öğretmen olmak isteyen bu kişilerin insanlara karşı duyarlılığı nasıldır? Çocuk sevgisi ne kadardır? Sabrı ve hoşgörüsü var mıdır? Ve çocuğa dost olmayan biri asla eğitim fakültelerinin yakınından dahi geçirilmemelidir…
Yoksa eğitimin ceza ve şiddetle olacağına inanmış, üstelik kendisi de dayak yiye yiye büyümüş birilerine etik kurallar oluştursanız ne, oluşturmasanız ne!