Her çocuk özeldir
Osmanlı Devleti’nin eğitim sistemi oldukça ilginçtir. Her çocuğun sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmak ve o potansiyeli geliştirmek, Osmanlı eğitim sisteminin en önemli özelliğiydi.
Bu anlayışa göre her çocuk özeldir ve her çocuğun kendine has yetenekleri vardır. Önemli olan, eğiticinin, bu yetenekleri bulup geliştirmeye çalışmayı becerebilmesidir.
Bir hocanın, talebesinin yeteneklerine hitap edemeyeceğini fark ettiğinde, “Falanca semtteki filanca hocayı bulmalı ve ondan ders almalısın.” diyerek öğrencisini sahip olduğu yetenek türüne göre başka hocalara yönlendirmesi çok bildik bir uygulamadır. Günümüzde Howard Gardner ile temsil edilen “çoklu zekâ kuramı”, Osmanlı’da asırlarca uygulanmıştır. Dünyanın birçok ülkesinde eğitimde uygulanan “çoklu zekâ kuramı”na göre her çocuk, başka çocuklardan farklı zekâ türüne ve yeteneğe sahiptir.
Buna göre, bazı çocuklar matematik zekâsına, bazı çocuklar sosyal zekâya sahiptir. Ya da bazıları resim, müzik veya sanat zekâsına…
Sahip oldukları yetenekleri hesaba katmadan her çocuğu aynı eğitime tabi tutmak ve her çocuktan aynı sonuçları beklemek, bir “çocuk katliamı”dır. Böylesi bir uygulama, hem ülkenin geleceğini berbat eder hem de insanlardaki mutluluk duygusunu ortadan kaldırır.
Bir çocuk düşünün, duygu dünyası sıcacık. Gitarın tellerine dokunduğunda ne kadar da mutlu oluyor. Dudaklarındaki ince tebessüm, gözlerindeki ışıltı, vücut dilinin her hâli sizi bile kendinizden geçiriyor.
Bir başka çocuk, renkleri ve desenleri öyle güzel görüp hissediyor ki eline aldığı bir kâğıda çizdiği resimlerle kendisini izleyenleri hayretler içinde bırakabiliyor.
Bir diğer çocuk, öylesine candan ve öylesine sosyal ki girdiği arkadaşlık grupları içinde hep göz dolduruyor, aranan kişi oluveriyor…
Ve böyle onlarca farklı yeteneği kendi ruhunda barındıran çocuklar, maalesef ülkemizdeki klasik eğitim sistemi içinde heba olup gidiyor.
Geleceğin sanatçıları, ressamları, müzisyenleri, fizikçileri, edebiyatçıları kör olası bir inat uğruna yok olup duruyor. Ne anne BABAlar mutlu ne de çocuklar…
Ne kadar trajik bir durum değil mi, müzik ruhuna sahip çocuğa matematikte “logaritma cetveli” ezberletmek…
Ya da yazdığı hikâyelerle Nobel Edebiyat Ödülü’nü alabilecek bir çocuğa “trigonometri” hesabı yaptırmak ve onu canından bezdirmek…
Veya kendi yeteneği dışındaki alanlarda kendisine zoraki sunulan bu eğitimi başarmakta zorlanan çocuklara “dikkat dağınıklığı” veya “konsantrasyon bozukluğu” teşhisi koymak…
Çocuklarımıza yazık oluyor.
Kendi yeteneğinin dışında sunulan eğitimi başarabilmek için çırpınan, her çırpınışta daha da dibe batan ve battıkça da eğitimden ve insanlardan soğuyan çocuklar, ülkemizin temel problemi, ama heyhat kimsecikler bu trajik tabloya bakmıyor. Ve bu çocuklar bir süre sonra toplumun sorunlu kesimini oluşturuyor.
Kendisine hitap etmeyen eğitim sisteminde başarısız kabul edilip bir “baş belası” ilan edilen bu çocuklar, çete kurup o çetenin liderliğini mükemmel bir şekilde yapabiliyorlar, uyuşturucu satışında üstün başarı sağlayabiliyorlar, internet dolandırıcılığında inanılmaz yetenekler sergileyebiliyorlar, kız çocuklarını tuzağa düşürüp onlardan istedikleri gibi istifade edebiliyorlar!
Ve bu çocuklar bizim çocuklarımız…
Matematik sınavından kötü not aldı diye anne BABAsından azar işiten ince ruhlu çocuklarımız…
Fen ödevini yapmadı diye öğretmeninden ceza alan sanatçı ruhlu çocuklarımız…
Bir yandan öğretmenler diğer yandan anne BABAlar, ille de eğiteceğiz diye çocuklara haksızlık ediyorlar. Kızmayın çocuklarınıza! İnanın arıza çocuklarınızda değil, her çocuğu aynı şekilde eğiteceğini zanneden eğitim sistemimizde!