Radyo Kategorisinde “DAVRANIŞ” Kelimesinden “3” Adet Bulunmuştur.
0
Ergenlik dönemi hasat dönemidir, ekilenin biçildiği dönemdir, çocuğun başkalaşım dönemidir. Çocuk bir kamera gibi her halinizi kaydediyor ve içinde kendini şekillendiriyor. Ergenlik dönemi bir problem dönem değildir. Anne baba olmanın temel şartı, çocuğa güven duygusu verebilmektir. Çocuk nerede kendini güvende hissediyor ise o gruba ait aidiyet duygusu taşır. Çocuğun ihtiyaçları vaktinde ve yeterince karşılanmıyorsa eğer çocuğun güven duygusu zedelenir.
0
İletişim bir taklidi DAVRANIŞtır ve tecrübi olarak öğrenilir. Anne baba nasıl konuşuyorsa, çocuk onu öğrenir. Bebek dünyaya geldiğinde iki sene konuşması yasak edilmiştir. Çocuk, ilk iki yıl konuşamaz ama sezebilme yeteneği vardır. Annenin simasındaki bütün halleri sezebilir. Annenin ruhunu bir emici sünger gibi kendi içine emer. Bebek, annesinin söylediği kelimelere dikkat etmiyor; ruhunu emiyor. Sinirli sinirli sözler söylediğinizde sizi anlamaz ama ruhunuza yansımış olan o tuhaf hal çocuğunuz tarafından bir emici sünger gibi kendi ruhunun içerisine çekilir. İki yaşına kadar bebeğin konuşması yasaktır ama karşısındaki insanın ruh halini sezebilme yeteneği ile donanmıştır. İki yıldan sonra çocuklar yavaş yavaş iletişime geçer. 3,5 - 4 yaşından sonra sezebilme yeteneğini bırakır, konuşabilme yeteneğine geçer. Çocuklar, “Bebektir, hiçbir şey anlamaz” diye ihmal ediliyor maalesef. Çocuğun ortamında sergilediğiniz olumsuz DAVRANIŞlar ile çocuğunuzun ruhunu kirlettiğinizden emin olabilirsiniz. “Bebektir hiçbir şey anlamaz” deme; o senin ruh halini seziyor ve kendi ruhunun içine çekiyor.
Kitap Kategorisinde “DAVRANIŞ” Kelimesinden “18” Adet Bulunmuştur.
Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi
Tanıtım
Tatil, hayatımızın bir gerçeği. Ama, nedense amaçsızlık ve aylaklıkla özdeşleştirildiği için, bir süre sonra 'can sıkıntısı' üreten; geliştirmeyi bırakın, gerileten acı bir gerçeği de... Peki, bu mudur olması gereken? Tatil, eğitime ara verilen, verilmesi de gereken bir zaman dilimi midir? Yoksa tatil, eğlenceli, harikulade bir eğitim imkanı mı demektir? Eğer öyleyse, özellikle de ailenin bütün fertlerinin tam zamanlı olarak bir araya geldiği bir tatil dönemi, sevgi ve neşe dolu bambaşka bir eğitime nasıl imkân verebilir?
Uzman pedagog Adem Güneş, Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi'nde bu soruların cevabını veriyor. Öğrenmenin ömür boyu, eğitimin de yıl boyu sürdüğü gerçeğinden hareketle, tatili mücevher kıymetinde, keyif ve keşif dolu bir eğitim sürecine dönüştürmenin yolunu anne babalara gösteriyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... ... ... .11
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 13
Bilinçli Tatil
Bilinçli tatil veya tatil bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . 19
Şimdiye kadar tatil yerine stres yaşamışım (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 20
Tatil ve beklenti çatışmaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . 21
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 22
Tatil ne demektir? . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . ..................................................................... 23
Tatil yatıp dinlenmek midir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 24
Yatıyorum, yatıyorum, dinlenemiyorum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....……...24
Tatil, ritim bozmak değil, ritim tamir zamanıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 25
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (2) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 26
Okul dönemi ve vücut ritminin bozulması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 27
Biyolojik ve yapay zaman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 28
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (3) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 29
Doğal dinlenme nasıl olur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30
Uyku dinlenmenin tek yolu mudur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 31
Düzensiz ve sağlıksız beslenme insanı yorar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 31
Şimdiye kadar tatil yerine stres yaşamışım (1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... 32
Hedefsiz tatil kriz doğurur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34
Ailenin tatil hedefi, aile bireyleri tarafından biliniyor mu? . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 35
Tatil hedefleri, aile fertleri tarafından da biliniyor mu? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 35
Tatil çeşitleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 36
Okula/eğitime hazırlığa yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 36
Sosyal tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 37
Doğa ve tabiatı tanımaya yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 38
Eğlenceye yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 38
Sağlığa ve spora yönelik tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 39
Kültürel tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 40
Aile içi yerinde yapılan tatiller: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . ... 41
Karma tatil: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 41
Güleryüz Ailesi’nin tatil heyecanı (4) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 42
Tatilde zaman planlaması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
Tatil, depresyona neden olabilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 45
Yaşa göre tatil planı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 46
Okul öncesi dönemdeki çocuklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 46
Okul çağı çocukları . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................................................. 47
Ergenler ve tatil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. 48
Çocuklar tatilde ihmal ediliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 51
Yaz sıcakları ve insan psikolojisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 51
Tatilde Ders Çalışılır mı?
Öğrenme faaliyeti her an devam eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 63
Montessori Eğitim Sistemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . 64
Öğrenme olayı insan iradesinin dışında işler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 65
Tatilde, Montessori Sistemi uygulanabilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... 66
Kısır döngü ve eğitimde mantık hatası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 67
Başarısızlığa odaklanmak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ 67
Ders kitabı mı kullanılmalı; yoksa... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 68
Tatilde Din Eğitimi
Tatilde din dersi verilmeli mi verilmemeli mi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 77
Zihin çalıştıkça dinlenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 78
Kur’an-ı Kerim öğrenmek için ideal yaş kaçtır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 80
Kanunlara dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................................................... 82
Tatilde dinî hassasiyetlerin terki . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 82
Recep, Şaban, Ramazan ve Tatil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 84
Oruca bir türlü ısınamadım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. 86
Tatilde Geliştirilen DAVRANIŞ Sapmaları
Kötü alışkanlıkların kazanıldığı dönem. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... 97
1. 0-4 yaş grubu çocuklar: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97
Küçük bir şeker; ama... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... 98
Uykusuz geçen günler, çocuğunuzu agresifleştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ 99
Anneye muhtaçlık ve çocuğu emanet bırakma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 100
0-4 yaş çocuklarının televizyonla baş başa bırakılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 101
“Çocuk televizyonları”, çocuklar için faydalı mıdır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 102
Çocuklar neden klipleri ve reklamları ilgi ile izler? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 102
Çocukların Sinsi Düşmanı: Klipler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 103
Kazalara dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 103
2. 4-7 yaş dönemi çocukların yaz tatilinde edindikleri DAVRANIŞ sapmaları . . . . . . . .... . . . . .104
Kaba ve küfürlü söz, en büyük risktir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 105
Çocuklara yönelik taciz olayları, tatil zamanında artar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 105
Televizyon yine tehlike yine tehlike . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 107
Çocuklar ortada dolaşmasın diye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 108
Teknolojik oyunlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 109
Tekrarlayıcı zorlamalara bağlı hasar, fizyolojik hasarlar . . . . . . . . . . . . . . ......................... 110
Ritim bozukluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 111
3. Okul dönemi çocuklar ve tatil döneminde kazanılan
kötü alışkanlıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................112
Tatille gelen çete ve maço kültürü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 112
Almancı çocuğa karşı güç göstermek isterken . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................. 114
Yaz Okulları, Kamplar ve Tatil Aktiviteleri
Tatilin en güzel yanı . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 123
Suyun altında başlayan dostluğumuz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... 123
Yaz okulları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .…....124
Yaz okulları, kötü amaçlarla kullanılabiliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... 125
Hem eğlence hem de öğrence . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 126
İzcilik faaliyetleri ve yaz kampları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 127
Babamı kampta tanıdım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 128
Alternatif aktiviteler ve spor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 129
Bungee Jumping . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .................................................... 129
Bungee Jumping nasıl yapılır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 131
Tenis kulüpleri ve tenis sporu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 131
Squash . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 132
Tek başına antrenman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................................... 133
Squash sert bir spordur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 133
Binicilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 134
Ata rasgele binilmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................. 134
At binmek kolay değildir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . 135
Her yaşta insan ata binebilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ... 135
Buz Pateni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... ….....136
Scuba Dalıcılığı . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................................ .................... 137
Yüzme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 137
Tatil Sonrası Sendrom
Tatil sonrası hayata yeniden konsantre zorluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............. 149
Randevu planlamasına dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... 150
Para harcama alışkanlığına dikkat! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 151
Avuç avuç para harcıyorduk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... .151
Kurulan dostluklar ihmal edilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 152
Tatilde sevdiklerinize kart göndermeyi ihmal etmeyin! . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... 152
Hediye almayı unutmayın! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .153
Önsöz
Daha önce “Tatil Rehberi” isimli bir kitap içinde bir bölüm olarak yayınlanan bu çalışma, muhtevasına daha uygun olarak “Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi” adı altında küçük ve mütevazı bir boşluğu doldurmak üzere yeniden yayına hazırlandı. Tatil, hayatımızın bir gerçeği. Bir işyeri ortamında çalışan anne-babaların yılın belli bir zamanını kapsayan tatilleri olduğu gibi, çocuklarımızın daha uzun bir tatil dönemleri var. Her yıl, öğrenim döneminin arasında iki haftalık bir yarıyıl tatilleri olduğu gibi, yaz aylarının da neredeyse tamamını tatilde geçiriyorlar. Bu tatil dönemleri başladığında, gazetelerde, televizyonlarda klişeleşmiş cümleler duyuyoruz. Tatil, ‘eğitime ara verilmesi’ anlamına geliyor bu haberlere bakılırsa… Acaba öyle mi? Tatil, gerçekten, eğitime ara verilen, verilmesi de gereken bir zaman dilimi midir? Yoksa tatil, okulda eğitim bitmekle birlikte, yeni ve farklı bir eğitim süreci midir? Özellikle de ailenin bütün fertlerinin tam zamanlı olarak bir araya geldiği bir tatil dönemi, sevgi ve neşe dolu bambaşka bir eğitime imkân verebilir mi?
Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi, öğrenmenin ömür boyu, eğitimin de yıl boyu sürdüğü gerçeğinden hareket ederek, tatilin sıkmadan, zorlamadan nasıl mücevher kıymetinde bir eğitim sürecine dönüşebileceğini göstermeyi hedefliyor. Çocuklarımızın hafta sonu, yarıyıl sonu ve yıl sonu tatillerini eğlenceli bir eğitim sürecine dönüşebilmesi için öncelikle biz anne-babalara bir tatil bilinci öneriyor ve bu çizgide ilerleyen ‘tatilde eğitim’ metodları sunuyor. Böylece, çocuğumuzun eğitim ve gelişim sürecinin adeta bir bıçak gibi kesildiği, bilhassa birçok anne için kâbus gibi beklenen bir zaman olmaktan çıkarmanın hem düşünsel arka planını, hem de yolunu ve yöntemini ebeveynlere gösteriyor. Tatili hayatın ritminin bozulduğu değil, olması gereken düzene girdiği; aile içi ilişkilerin gerilediği değil, geliştiği; çocuklarımızın doğrudan kâinatla yüzyüze ve hayatın içinden dersler aldığı ‘şenlikli’ bir eğitim sürecine dönüştürmek, aslında hiç de zor değil. Bütün bunları kısa, öz ve insan odaklı olarak anlatmaya çalıştık bu kitabımızda… Umarız, elinizde tuttuğunuz bu kitap, ister bir hafta sonu tatili olsun, ister uzunca bir tatil, ailece huzurlu, keyifli, aynı zamanda öğretici ve eğitici bir tatil için bir vesile olur… İyi tatiller dileğimizle…
BİLİNÇLİ TATİL
Tatiller, yorucu bir okul dönemi ve bütün bir yıllık iş koşuş turma casının ardından üzerimizdeki psikolojik yükün indirilebilmesi için bir fırsattır. Yıl boyunca yaşadığımız streslerin, tar tışmaların, yolunda giden (ya da gitmeyen) işlerin sebep olduğu pozitif veya negatif tesirlerin nötrleştirilmesi için beklenilen günlerdir.
Tatil dönemi, koca bir yılki yorgun luğa “devamlı uyumakla” tepki göstermek değil, bir yıl boyun ca mecburî takip ettiğimiz programdan çıkıp kendi doğal programımızı oluşturma zamanıdır. Başka bir ifade ile bir yıl boyunca bozulmuş olan ritmimizi, tatil döneminde yoluna koyma zama nıdır. Tatilde hem fizikî, hem de ruhî olarak dinlenmenin en te mel yolu, bozulmuş ritmimizi yeniden düzene sokmaktır.
-Bilinçsizce ve rasgele başlanılmış bir tatil, çoğu defa aile üyelerinin beklentilerini karşılamada yetersiz kaldığı gibi, birbirleri ile çatışmalarına da zemin hazırlamaktadır.
-Terminolojik olarak tatile farklı tarifler yapılsa da psikolojik olarak tatilin “Bir başkasının programından çıkıp kişinin kendi programını uygulayabilme özgürlüğü” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
-Uykunun insanı dinlendirebilmesindeki temel özellik, kişinin sıhhatli ve düzenli uyuyabilmesinde gizlidir.
-Çocukların öğrenmeye en yatkın olduğu zaman dilimi, sabahın ilk saatlerinde başlamakta ve öğlenin ilk dakikaları ile son bulmaktadır. Öğle saatleri ise eğitimde en verimsiz zaman dilimidir..
-Örneğin, sabah çok önemli bir randevusu olan kişi, her ne kadar çalar saati kurmuş olursa olsun, yine de saat çalmadan önce kalkabilir..
-Ormanlık bir arazide yaşayan, bol oksijen teneffüs eden kişinin uykudaki dinlenme süresi ortalama 4 saattir. Yeşilliğin sınırlı olduğu bir şehirde ise istirahat süresi 8 saati bulabilmektedir..
-Sağlıklı bir tatilin ana maddelerinden bir diğeri de tatil hedefinin belirlenmesi ve tatil planının yapılmasıdır. Plansız bir tatil, kaos oluşturmaya adaydır..
-Aile fertlerinden birkaçının isteği doğrultusunda hazırlanan tatil programı, ailenin diğer bireylerinin tatilden istifade etmelerine mâni olabilir..
-Yaz sıcağı, insan vücudunun çalışma sistemini olumsuz etkiliyor. Sıcak nedeni ile vücudun bozulan nem dengesi depresyona sebep olabilmektedir..
TATİLDE DERS ÇALIŞILIR MI?
Genelde çocuklar, yoğun bir okul programının ardından ge len tatil ile kitap ve defterlerinden kaçarcasına dinlenmek ister ler. Çocuklarının bir yıl boyunca okula gidip gelmiş olması, birçok anne-babayı da şöyle düşünmeye sevk eder: “Hiç olmazsa ta tilde dinlensinler!” Aslında bu tarzdaki bir düşünce çok da doğru değildir. Kitabın giriş kısmında da izah ettiğimiz gibi, çocukları yoran, bir şeyler öğrenmek değil, yoğun bir tempoya mecburi olarak ayak uydur ma gayretidir. Çocuklar, okul döneminde, neyi öğrenmek isteyip isteme dik lerini kendileri tercih edemezler. Örneğin hiçbir çocuk okulda, “Ben matematik dersi almak istemiyorum” ya da “Matematikte takip ettiğimiz bu kitap bana uygun değil” deme lüksüne sahip değildir.
-Kendi bünyelerine ve biyolojik ritimlerine uygun olmayan bir ders planının mecburî takipçisi olmak, çocukları yormaktadır. Hâlbuki tatilde, mecburi olarak uygulanılan bir program yoktur.
-“Çocuklar, tatilde ders çalışmalı mıdır?” sorusuna, “Evet, çalışmalıdır” diye cevap vermeliyiz; ama hemen arkasından, “Ancak” diye ilave etmeliyiz....
-Çocuklar, özellikle tatil dönemlerinde başarısız oldukları derslerde ve sahalarda değil, bilakis başarılı oldukları alanlarda ders çalışmalıdır. Bu şekilde çocukların öğrenim süreçleri sekteye uğramamış olur.
TATİLDE DİN EĞİTİMİ
Dinî hassasiyeti bulunan aileler için tatil, dinî bilgilerin yenilen me si ve tekrarlanması açısından bir fırsat gibidir. Okulların tatile girmesiyle camilerde ve Kur’an kurslarında da bir hareket lilik başlar. Tatilin dinlenme olduğunu düşünen birçok kişi, “Hiç olmaz sa çocuk tatilde rahat bir nefes alsın” diyerek tatil dönemle rinde çocukların din derslerine gitmelerine veya Kur’an kurs larına gönderilmelerine karşı çıkmaktadır. Bir kısım anne-baba da “Çocuk, bütün bir okul sezonu boyunca zaten dinden ve Kur’an’dan uzak kaldı, hiç olmazsa bu ta tili bir fırsat bilip onun bilgi eksikliğini giderelim” diye düşünür, çocuklarını tatilde dinî eğitime teşvik eder. Acaba bu iki görüşten hangisi doğrudur?
-Çocukların ezber yapma kabiliyetleri, (yaklaşık) dört yaşından itibaren başlar.
-Çocuk, Latin alfabesini öğrenirken karşılaşacağı yorgunluğu Kur’an harflerini öğrenirken giderebilir.
-İlk dinî bilgilerin öğretildiği yer ev ortamıdır. Özellikle çocuğun bu konudaki ilk izlenimlerini kendi aile çevresinden aldığı unutulmamalıdır..
TATİLDE GELİŞTİRİLEN DAVRANIŞ SAPMALARI
Yaz tatili, her ne kadar kendi içinde dinlenme ve mutlu olma - yı çağrıştırsa da pratikte bakıldığında, birçok kötü alışkanlığın kazanıldığı dönemlerin başında gelir. Birçok defa, tatile girme den önceki DAVRANIŞlarla, tatilden sonraki DAVRANIŞlar pek uyum içinde olmaz.
-Taklit döneminde bulunan çocuklar, tatilde karşılaşacakları birçok DAVRANIŞı da papağan efekti ile kopyalayacaktır.
-Çocukların klipleri ilgiyle izledikleri sanılsa da aslında o esnada beyinleri bir şok yaşamaktadır. Çocukların yaşadıkları bu şoka ‘klip sendromu’ adını veriyoruz..
-Taciz konusunda çocukların söylediği şeyler dikkate alınmalı, “Aman işte çocuk, kendi kendine bir şey anlatıyor” diye geçiştirilmemelidir. Unutmamalı ki çocuklar bu konuda yalan söylemeyi bilmezler.
-Bir çocuğun tatil süresince uyku düzeni bozulursa buna bağlı olarak biyolojik kapasitesinin performansı da bozulur..
-Okul çağına girmiş; hatta ergenlik dönemini de yaşayan çocuklar, eğer tatil planlarının içerisinde isteklerini bulamazlarsa kendilerini daha iyi ifade edebildiklerini düşündükleri başka gruplarla tatillerini geçirme eğilimine girebilirler..
YAZ OKULLARI, KAMPLAR VE TATİL AKTİVİTELERİ
Tatilin belki de en güzel yanı, tatil aktiviteleri, kamplar ve yaz okullarıdır. Gerek yaz okulları; gerek kamplar; gerekse yapılan aktiviteler, yeni insanlar tanıma, yeni yeni dostluklar kurma adına oldukça önemlidir. Çünkü tatiller, her ne kadar ailecek veya tek başına planlansa da tatil süresince birçok yeni kişiyle tanışma ve sosyal dünyamızı genişletme adına bize çok şey kazandırır.
-Yaz okullarının faydası, takdir edilecek boyutlarda olsa da uygulanan programlar incelenmeli, planı hazırlayan organizatörlerin hassasiyeti bilinmelidir..
-Yaz okulu tercihinde, “eve en yakın olan veya semtimizde çok bilinen yaz okulu bu” düşüncesi ile hareket edilmemelidir.
TATİL SONRASI SENDROM
Güzel bir tatilin en kötü yanı çabucak bitmesidir. Bitmesinin de ötesinde, asıl sorun, tatil sonrasındaki eski hayata yeniden uyum sağlama sırasında çekilen güçlüklerdir. Bilinen bir gerçek var ki planlı ve programlı yapılan tatil, in san hayatında önemli bir yer tutmakta ve tatil sonrası hayata ge çişte zorluklar daha az yaşanmaktadır. Ne zaman ki tatil dönemi bir kaos ve plansızlıkla geçti ise tatil sonrasına ayak uydurmak da o derece zor olmaktadır. Zira planlı yapılan tatilde insanın biyolojik rit mi tahrip olmamış, dengesi kay bol mamıştır. Plansız ve programsız ya pılan tatillerde, bozulan bi yolojik rit min yeniden ayarlanması hayli zahmetli olmaktadır.
-Planlı yapılan tatilde insanın biyolojik ritmi tahrip olmamış, dengesi kaybolmamıştır.
Annelik Sanatı
Tanıtım
Kadın yalnızdır aslında… Eşi olsa da, çocukları bulunsa da… Sevincinde yalnız… Ağlamalarında yalnız… Çocukluğunda yalnız, genç kızlığında yalnız… Çaba içindedir herkes, ondan bir şeyler koparmak için… Kimi sevgisizliğinin doyurucusu gibi tanır onu… Kimi yalnızlığının gidericisi gibi… Ve belki karşılıksızlığından olsa gerek, verdiği "iyi eder" insanı…
Bu kitabın adı her ne kadar Annelik Sanatı olsa da; aslında kadınların eşleri için yazıldı... Annelerin çocukları için… Bir annenin yalnızlığının derinliğini görmek... Ona gerçekten "eşlik" etmek… Ona eşlik ederken, onunla iyi olmak isteyenler için yazıldı… Bir kadının öfkesinin çocuksu zayıflıklarını örtme çabası, kızgınlıklarınınsa artık bunaldığının işareti olduğunu fark etmek isteyenler için yazıldı… Ve belki kendinin nasıl bir anne olduğunu aynada görmek isteyen anneler için yazıldı…
İçindekiler
Önsöz ……………………………….……………………………………………...........13
Birinci Bölüm
ANNELER NEDEN ANNELİK YAPAMAZ? …………………………………….......15
Bir sanattır annelik ……………………………………………………...…......................17
Çocuk terbiyesinde iyi niyet ve şefkat yeterli değil mi? ………………………………... 18
Çocuk terbiye etmek, orkestra şefliği yapmaya benzer ………………………………….18
Annenin taşıma kapasitesi ne kadardır?………………………………………………......19
Sırtında taşıdığı yükler, annenin annelik yapmasına engel olur ……………………….…20
Annenin kendisiyle tanışması……………………………………………………………..21
Peki, anne kendisini nasıl tanıyabilir?…………………………………………………….22
Annenin kendini tanıma rehberi…………………………………………………………..23
1. Annenin yaşama sevinci var mı?……………………………………………….........23
2. Anneye, annelik statüsü verilmiş mi?……………………………………………..…27
3. Anne çocuğunu diledjği gibi terbiye etme özgüllüğüne sahip mi?…………………..28
4. Anne ilk dört yaşına kadar annesinden uzun süreli ayrı kalmış mı?............................29
5. Anne inançlı mı?…………………………………………………………………......30
6. Anne şiddetin hâkim olduğu bir ailede mi yetışti?…………………………………...31
7. Anne geçmişte herhangi bir taciz veya tecavüz yaşamış mı?………………………...32
8. Anne, aileden yeterince destek alıyor mu?…………………………………………...33
9. Anne isteyerek mi çocuk sahibi oldu?………………………………………………..35
10. Anne, çocuğu benimsemiş mi?……………………………………………………....35
11. Anne, eşini seviyor mu, benimsemiş mi?………………………………………….....37
12. Anne, eşi tarafından seviliyor mu, benimsenmiş mi?………………………………...38
13. Annenin sanal bağımlılığı var mı?……………………………………………………39
14. Anne sigara, alkol ve uyuşturucu kullanıyor mu?………………………………….....40
15. Annenin yeterince sosyal yaşantısı var mı?…………………………………………...42
16. Anne kişisel karakter olarak hırslı ve öfkeli mi?……………………………………...42
17. Anne çocuk terbiyesinde bilinçli mi?…………………………………………………43
16. Anne kendi merkezciliğinden çıkabilmiş mi?………………………………………...44
19. Annenin cinsel yaşantısı normal mi?………………………………………………….45
20. Annenin empati yeteneği var mı?……………………………………………………..46
21. Anne yeterince uykusunu alabiliyor mu?……………………………………………...47
22. Annenin yemek düzeni var mı?………………………………………………………..49
23. Annenin gün planlaması var mı?………………………………………………………50
24. Annenin hâlâ enerjisi var mı?………………………………………………………… 51
25. Anne yeterince hareket ediyor mu?…………………………………………………....52
26. Annenin kariyer planı var mı?………………………………………………………....52
27. Annenin fiziksel bir rahatsızlığı var mı?……………………………………………....54
28. Anne ekonomik olarak rahat mı?……………………………………………………...54
Üzerinizdeki yük tablosu…………………………………………………………………....56
Cevaplar nasıl değerlendirilmelidir?………………………………………………………57
9 puan ve üzeri yük: “Kriz’’……………………………………………………………….57
7-8 puanlık yük: ‘Kritik dönem”………………………………………………………… .58
5-6 puanlık yük: ‘Problem”………………………………………………………………..60
4 puanlık yük: “Anormallik başlangıcı”…………………………………………………...62
2-3 puanlık yük: “Dikkat, dengeler bozulabilir!”…………………………………………..63
1 puan ve daha az…………………………………………………………………………...65
Taşıma kapasitesinin üzerinde yük taşımak, kısır döngünün başlangıcıdır………………......66
İkinci Bölüm
ANNENİN ÇOCUĞUNU TANIMA SÜRECİ ………………………………………..........73
Çocuğun tanınması………………………………………………………………………..…..75
Yetişkinlerin üzerindeki çocukluk dönemi izleri………………………………………….......76
Anne kendi “ben”liğinden sıyrılmadıkça çocuğunu tanıyamaz………………………….........81
Bencil anne yoktur; ama…………………………………………………………………….....81
Benmerkezci anne ile bencil anne arasında ne fark vardır?........................................................81
Peki, anne neden çocuğunu yok ederek kendini çocuğunda yaşatır?…………………........….83
Benmerkezci annelerin elinde izzet savaşı veren çocuklar……………………………......…..85
Hayvan terbiye eder gibi insan terbiye edilmez ki!……………………………………............87
Anne çocuğuna verdiği zararı fark etse bile……………………………………………...........90
“Ne derler?” diye çocuk terbiyesi, çocuğu tanımaya engeldir…………………………...........93
“Herkes mi yanlış yapıyor?” yargısı, çocuk tanımaya engeldir………………………….........94
“Gerçek ben” ve “sahte ben”li çocuklar…………………………………………………........95
ÇOCUKLUK DÖNEMİ (0-7 YAŞ)……………………………………………………........98
0-4 yaş çocukluğun gücü ……………………………………………………………….......98
Doğal annelik yeterli…………………………………………………………………….........99
Bu dönemde çocuğun ihtiyaçları anında giderilmelidir………………………………..........104
0-4 yaş döneminde çocuğun güven duygusuna ihtiyacı………………………………......…105
Çalışan anneler ve çocukluk dönemi ihtiyaçları……………………………………...….......107
İhmal edilmiş çocukluk sendromu……………………………………………………...........110
DAVRANIŞ kodu nedir?…………………………………………………………………….......112
Çalışan anneler bakıcı tutmasın mı?……………………………………………………........113
0-4 ila 4-7 yaş dönemi arasındaki farklar………………………………………………........114
4-7 YAŞ GRUBU ÇOCUKLAR……………………………………………………….......120
Çocuğa kurallar nasıl öğretilir?………………………………………………………...........121
Kural, çocuk tarafından içselleşmişse kuraldır……………………………………....…........121
1. Çocuk sadece kendisi için konulmuş kuralları dinlemek istemez……………………...122
2. Kurallar çocuğun gerçekleriyle uyum içinde olmalıdır………………………………...124
3. Kurallar rastgele zamanda ve rastgele yerde öğretilemez……………………………....125
4. Çocuk ikna olmaktan hoşlanmaz………………………………………………………..127
5. Kurallar gerçekçi ve samimi olmalıdır………………………………………………….128
6. Bir kurala uyma, başka bir şarta bağlanmamalı………………………………………....129
Sosyalleşme ihtiyacı……………………………………………………………………..........130
“Kal” ile değil, “hal” ile terbiye………………………………………………………............132
7-14 YAŞ DÖNEMİ……………………………………………………………………….....133
Metafizik varlıklara ait sorular ………………………………………………………….........135
Yedi yaş grubu çocuklar artık “efendi” olur……………………………………………..........137
Sosyal çevreye katılım……………………………………………………………….…..........138
7-14 yaş çocukları ve “yalan”……………………………………………………….…...........140
Ahlakî eğitim…………………………………………………………………………….........142
Ön ergenlik……………………………………………………………………….……...........143
14-21 YAŞ ERGENLİK DÖNEMİ………………………………………………..…..........144
Erkek çocuk suçluluk psikolojisine girer………………………………………………..........145
Kız çocuk, anneye ihtiyaç duyar…………………………………………...…………........…145
Ergen çocuk eleştirilere tahammül göstermez…………………………………………..........146
Ergen çocuk her an yoldan çıkmaya hazırdır…………………………………...…….......….147
Ergenlik, bir problem dönemi değildir……………………………………..………….......…148
Üçüncü Bölüm
AİLE İÇİNDEKİ ROL KARMAŞASI VE ÇOCUĞUN ANNE BABA İHTİYACI……………………………………………………………………………….....153
Anne-baba aile içinde hangi rolü oynuyor?…………………………………………….....155
Aile bireyleri rollerini biliyor mu?……………………………………………………...…156
Baba olmadan anne, annelik yapabilir mi?……………………………………………......157
Neden anneler, babalık yapamaz……………………………………………………….....160
Baba, ailede “otorite temsilcisi”dir…………………………………………………...…...162
Anne, ailede “stabilizatör”dür………………………………………………………….....164
Çocuğun dünyası anneden ayrı, babadan ayrı beslenir……………………………..….....167
İyi bir baba olmanın metodu: İstişare………………………………...…………………...170
1. İstişare, vakti sabit olan bir gün ve saatte yapılır…………………………………....170
2. İstişare belli bir ciddiyeti gerektirir………………………………………….…........171
3. İstişarenin bir yöneticisi olmalı……………………………………………………...173
4. İstişareye katılım belli bir yaşı gerektirir………………………………………….....174
5. İstişarede kararlar oy birliğiyle alınır………………………………………………...175
6. İstişare aile sorunlarının çözüm adresi olarak bilinmelidir………………………...…175
7. İstişare, çocukların statü kazandığı yerdir………………………………………….....176
8. İstişare masası, kavga edilecek yer delildir………………………………………...…177
9. İstişarede alınan kararlar bir deftere yazılmalıdır…………………………………......177
Dördüncü Bölüm
ÇOCUK TERBİYESİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİ?…………………............179
Çocuk terbiyesi nedir?……………………………………………………………................181
İyi eğitim almak, iyi terbiye olmak demek değildir ………………………………….......183
Çocuk terbiyesinde hedef nedir?…………………………………………………….….......183
Terbiye ve eğitimdeki temel fark nedir?………………………………………………........184
Referans aldığınız değerler nelerdir?……………………………………………….…........185
Normal mi anormal mi?……………………………………………………………….........186
Kime göre normal, kime göre anormal?……………………………………………..…......187
Çocuklar neden aile içindeki normlarla çatışırlar?……………………………………........190
Çocuğunuz küçükken neredeydiniz?…………………………………………………….....191
Anormal DAVRANIŞlar, çocuğun dünyasına giren yeni “birileri”yle gün yüzüne çıkar………………………………………………………………………............................192
Çocuğun, ailenin değerlerini terk ediş süreci nasıl yaşanır?………………………..............194
1. Çocuğun aile içinde Kendi yerini bulamaması……………………………………......194
2. Çocuğa aile içinde statüsünün verilmemesi………………………………………...…196
3. Çocuğun anne babayı samimi ve güvenilir bulmaması…………………………….....197
4. Çocuk ile anne-babanın beklentilerinin çatışması…………………………………......199
a. Gerçekçi olmayan beklentiler……………………………………………………..…200
b. Hayallere ve uhdelere çocuğun alet edilmesi………………………………………..201
c. Çocuktan onayı alınmamış beklentiler……………………………………………….201
d. Çocuğun beklentilerine ailenin ilgisiz kalması……………………………………....202
5. Anne babanın ebeveynlik statüsünü kaybetmesi…………………………………….....203
6. Çocuğun yaşından büyük olaylarla erken yaşta tanışması……………………………..204
7. Aile ile çocuk arasındaki ergenlik dönemi doku uyuşmazlığına
vaktinde çözüm üretilememesi……………………………………………………………....204
8. Aile içindeki iletişimin sağlıksız yürümesi…………………………………………….205
Önsöz
Annelik, hiçbir şeye benzemez; ne baba ne amca ne de teyze olmaya… Yorucu, yıpratıcı ve kendini yaşamaktan vazgeçirici bir tercihtir anneliktir…
Bir bahçıvan sabrıyla gül dikmek ve dikilen o gülün başında yılmadan, yorulmadan beklemektir “annelik sanatı”… Onu yağmurdan korumak… Doludan sakınmak… İlkbaharda budamak… Yaz sıcağında sulamak… Kışın “Solacak mı acaba?” diye endişe etmektir…
Böylesi hassas bir işin başındaki anne ne kadar rahat ve huzur içindeyse o anneden yetişen güller de o denli güzel ve huzur verici olacaktır. Eğer anne, rahat ve huzurlu bir ortamda değilse, bir çocuk gibi tersleniyor ve azarlanıyorsa, eşiyle bir türlü bitmeyen sorunlar içinde, boğulacak gibi oluyorsa, bir yandan kayınvalide bir yandan görümceler bir yandan da tam olarak güven duyamadığı dost ve akrabalar arasında varlık mücadelesi veriyorsa, ötesinde “Acaba bir teselli olur mu?” diye beklediği eşini de yanında hissedemiyorsa tabii ki onun elinde yetişen güllerin rengi solgun, çiçeklerin boynu bükük olacaktır; tıpkı kendisi gibi…
Ve gariptir annelerden hep “anne gibi anne olma”ları beklenir ve anneye verilen her bir nasihatte, “Anne dediğin fedakâr olmalıdır” denir ve ilave edilir: “Anne dediğin kendi hayatını yaşamamalıdır. Eşinin ailesine saygıda kusur etmemelidir. Evini çekip çevirmelidir. Çocuklarına gözü gibi bakmalıdır.”
Peki; anne insan değil mi? Bunca şeyi tek başına mı yapmalıdır yoksa annenin yanında ona “eş”lik edecek bir de baba mı olmalıdır? Anneye, bir anne şefkatiyle sahip çıkıp “kızım” diyerek kanatlarının altına alacak bir kayınvalide gerekli değil midir?
Annenin sığındığı dualar başına yıkılıyorken, teselli beklediği simalar kendine kaş çatıyorken, parmak sallıyorken o anne ne kadar annelik yapabilir ki?
İşte bu kitap, bir yandan “Annelik Sanatı” nın nasıl olacağını, bir gül fidanının nasıl çapalanıp, nasıl sulanacağını anlatırken bir yandan da annenin annelik yapmasına tesir eden tüm faktörleri ele alıyor…
Bu kitap sadece anneler için değil, annelere “eş” lik etmek isteyen babalara yönelik olarak da hazırlandı…Umarız; hem anneler hem de annelerin yanında bulunan herkes için faydalı olur…Bir annenin dünyasına doğru iyi seyirler dileğiyle…
1.ANNELER NEDEN ANNELİK YAPAMAZ?
Hiçbir anne "Acaba ben iyi bir anne miyim?" diye tereddüt etmemelidir. Bütün anneler, bir anne kadar şefkatli, bir anne kadar koruyucu, bir anne kadar sevgi doludur... Yeryüzünde hiçbir anne, çocukları için kendini feda etmekten bir an bile tereddüt etmez. Korkak bir anne tavuk bile civcivlerinin tehlikede olduğunu hissettiğinde, ölümü göze alıp yavrularına göz diken tehlikeye karşı baş kaldırmıyor mu? Korkak bir tavuk bile yavrusuna karşı şefkat taşıyorsa ve taşıdığı şefkat onu kahramanca yavrusunu korumaya itiyorsa bu satırları okuyan bir anne nasıl olurda çocuğuna karşı "Ben iyi bir anne miyim?" diye tereddüt taşır ki?
Peki, anneler çocuklarına karşı, bu kadar iyi niyetli ve şefkatli oldukları halde, çocuk terbiyesi neden çok defa hayal kırıklıklarıyla sonuçlanıyor? Terbiyede iyi niyet ve şefkat yeterli değil mi? Bal kokulu şefkat ağacı annelerden nasıl oluyor da zehirli meyveler yetişiyor? Acaba nerede hata yapılıyor da bir zamanların mis kokulu bebekleri, anne babasına kan kusturacak kadar vicdansız olabiliyor?
-Annenin çok iyi niyetli bir anne olması çocuğun iyi yetişmiş bir çocuk olması için yeterli değildir.
-Çocuk terbiyesinin en önemli faktörlerinden biri annenin kendi içine doğru derinleşmiş ve kendisi ile tanışmış olmasıdır.
-Birçok anne, sırtında taşıdığı yüklerin verdiği sıkıntıdan dolayı çocuğuna karşı hoşgörüsüz davranmaktadır.
-Babanın doğumdan hemen sonra duygusal olarak annenin yanında bulunması bir anne için oldukça önemlidir.
-Çocuk terbiyesinin en önemli unsuru yaşama sevincidir.
-Anne çocuğuna fena muamelede bulunurken çoğu defa “hak etmese dövmem” diye kendisini savunur. Halbuki…
-Hayatı olduğu gibi kabul etmek, annenin yaşama sevincini artırır.
-Bir anneye yapılacak en büyük eziyet, ona annelik statüsünün verilmemiş olmasıdır.
-Bir annenin, annelikten en hoşlandığı durumlardan biri de çocuğuna karşı kendini sorumlu hissettiği anlardır.
-Çocuklarını yetiştirmeye çalışan bir anneye, aşırı müdahalede bulunmak, annenin annelik yapma becerisini zedeler.
-Çocukluk yıllarında şiddet görerek yetişmiş anneler, maalesef kendi çocuklarına karşı şiddet uygulamaktadır. Çünkü şiddet, psikolojik bulaşıcılık taşır.
-Çocuğa yönelen psikolojik ve duygusal şiddet, çocuğun ruhunda en az fiziksel şiddet kadar derin izler bırakmaktadır.
-Geçmişte yaşanılan hiçbir şeyden dolayı, bütün bir ömür harap edilmemelidir.
-Annenin çocuk sahibi olmaya hazır olması, annelik yapabilmesi açısından çok önemlidir.
-Anne, kendisini anne olduğuna inandırmakta zorluk çekiyorsa çocuğunu benimsemesi zordur.
-Bütün anneler, eşleri tarafından bir eş olarak sevilmek ve kabul görülmek ister.
-İnternetteki sanal sohbetler ve arkadaşlıklar, günümüz anneleri için en sinsi tehlikelerden biridir.
-Annelik, zayıf refleksle yapılabilecek bir görev değildir.
-Anne, genç kızlık dönemindeki gibi sosyal hayatını devam ettirmekte ısrar ederse kendisine ve çocuğuna zarar verebilir.
-Anne adım adım bilinçlendikçe adım adım üzerindeki yükten kurtulur.
-Anne “ben” merkezcilikten çıkamamışsa büyük bir ihtimalle, çocuğunu kendi hayatını zorlaştıran bir etken olarak görüyordur.
-Bir çocuğun duygularını en iyi şekilde hissedebilen kişi anne, bir çocuğu en iyi şekilde anlayabilen kişi de çok defa babadır.
-Uykusuzluğun verdiği psikolojik baskı altında gününü devam ettiren bir anneden, sağlıklı kararlar ve DAVRANIŞlar beklenemez.
-Bilinçsiz rejim yapan bir annenin saldırgan ve daha olumsuz olması kaçınılmazdır.
-Düzensiz bir hayat, annenin istediği gibi bir annelik yapmasına engel teşkil edecektir.
-Düzenli spor yapan bir annenin psikolojisiyle, vücudunu hiç çalıştırmayan bir anneninki arasında ciddi fark vardır.
-Birçok anne kariyer planlamasında çocuklarının negatif tesiri olduğunu düşünmektedir.
-Bireyselci toplumlarda, ailenin maddi durumunun yetersizliği, yaşantıyı doğrudan bozar.
-Annenin gereksiz yere bağırmalarının veya hırçın DAVRANIŞlarının altında yatan; üzerinde taşıdığı yüklerdir.
-Anne, üzerindeki yüklerle çocuk terbiyesinde başarılı olamaz.
-Annenin kendi iç dünyasına bilinçli gözlemler yapması ve bu gözlemlerde elde ettiği kırık noktaları düzeltmek için çaba sarf etmesi oldukça önemlidir.
-Sahiplenme bağı, anneye çocuğunun üzerinde istediği gibi tasarruf hakkının olduğunu düşündürür.
-Hiçbir anne çocuklarının üzerinde bir “sömürü bağı” kurmamalı ve onları kendi “malı” gibi görmemelidir.
-Annelerin çok defa çocuklarını durdurmak için kullandıkları yöntemin masum(!) adı, “ceza” dır…
-Annenin asıl problemi bulunmadıkça ve asıl problemin çözümünde destek olunmadıkça çocuklarına karşı sergilediği hırçınlık ve şiddet eğilimli DAVRANIŞların da son bulması oldukça zordur.
-Çocuk, anne babanın vesilesiyle dünyaya gelmiş olsa da ayrı bir yaşam hakkına sahiptir.
2.ANNENİN ÇOCUĞUNU TANIMA SÜRECİ
Peki, annenin kendisini tanıması ve nasıl bir ortamda çocuk yetiştirdiğini fark etmesi yeterli midir? Cevabımız, tabii ki "Hayır" olacaktır. Zira çocuk terbiyesinin ana unsurlarından biri de çocuğun tanınmasıdır. Yani sahip olunan çocuk, tanınmadan "çocuk terbiyesi" olmaz... Kucağında tuttuğu yavrusunun hangi özelliklere sahip olduğunu bilmedikçe, gözlem yapma yeteneğini geliştirmedikçe ve çocuğunun gelişim dönemleri içinde nasıl davranacağını öğrenmedikçe annenin çocuk terbiyesinde başarılı olması oldukça zordur. Bu nedenle çocuk terbiyesinin üç önemli unsurundan bahsetmekte fayda var. Bunlardan biri annenin bilinçlenmesi, diğeri çocuğun tanınması ve üçüncüsü de çocuk terbiyesinde kullanılan metotların doğru olmasıdır.
Her bir yetişkin bir zamanlar çocuktur. Yaşanan o çocukluk dönemi, artık hatırlanması imkansız hatıralar arasında, bilinçaltındaki çelik kasanın içinde, sır gibi saklıdır. İşte o sır dolu çelik kasanın içindeki bilgilerden dolayı bugün yetişkinler böyledir. Nasıl ki her bir insanın kaşı, gözü DNA’sında gizlidir; o minicik DNA’lar koca bir insanın bütün şifrelerini barındırmaktadır; çocukluk yıllarında yaşanan bütün olaylar da DNA şifreleri gibi insan DAVRANIŞlarının temel kodlarını oluşturmaktadır…
-Çocuk terbiyesinin üç önemli unsuru vardır. Bunlardan biri annenin bilinçlenmesi, diğeri çocuğun tanınması ve üçüncüsü de çocuk terbiyesinde kullanılan metotların doğru olmasıdır.
-İnsan şuan üzerinde taşıdığı anlamsız DAVRANIŞlarının birçoğunu daha çocukluğunun o güçsüz ve çaresiz dönemlerinde yediği darbelerin acısı ile kazanmıştır.
-Her anne yanı başında büyüyen çocuklarının çocukluk dönemini, bir baykuş ciddiyetiyle takip etmeli ve önemsemelidir.
-Anneyi çocuğuna karşı “kör” eden şey, annenin kendi “ben” liğidir.
-Benmerkezci bir anne çocuğuna çok tutkundur. Çocuğunu çok sever. O yüzden farkında olmadan her şeyi çocuğunun adına düşünür. Onun adına karar verir.
-Benmerkezci anne, çocuğunun kendisinden habersiz adım atmamasını sağlar.
-Çocuklarına tarafsız gözle bakamayan bir anne, çocuklarını tanıyamaz.
-Günümüz annelerinin en büyük yanılgısı, “farkında olmadan” çocuk terbiyesinde hayvan terbiye usullerini kullanmalarıdır.
-Çocuk cezayla değil; vicdani kabulle ve ruhuyla terbiye olur.
-Hayvan terbiye eder gibi insan terbiye etme usulleri uygulanan evin içinde gün boyunca anne yorgun ve çaresiz, çocuk hırçın ve arsız olur.
-Annenin üzerindeki yükler, tadıyla annelik yapmaya engeldir.
-Birçok anne, dikkat etse çocuğuna karşı kullandığı pek çok yöntemin aslında annesinden kendisine miras kaldığını fark edecektir.
-Anne farkında olmasa da çocuklarına kendi annesinin gözüyle bakmaktadır.
-Günümüzde anneler, fıtri bir anne-çocuk ilişkisi yaşamak yerine “Etraf ne der?” diye suni bir anneliğe mecbur bırakılmaktadır.
-Bir annenin çocuğunu tanıyabilmesi için kendi hallerinin farkına varması gerekir.
-Çocuk, kendi ruhuna bir saldırı hissederse kendi dünyasını çevresine sergilemekten vazgeçer.
-Çocuk 0-4 yaş arasında karşı konulmaz bir öğrenme arzusuyla, hedefine doğru yönelir.
-Anne, çocuğunun ruhen sağlıklı olmasını istiyorsa onun içinden gelen öğrenme isteğinin önüne geçmemelidir.
-Bir çocuğun dört yaşına kadar en önemli işi, eşyalarla olaylar arasındaki ilişkileri kavramaya çalışmaktır.
-Çocuk öğrenmeye yönelmişken annenin engelleyici veya yasak koyucu tutumu çocuğu hırçınlaştırır ve öfkelendirir.
-0-4 yaş dönemi evresinde annenin en önemli görevi, çocuğunun ihtiyaçlarını anında gidermek ve onun öğrenme sürecinin önüne asla geçmemektir.
-Anne, gereksiz korkulara kapılmadan, çocuğunun tüm ihtiyaçlarını anında hissetmeli ve bu ihtiyaçları koşulsuz bir sevgiyle yerine getirmelidir.
-Çocukluk döneminde güven bunalımı yaşayan çocuk, yetişkinlik döneminde de her an tedirgin ve çevresine karşı güvensizdir.
-Çalışan bir anne her ne kadar çocuğunun kendisine ihtiyaç duymadığına kendisini inandırsa da vicdanı rahat değildir.
-İhmal edilmiş çocukluk sendromu geçiren çocuk, genellikle içe kapanır.
-Bakıcı kadın sendromu bir aileyle çocuk arasında sözel olmayan iletişimin darbe yemesine sebep olur.
-Bir annenin ilk dört yılda bebeğini terk etmemesi gerekir.
-0-4 yaş döneminde çocuklar, önlerine engel çıkartıldıkça “mızmız” ve “inatçı” olur…
-Çocuk 0-4 yaş döneminde kendi ruhunu doyasıya yaşamalıdır.
-“Yapma” ikazı çocuğa bir şeylerin yolunda gitmediğini gösterir.
-Anne kalabalık cümlelerle, anlaşılması zor ifadelerle çocuğun zihnini yormamalıdır.
-Bir annenin en korktuğu şey “söz dinlemeyen çocuk” tur.
-Çocuklar dört yaşına kadar kuralları anlamaz ve gereksiz bulur.
-Çocuk terbiyesinde ana unsur, çocukla çatışmadan çocuk terbiyesidir.
-Çocuğuna sosyal yaşam kurallarını öğretmeye çalışan bir anne, aceleci olmamalıdır.
-Çocuktan yapabildiğinin ötesinde bir şeyler beklemek gerçekçi olmaz.
-Çocuğunun gerçeklerinden uzak beklentiler kuran anne, her zaman hüsran içindedir.
-Çocuk, yaşam kurallarını hissederek öğrenmelidir.
-Hiçbir çocuk, kendisinin konuya ikna edilmesinden hoşlanmaz.
-Annelik ve sevgi hiçbir şarta bağlanmamalı, çocuklardan beklenilen DAVRANIŞlar hiçbir şarta bağlanarak istenmemelidir.
-Çocuk; aile içinde kendisi gibi düşünen, kendisi gibi şımaran bir kardeşe ihtiyaç duymaya başlar.
-Çocuk, kardeşleri varsa sosyal hayatta kendisini güçlü hisseder.
-Bir annenin asla yapmaması gereken DAVRANIŞlardan biri, başkalarının arkasından konuşmaktır.
-Yedi yaş grubu çocuklar, artık neyin somut neyin soyut olduğunu kavrama aralığındadır.
-Anne, çocuğun sorduğu sorulunun cevabını bilmiyorsa cevabı biliyormuş gibi yapmamalıdır.
-Yedi yaş, çocuk gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çünkü bu yaşta artık çocuklar minik yetişkindir.
-Çocuğun sosyal çevrede olup bitenlere ilgiyle yaklaşması, anne baba tarafından çok ciddiye alınmalıdır.
-Anne, çocuğun hata yapmasına fırsat verebilecek olgunluğa sahip olmalıdır.
-Ergenlik, çocuktaki yetişkin ruhun ortaya çıkış aşamasıdır.
-Ergen çocuk, anne babasıyla anlaşamaz değil de genelde anne babalar, ergen çocuklarıyla anlaşamazlar.
-Ergen çocuğu olanları bekleyen en önemli tehlike “kötü örnek olan insan” dır.
-Ergenin bir teselliciye her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.
-Ergene illaki bir şey öğretilmesi gerekiyorsa bu, tartışma ortamından uzak bir atmosferde olmalıdır.
3.AİLE İÇİNDEKİ ROL KARMAŞASI VE ÇOCUĞUN ANNE BABA İHTİYACI
Annenin kendisini tanıması ve kendi DAVRANIŞlarını bilinçli bir şekilde sergiliyor olması, çocuk terbiyesinde yeterli midir? Tabii ki hayır. Her ne kadar anne, sırtında geçmişten kaynaklanan yükleri indirse de çocuğuna DAVRANIŞları çok olumlu ve bilinçli olsa da çocuk terbiyesi, sadece anneyle bitecek bir konu değildir. Aile içinde çocuk terbiyesinin iki başrol oyuncusu vardır. Biri anne, diğeri de babadır.
Anne çok sağlıklı ve bilinçli olmasına karşın baba, annenin yaptığı her şeyi yıkıp geçiyorsa ne olacak? Ya da annenin çocuğuna aktardığı, kendi değerlerini, ahlak kurallarını ve düzenli DAVRANIŞ kalıplarını bir çırpıda yerle bir ediyorsa ne olacak?
-Günümüz hayat şartları anneyi, hem annelik hem de babalık rolünü yapmaya zorlamaktadır.
-Babanın ihmalinden boşalan babalık görevini de anne yapmaya kalkarsa o evin içi “kaos” a döner.
-Baba olmadan annenin annelik yapması oldukça zordur.
-Otoriter olmak, asla zor kullanmak, asık suratlı ve sert yapılı anlamına gelmemelidir.
-Babanın aile içindeki otoritesini kullanamaması sorunlu bir aile yapısının oluşmasına neden olur.
-Babanın “doğal otorite” olmasının onayını “anne” vermektedir.
-Sevgi, bir ihtiyaçtır. Çocuk, annesinin esirgediği sevgiyi, dış dünyada aramaya başlayacaktır.
-Çocuk babadan kaçtığında, anne sevgi dolu kucağını açmalıdır.
-Baba ilgisinden mahrum kalan erkek çocuklarda kararsızlık, kuralsızlık ve iradesizlik gözlenir.
-Baba ilgisinden mahrum kalan kız çocuklarda huzursuzluk, hırçınlık ve sığınma ihtiyacındaki doyumsuzluk gözlenir.
-İstişaresiz aile, aile olmanın en önemli özelliğini taşımıyor demektir.
-Aile içindeki istişarenin gün ve saati, her fert tarafından bilinmeli, gün ve saat sabit olmalıdır.
-İstişareyle çocuklar, seviyeli bir şekilde fikir alışverişinde bulunmayı yaşayarak öğrenir.
-İstişare masası, ailede herkesin kendi değerini en iyi gördüğü yer olmalıdır.
-Aile istişareleri, ailenin en ciddi mekanizması olarak görülmelidir.
4. ÇOCUK TERBİYESİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Bir anne “Ben çocuğumu saygılı, ahlaklı ve dürüst olarak eğitmek istiyorum” diyorsa bu annenin çocuk eğitimi diye kastettiği şey aslında çocuk terbiyesidir. Anneler çok defa farkında olmadan “çocuk terbiyesi” yerine “çocuk eğitimi” kelimesini kullanmaktadır.
Peki çocuk eğitimi ile çocuk terbiyesi arasında ne fark vardır? Çocuk eğitiminde, genellikle ahlaki kural ve değerler ön planda değildir. Halbuki çocuk terbiyesinde, çocuğu eğitmek için kullanılan yol ve yöntemlerde, sosyal kabul görmüş değerlerden, ahlak, din, kültür gibi değerlerden referans alınır.
-Eğitim, belirli bir konuda bilgi, beceri ve tecrübe kazandırmaya denilir.
-İyi eğitim almış çocuk, iyi terbiye almış demek değildir.
-Birçok aile, normlara kaynak olarak kendi dini değerlerini veya mahalli kültürlerini esas almaktadır.
-Çocuklarıyla çatışma yaşamak istemeyen bir ailenin normları, dünyanın her yerinde değişmeyecek karakterde olmalıdır.
-Normal denilen şey, din, ahlak, evrensel kabul görmüş değerler içinde yerini alır.
-Çocuğun öğrenmeye çalıştığı konuyla, ailenin öğretmeye çalıştığı konu çelişirse aile kendi normlarını aktarırken sorunlar yaşar.
-Çocuk, başka bir grubun içinde kendini daha iyi ifade edebiliyorsa yavaş yavaş o grubun “norm” larını kabul edecektir.
-Çocuk, biyolojik ve psikolojik olarak anne ve babadan bağımsız bir bireydirÇocuk, ailenin içinde kendi duygularını tam bulamadığı için çok defa, kendisini anlayan birilerine ihtiyaç duyar.
-Çocuğa hak ettiği dönemde, hak ettiği statünün verilmemesi, onu evden ve evin sahip olduğu değerlerden uzaklaştırır.
-Çocuklarının vicdanında yalancı, çıkarcı ve samimi olmayan kişilerin yer edinmesi çok zordur; bunlar anne baba bile olsa.
-Çocuk, vicdanındaki normları, normlar değerli olduğu için değil, anne baba değerli olduğu için kutsal kabul eder.
-Çocuklar, anne babalarınkini değil, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışırken daha mutludurlar.
-Anne babaların beklentileri çocuk tarafından onaylanmamış ve kabul görmemişse bu, anne babaları hayal kırıklığına uğratabilir.
-Anne babanın statü kaybı çocuğun anormalleşme sürecini hızlandırır.
-Ergenlik döneminde yaşanan sorunlar, çocuğun anormalleşme sürecine katkı sağlar.
Pozitif İletişim
Tanıtım
Eş eşi ya terapi eder ya da terapiye muhtaç eder.
Günümüzde eşler birbirlerini varolduğu hali ile kabul etmedikleri içindir ki, evlilikler incitici bir mücadele alanına dönüşüyor. Kişiler birbirlerini değiştirmek, dönüştürmek ve başkalaştırmak için mücadeleye girerken, koca bir yaşam, yıpranmışlıklar içinde geçip gidiyor.
Kimi zaman, kadın erkekleştikçe, erkek pasifleşiyor; erkek pasifleştikçe, kadın agresifleşiyor. Kimi zaman ise, erkek agresifleştikçe, kadın çaresizleşiyor; kadın çaresizleştikçe arada çocuklar eziliyor.
Halbuki mutluluğun temel esası 'koşulsuz saygı' ve kişinin 'varolduğu hali ile kabul edilmesi'dir.
Ve insan gördüğü, baskı ve zorlamalar kadar değil, 'kendi olmasına izin verildiği kadar' insandır.
Sağlıklı çocuk da, ceza ile korkutularak veya mükâfat ile yönlendirilerek 'DAVRANIŞ kazandırılmış' çocuk değildir. Sağlıklı çocuk; bir DAVRANIŞ 'yanlış' olduğu için o DAVRANIŞtan uzak durabilecek 'iradeyi' kazanmış çocuktur.
İşte bu kitap bütün bunlardan bahsediyor. Belki de, aile içinde pozitif bir yaşam için gözden kaçırılan ayrıntıları sunuyor.
İçindekiler
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 9
Birinci Bölüm: Aile İçi İletişim
Aile İçi İletişimde ‘Kalite. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................................... 13
Hissî-duyusal iletişim, zihinsel iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 14
Ailede Güven Duygusu Nasıl Oluşur? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................23
İletişimde benliğin tehdit algısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .........................26
Benliği tehdit eden iletişim sözleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
İletişimde ‘negatif tetikleme’ nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. 28
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................31
Dolaylı benlik saldırısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... 32
Aile içi iletişimde ‘evet’in gücünü keşfetmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 34
Aile içi iletişimde sesin tonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... 36
Aile İçi İletişim ve Problem Çözme Yeteneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................... . ...... . 39
Aile ferdî kararlarla mı, ‘şahs-ı manevî’ olarak mı yönetilmelidir? .........................................42
Sosyallik Aile İçinde Başlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................45
Kaliteli iletişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... 46
Aile: ilk sosyal çevre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ 47
Tartışmalarınızı Çocukların Yanında Yapın Ama... . . . . . . . . . . . . . ............................. ...... . . 49
Tartışma kültürü oluşmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . 50
Anne-babası tartışan çocuk, kendini suçlu hisseder . . . . . . . . . . . . . ....................................... 51
Çocuğun gözündeki kara dev: anne-baba tartışması . . . . . . . . . . . ........................................... 52
Çözüme kavuşmayan tartışmaların sonucu: dikkat dağınıklığı, hiperaktiflik . . . . . . . . . ........ .53
Tartışma ortamının önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... 56
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................59
Kopan aile bağlarını, çocuğun kendi dünyasında değerlendirmesi. ..........................................61
Aidiyet duygusu için büyükler de dikkatli olmalı . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 63
Çocuklar, dede ve nine profilini bilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 65
Ailenin çocuğa tanıtımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... . ... 66
Aile Büyükleri ile Anne-Baba Çatışması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 69
Güç gösterisinin mağdurları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . .. 71
Arada kalan çocuklarsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................... . 73
Gelin-kayınvalide çatışmasına şahit olan çocukların yaşadıkları . . ..........................................74
İç Sesini Duyabilen Anne-Babalar Olabilmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 77
Doğal anne-baba, kendi fıtratını bilir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 79
Çocuk DAVRANIŞlarındaki anormalliğin kaynağı, anne-babadır . . ............................................ . 82
İkinci Bölüm: Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Ceza, Çocuğun Kişiliğini Bozar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................ . 87
Ceza ve çocuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... . 88
Çocuğun Anormal DAVRANIŞlarına Tepki Vermeyelim mi? . . . . . . . ........................................ . 93
‘Pedagojik tik’ ceza mıdır?..........................................................................................................94
‘Pedagojik tik’ ne zaman cezaya dönüşür? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 95
DAVRANIŞ analizinde ‘niyet’ farklılığı; şefkat-şiddet dengesi . . . . . ......................................... . 96
Şefkat-Şiddet Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . .. . 99
Şiddet ve ceza ile çocuk terbiye etmeye çalışanların bahaneleri .............................................. 100
Ceza Alan Çocuklarda Görülen DAVRANIŞ Bozuklukları . . . . . . . . . . ....................................... 113
(1) Ceza, bir başka anormal DAVRANIŞı tetikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 117
(2) Ceza, ‘utanma’ hissini yok eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 119
(3) Ceza, ‘vicdan’ duygusunu köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 120
(4) Ceza, ‘ezilmişlik’ duygusu oluşturur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 121
(5) Ceza, ‘kontrolsüz öfkeyi’ körükler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................. 121
(6) Ceza ‘nefret’ duygusunu besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 122
(7) Ceza, çocuğu ‘ikiyüzlü’ yapar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 123
(8) Ceza, ‘yalana’ kapı açar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................124
(9) Ceza, ‘suçluluk duygusu’nu pekiştirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 125
(10) Verilmiş ceza, bir sonraki cezanın tesirini azaltır . . . . . . . . . ............................................ . 126
(11) Ceza, ceza verenin ‘saygınlığı’nı zedeler . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... . . 127
(12) Ceza, negatif DAVRANIŞa sebep olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 128
(13) Ceza alan, ceza vermeyi öğrenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . . 129
(14) Ceza, basit sorunları ‘kompleks hale’ getirir . . . . . . . . . . . . . .......................................... . . 129
Bir DAVRANIŞın Cezalandırılabilmesi İçin... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... 133
Suçun, kasıtlı olarak işlenmiş olması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................134
İdrak nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................ . . 134
Ehliyet nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................. . . 135
Çocukta Vicdan Bilinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................... . . 137
Vicdanın çocuk terbiyesindeki rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . 138
Anne-babanın vicdanı, çocukların vicdanının çekirdeğidir . . . . . ............................................... . 139
Doğumu takip eden ilk saatlerin önemi ve vicdan . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 139
Çocuk, anneye güvenerek hayata güvenir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 140
Anne sütü, vicdanı besler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. . 141
Çocuğun karşısında duru bir vicdan ile varolmak . . . . . . . . . . . . . . ............................................. . 142
Din bir vicdan işidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................... 144
Fıtrat zorlamayı sevmez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . . 146
Duygusal Yoksunluk Vicdanı Köreltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................... . 147
Çocuğu kendi düzenimize uymaya zorlamak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 149
Ağlatarak uyutmak, çocuğun vicdanını katılaştırır . . . . . . . . . . . . . .............................................. . 149
Anne kendini çocuğuna göre ayarlamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... 152
Vicdan Eğitimi ve Zaman Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 153
Zamanın genişlemesi ve daralması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 154
Anne-babaların zamanı geniş olmalıdır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................... 156
Merak Duygusu ve Vicdan Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................. 159
‘Evet’in gücü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................. 160
Merak duygusunda denge . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... . . . 161
Merak hissini uyandırırken nelere dikkat edilmeli? . . . . . . . . . . . . . ............................................... 165
Çocuklarda Vicdan Hissi, Kişilik ve Karakterin Merkezidir . . . . . ............................................... .. 167
Çocukta kişilik ve karakter . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................................... 168
Anne-babanın görevi ruhsal iletişimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......................................... . 169
Kişilik ve karakter gelişiminde ruhsal iletişimin rolü . . . . . . . . . ................................................. . . 171
Çocuk duygusal iletişim içinde incitilmemeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................. 171
Çocukla mücadele büyük hatadır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ . 172
Kişilik ve karakterin benlikle bağlantısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ 173
Kız Çocuğunun Kişilik ve Karakter Gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................................ 177
Kız çocukta karakter gelişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... 179
İrade anne-babanın elinde olmamalı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................180
Kız çocuğun dünyasında babanın yeri................................................................................................. 181
Kız çocuğun dünyasında annenin yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...........................................182
Çocukta İrade İnşasının Önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................... . 185
Çocuk terbiyesi kal ile değil, hal ile olur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................ . 187
Ahlak eğitiminin ikinci dönemi: zihnî eğitim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............................................188
Ahlakî kurallar erkeğe de kıza da öğretilmeli . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................. . 189
Önce ahlak eğitimi gelir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................... 190
12 yaşından sonra iradeyle tercihin sonucu anlatılmalı . . . . . . . . . .................................................... 191
Ruhsal beslenme kaynağı, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmalı .......................................................192
Ergenlik döneminde sadece anne-baba yetmez . . . . . . . . . . . . . . . ................................................... . 193
Ek: Çocuk ve Namaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................ 195
Önsöz
Bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir. Bir eşin bir eşe sevgi dolu hitabı, o evde işlerin günlerce yolunda gitmesine neden olabileceği gibi, nefret içeren fısıldaması da kıyametlerin kopmasına neden olabilir. Söz bir büyüdür, sırrı ile söylenirse yaşama sevinci oluşturur. Bir sözün en büyük destekçisi sesin tonu ve vücudun dilidir. Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler. Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebeveynlerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza ve kimi zaman da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise bir kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsa, o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır...
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, sözün tesir edebilmesi için ince ayrıntılardan bahsederken, bir yandan da ceza ve mükâfattın çocuk eğitiminde nasıl da yıkıcı bir rol oynadığına değiniyor. Umarız ebeveynleri bir kısır döngü içine iten ve bir süre sonra ebeveyn itibarını kaybettiren ceza ve mükâfat olmadan pozitif bir aile yaşamının oluşmasına bu kitap bir nebze olsun katkı sağlar.
Adem Güneş
Aile İçi İletişimde "Kalite"
“Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, mutsuz ailelerse kendilerince mutsuzdurlar” der Leo Tolstoy. Ona göre, dünyadaki mutsuz aile adedince mutsuzluk sebebi olmasına rağmen, mutlu ailelerin temel özellikleri neredeyse birbirinin aynıdır. Aile içi iletişim ve mutlu aile modelleri üzerine çalışmalar yapan Berna Bridge ise; “Mutlu ve başarılı yaşamanın anahtarı ‘olumlu’ ve ‘yapıcı’ iletişim becerileridir” demektedir.
Hiçbir aile terapistinin, psikolog veya pedagogun itiraz edemeyeceği kadar ortak kabul edilen gerçek; aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisinin, aile içi iletişimin ‘kalitesi’ olduğudur. Bir ailenin mutlu bir hayat sürmesi veya mutsuzluk girdabında bocalaması kadar önemli bir fonksiyona sahip olan ‘aile içi iletişim becerisi,’ maalesef ya yeterince anlaşılmamakta veya sonuçları kadar ciddiye alınmamaktadır.
-Aile içi mutluluğun temel esaslarından en önemlisi, aile içi iletişimdeki kalitedir.
-Duyusal iletişim; fertlerin birbirleri ile kurdukları iletişimi, ‘hisduyu’ dünyası ile gerçekleştirmesidir..
-Eşlerin birbirlerinden beklediği şey, anlaşılıyor olmak değil, ‘hissediliyor olmak’tır..
-Bir eşin, diğer bir eşi zihnen algılıyor olması, onun duygularını ‘hissetmesi’ demek değildir.
-Eşler arasındaki iletişim ‘sadece’ birbirini anlamaya ve ihtiyaçları karşılamaya dönükse, bu, ‘doyumsanmış’ bir iletişim değildir.
-Kişiler arasında kurulan iletişimde, ‘sunilik,’ ‘yapmacıklık’ ve ‘sahtecilik,’ muhatabı tarafından çoğu defa oldukça kolay hissedilir.
-Aileyi bir arada tutan çekirdek güç, ‘güven duygusu’dur.
-Eşler güven duygusunu, birbirleri ile kurdukları iletişimle pekiştirir veya zedelerler.
-Aile içinde güven duygusunun oluşabilmesi için, eşlerin birbiri ile kurduğu iletişimde ‘kendi benliklerini tehdit altında hissetmemesi’ gerekir.
-İnsanın duygu dünyasını dengede tutan mekanizma, benlik; aile içi iletişimde oldukça dikkat edilmesi gereken bir noktadır..
-Hedef gösteren ‘sen’ kelimesi, insanın doğrudan benliğine hitap eder ve kişinin benliğini tehdit altına alır.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
-Aile içinde her bir fert kendini güvende hissetmeli, kendi benliğine yönelik tehditler altında tedirgin edilmemelidir.
Aile İçi İletişim Yeteneğinin Kaybolması
Aile içinde fertlerin birbirleri ile iletişimlerinde güven duygusunu kırıcı, kişilik ve kimliğe saldırıcı unsurlar görülmüyor olsa da, eğer aile içinde üçüncü şahıslar hakkında menfî konuşmalar yapılıyor ise; böylesi bir ortamda bulunan fertler, aslında birbirlerinin benliklerinde ‘dolaylı’ olarak tehdit algısı meydana getirir.
-Sosyal fobi sahibi olan bir çocuk, iletişim yeteneğini kaybeder.
-Anne-babasının problemleri nasıl çözdüğünü gören çocuk, kendisinde problem çözme yeteneği geliştirir.
-Özellikle aile içi iletişimde kullanılan ‘hayır’ kelimesi, kişinin kilitlenmesine, iç dünyasının kapanmasına neden olur.
-‘Hayır’ kelimesi, problem çözme yeteneğini kısıtlar.
-Kullanılan ses tonu da aile içi iletişimin kalitesini belirleyici bir faktördür.
-‘İletişim kurma yeteneği,’ ‘problem çözme yeteneği’ ile ikizdir.
-Aile içi mutluluk, eşler arasındaki iletişim kanallarının açık olmasına bağlıdır..
-Ailenin yönetimi, aile içi toplantılarla, aile içinde oluşturulan istişare mekanizması ile olmalıdır.
-Eşlerin birbirlerini tanıması, birbirlerinin karakterlerini ve çözüm tavsiyelerini bizzat görmesi ancak aile toplantıları ile olur.
Sosyallik Aile İle Başlar
Sosyal çevresi ile iletişimini kesmiş, içine kapanmış ve kimse ile görüşmeyen kişilere halk arasında ‘asosyal kişi’ denilir. Asosyalliğin tanımı her ne kadar bu şekilde yapılıyor olsa da, psikoloji biliminde, asosyal kişilik bozukluğunun tanımı; kişinin sosyal çevresi ile “yeterince ve kaliteli etkileşim içinde bulunamaması” diye çok öz olarak ifade edilebilir. Bir kişinin sosyal çevresi ile yeterince ve kaliteli bir etkileşim içinde bulunamaması bazen kişinin içinde yaşadığı ve kimseye açamadığı problemlerin baskısı ile bazen de kişinin gereğinden daha fazla kişi ile iletişim içinde olmasıyla oluşabilir. Her iki durum da kişiyi asosyal hale getirir.
-Kaliteli iletişimin başlayabilmesi için, önce zihinsel, sonra duygusal hazır bulunuşluk seviyesine gelinmeli.
-Bir bireyin ilk ve en kaliteli sosyal çevresi ailesidir.
-Kişi kaliteli iletişimi ancak o kişi için zaman ayırarak ve belli bir psikolojik hazır bulunuşluk seviyesine geldikten sonra gerçekleştirebilir.
-Aile içinde tartışma kültürü olmalı. Çünkü kavgada şiddet ve darp sözkonusuyken; tartışmada böyle bir durum mevzubahis değildir.
-Çocuk, çoğu defa annebabasının neden tartıştığını bilmez.
-Çocuk annebabanın tartışmasına neden olan konuyu bilemediği için, bunu kendi küçük dünyası içerisinde büyütür.
-Çocuğun yanında yapılan tartışmalar mutlaka bir sonuca bağlanmalı.
-Çocuk annebabasının tartışmaları karşısında süner.
-Aile içi tartışmaların adabına uygun yapılmamasının, çocuk üzerindeki en büyük olumsuz etkisi, hiperaktiflik ve dikkat dağınıklığıdır.
-Çocuğun tartışma ortamında bulunuyor oluşu, ona tartışmanın nasıl idare edildiğini öğretir.
-Eşler tartışma adabını bilmiyorsa, konuyu daha sonra konuşmak için, birbirleriyle anlaşma yapmalıdırlar.
Aile Büyüklerinin Çocuğun Dünyasındaki Yeri
Aile büyüklerinin yılda bir kere ziyaret edilmesi, ruhsal bağların kesilmesi ileride anne-babaların başına gelecek felaketin habercisidir. Zira, kopuk bir aile ilişkisi varsa, büyükbaba ve büyükannelerin ruhsal temasları hissettirilmiyorsa, aile büyüklerinin yanına senede bir defa gidildiğinde büyükanne-büyükbaba ile karşılaştığında çoğu defa çocuklar onlardan korkuyorlar.
-Aile büyükleriyle olan irtibat, aidiyet duygusunun varolmasında ve çocuğun güçlü bir ruha sahip olmasında oldukça etkilidir.
-Anne-babalar, aile büyüklerinin ruhî varlığını çocuğa hissettirmelidir.
-Aile büyükleriyle bir arada bulunuyor olmak bir ailenin geleceği açısından oldukça önemlidir.
-Büyükler, kurulmuş olan aile müessesesinin kendisine has birtakım kuralları olduğunu unutmamalı ve bu kuralları kabullenmeli.
-Aile büyükleri, aile içerisindeki statüleri bozucu DAVRANIŞlar içerisinde bulunmamalı.
-Dede ve nineler, mutlaka torunlarının gözünde çözüm anahtarı olan bir diğer kişi olarak yer etmelidir.
-Aile içerisinde küskünlükler, birbirine karşı düşmanlıklar çocuğun yanında sergilenmemeli.
-Aile içindeki küslüklere çocuk alet edilmemeli.
-Anne-baba ile büyükannedede tartışmasının gizli mağduru, çocuklardır.
-Gelin-kaynana arasındaki çatışmanın asıl mağdurlarından biri, çocuktur.
-Anne ile babaanne arasında geçen gerginlikler çocuk için çok yıpratıcıdır.
-Annesiyle, büyükannesinin çatışmalarına ve tartışmalarına şahit olan çocuklar, çoğunlukla güven kaybı yaşar, ruhen zedelenirler.
-Çocuğunu babaanneden koparan bir anne, aynı zamanda çocuğunu babasından da kopardığını bilmelidir.
-Sağlıklı ruha sahip bir çocuk hiçbir zaman bir aile bireyini diğerine tercih etmeye zorlanmamalıdır.
İç Sesini Duyabilen Anne- Babalar Olabilmek
Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır. Ruhsal dinginliğe erişmeyen kişi anne-baba olursa, çocuklarını yıpratır. Anne-baba olmak, çocuk terbiyesinde çok bilinçli olmak, çok kitap okumak ile alâkalı değildir. Kendi iç sesini duyabilen, kendi dünyasında fırtınaları dindirmiş, zayıflıklarının farkına varmış, nefsinin elinde perişan olan biri değil, nefsine karşı kendini geliştirebilmiş ve o makamda bir insan olması lazımdır ki çocuğuna faydalı olabilsin.
-Anne-baba olmanın en önemli özelliği; anne-babada ruhsal dinginlik olmasıdır.
-Bir annenin yapacağı en önemli şey; kendi ruhunu, kendi fıtratını duyabilmiş olmaktır.
-Anneler çoğu defa his yeteneğini bıraktığı için annelik yapmakta zorluk çekiyorlar.
-Bir insanın kendisi gibi olabilmesi ve doğal olabilmesi bir anne veya baba için en büyük kazanımdır.
-Tahammülsüz ebeveynler ise çocuğuna ‘tesir gücünü’ kaybeder.
Kişilik ve Karakter Gelişiminde Cezanın Yeri
Çocuk terbiyesinde nedense ‘suç’ denilince hemen akıllara ‘ceza’ gelir. Hatta öyle ki çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl ceza verileceği, ceza alan çocuğun nasıl ‘adam olduğu’ ballandıra ballandıra anlatılır durur. Peki, suç işleyen çocuğu, ceza korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdanî ve ne kadar İslamî bir usuldür? Günümüz anne-babalarının ‘anlık çözüm’ olarak her an rahatlıkla kullandıkları ceza acaba tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hayatında var mıydı?
Çocuğun sergilediği anormal bir DAVRANIŞ karşısında, anne-babanın ani bir refleks ile ‘çocuğun DAVRANIŞına’ tepki vermesine ‘Pedagojik tik’ diyoruz. Gösterilen bu tepki, bazen yüksek sesle bağırma, bazen çocuğa vurma, bazen de çocuğun canının yanmasına kadar uzayabilir.
-Sizi mahcup eden çocuğunuza tebessüm etmek, çocuğun normalleşmesine yardım etmek demektir.
-Çocuk kabahatli olsa bile ona koşulsuz bir saygı ile yaklaşmak gerekir ki, olumsuz DAVRANIŞ olumlu hale dönüşsün.
-Ceza, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usulüdür.
-Çocuk terbiyesinin özü, çocuğun vicdanının sesini duyabilmesine zemin hazırlamaktır.
-Çocuklarda ceza etkin bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz en azından bir kez dahi çocuklara ceza vermez miydi?
-Pedagojik tik, içerisinde şiddet unsuru barındırıyormuş gibi görülse de bir şefkat DAVRANIŞıdır.
-‘Pedagojik tik’te ‘niyet,’ çocuğu, düşmek üzere olduğu tehlikeden bir şefkat refleksi ile uzaklaştırmaktır.
-Kendi çocuğuna pedagojik tik uygulayan anne-babanın niyeti, ‘çocuğa acı vermek’ ve verilen ‘o acı ile çocuğu terbiye etmek’ değildir.
-Niyeti baştan şiddet olan anne, çocuğunun eline vurduktan sonra ‘söylenmelere,’ ‘şiddet gösterilerine’ devam eder.
Şefkat- Şiddet Dengesi
Vicdanı ölmemiş hiçbir anne-baba, ‘bilinçli’ olarak çocuklarına karşı şiddet kullanmaz. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesinde en çok başvurulan yöntem, yine de ‘şiddet’tir. “Şiddet nedir?” diye analiz edecek olursak görüyoruz ki, şiddet, cezanın ikiz kardeşidir. Birbirlerine o kadar benzerler ki, şiddet ile cezayı ayırt etmek için ya konunun uzmanı olmak, ya da çok bilinçli bir anne-baba olmak gerekir.
-Anne-babalar, çoğu defa çocuklarına karşı DAVRANIŞlarının ‘şiddet’ içerdiğini fark etmezler.
-Cezanın asıl yıkıcı tarafı, ‘ceza alanın ceza vermeyi öğrenmesi’dir.
-Şiddet, bir önceki nesilden bir sonraki nesile aktarılarak nesilden nesile bulaşıcı bir hastalık gibi devam eder, gider.
-İnsanları yanlış ve anormal DAVRANIŞtan alıkoyan şey, karşıdakinin gücünden korkması değil, kendi vicdanının rahatsız olmasıdır.
-Şiddet ve ceza ile çocuğunu terbiye etmek isteyen kişi, kötü niyetli olmayabilir; fakat ‘şiddetin kendisi’ kötüdür.
-Şiddet, sanıldığı gibi kolay vazgeçilebilecek bir alışkanlık değildir.
-Ceza, şiddetin ilk basamağıdır.
-Çocuklar, anne-babasının ‘çocuklarıdır;’ onların köleleri değildir
-Bir DAVRANIŞın edinilmesi için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu halde, ebeveynler çocuklarından hemen sonuç bekliyorlar.
-Peygamberimiz (a.s.m.) namaz kılma gibi dinen en önemli olan bir DAVRANIŞın edinilmesinde bile hiç aceleci davranmayı tavsiye etmiyor.
-Birçok ebeveyn çocukların ceza almaması gerektiği ifade edildiğinde, ama Allah da insanları cezalandırıyor, diye itiraz ediyor.
-Allah cehennemi çocukların terbiyesi konusunda sunmuyor.
Ceza Alan Çocuklarda Görülen DAVRANIŞ Bozuklukları
Çocuk terbiyesine ait konularda yardım için başvurulan kitaplarda ve danışılan uzmanların birçoğunda sıkça ‘hayvanlar’ın nasıl terbiye edildiğinden bahsedilip, daha sonra bu örneklerin insanlar üzerinde nasıl uygulanacağı anlatılmaktadır. Zira birçok psikolog, pedagog ve DAVRANIŞ bilimci, insanlar ile hayvanların aynı soydan geldiğini iddia ettikleri için ‘hayvan terbiye etme usulleri’nin ‘insan terbiyesi’nde de kullanılmasında bir sakınca görmemektedir.
-Maalesef günümüzde birçok kişi, hayvan DAVRANIŞlarından yola çıkarak, insan DAVRANIŞlarını anlamaya çalışıyor.
-Çocuk, Anadolu Pedagojisi’nde ‘duyguda özgürlük DAVRANIŞta disiplin’ prensibi çerçevesinde yaşama uyum sağlattırılmalıdır.
-Çocuk merak duygusu ile değil ama yıkıcılık içinde etrafa zarar veriyorsa, böyle bir durumda anne değil; baba ‘kararlı’ duruşu ile çocuğun DAVRANIŞına sınır çizmelidir.
-Ceza ile terbiye edilmeye çalışılan çocuklarda görülen en belirgin özellik, verilen cezanın çocuklarda yeni bir DAVRANIŞ bozukluğuna yol açmasıdır.
-Ceza alan çocuk, kendi gururunu koruyabilmek için bir başka anormal DAVRANIŞa doğru yol alır.
-Çocuk, kendisine ceza verildiğinde iç dünyasında oluşan yaralanmaların acısını duymamak için duygularını devreden çıkartır.
-Ceza alarak yetişen çocukların en belirgin DAVRANIŞ sapması, ‘ezik ve silik’ bir kişiliğe sahip olmalarıdır.
-Çocuklar ceza anında bastırdıkları öfkelerini, daha da şiddetli bir şekilde, başka yerlerde kullanmaktadırlar.
-Çocuk, kendisine verilen bir cezayı, yanlış DAVRANIŞına değil; kimliğine karşı verilmiş bir ceza olarak algılar.
-Cezanın en bilinen ve çok sık görülen negatif tesirlerinden biri de, çocukta suçluluk duygusunu oluşturuyor olmasıdır.
-Kendini suçlu olarak kabul eden çocuk, arkadaşlarını kendisi gibi suçlular arasından seçebilir.
-Ceza alışkanlığı bulunan ailelerde yetişen çocuklarda, sevgi ve şefkat duygularının gelişmediği görülür.
-Güven duygusu zedelenmiş çocuklarda, annenin ahlak kurallarına ait öğreteceği değerler, çocuğun vicdanında karşılık bulamayabilir.
-Çok basit şekilde çözülecek sorunlar bile, cezanın oluşturduğu negatif tesir ile kompleks bir hal alabilir.
-Zihinsel olgunluğa ermemiş, aklî melekeleri tam çalışmayan kişilere, işledikleri suçlardan dolayı ceza verilemez.
-Çocuk ehil olmadığı, yani yeteneklerinin henüz gelişmemiş bulunduğu sahalardan sorumlu tutulamaz.
-Çocuğun, ceza alabilmesi için ruhî ve fizikî bir olgunluğa gelmesi şarttır. Bu da ergenlik dönemiyle olur.
Çocukta Vicdan Bilinci
Çocukları ‘ceza’ ile terbiye etmeye çalışmak yanlış bir usuldür; bunun yanında çocuk ruhunu tahrip edicidir de. Bu nedenle çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir. Çocukların ceza ile değil, aksine; vicdan ile terbiye olması gerektiği gerek pedagojik, gerekse İslamî kaynaklara dayanarak izah edilecek olunursa, bu noktada akıllara ilk olarak “O halde vicdana dayalı çocuk terbiyesi nasıl olur?” sorusu gelir.
-Çocuk, vicdanıyla terbiye edilmelidir.
-Anne-babaların vicdanı, çocukların vicdanının oluşumunda bir ‘çekirdek,’ bir ‘nüve’ hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.
-Doğumu takip eden ilk saatlerde, çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde ‘manyetik bağ’ oluşmaktadır.
-Çocuk, annesinin ihmaline uğradığı kadar vicdanı katılaşır.
-Çocuk, annesinden aldığı teselli ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir.
-Çocuk, yetişkinin sözlerinin ardındaki samimiyetsizliği sezdiği sırada kendi vicdanına güvenini yitirir.
-Çocuk bir ruh okuyucusu olarak, yetişkinin bütün beden dilini ruhu ile beraber okur.
-Bir çocuğun bir yetişkini sevebilmesinin en temel şartı, DAVRANIŞ ve sözlerde samimi olmak, dupduru bir vicdanla varolmaktır.
-Annelere, çocuğuna uyum sağlaması yerine, maalesef, kendisine ayak uydurmaya zorlaması tavsiye ediliyor.
-Henüz konuşma yeteneği olmayan bir bebek, etrafı ile iletişimini ‘ağlayarak’ gerçekleştirir.
-Eğer anne, çocuğun uykuya dalma ve uyanma ‘ritmini’ kendi yaşantısına uydurmaya zorlarsa, bebeğinin ‘biyolojik ritmini’ bozmuş olur.
-Annenin kendisini çocuğuna göre ayarlamaya çalışması, çocuğu rahatlatacak, çocuk sağlıklı bir ruhî gelişim gösterecektir.
-Günümüz insanının hayatını bir kaosa çeviren en önemli faktör, ‘zamanın daralması’dır.
-Günümüz insanı, eşyaya ayırdığı zaman kadar kendisine ve karşısındakine vakit ayıramıyor.
-Dar zamana sıkıştırılmış bir şekilde anne-babalık yapmaya çalışmak, çocuk ruhu açısından oldukça rahatsızlık vericidir.
-Anne-babasının acelesi olmadığını bilen çocuk, ruhunun derinliklerine iner.
-İnsanın bir eşyayı, bir olayı ‘anlamaya’ yönelik olarak içinde duyduğu heyecana ‘merak’ diyoruz.
-Merak duygusu aşırı derecede körüklenmiş çocukların birtakım ruhsal rahatsızlıklar yaşama ihtimali yüksektir.
-Çocuk iç dünyasında oluşan meraklı sorulara cevap bulmalıdır.
-Anne-babalar merak hissinin sönmemesi için verdikleri cevaplarda çok ‘gerçekçi’ ve ‘samimi’ olmalıdır.
-Çocuk anneyle ne kadar etkileşim ve ne kadar engelsiz bir iletişim içerisinde ise kişilik gelişimi o denli güçlü olacaktır.
-Anne “Otoriter olayım, mükemmeliyetçi olayım” derse, çocuğun duygu dünyasını besleyen kanallar tıkanmış olur.
-Babanın görevi, çocukla ruhsal temas kurarak doğrudan iletişim kurmaktır.
-Çocukla annebaba arasında ruhsal bir temas yoksa, derin bir iletişim de yoktur.
-Kendini kul olarak görme ve kendisini de Allah’a bağlı olarak görüyor olma, benliğin en güçlü halidir.
-Anne-babalar, çocuklarının nefislerini öldüreyim derken, benliklerini tahrip ediyorlar.
-Anne-babanın görevi, çocuğun benliğini güçlendirmektir.
Kız Çocuğunuzun Kişilik ve Karakter Gelişimi
Kız ve erkek çocuğunun karakter oluşumunda farklılıklar vardır. Duygusal bir yapıya sahip olan kız çocuklarının kişilik ve karakter gelişiminde annebabanın kız çocuklarının bu ince ruhunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa o kişi o kadar kişilik sahibidir’ denir. Kişinin dışa yansıttığı dünya ile içindeki gerçek dünyası arasında fark varsa buna da “kişilik bozukluğu” denir. Bir kişi yalan söylemenin yanlış bir şey olduğunu biliyor, ama buna rağmen yalan söylüyorsa bu bir kişilik bozukluğudur.
-Bir kişinin ‘iç dünyası ile dışa yansıttığı görünüm arasında ne kadar benzerlik varsa, o kişi o kadar kişilik sahibi’dir.
-Karakter; kişinin bir DAVRANIŞı sürekli ve iradî olarak yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
-Baba veya anne, kızının karakteri oluşurken, iradesini elinden alır, onu küçük düşürürse karakter zafiyete uğrar.
-Kız çocuğu duygu dünyası bakımından daha zayıftır, yapı olarak da sığınma ihtiyacı içindedir.
-Anneler özellikle ergenlik döneminde kız çocuğunun kendilerine çok ihtiyacı olduğunu bilmeli.
Çocukta İrade İnşası
Çocuklarda irade inşası, çocuk terbiyesinin en temel unsurudur. Ancak iradenin oluşumu kız çocuklarda ayrı, erkek çocuklarda ayrı gelişir. Ahlak öğretilerinin de sıkı sıkıya çocuk tarafından benimsenmesi çocukta oluşmuş olan iradeye bağlıdır. Yani çocuk, toplumda hoşuna gitmeyen kuralları uyguluyorsa veya ne kadar cazip gelirse gelsin birtakım ahlaksız işlere girmiyorsa, bu, o çocuğun kazanmış olduğu irade ile mümkündür.
-Babanın güçlü ve iradî duruşu erkek çocukta yeni bir irade oluşturmayı beraberinde getirir.
-Ahlak eğitiminin temelinde, duygusal, duyusal eğitim yer alır.
-Çocuk doğduğu andan itibaren anne-babasını gözlemleyerek, anne-babasının ahlak kurallarını, yaşam tarzını benimseyerek kendisinde geliştirir.
-Çocuk 7 yaşından önce gördüğü şeyleri tek doğru olarak kabul eder, anne-baba gibi olmak ister.
-Din eğitiminin ilk aşaması sosyal yaşam ve ahlak kuralları eğitimidir.
-Erkek çocuk cesaret gibi üstün yetenekleri; babasından aldığı gibi, babasının da taklit ettiği aslî beslenme kaynağına; Peygamberimize yönelmeli.
-Çocuk, ergenlik döneminde, kendi fıtratının karşılığı olan bir kişiyle gelişim sürecini tamamlamalı.
-Çocuk, manevî derinlikleri olan ikinci rehberinin yanında fıtratının başka bir boyutunu geliştirir.
Çocuk Eğitiminde Doğru Bilinen Yanlışlar
Tanıtım
Çocuk eğitimi, çocuğu ceza ve mükâfat ile "adam etmek" değil, onun dostluğunu kazanabilme becerisidir... Bu beceriyi elde edebilen yetişkinlerdir çocuklarını eğitebilenler...
Çocuk, baskı ve zorlamalar ile sindirildikçe değil, ebeveynine güvenle tutunabildikçe kişiliğini geliştirir.
Çıktığı günden bu yana 100 binin üzerinde okura ulaşan bu kitap, "korkmayın çocuk iyidir" sözünden cesaret alan yetişkinlerin çocuğa dost olma hikâyesine dönüştü. Birçok anne baba, çocukları ile dost olmanın verdiği keyifle birbirlerine, "gel sen de çocukla çocuk ol" diye seslendi...
Bir "çocuk dostu" hikâyesi yayıldı ülkemizde…
Bu eserde Pedagog Dr. Adem Güneş, çocuğun anne karnında başlayan yaşam serüvenini ergenlik sonuna kadar ele alıyor, çocuk eğitimine dair "doğru bilinen yanlışlar"ı gözler önüne seriyor…
İçindekiler
Teşekkür 9
Önsöz 11
Embriyo Psikolojisi 15
Genetik karakter nedir? 15
Psikolojik karakter 16
Embriyo psikolojisi 16
Anne-Çocuk Arasındaki Sır 19
İlk saatlerin önemi… 21
Çocuğun özellikleri bilinçaltına kaydediliyor 21
Ten, göz, koku… 22
Anne Sütü Gereksiz mi? 25
Anne sütü 25
Anne sütü, bebeğin her şeyi 27
Anne sütü, kanseri önler 29
Anne sütünün ağız sağlığıyla bağlantısı 29
Emzirme ve uyum süreci 30
Çocuk İhtiyaç Duyduğu An Sevgi Alabilmeli 33
İhtiyaç duyulduğu an sevgi 34
Ofisle kreş arasına sıkışan anneler 35
Duygusal yakından ayrılma 36
Kreş mi, büyükanne mi? 36
O Yüzden Bazıları “Şıpsevdi” 39
“Sevme engelli” olma 40
Anne sevgisinin yokluğu, çocuklarını sevememeye de yol açar 40
Kişi kendiyle yüzleşebilmeli 41
İlgisiz Çocuk Sendromu 43
Bazı anneleri bekleyen risk 43
Ne yapılmalı? 44
“Evlatkolik” Anne-Babalar 47
Bağımlılık mı, sosyal hayata hazırlanamama mı? 48
Çocuk hata yaptıkça tecrübe kazanır 49
Bağımlı ebeveynin çocuğunu bekleyen birkaç tehlike 50
“Bağımlılık” kaos, “bağlılık” huzur getirir 51
Pembe Babalar, Hırçın Anneler 53
Anne gibi anne, baba gibi baba olmak 53
Baba, ailede otorite temsilcisidir 54
Anne şefkat temsilcisi, denge unsurudur 55
“Arkadaş” Değil; “Baba” Gibi Baba 59
Babalar artık nerede? 60
Çok yoğun baba modası! 62
Babasız çocuklarda DAVRANIŞ bozuklukları görülür 62
Çocuk Eğitimi ile Çocuk Terbiyesi aynı mıdır? 65
İyi eğitilmiş çocuk, iyi terbiye edilmiş midir? 65
O halde “çocuk terbiyesi” nedir? 66
Tanımadan “Çocuk Terbiyesi” Olmaz 69
Şahin’in korkak bir kargaya dönüşme hikâyesi 69
Çocuğunuzu yeniden keşfedin 71
Başarı mı başarısızlık mı ölçü olmalı? 73
Çocuğu en iyi anne tanır 74
Akıllı Uslu Çocuk, Terbiyeli Çocuk mudur? 77
Çocuğun Çocuk Olduğunu Unutmayın! 81
Çocuk İçin Oyun Önemli bir “İş”tir 87
Oyun, oyun değildir 88
“Haydi, git biraz oyna!” 89
Oyalamak mı, oynamak mı? 90
Çocukla oyun oynamak, beceri ister 90
Çocuk oynadığı oyunun hâkimidir 91
Oyun amaçsızdır 91
Modaya değil, çocuğa uygun oyuncak 92
6 aydan küçüklere 93
2 yaşa kadar 93
3 yaşından sonra 93
3-5 yaş arası 94
6-8 yaş arası 94
9-11 yaş arası 95
12 yaş ve üzeri 95
Asıl Tehlike Oyuncak Silah Değildir 97
Anormal DAVRANIŞlar çabuk bulaşır 98
Çocuğun dünyasındaki kırık noktaların işareti... 99
Çocuk oyuncak silahlardan nasıl uzak tutulmalı? 100
Sanal Oyunlar Şiddete Yönlendiriyor 103
“Hepinizi öldüreceğim!” 104
Sanal sorumlulukla “yarı gerçek” yaşam 105
Sanal Yolla Ruhsal Hastalık Bulaşıyor 109
İnternet teknolojisi masum değildir 110
Anne-babalar dikkat 111
Çocuğunuzun Öfkesini Söndürmeyin 113
Öfke, sosyal hayatı düzenler 114
Öfke, çocukları tacizden korur 114
Öfkenin önüne geçilmezse zararlı olmaz mı? 115
Öfke zehir, vicdan panzehirdir 116
Vicdan ve öfke dengesi 117
Çocuk anne-babanın yankısıdır 119
Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur 120
Bahane, vicdanı öldürür 121
Duyarlılık vicdanı besler 123
Yalan, Vicdan Zehirlenmesidir 125
Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır 125
Yalan, öğrenilen bir DAVRANIŞtır 128
Çocuk dünyası ve yalan 129
Yalan söyleyen çocuk için ne yapılmalı? 130
Çocuklarda Korku ve Hayata Hazırlanma 133
Korku doğal bir süreçtir 134
Korku provaları 134
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 139
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 141
Cinsel eğitimle mahremiyet eğitimi arasında ne fark var? 142
Mahremiyet Eğitimi 147
Temel DAVRANIŞ Refleksi hangi yaşta ve nasıl kazandırılmalıdır? 148
Kardeş, Kardeşin “Kuma”sıdır 153
Kıskançlık onun kanında var 153
Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır 154
Çocuklara eşit davranmak, kıskançlığı körükler 154
Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur 156
Adaletsizlik, güvensizliği;
güvensizlik de kıskançlığı tetikler 156
Statü kaybı ve kıskançlık 157
Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar 157
“Tıpkı babası gibi gözleri var” 158
Çocuğum Hareketli mi, Hiperaktif mi? 161
DEHB nedir? 161
DEHB’nin belirgin özellikleri nedir? 162
DEHB nasıl oluşur? 163
DEHB’nin tedavisi var mıdır? 164
Son bir tavsiye 165
Anne, Allah Nerede? 167
Bilinçaltında büyüyen öcü 168
Her kalpte Allah varsa “O” kaç tane? 169
Çocuğunuzu Allah İle Korkutmayın 171
Zorlu Süreç: Tuvalet Eğitimi 175
Tuvalet eğitimi, anneyle çocuğu yakınlaştırır 177
Tuvalet alışkanlığı çok defa psikolojiktir 179
Pratikte neler yapılabilir? 179
Önsöz
Hani derler ya ilk göz ağrım diye… İşte, elinizde tuttuğunuz bu kitap benim yazarlık serüvenimin ilk kitaplarımdan biri.
Yıllar önceydi... Paylaşacak çok şeyim vardı, çocuk eğitimine dair...
İçimdeki bir ses, “Yazmalısın, paylaşmalısın çocuğa dair bildiklerini.” diyor, bir diğeri ise “Yazsan ne olacak, kim okur ki?” diye itiraz ediyordu...
Üniversite yıllarımdan beri aldığım notlar vardı, yazık olmaz mıydı onlara, ne de özenerek biriktirmiştim onları anne-babalar ile paylaşmak için... Uzunca yıllar Avrupa’da edindiğim gözlemlerim vardı, söylenecek, kritik edilecek şeyler birikiyordu zihnimde... Dahası, kendi kültürel kaynaklarımızdan edindiğim heyecan verici bilgiler vardı... Mevlânâlar, Yunuslar, Hacı Bektaşlar, Itriler, Haime Analar... İstanbul beyefendisinin nasıl yetiştirildiğine dair yöntemlerimiz vardı... Şefkat, merhamet, mahcubiyet, tevazuu gibi insanın en kıymetli hazineleri vardı, bugün unutulmaya yüz tutmuş... Okuduğum bilimsel makaleler, araştırmalar, kitaplar vardı... Dahası ben bir babaydım; çocuk yetiştirmeye dair hatalarım, yanlışlarımın acıları, doğrularımın sevinci vardı paylaşacak...
Belki de farkında olmadan çocuğu tanımaya başlamıştım ben... Çocuk hiç de zannedildiği gibi bir “baş belası” değil, insan olma mücadelesi veren zayıf biriydi… Tek dayanağı anne-babası, içinde yaşayacağı yetişkinler topluluğu idi...
Ama gel gör ki, çocuğa dair yanlış imajlar, onun bir “kedi gibi” terbiye edileceği yanılgısını oluşturuyordu...
Onun bir duygu dünyası olduğu unutulmuştu. Aşağılanıyordu mesela çocuk... Azarlanıyordu yanlış yaptığı bir işte, yanlışın ve doğrunun ne olduğunu henüz bilmeden üstelik... Çocuğun bir duygu dünyası olabileceğine çok dikkat çekilmiyordu.
Onu “adam etmek” için gerektiğinde cezalar veriyor, “akıllansın” diye şiddet uyguluyordu yetişkinler. Ve ben çocuğu işte bu gürültü içinde, sersemlemiş bir halde, sağa sola bakarken buldum. İçim acıdı...
Çocuğa yardım etmeliydim, ama nasıl...
Çocuğun bu kadar yanlış tanınmasını nasıl değiştirebilirdim ki... Utanıyordu anne babalar kendi arkadaşlarının yanında, çocuklarının çocuksu DAVRANIŞlarından... Toplum da anne-babaları utandırıyordu “Nasıl çocuk yetiştirmiş, şuna bak...” diye. Çocuğun utanılacak biri olmadığını, onun acemi, küçük bir insan olduğunu anlatmayı denemeliydim...
Kim dinlerdi beni bilmiyorum... Çocuğu ceza ile eğitmeye çalışmanın bir utanç değil, gelenek halini aldığı günümüzde ne söyleyebilirdim yetişkinlere? Olsun... Yazmalıydım... ve işte elinizde tuttuğunuz bu kitabı acemice kaleme aldım.
Önce çok yadırgandım, “Ne diyor bu adam?” diye…Eleştirildim… Koca bir toplumun karşısında kendimi yapayalnız hissettim...
Ama gün geçtikçe, “Korkmayın, çocuk iyidir.” sözüne inanlar, çocukla dost olmaya başladıklarında kendilerini de çocukla iyi ettiler... Çocukla çocuk olmanın keyfi başkaydı. Bunu tadanlarsa başka anne-babalara da “gel sen de çocuk ol” diye el uzattılar... Bir “çocuk dostu” hikâyesi başladı ülkemizde...
Geri dönüp baktığımda, şu küçük bilgi kaynağı kitap 100.000’in üzerinde satış yaptığını; daha da önemlisi ardından yazdığım kitapların cesaretini oluşturduğunu görüyorum.
Bugün artık çocuğun “ceza ile adam edilmeye çalışılmasının” tek ve geçerli bir eğitim metodu olmadığının konuşulması heyecan verici...
Çocuk aziz bir misafirdir, anne-babaların evinde “bir süre” kalmak üzere... O süreç bitince misafirler evden ayrılır. Ebeveynler geri dönüp aziz misafirlerine nasıl davrandığını hatırladığında mahcup olmamalı, utanıp pişmanlık yaşamamalılar…
Kim ki aziz misafirine saygı gösterir, onun dünyayı öğrenmesine gönüllü rehberlik ederse, o çocuğunu kazanır...
Kazanılmış çocukların var olduğu bir dünyada yaşama arzusu ile...
EMBRİYO PSİKOLOJİSİ
Anne karnında dokuz ay geçiren çocuğun tıpkı fiziksel görünümü gibi psikolojik ve ruhi gelişiminin de temelleri usulca atılır.
Anne kendini huzurlu, mutlu hissettiğinde ya da kaygılanıp üzüldüğünde karnındaki bebek tüm bunlardan acaba nasıl etkilenir?
Örneğin, “Bizim çocuk çok çekingen. Kalabalıkta kendini ifade edemiyor, iki kelimeyi yan yana getiremiyor.” diye dert yanarken bu sonucun çocuğun anne karnında yaşadığı psikolojiyle bağlantısı olup olmadığı aklınıza geliyor mu?
“Genetik karakter” anne-babadan alınan genlerin tesiriyle anne karnında oluşuyorsa; ‘psikolojik karakter’in temelleri de yine anne karnında atılır.
ANNE ÇOCUK ARASINDAKİ SIR
Pedagoji bilimi, anne ve çocuk arasındaki bağı araştırırken büyük bir hakikatin perdesini farkında olmadan araladı. Böylece aralarındaki o müthiş bağın gizemli sırrı birazcık daha anlaşılır duruma geldi.
Çocuk yetiştirmek büyük yüktür. Bir çocuğun doğumundan ölümüne kadar tüm sorumluluğunu taşımak hiç de kolay değildir. Bundan dolayı da her insan bu fedakârlığı kaldıramaz.
Çocuğun doğduğu andan itibaren tiksinmeden altını değiştirmek, henüz yürüyemezken onu her gidilen yere kucakta götürmek, gece uykusuz kalmak, gündüz onca yorgunluğa katlanmak sıradan ve kolay bir yaşam değildir. Bu süreci bile bile kabul etmek, ruhen çok güçlü olmayı gerektirir.
“Çocukla anne arasındaki uyum süreci”nde ise anne ruhen güçlenir ve çocuğuna yoğun şekilde bağlanır. Eğer anne çocuğuyla bu ruh bağlanmasını gerçekleştiremezse bu yükün altından kalkamaz. Çocuğun her yaramazlığı veya hırçınlığı annenin bam teline dokunur, aşırı derecede sinirlendirir onu. Hatta bazen de sıradan birçok olay öfke nöbetleriyle bile sonlanabilir.
Anneyle çocuk arasındaki bağlanmanın ne anlama geldiğini netleştirebilmek için çocukla teyze arasındaki ilişkiye göz atmak gerekir.
ANNE SÜTÜ GEREKSİZ Mİ?
Genellikle anne sütünün biyolojik beslenmeye etkileri üzerinde durulur. Oysa ki emzirme dönemi bebeği ruhen besler, anneyle çocuk arasında büyük ve çok önemli bir ilişkinin tesis edilmesini sağlar.
Süt içen çocuğun ruhi beslenmesini hesaba katmadan, sadece beden gelişimini önemseyerek “ilk altı aydan sonra anne sütünün besleyiciliği azalıyor” demek, anneye ve bebeğe yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Kaldı ki bilimsel araştırmalar, anne sütünün ilk altı aydan sonra da besleyicilik özelliği taşıdığını ortaya koyuyor.
ÇOCUK İHTİYAÇ DUYDUĞU AN SEVGİ ALABİLMELİ
Her birimiz sevilmeye muhtaç; ama (maalesef) her birimizin kaşları sevgi isteyene çatık...
Meşhur Psikiyatr Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı isimli eserinde, çocukluk yıllarında anne-babalarından yeterli sevgiyi alamamış kişilerin ömürleri boyunca o doyamadıkları sevgiyi başkalarında arayacağından bahseder. Ama bu sevgi arayışı tamamen boşunadır. Çocukluk yıllarında anne-babalarından doyasıya sevgi alamayanların karşısına asla duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek birileri çıkmaz. Çünkü o sevgi “zaman” itibarıyla özeldir. Karşılıksız verilmiş olması, ihtiyaç duyulduğu an giderilmesi sebebiyle de çok kıymetlidir…
O YÜZDEN BAZILARI "ŞIPSEVDİ"
Kız ya da erkek fark etmez, anne sevgisi çocukluğun ilk yıllarında hayati önem taşır. Çocuk; özellikle ilk yedi yılda “doya doya” anne sevgi ve ilgisini aldıysa hayatının geri kalan kısmında emin adımlarla ilerleyebilir, neyi, neden istediğini daha iyi değerlendirebilir.
Şefkat hissiyle örülü, karşılıksız anne sevgisinden mahrum yetişen gençler; özellikle ergenlik çağından itibaren içlerindeki bu boşluğu doldurabilmek için o adresten diğer adrese koşma ihtiyacı hisseder.
Anne sevgisinin önemi bu kadarla da kalmaz. Çocukluk yıllarında annesinden yeterince ilgi ve sevgi görememiş gençler, yetişkinlik yıllarında “sevme engelli” olma riski taşır.
İLGİSİZ ÇOCUK SENDROMU
İlgisiz Çocuk Sendromu; insan yaşamında ruhsal gelişimin en hızlı olduğu ilk dört yaş döneminde görülür. Çocukla sosyal çevre arasında sözel ve duygusal iletişimin sağlıklı yürümemesi sonucunda da oluşur. Bilhassa çalışan annelerin, çocuk gelişimi konusunda yeterli donanıma sahip olmayan bakıcı kadınlara emanet ettiği çocuklarda bu sendrom sıklıkla görülebilir.
EVLATKOLİK ANNE BABALAR
Aşırı korumacı ve evlatkolik aile içindeki çocuk, kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz, hata yapmaktan korkar. Yanlış hareket ederek risk almadıkça da atacağı her adımda tereddüt ve kararsızlık yaşar.
Biz, sosyal hayata hazırlanamamış çocukları “anne-baba bağımlısı” diye nitelendirmiyoruz. Çünkü böyle biri, çocukluk döneminde anne-babasına bağımlı olsa da; yetişkinlik yıllarında okuldaki grup liderine, evlendiğinde de eşine bağımlılık riski taşır. Farklı kişilere yapışma ihtiyacı ise bir “DAVRANIŞ sapması”dır.
PEMBE ANNELER- HIRÇIN BABALAR
Sağlıklı aile modellerinde, anne annedir, baba da baba. Çocuk da zaten anne gibi anne, baba gibi baba görmek ister karşısında. Ne yazık ki günümüz sosyal yaşantısı, anne-babaların aile içindeki rollerini altüst etti. Bu duruma çocukların da anlam veremediği kesin. Artık kapısını araladığımız evlerin birçoğunda “pembe babalar” ile “hırçın anneler”e rastlamak oldukça sıradan. Halbuki sağlıklı aile yapısında anne şefkat ve sevgiyi, baba da otoriteyi temsil eder.
ARKADAŞ DEĞİL "BABA" GİBİ BABA
Çeşitli bahanelere sığınarak çocuklarını ihmal eden babaların çocuklarında genellikle aynı DAVRANIŞ sapmalarına rastlıyoruz. Babası olduğu halde babasız büyüyen çocuklar, genelde istikamet tutturmakta zorluk çekerler. Güçsüz ve dirayetsiz olurlar. Aldıkları bir kararı, kırk kez gözden geçirir, başarısızlık karşısında hemen hayal kırıklığına uğrarlar. Sözlerine genelde güven olmaz. Bir gün şöyle, bir gün böyle görünürler.
ÇOCUK EĞİTİMİ İLE ÇOCUK TERBİYESİ AYNI MIDIR?
Çocuk terbiyesinde ise hedeften önce, başlangıç noktası önemlidir. Bunu “referans noktası” olarak isimlendiririz. Çocuk terbiyesinde referans noktaları olarak normlar (evrensel kabul görmüş değerler, örf,adet, kültür, din) alınıyorsa artık bu çocuk eğitimi değil, çocuk terbiyesi olarak tanımlanır.
TANIMADAN ÇOCUK TERBİYESİ OLMAZ
Hiçkimse, bir çocuğun kabiliyetini keşfetme konusunda anne-baba kadar bilgiye sahip olamaz. Özellikle anneler, çocuklarının doğduğu ilk günden itibaren hangi alanlarda kabiliyetli olduğunu anlayabilecek özel bir donanıma sahiptir. Yeter ki bu kabiliyetlerini “empati” kanallarını tıkamadan kullanabilsinler. Tabii ki her anne-baba iyi niyetlidir ve çocuklarının geleceğinin en uygun biçimde şekillenmesini ister. Ancak iyi niyet, her zaman iyi netice vermez.
ÇOCUĞUN ÇOCUK OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Örneğin, nezaket ve hürmetle kabul edildiğiniz bir aile dostunuza misafirliğe gittiniz. Çocuğunuzun dikkatini karşınızdaki müzik seti çekiyor, yanına gidiyor ve sesini bir açıp bir kapatarak “akustik keşfe” çıkıyor. Ancak bu ses, misafirlikteki ortama rahatsızlık veriyor. Eğer çocuğunuzun bu tecrübeyi kendi evinde yaşamasına izin vermemiş, onu tatmin olma noktasına kadar özgür bırakmamışsanız; misafirlikte ne derseniz deyin fayda etmez. ‘Dur’, ‘çek elini’, ‘bozarsın yapma’ diye uyarsanız da çocuk için bunlar pek bir şey ifade etmez.
ÇOCUK İÇİN OYUN ÖNEMLİ BİR İŞTİR
Çocuk, kendi hayal gücü ölçüsünde, oyun oynadığı bölgeyi tamamen kontrol altına alır. Çocuğun o anda elinde tuttuğu sadece küçük bir bebek olsa da onun görünmeyen annesi, markete gitmiş çocuklarına süt alıyordur. Yine hastalanmış bebeği babası doktora götürmek için bir kenarda bekliyordur. Hasılı, çocuğun oyun esnasında hayal gücü sınırsız şekilde çalışır.
SANAL YOLLA RUHSAL HASTALIK BULAŞIYOR
nternetle ilgili bilinen en büyük sorun “sanal bağımlılık” olsa gerek. Psikoloji literatürüne de giren sanal bağımlılıkla mücadele, zorlu psikolojik sorunların başında geliyor. Bu nedenle uzmanlar internet kullanıcılarına bilinçli olmalarının yanı sıra interneti iradeli kullanmalarını tavsiye ediyor. Ne var ki internet kullanıcıları her zaman iradeli kişilerden oluşmuyor.
Örneğin, henüz yetişkinlik çağına gelmemiş çocuklar ya da psikolojik rahatsızlığı bulunanlar; bir travma veya depresyon geçirmiş ve kendini sanal dünyaya atmış olabilir. Bu tarz kişilerin tam anlamıyla irade sahibi olacağından emin olamayız. Dolayısıyla kapıları her türlü insana açık olan internetin mevcut haliyle özellikle gençler için tehlike saçtığını açık şekilde söyleyebiliriz.
ÇOCUĞUNUZUN ÖFKE DUYGUSUNU SÖNDÜRMEYİN
Günümüz çocuk terbiyesinde doğrularla yanlışlar iç içe girdiği için anne-babalar çocuklarını terbiye ederken sağlıklı bir insanda bulunması gereken birçok özelliği de bilinçsizce köreltiyor. Bunların başında da çocuklarda yok edilmeye çalışılan “öfke” duygusu var.
-Öfke sosyal hayatı düzenler.
-Öfke çocukları tacizden korur.
Öfke terbiyesinde, ‘vicdan’ duygusunun kullanılması hayati önem taşır. Anne-babalar, 4 yaşından itibaren çocuklarındaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidir. Sadece bununla da kalmamalı, zaman zaman onları vicdan testine tâbi tutup vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidir.
-Öfke gelişir, vicdan terbiyesi unutulursa; o çocuğun ileride problemlerin merkezi olma olasılığı yüksek olur.
-Çocuklar anne-babanın yankısıdır. Ebeveynler çocuklarına nasıl seslenirse çocuklar da onlara aynı karşılığı verirler.
-Ebeveynlerin vicdanı, çocukların vicdan tohumudur.
-Bahane, vicdanı öldürür.
-Duyarlılık vicdanı besler.
YALAN VİCDAN ZEHİRLENMESİDİR
-Yalan, kişiliği koruma ihtiyacından kaynaklanır.
-Yalan, öğrenilen bir DAVRANIŞtır.
Çocukların 6 yaşına kadar söyledikleri birtakım gerçek dışı beyanlara “yalan” diyemeyiz. Zira 6 yaşından küçük çocuklar henüz hayal dünyasıyla gerçekleri tam ve net şekilde ayıramadıkları için bazen hayal dünyasında canlandırdıkları bir şeye kendileri de inanır ve sanki gerçekmiş gibi etrafındakilerle paylaşır. Böylesi bir durumda ebeveynlerin paniğe kapılmalarına gerek yoktur. Zira çocuğun buradaki sözleri, bizim anladığımız manada yalan değildir.
Çocuklarda 6-7 yaşından sonra yalan söyleme alışkanlığı devam ediyorsa işte o zaman anne-baba önce kendini, sonra çocuğun çevresini, daha sonra da çocuğu bir kere daha gözden geçirmelidir. Zira yalan alışkanlığı başlamış çocuğun mutlaka bu kötü alışkanlığı kaptığı bir yer vardır. Bu, bazen bir televizyon dizisi, okul arkadaşı, bazen de ebeveynin bizzat kendisi ya da evde gereksiz yere yükselmiş gerilim olabilir.
ÇOCUKLARDA KORKU VE HAYATA HAZIRLANMA
Özellikle 6 yaş grubu çocuklarda çok sık görülen korkular, birçok anne-baba tarafından “abartılı” bulunur, gerektiği gibi müdahale edilmez. Ancak çocukluk yıllarındaki bu korkular, ilerleyen yıllarda birtakım ruhsal kırılmalara neden olabilir.
Korku olmazsa insan da olmaz. Bütün korkulardan arınmış biri, toplum için potansiyel bir tehlikedir. Korku, insanın topluma uyum sağlamasını, eş dost ve arkadaşıyla belli sınırlar içinde yaşamasını sağlayan en önemli insani reflekstir. İnsan bu refleksin nasıl kullanılacağını belli yaşlarda, belli provalar yaparak öğrenir ve bu şekilde yetişkinliğe doğru ilerler.
CİNSEL EĞİTİM Mİ MAHREMİYET EĞİTİMİ Mİ?
Bir grup çocuğa aynı ortamda cinsel bilgi vermek, ne taciz olaylarının önlenmesinde ne de çocukların cinsel kimliklerinin sağlıklı şekilde oluşmasında doğru bir yöntemdir.
Zira çocukta cinsel öğrenimin tedricen ve adım adım gerçekleşmesi gerekir. Cinsel kimlik oluşumunda en kritik nokta, çocuğun ruhi ve zihnî gelişimi ölçüsünde “çok hassas” ve “bilinmesi gerektiği kadar bilgi” prensibiyle eğitim verilmesidir.
Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir. Bu durumun (yukarıda da izah edildiği gibi) çocukların ruh sağlığını zedeleme riski vardır. Halbuki “mahremiyet eğitimi” kişiye özeldir. Her çocuk ayrı ayrı eğitilir. Çocuğu eğitecek olan şahıs ise öncelikli olarak çocuğun birinci derecede yakınlarından biridir. Eğer onlar uygun değilse mutlaka konunun uzmanı bir kişi yardımcı olur. Mesela kız çocuklarının mahremiyet eğitiminde birinci derece yakını annedir.
MAHREMİYET EĞİTİMİ
Çocukların mahremiyet eğitimi asla sadece nasihatle veya korkutmalarla tamamlanamaz. Çocukların kendi bedenlerine yönelecek tehlikelerden kurtulabilmeleri ve korunabilmeleri için verilmesi gereken mahremiyet eğitimine “Temel DAVRANIŞ Refleksi” denir.
“Temel DAVRANIŞ Refleksi”ni eskiler “utanma-haya duygusu” olarak da tanımlarlar. Ancak üzülerek belirtmek gerekirse günümüz anne-babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan Temel DAVRANIŞ Refleksi’nin nasıl kazandırılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi değiller.
“Bedenim bana aittir” bilinci: Daha bebekliğinden itibaren kendini rahatlıkla yetişkinlerin eline bırakan bebeğin ilerleyen yıllarda bedeninin farkına varması ve çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu hissetmesi gerekir.
Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamamış ve vücudu üzerinde başkalarının bir şeyler yapabileceğini düşünen çocuk, rahatlıkla taciz tuzağına düşer.
“İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci: Bu bilincin oluşturulması için anne-baba, çocuğunun vücudunu hoyratça kullanmaktan kaçınmalıdır. Ebeveynlerin çocuklarını öperken “Seni öpebilir miyim?” diye izin istemeleri bu bilincin oluşmasında etkilidir. Çocuğun güçsüz bedeninin herkes tarafından izinsiz kullanılması, çocukların kendi bedenlerini koruma refleksini kırar.
KARDEŞ, KARDEŞİN "KUMA" SIDIR
Kıskançlık insan fıtratında hazır bulunan bir mayadır. İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için bu duyguya ihtiyacı vardır ki kendi elindeki değerlere sahip çıkabilsin...
-Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır.
-Çocuklara eşit davranmak kıskançlığı körükler.
-Adaletsizlik, kıskançlığı doğurur.
-Adaletsizlik, güvensizliği; güvensizlik de kıskançlığı tetikler.
-Çocuklar arası yaş farkı kıskançlıkta rol oynar.
ANNE ALLAH NEREDE?
Yedi yaşa kadar olan çocukların, “Allah nerede?” sorusundaki kastı, ismini duyduğu eşyaların zihinde şekillendirme çabası, isteğidir. Çocuk en iyi bildiği kavramla yeni duyduğu kelime arasında kıyas yaparak çevreyi tanımaya çalışır. Örneğin, “Bir hafta sonra teyzene gideceğiz.” dediğinizde, çocuk “bir hafta”nın ne demek olduğunu henüz bilmiyorsa, “Yedi kere akşam olacak, ondan sonra gideceğiz.” gibi bir açıklama yapmalıdır ebeveyn. Yani çocuk, bir önceki tanıdığıyla daha sonra tanıyacağı şey arasında ilişki kurarak hayatı algılamaya çalışır.
On dört yaşa kadar olan çocuklara verilecek cevapta, akıl ve mantık ön planda olmalı veya soruya, soruyla karşılık verilmelidir. Çocuğa kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde ufuk ve düşünce boyutu açacak yaklaşımlar sergilenmelidir.
Yirmi bir yaşa kadar olan gençlere ise yazının başındaki tasavvufi açıklamalar yapılabilir. Gençlerle, şu anlayışta bir iletişim kurulmalıdır: “Allah kalbimizde. Eğer kendimizi ve kalbimizi keşfedebilirsek onun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu göreceğiz.” ya da “Allah ötelerde. Kürsüsünde. Arşında. O, kâinatı kuşatmışlığıyla her an, her zerrenin hâkimi ve sahibi.”
Bütün bunların ötesinde bazı anne-babalar da yanlış DAVRANIŞ sergileyen çocuklarını cehennemde yanmakla tehdit eder. Bu şekilde çocuk terbiyesi kesinlikle olmaz. Zira 12 yaşından küçük çocuklara her ne sebeple olursa olsun; Allah’ın gazabı, cehennemin azabı gibi cezayı gerektiren konulardan bahsedilmemelidir. Zihinsel gelişimini henüz tamamlamamış çocuk, bunun gibi tehdit içeren anlatım ve nasihatlerden ürker, korkar ve ilerleyen zamanlarda da nefret eder hale gelir.
ZORLU SÜREÇ: TUVALET EĞİTİMİ
Çocuklar için altını ıslatmak oldukça keyif verici bir eylemdir. Çocuk tuvaletini yaparken haz alır. Dikkat etmişsinizdir, birçoğu altını ıslatacağı zaman duraksar, ebeveynin karşısına geçer, gözlerine masumca bakarak tuvaletini usulca yapar. Yüzündeki memnuniyetten de anlaşıldığı gibi çocuk tuvaletini yaparken haz alır, sakinleşir ve mutlu olur. Çocuğa tuvalet alışkanlığı kazandırmak ise onu bu olumlu duyguları yaşamaktan vazgeçirmektir.
-Tuvalet eğitimine önce büyük tuvaletten başlanmalıdır. Ardından gündüz küçük tuvalet ve son olarak da gece alışkanlığı kazandırılmalıdır.
-Tuvalet eğitimine başlandığı andan itibaren çocuğun ıslaklığı hissetmesini engelleyecek kaliteli bezler kullanılmamalıdır.
-Tuvalet alışkanlığı kazandırılmış çocuğa tutarlı davranılmalıdır. Bazen bez bağlayıp bazen bağlanmayan çocukların tuvalet eğitim süreci oldukça uzar.
-Çocuk gündüz altını ıslattığında (hava soğuk değilse ve sosyal ortam müsaitse) birkaç dakika ıslak altla bırakılmalıdır. Bu süre çok uzatılmadan temiz bir iç çamaşırla çocuğun üstü değiştirilmelidir.
-Çocuğun altı değiştirilirken psikolojik, duygusal, fiziksel şiddet uygulanmamalıdır. Çocuk ilk defa karşılaştığı bu ıslaklık ve utanma hissini kendi iç dünyasındaki dinamiklerle dengeleyip çözmeye çalışmalıdır. Yalnız “Offf bıktım ya!”, “Yine mi altına yaptın?” gibi cümlelerin, çocuğun oluşturmaya çalıştığı bu iç dinamikleri altüst ettiği akıldan çıkarılmamalıdır.
-2 yaşını geçmiş hiçbir çocuk altı ıslak olarak dolaşmaktan hoşlanmaz. Sizin ayrıca bir şey söylemenize gerek yoktur. Söyleyeceğiniz her ezici söz, süreci uzatacağı gibi çocuğunuzda farklı DAVRANIŞ bozukluklarının görülmesine de yol açabilir. O yüzden anne-babalar oldukça dikkatli olmalıdır.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında çocuk gündüz bol su ve sıvı içecekler tüketmeli. Ancak yatmadan en az bir saat önce artık vücuduna sıvı almamalıdır. Susamaya neden olacak yağlı, tuzlu ve tatlı yiyecekler çocuğa yedirilmemelidir.
-Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuğun altını ıslattığı saatler bir çizelgeyle tespit edilmeli ve çocuk o saatlere denk gelecek şekilde tuvalete götürülmelidir.
-Çocuk gece kaldırıldığında tuvalet ihtiyacını giderirken uykulu olmamalıdır. Önce uykusu ve bilinci açık hale getirilmeli, daha sonra ihtiyacını gidermesi istenmelidir.
-Çocuğuna tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışan bir anne, bol bol yedek çarşaf, nevresim, yedek iç-dış çamaşır bulundurmalıdır. Bu konuda sıkıntı yaşanmak anneyi agresifleştirir. Çocuk da bu durumdan olumsuz etkilenir.
-Çocuk gece altını ıslatmış ise asla örselenerek veya hırpalanarak yatağından kaldırılmamalıdır. Bu tarz DAVRANIŞlar çocuğun akıl sağlığı açısından oldukça tehlikelidir.
-Uykusu ağır çocuklara gece tuvalet alışkanlığı kazandırılması zor olabilir. Böyle durumlarda daha fazla gayret gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
-Erkek çocuklar sünnet ettirildikten sonra daha kolay tuvalet alışkanlığı kazanır.
-Uzun süreli uğraşlar neticesinde kazandırılamayan (özellikle) gündüz tuvalet alışkanlıklarında psikolojik veya fizyolojik sorunlar olabileceğiunutulmamalıdır.
-Çocuk her ne kadar iki yaşından itibaren mesane yollarını kendi iradesiyle kontrol altında tutabilme becerisine sahip olsa da bu kazanımı nasıl kullanacağını öğrenmesi gerekir. Bu itibarla bakıldığında; iki yaşına gelen çocuk psikolojik açıdan hazır değilse tuvalet eğitiminin kazandırılması da oldukça zor olur.
Doğal Ebeveynlik
Tanıtım
Bugün çocuklarda karşılaşılan problemlerin çoğunun temelinde, çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatar. Çocuk içinde hissettiği coşkuyla sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” ikazlarının, bir şeyleri merak edip birkaç soru sorsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisi için seçilen bir kıyafetin rengini beğenmediğini söylese “Sana elbise alanda suç zaten” şeklindeki bastırmaların, bir yemeğin damak tadına uymadığını ifade edecek olsa “Sende de hiç zevk yokmuş” gibi aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda, çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Bu kitapta çocukların DAVRANIŞları “öğrenme”sinin değil “edinmesi”nin, bir başkasını taklit ederek değil kendi “irade”sini ortaya koyarak istenen DAVRANIŞları kazanmasının yolları üzerine ufuk açıcı bir anlayışla karşılaşacaksınız.
Adem Güneş, çocukları ceza ve mükâfat kıskacına almadan, onlara insan olmanın değeri yaşatarak ebeveynlik etmenin mümkün ve değerli olduğunu dolu dolu bir içerikle aktarıyor. Doğal Ebeveynlik, duygularındaki özgürlüğü DAVRANIŞlarında disipline dönüştürebilen, “kendisi olabilen” çocukların anne babalarının yeni yol arkadaşı…
İçindekiler
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………..9
EDİTÖRDEN NOTLAR……………………………………………………………………11
DAVRANIŞ Eğitimi mi İrade Eğilimi mi?……………………………………………………15
Bizim Çocuğun içinden Hiçbir Şey Yapmak Gelmiyor…………………………………...17
“Merak” Anlayabilme Çabasıdır…………………………………………………………...24
Merak Duygusu Heyecan Oluşturur……………………………………………………….25
İtici Bir Güç Olarak “Taklit” Hevesi………………………………………………………27
Fıtrat Tetiklenmesi Nedir?…………………………………………………………………30
İnsan Olabilme Gücü: “İrade”……………………………………………………………..33
“Bilinçsiz irade” Kullanımından “Tercih Edici İradeye” Geçiş……………………………35
DAVRANIŞın öğrenilmesi mi Edinilmesi mi?………………………………………………..38
İrade Nedir?………………………………………………………………………………..41
Bağımlılık Halleri ve İrade………………………………………………………………...47
Sahte Benlik( İki yüzlülük Hali)…………………………………………………………....57
İnşan Olma Mayası: “Duyarlılık”………………………………………………………….63
Duyarsızlığın Belirtileri……………………………………………………………………..73
Doğal Olabilmek: “Kendi Gibi Olabilmek”……………………………………………….77
Fıtri Halin Bozulmaması……………………………………………………………………83
Ebeveynlik Sınırı……………………………………………………………………………95
Kaygılı Bağlanma………………………………………………………………………...100
Güvensiz Bağlanma………………………………………………………………………102
İkinci Doğum……………………………………………………………………………….105
Fıtratın Yaşanabileceği Özgür Bir Ortam………………………………………………..107
Yetişkinin Ürküten Bakışları……………………………………………………………...121
Hızlılık Duyarsızlaştırır……………………………………………………………………129
Duyguda Özgürlük DAVRANIŞta Disiplin………………………………………………….133
Güçlü Benlik Yapısı Neden Önemli?.................................................................................134
Koşulsuz Saygınlık İlkesi……………………………………………………………….….141
Değer Vermek Ne Demektir?…………………………………………………………….145
Merak Duygusu Yeniden Kazanılabilir mi?...................................................................…151
Ödül Yerine Hediye………………………………………………………………………..155
Sosyal Benlik Algısı Nedir?………………………………………………………………..159
1.Suçluluk Hissi…………………………………………………………………………..166
2.Değersizlik Hissi………………………………………………………………………..170
3.Yetersizlik Hissi………………………………………………………………………...172
Duyuların işlevselliği……………………………………………………………………….177
1.Soyut Düşünebilme……………………………………………………………………..176
Ne Yapmalı?…………………………………... ……………………………………...184
2.Sembol Kullanabilme…………………………………………………………………...188
Ne Yapmalı?...................................................................................................................191
Alışkanlık Bozukluğu Nedir?…………………………………………………………..193
Empatik Drama Oyunları Nedir?………………………………………………………195
3.Eşyaya Nüfuz Edebilme………………………………………………………………...197
Ne Yapmalı?…………………………………………………………………………...202
4.Algısal Hız, Ön Görü; Feraset……………………………………………………….…203
Eşya ile Hadiseler Arasındaki İlintiyi Görebilmek Nedir?…………………………….204
5.Bellek Gücü…………………………………………………………………………..…206
Önsöz
Bir insanın en büyük kazancı kendi gibi olabilecek güce erişmiş olmasıdır.
Günümüz anne babalarına “Kendi gibi olan değil, beklendiği gibi dan çocuk daha İyi çocuktur” telkininde bulunulsa da bir ebeveynin asıl başarısı çocuğunu fıtratını bozmadan, var olduğu hali ile yetişkinliğe taşımayı becerebilmesidir.
Bugün çocuklarda karşılaşılan neredeyse bütün problemlerin temelinde çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatmaktadır.
Çocuk içindeki coşku dolu hali İle sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” gibi ikaziann, azıcık merak edip öğretmenine birkaç soru soracak olsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisine alınacak bir kıyafetin rengini beğenmediğini söyleyecek olsa “Sana elbise alanda suç zaten…” şeklindeki bastırmaların, damak tadına uymayan bir yemeği ifade edecek olsa “Senin de hiç zevkin yokmuş” benzeri aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Çocuktan yetişkin olgunluğu beklemek çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır. Çocuk, çocuk olabildiği kadar kişilikli bir insan olabilir.
Çocukluğu engellemeler ve aşağılamalar içinde geçmiş kişiler yetişkinlik yıllarında maalesef agresif. huzursuz, duyarsız, asık suratlı, mutluluğu bir türlü beceremeyen ve kimi zaman zayıf kişilikli halleri ile hem kendilerine hem de çevresindekilere acı veren insanlara dönüşüyorlar.
Bu kitapta çocuklara “DAVRANIŞ öğretmek” için onların nasıl da ceza ve mükâfat kıskacına alınacağını değil, insana insan olmanın değeri yaşatılırsa her şeyin doğal seyri içinde nasıl da adım adım gerçekleştiğini bulacaksınız. Umarım toplumsal duyarlılığın oluşmasına katkı sağlayacak bir eser olur…
1.DAVRANIŞ EĞİTİMİ Mİ İRADE EĞİTİMİ Mİ?
Pek çok ebeveyn "çocuk eğitimi" nin çocuğa "DAVRANIŞ öğretmek" olduğu yanılgısına düşüyor. Bu nedenle birçok evde "düzgün dur", "düzgün otur", "dişlerini fırçala", "erken yat", "misafirlikte beni rezil etme" sesleri eksik olmuyor. Halbuki çocuk terbiyesi çocuğa "DAVRANIŞ öğretmek" değil "duyarlılık" ve "irade" kazandırmaktır.
Anne babalar her ne kadar "bizim çocuk ödevlerini yapmıyor" şeklinde bazı "DAVRANIŞlardan" şikayetçi olsalar da bir çocuğun ödevinin başına bir türlü oturamaması çoğunlukla onun iradesi ile ilgilidir. Çocuk yarım saat dersin başında oturabilecek kadar kendine güç yetiremiyor yani iradesini kullanamıyorsa buradaki sorun DAVRANIŞ sorunu değil, kendini "yönetememe" sorunu-dur. Bir başka deyişle irade kullanamama sorunudur. Ebeveynler çoğu defa baskı ve zorlama ile çocuklarına DAVRANIŞ öğretmeye çalışırken onların duyarlılıklarını ve iradelerini kırdıklarını fark edemiyorlar. "Alışkanlık kazansın" diye zorla yataktan kaldırılan, söylene söylene okul servisine bindirilen, odasını toplamadığı için aşağılanan, ödevler yüzünden her an azar işitmeyi bekleyen bir çocuk kendisinden beklenen DAVRANIŞları yerine getirse de aslında “duyarlılığını ve iradesini” kaybetmektedir.
-İçselleşmemiş bir DAVRANIŞın kalıcı olması mümkün değildir.
-Tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur.
-Bir yetişkin kendini çocuk adına geliştirmedikçe kaba bir eğitimciden başka bir şey olamaz.
-Ebeveynler genellikle güçlerinin ötesinde bir hız ile karşılaştıklarında çocuklarına “hiperaktif” etiketini yapıştırırlar. Bu, çocuğa yapılacak büyük bir haksızlıktır.
-Erken çocukluk döneminde çocuk terbiyesi taklitlerden ibarettir.
2. İNSAN OLABİLME GÜCÜ: “İRADE”
İlk çocukluk dönemindeki "merak duygusu" ve "taklit yeteneği" belli bir yaşa kadar itici rol oynayabilir. Çocuk gerek eğitimde gerek birtakım DAVRANIŞlar kazanmada üstün bir rol sahibi olabilir. Ancak yaratılıştan zaten var olan bu hazır içsel güçler bir süre sonra azalarak tükenecektir.
Ebeveynler çocukluk döneminin bu en masum iki içsel gücünü bir basamak yaparak kişilik ve karakter eğitiminin bir üst basmağı olan "irade" kullanımını çocuklarında geliştirmelidir. Bir önceki dönemde ebeveynler sadece kendi örnek yaşamlarını çocuklarına sunarak onlara birtakım DAVRANIŞlar kazandırsa da, kişilik kazanımının asıl kökeni çocuğun sahip olduğu iradeyi kendisinin kullanabilir duruma gelmesidir. Belki de çocuk terbiyesinin en kritik aşaması işte burasıdır.
-İlerleyen yaşlarda irade sadece merak duygusunun yönlendirilmesini değil, merak ettiği halde çocuğun bazı yerlerden uza durmasını da kapsamalıdır.
-Edinmek ruhun öğrenmesidir ve kişinin karakterini oluşturur. Edinilen bilgi unutulmaz.
-Bir insan aşağılanarak ve baskı ile kendisinden istenilen DAVRANIŞı sergiliyorsa kişilik kaybına uğrar. Bu, çocuk için de böyledir.
-Başlarına inat kendi başarısını kazanmaya çalışan kişilerin elde ettiği başarı değil, kendisini “sunma” başkalarına kendini kabul ettirme çabasıdır.
-Çocuk ancak yapabildiği işlerle iradesini geliştirir.
-Vazgeçmemek iradesizliktir.
-Çocuk ne kadar yapabiliyorsa yetişkin o kadarına razı olmalıdır.
-Mütevazılığını kaybetmiş kişiler genellikle “irade” sahibi değil “hırs” sahibidirler.
3. SAHTE BENLİK (İKİ YÜZLÜLÜK HALİ)
Sahte benlik kişinin olduğu gibi değil etrafındaki insanların kendisini görmek istediği gibi davranmaya çalışmasıdır.
Sahte benlik iki şekilde oluşur. Birincisi şiddetten kaynaklanan sahte benlik oluşumudur. Çocuk içindeki coşku ile var olmaya çalışırken zarara uğratılırsa uğradığı zarardan kurtulmak için kendisinden istenilen DAVRANIŞları sergilemeye başlar. Örneğin, küçük kardeşi ile girdiği çatışmalarda ebeveyni tarafından hep "Sen onun ağabeyisin ne istiyorsa versen ne olur?" diye hitap edilen bir çocuk, kardeşinin haksız DAVRANIŞlarına "problem çıkmasın diye" boyun eğmeye başlamışsa kardeşi ile girdiği ilişkide kendi gibi değil kendinden beklendiği gibi davranmaya başlamış demektir. Bu durumdaki çocuklarda genellikle küçük kardeşe karşı kıskançlık, öfke, nefret duyguları oluşur. Halbuki kardeşler arasındaki ilişkide kavga çıkmasın diye büyük çocuğa sorumluluk yüklemek ve ondan "ağabeylik/ablalık yapmasını istemek" yerine iki çocuk arasında adaleti tesis etmek gerekir. Haklıyı veya haksızı savunmak çocukta suçluluk hissi uyandırır.
-Çocuğuna aşırı düşkün ebeveynler çocuklarının benliklerini yaşamasına engel olurlar.
-Duygusal gelişimi zayıf olan kişiler ahlak zafiyeti taşımaya adaydır.
4. İNSAN OLMAK MAYASI “DUYARLILIK”
Çocuklarda irade kazanımı devam ederken “duyarlılık gelişim süreci” de ihmal edilmemelidir. Zira duyarlılık olmadan elde edilmiş bir irade bir hiçtir hatta yıkıcıdır. Bütün zarar vericiler irade sahibi oldukları halde duyarlı olmayanlardır.
-Güçlü iradeye sahip olması istenen çocukların çevreyi tanıma girişimleri desteklenmelidir.
-Duyguları engellenen çocuklar yetişkinlik yıllarında öfke kontrol bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve panik atak gibi rahatsızlıklara doğru adım adım yol alırlar.
5. DUYARSIZLIĞIN BELİRTİLERİ
Bir gün Anadolu'da bir seminerde, "Duyarsız çocuklar duymazlar" diye bir söz söylemiştim. Programın çıkışında bir anne yanıma yaklaştı ve ıslak gözlerle "Hocam, bizim çocuğun da duyarsızlaştığını düşünüyorum" dedi. Ben "Nereden anladınız?" diye sorduğumda "Ben ona sesleniyorum, beni duymuyor, daldığı oyundan ayrı1ıp beni dinlemiyor?" cevabını verdi. Halbuki benim tarif ettiğim "duyamama hali" kulaktan duymak değildi.
İçsel bir sızıdır duyabilmek. Gözler kapandığında sanki kalbin üzerinde bir ince sızı hissettirir duyabilme hali. Ancak bu "duyamama" hali son noktadır. Peki, bu aşamaya gelirken çocuklarda hangi durumlar göze batar?
-Duyarsızlık sürecindeki çocuk internet ve televizyona karşı aşırı bağımlılık taşır.
-Duyarsızlık dönemine giren çocuk hızlanır.
-Duyarsızlaşan çocuk mahcubiyet ve utanma hissini de kaybetmeye başlar.
-Duyarsızlaşan çocuklar çok sık yalan söyler, sıklıkla bahaneler üretir.
-Duyarsızlığın ilk evresi “edilgen” kişilik yapısıdır.
6. DOĞAL OLABİLMEK: “KENDİ GİBİ OLABİLMEK”
Aslında çocukluğun ilk yılları çocuğun iradesinin en güçlü olduğu yıllardır. Düşünürseniz, iki-üç yaşındaki bir çocuk ne istediğini bilir ve o istediğini sonuna kadar direnç göstererek elde etmeye gayret eder. Gerekirse ağlar, hırçınlık gösterir veya kendini yerlere atar.Çocukluk döneminin bu güçlü iradesi yıkılmadan, ezilmeden ve pişman edilmeden ileriki yıllara taşınırsa çelik gibi güçlü iradeye sahip çocuklar yetiştirilebilir.
Ancak ebeveynler küçük hesaplar nedeniyle, “Bu çocuk daha bu yaşta bizi dinlemiyor, büyüyünce hiç dinlemez, ezelim başını” derken aslında çocuğun başını değil çelik gibi güçlü iradesini eziyor. Birçok çocuk ebeveyni ile girdiği bu izzet savaşından şaşkın, çaresiz ve perişan bir halde çıkar. Birçok çocuk bu savaşın sonunda heyecanı sönmüş olarak yaşama tutunmaya çalışır. İradesini kullanamaz, zira iradesini kullandığına ve kullanacağına pişman edilmiştir. Böylesi çocuklar toplum içinde daha çok “özgüveni yok” diye tanımlanır. Halbuki çocukta olmayan şey özgüven değil iradedir. Bir başka deyişle yapabilme becerisidir yok edilen şey. Şimdi çocuk korkak, sinmiş ve çekingen bir halde bir güçlüye dayanarak yaşamaya çalışmaktadır.
-Doğal ebeveyn modelinde anne ağırlıklı olarak “şefkat ve sevgiyi” sağlarken baba daha çok “kararlılık ve otorite”yi sağlayacak bir rol üstlenir.
7.FITRİ HALİN BOZULMAMASI
Çocuğun güçlü bir iradesi olabilmesi için o çocuğun doğal, fıtri olması gerekir. Zira irade doğal yaşamdan beslenir. Çocuk ne kadar suni ve başkalarına benzeyen bir yaşam sürerse çocuğun iradesi de o kadar zayıf olur. Çocuk ne kadar kendisi olabilirse o kadar güçlü bir iradeye sahip olur. Bir insanın kendisi olabilmesi haline de “doğal” veya “fıtri” olması diyoruz.
Ancak bir çocuğun kendi fıtratını ortaya koyabilmesi için üç temel şart lazım. Çocuğa bu üç temel şart sağlanabilirse o çocuk kendi çekirdeğini çınara çevirebilir. Yoksa çocuğun özü, çekirdeği toprak altında kalır.
Çocuğun kendi özündeki fıtratını ortaya çıkarabilmesi için gerekli şartlar: duygusal destek, yeterince özgür bir ortam, koşulsuz saygı…
-Bir annenin tükenmişliği genellikle çok yorulmasından değil, eşinden yeterince duygusal destek alamamasından kaynaklanır.
-Çocuk duygu dünyası ile çocuktur. İlk yılların çocuksu coşkusu engellenmemeli ki çocuk ne ise o olabilsin ve öyle de kalabilsin.
-Çocuğun insan olmaktan kaynaklanan kıymeti vardır. Ona Yaratan’dan ötürü saygı duyulması gerekir.
8.EBEVEYNLİK SINIRI
Birçok ebeveyn, çocuklarının sorumluluklarını öylesine üstlenirler ki neredeyse onları sahiplenmişlerdir.
Onların yemesini, içmesini, uyumasını kendilerinin düzene koyacaklarına inanırlar. Ancak ebeveynlik bir çizgiye kadardır. O çizginin ötesine geçmek çocuğun gelişimine zarar verir. Çünkü insanı mükemmel surette yaratan Allah onun gelişim çizgisini de kendisi tayin etmiştir. Çocukların edindiği birçok yeteneğin ebeveyn ile ilgisi yoktur. Çocuğun bebeklikten başlayarak yetişkinliğe kadar devam eden gelişim sürecinde ebeveynlerinden bağımsız bir plan, program ve düzen vardır. Çocuklarıyla problem yaşayan birçok ebeveyn işte bu düzene uygun hareket etmeyen ebeveynlerdir.
-Çocuğun ruhsal gücünün kaynağı bağlanmalardır.
-Çocuğun annesine bağlanmasında sorun oluşuyorsa annenin de çocuğuna bağlanmasında sorun olur.
9.İKİNCİ DOĞUM
Çocuk aslında dört yaşında doğar. Evet, belki çocuk fizyolojik olarak dört yıldır bizimle beraberdir ancak dört yaş öncesi ruhen henüz doğmamıştır.
Çocuğun anne karnında geçirdiği zaman dilimi fizyolojik doğumuna hazırlandığı süredir. Doğumdan dört yaşına kadar geçen zaman ise ruhsal doğumuna hazırlandığı süreçtir. Nasıl ki dokuz ay fizyolojik olgunlaşma için gerekli ise dört yıl da çocuğun ruhsal olgunlaşması ve yaşama gözlerini açabilmesi için gerekli olan süreçtir. Bundan dolayıdır ki çocuklar üç buçuk-dört yaş civarında kardeş, arkadaş isterler; okula gitmek, dışarıda oynamak isterler. Tıpkı anne karnındaki çocuğun vakti gelince dışarı çıkmak istemesi gibi, ruhsal olgunluğa ulaşan çocuk da artık evden dışarı çıkmak ister. Çocuk bu dönemde sanki uykudan uyanmış gibi gözlerini açar ve çevresini ilk defa görmeye başlar.
10.FITRATIN YAŞANABİLECEĞİ ÖZGÜR BİR ORTAM
Çocuğun birinci bağını emniyete alıp ikinci bağlanma dönemine girmesi için özgür bir ortama ihtiyacı vardır. Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
Bu dönem çocuğun fıtratının, mizacının ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Ancak çocuk birinci bağlanmadan ayrılıp ikinci bağlanmaya geçtiği bu dönemde kendini engellenmiş hissederse kendi gibi olmaktan çekinir. Çocuğun bu dönemde engellenmesi, onu agresif ve huzursuz yapacağı gibi onun “zihinsel” ve “fiziksel” gelişimini engeller, duygusal gelişimini geriletir.
-Çocuk yetişkinlerin kendisine sunduğu özgür bir ortamı “duyabilir” ve “hissedebilirse” ikinci doğum gerçekleşecektir.
-Ebeveyn çocuğuna “baskı ve zorlamalar” yaparak onu istediği “kıvama” getirmeye çalışmak yerine “çocuk kimdir” ve “hangi yaşta ne yaşıyor?” sorularının farkındalığını kazanmalıdır.
-Akşam erken yatmak, sabah erken kalkmak, güne ailece başlayabilmek kaliteli yaşam süren bir ailenin en temel özelliğidir.
11. YETİŞKİNİN ÜRKÜTEN BAKIŞLARI
Çocuğu kendini ifade edebileceği saygın bir ortamdan alıkoyan en temel etkenlerden biri ebeveynin çocuğa yönelttiği aşağılayıcı ve ürkütücü bakışlardır. Aşağılamalar içinde en derin iz bırakanı, bakışlarla yapılan aşağılamadır.
Aslında kişinin kendisinde üstünlük vasfı varmış gibi birini aşağılayarak ona bakması, toplumumuza sızmış hastalıklı bir haldir. Çünkü bizim insan ilişkilerindeki en temel çizgimiz, “tevazu”dur. Tevazu sahibi olmayan biri için Anadolu’da, “Firavun ahlakı var.” denilir. Başkasını hor gören, aşağılayan insanlar için, “Allah onun şerrinden korusun.” denilir.
-Birçok ailede çocuk, yetişkin bakışlarıyla ezilir.
-Ebeveynler çocuklarını gözleriyle, sözleriyle ezmemelidir.
12. HIZLILIK DUYARSIZLAŞTIRIR
Her çocuğun kendine ait dinginliği, yavaşlığı vardır.
Bir ebeveynin çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onun dinginliğini bozmamaktır.
Ancak yetişkinler çoğu defa “Hadi, çabuk ol.”, “Giy ayakkabılarını.”, “Oyalanma, çabuk yap dersini.”, “Çabuk bitir yemeğini.”, “Hızlı oku.”, “Hızlı yaz.” diyerek çocuğun içsel ahengi ile uyumlu bir şekilde geliştirdiği dinginliği bozduklarının farkında değildir.
Çocuk kendi ritmi içerisinde yavaşça resim yaparken o yaptığı resimden büyük haz alır. Yeni yeni yazı yazmaya başlayan bir çocuk kalem tutarken, sayfanın üzerinde bir harfi eğerek, bükerek ve büyük bir dikkatle yaparken birçok yeteneğini geliştirir. Bu esnada çocuk dikkat toplama gücü elde etmekte, algı gücünü yükseltmektedir. Zira algı gücü, yavaşlıkla direkt ilgilidir. Kişi hızlı hareketle kendini duyarsızlaştırmayı bilinç altı bir dürtü olarak alır.
13.DUYGUDA ÖZGÜRLÜK DAVRANIŞTA DİSİPLİN
Çocuk ilk dört yaş döneminde mümkün olduğunca serbest bırakılmalı, onun eşyayı tanımasına izin verilmelidir. Sadece eşyayı tanıma değil, eşyanın işlevini öğrenme gayretindeki çocuk da engellenmemelidir.
Bir çocuğun duygu dünyasının özgür olmasından, o çocuğun var olduğu haliyle kendisini ortaya çıkartabilmesi için anne babanın doğal bir zemin hazırlaması anlaşılmalıdır. Çocukluk yıllarına ait her türlü duygular masumdur. Çocuk bu masum döneminde duygu dünyasını ne kadar özgürce yaşayabilirse, o kadar güçlü bir benlik yapısına sahip olur.
Burada bir noktanın da altını çizmekte fayda var. Maalesef günümüzdeki övünme üzerine kurulu yaşam tarzı, anne babaların çocuklarını “el aleme göre yetiştirme” çabası, çocuğun doğal olmasının yani duygularını özgürce ifade etmesinin önüne geçiyor.
Eğer bir çocuk duygularını olduğu gibi ifade edebilecek bir aile ortamı içindeyse, gerektiğinde öfkesini yaşayabiliyorsa, kızgınlığını, kıskançlığını ifade edebiliyorsa, bu durum anne babalar için bir sorun değil, kârlılık halidir.
Erken dönemde eşyaları tanıyan ve eşyaya hükmedebilmeyi başaran çocuğun ilerleyen yıllarında güçlü bir benlik yapısı ile nefsine hâkim olması kolaylaşır. Zira erken çocukluk döneminde çocuğun iradesini kırabilecek güçte dürtüleri henüz uyanmamıştır. Çocuk duygularını tanıma fırsatı bulur ve bunları kontrol etmeyi başarırsa, ergenlik döneminin en güçlü duygusu olan cinselliğe karşı güçlü bir duruş sergileyebilir. Aksi halde hazza esir olan çocuğun kişiliği de, kendine saygınlığı da yavaş yavaş kaybolur. Çünkü ancak kendine gücü yeten kişi kendine saygı duyar.
14.KOŞULSUZ SAYGINLIK İLKESİ
Kişinin en kıymetli yanı insan olmasıdır. İnsan bir başkasının kabul etmesi ile değil, insan olduğu için insandır. İnsan, insan olduğu için saygı görür; birtakım koşulları yerine getirdiği için değil. Kişiye saygın bir şekilde davranılmıyorsa, saygı görmeyen kişinin saygınlığını değil, o kişiye saygı göstermeyen kişinin saygın bir kişi olup olmadığını düşünmek gerekir. Zira kendisine saygısı olan kişi, başkalarına da saygı gösterir. Kendini değersiz bulan kişiler ise başkalarına değer veremez.
Çocukluk yıllarında çok hırpalanmış, aşağılanmış, küçük düşürülmüş ve böylece kendi saygınlığını oluşturamamış bir kişinin kendi çocuklarına saygıdeğer davranması ancak bu kişinin kendi trajik durumunu fark etmesi ve değiştirmesi ile mümkündür.
-Çocuğunun çocuksu DAVRANIŞlarını tebessümle karşılayabilmek bir ebeveynlik zaferidir.
-İç düzeni olmayan çocukların en belirgin sorunu dikkat dağınıklığıdır.
-Bir yetişkin için çocuğa saygın davranmak ona bir lütuf değil zaten hakkı olan şeyi sunmaktır.
15.ÖDÜL YERİNE HEDİYE
Ebeveynler çocuklarına birtakım DAVRANIŞlar kazandırmak için onları ödüllendirmeyi tercih ediyorlar. Beklenen DAVRANIŞı gerçekleştiren ve bunun için ödüllendirilen çocuğun o DAVRANIŞının pekişeceğini düşüyorlar. Ancak çocuk dünyasını yakından gözlemlediğimizde durumun hiç de düşünüldüğü gibi basit olmadığını görüyoruz.
Bir DAVRANIŞın karşılığının verilmeye çalışılması o DAVRANIŞın kıymetinin ancak verilen ödül kadar olduğu izlenimini uyandırır. Halbuki hediyeleşmenin, herhangi bir DAVRANIŞ karşılığında olmadığını, kişiye hiçbir koşul olmadan duyulan sevgiden kaynaklandığını görüyoruz. Karşılığı olmayan, sadece “aklıma geldiği için” veya “seni düşündüğüm için alıyorum, veriyorum” denilen bir şeydir hediyeleşme. Bir karşılık beklendiğinde ise zaten hediye hediye olmaktan çıkar.
Bir kişinin kendisine çevresi tarafından nasıl davranıldığı o kişinin benlik saygısını veya sosyal benlik algısını oluşturur. Kendisine koşullar öne sürülerek muamelede bulunulmuş çocukların “benliği” kaygılıdır.
16. SOSYAL BENLİK ALGISI NEDİR?
Aslında insanlar kendilerinin başkaları tarafından nasıl görüldüğünü bilinç altından sezerler. Başkalarının kendilerine bakışlarından, konuşmalarından, koşullandırmalarından, ne kadar değer verip vermediklerini hissederler.
Çocuklar için de bu böyledir. Çocuk ebeveynin kendisi ile geçirdiği vakitlerde ne kadar mutlu olduğunu ya da olmadığını görür. Bu da çocuğun kendisinin ebeveynin gözünde kıymetli olup olmadığının veya ne derece kıymetli olduğunun algısını oluşturur. Çocuk, yetişkinlerin olaylar karşısındaki tepkilerine göre onların gözündeki değerini hissetmeye çalışır. Böylece çocuk kendi “sosyal benlik algısını” oluşturur. “Ben insanların gözünde böyle biriyim.” der. Çocuğun kendine nasıl baktığıyla ilgili kendisinde oluşan bu algı çocuğa değersizlik hissi hissettiren bir nitelikteyse bu, “sosyal benlik kaygısı”na dönüşür. Böylece kişi kendisini başkalarının yanında yetersiz, güvensiz, ezik hisseder. Çocukluk yıllarında edinilen bu hissediş kalıcıdır.
-Ebeveyni tarafından aşağılanan çocuk, aşağılandığına değil, kendisinin aşağılık biri olduğuna üzülür. Çünkü çocuk inanır, ebeveyninin kendisini aşağılamasını haklı görür.
-Sosyal benlik algısı başkalarının kişiye bakışı ile oluşur. Kişi kendisini değerli görse de, başkalarının gözünde hâlâ değersiz olduğunu zannettiği için hakettiği değeri kendine vermekte zorluk çeker.
-Günümüzde “özgüven eksikliği” diye tanımlanan çocukların temelinde yatan his “yetersizlik” hissidir.
17. DUYULARIN İŞLEVSELLİĞİ
“Saygıdeğer” bir ortamda “duygusal yakınına bağlanarak” “güven” içinde bir çocukluk dönemi geçiren çocukların temel insani yeteneklerinin işlevsel olduğunu görüyoruz. Bu özellikler, çocuğun kendini var olduğu hali ile ortaya koyabilmesinin doğal sonucudur. Bunlar; soyut düşünebilme becerisi, sembol kullanma becerisi, eşyaya nüfuz edebilme becerisi, Algısal hız (eşya ile olaylar arasındaki bağlantıyı çözebilme), yüksek bellek gücüdür.
- Soyut düşünebilme yeteneği, “gerçekçi” hayal kurabilmekten tutun, geleceğe ait bütün planlamaların yapılabileceği bir alandır.
-Soyut düşünebilme sadece duygu dünyasına ait bir yetenek değildir; aynı zamanda zekânın da bir işlevidir.
- Maalesef, incitilen ve aşağılanan çocukların soyut düşünebilme yeteneği körelir.
- Hem kendisinde hem de çocuğunda soyut düşünme yeteneğini körelten ebeveynin yapması gereken, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “detaylara yoğunlaşmak” olmalıdır.
- İnsanların bir kısmı doğayı seyrederken gördüğü her bir eşyadan farklı anlamlar çıkartabilirken, bazıları ise eşyanın kendi görünüşünün dışına çıkamaz.
- Semboller bir anlam taşır ve çocuk hangi DAVRANIŞın hangi anlama geldiğini, hangi ses tonunun ne olduğunu ailesiyle olduğu süre içinde anlar.
- Alışkanlık bozukluğu, bir problemin çocuk üzerinde alışkanlık olarak kalması durumudur.
-Çocuk daha en erken çocukluk döneminden itibaren “önce eşyayı tanımaya” sonra “tanıdığı eşyaya hâkim olmaya”, “hâkimiyetinin sınırlarını çizmeye” ve sonra da o eşya üzerinde “kendisini var etmeye” çabalar.
- Eşyayı tanıyamamış, ona nüfuz edememiş bir çocuk eşyaya kötü davranır, zarar verir.
- Eşyayla bütünleşememiş çocuk eşyadan korkar. Böyle çocukların bir çoğunda gece korkuları vardır.
- Kalbine ilham gelen, ruhunun derinlerinde insanı hissedebilen, hissetme yeteneği olan, bir insanın canını yakabilir mi?
- Duyma yeteneğinin bir sonucu da kişinin “feraset” sahibi olmasıdır.
- Olayları dar bir gözlükle gören, olaylar arasındaki ilişkiyi göremeyen bir ebeveyn, çocukta doğal bir yetenek olan ferasetin kullanılmasının önüne geçer.
- Problem çözme yeteneği olmayan, olayları kaba kuvvet, zor kullanma ve şiddet ile çözmeye çalışan bir öğretmenin de çocuklara aktardığı şey “şiddet”tir.
Mahremiyet Eğitimi
Tanıtım
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için "tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç" gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır.
Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler…
Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir.
Pedagog Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara "zarafet ve nezaket" kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi'nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor.
İçindekiler
Başlarken... 9
NEZAKET VE ZARAFET İÇİN MAHREMİYET 15
Duyguların Yönetimi Eğitimi 15
Mahremiyet Eğitimi Yanılgısı 17
Zarafet ve Nezaket 19
Ruhsal İncelme 20
Zarafet Edinimi Yaşı 23
Nezaket Nedir? 24
Yeniden Zarafet... 25
İnsan Hissedebildiği Kadar Yaşar 29
Ruhun Kendini Emniyette Hissetmesi 30
1. Fiziksel Aura 31
Fiziksel Auranın Yıkılması 34
Fiziksel Aura Mesafesi 35
Çocuğu Öperken İzin Almak 39
2. Zihinsel Aura 41
3. Duygusal Aura 45
MAHREMİYET EĞİTİM SÜRECİ 49
Yönlendirme - Rehberlik Etme 51
Utanma ve Mahcubiyet 55
Temel DAVRANIŞ Refleksi Kazanımı 61
Mahremiyet Bilincini Oluşum Süreci 63
Temel DAVRANIŞ Refleksi Oluşum Süreci 64
1. “Bedenim bana aittir” bilinci 65
2. “İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci 69
3. “Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi 71
4. Fiziksel baskıya direnme gücü 76
5. “Vücudum görünmemeli” hissi 81
6. “Banyoda çıplak olunmamalı” bilinci 84
7. “Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci 88
8. “Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi 90
9. “İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi 94
10. Akraba-Çevre Farkındalığı 96
11. “Biz” Bilincini Geliştirme 97
Cinsel Eğitim mi, Mahremiyet Eğitimi mi? 105
İstenmeyen gebelik ve bulaşıcı hastalık korkusu 107
Cinsel eğitim ile mahremiyet eğitimi arasındaki farklar 108
Sosyal DAVRANIŞ Becerisi Kazanımı 113
1. Öfke Suiistimali Önler 114
Öfke, Sosyal Hayatı Düzenler 116
Öfke, Tacizden Korur 116
Sosyal Hayatın Provası Evde Yapılır 117
Öfkenin Önüne Geçilmeli midir? 118
Öfke Kontrolü 118
Öfke-Vicdan Dengesi 119
Çocuklar Anne-Babasının Aynasıdır 122
Çocuk Vicdanını Anne Babadan Besler 124
Vicdanım Ne Kadar Hassas? 124
Bahane Vicdanı Zayıflatır 125
Değerler Bilinci ve Vicdan 126
Yalan, Vicdanı Duyarsızlaştırır 127
Adalet, Vicdan Duygusunu Geliştirir 129
Tüm Canlıları Hissedebilme... 129
Ceza, Duyarsızlığa Yol Açar 131
2. “Hayır” Diyebilmeyi Öğrenmek 132
BİLİNÇLİ ŞÜPHECİLİK 137
Ebeveynin Tedirginliği Çocuğa Yansır 137
Tacizin Şahidi Olmaz 142
Taciz Yaşayan Çocuklardaki DAVRANIŞ Bozuklukları 145
1. Erkek Çocuk “Maço” Kimlik Benimser 147
2. Kız Çocuk İçe Kapanır 149
3. Erkek Çocuk “Agresif”, Kız Çocuk “Depresif’ Olur 152
4. Erkek Çocuk Kızlarla Oynamayı Bırakır 155
Önemli Bir Ayrıntı: Cinsel tacizle eşcinsel eğilim
arasında bir bağlantı var mı? 157
5. Erkek Çocuk Güç Kazanmak, Kız Çocuk Güçlüye
Sığınmak İster 163
6. Kız Çocuk, Yaşından Büyük Davranır 168
7. Geçici Hafıza Kayıpları Yaşanır 169
TACİZ NEDİR? 171
Taciz Nedir? 173
Duygusal Taciz 174
Fiziksel Taciz 174
Taciz İstatistikleri ve Tehlikenin Yakınlığı 174
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR 177
1. Tacizciler, genellikle bekâr veya yalnız yaşayan,
problemli kişilerdir. 177
2. Cinsel tacizde bulunabilecek kişilerin büyük kısmının
kıyafetleri kötüdür, görünüşü anormaldir, ekonomik
durumu zayıftır. 179
3. Tacizciler genelde orta yaşlı kişilerdir. 179
4. Tacizci yaptıklarından pişmanlık duymaz. 180
5. Ceza artarsa, tacizci sayısı azalır. 181
6. Pedagoglar, doktorlar, öğretmenler bir suiistimal
varsa hemen aileyle irtibata geçer. 182
7. İhmal edilmiş ve parçalanmış aile çocukları potansiyel
kurbanlardır. 183
8. Genellikle hedef kız çocuklarıdır. 183
9. Çocuklar zarara uğratıldığını hayal edip gerçekmiş gibi
söyleyebilir. 183
10. Parklar, genel tuvaletler, karanlık yerler, boş inşaat
sahaları riskli bölgelerdir. 184
11. Tacizciler hedef olarak kendini tanımayan çocukları
seçer. 184
12. Bir suiistimalin yaşandığı semtte, olayın tekrar etme
ihtimali zayıftır. 185
13. Tacizci, rastgele bir anda, rastgele bir hedefe yönelir. 185
14. Pornografi tacizi yaygınlaştırır. 186
15. Tacizci, çocuğu genelde bir kez zarara uğratır. 187
16. Öz babanın kendi çocuğunu taciz etmesi hemen hemen imkânsızdır. 187
17. Aşırı alkol ve uyuşturucu madde kullanımı suiistimal
riskini artırır. 188
18. Taciz, sadece psikolojik bir hastalıktır, fiziksel veya
nörolojik bağlantıları yoktur. 188
19. Kişi, uygulamadığı sürece, suiistimal eğilimi
taşımasında bir sakınca yoktur. 188
20. Zarara uğratılmış biri tacizci olmaz. 188
21. Zarara uğratılmış kişi psikolojik destek alarak
yaşadıklarını unutabilir. 189
Çocuklukta Yaşanan Suiistimalin Yetişkinlikteki Karşılığı
Nedir? 190
Soyut-Gerçek İç Çatışması: 190
Somut-Gerçek İç Çatışması 192
SON SÖZ 193
Önsöz
Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın misafiriydik. Öğle sıcağında buz gibi çaylarımızı yudumlarken yanında misafiri olduğumuz arkadaşımız, “Falanca semtte, filanca isimli yaşlı bir zat yaşar. Bilge kişiliğiyle bölgede tanınır. İlim meclislerinde onun sözleri sıklıkla geçer... Arzu ederseniz, hava kararmadan bu bilge zata ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda hepimiz, “Hay hay, neden olmasın!” diye karşılık verdik.
Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, düşe kalka yolculuk yaparken yanımızdaki arkadaşımız, bu bilge şahıs hakkında birçok olay anlattı. Yol uzadıkça sohbet koyulaştı. Sohbet koyulaştıkça, merakımız da artmıştı.
Bir süre sonra aracımız, yeşillikler arasındaki heybetli büyüklüğüne inat, mütevazı bir bağ evinin önünde durdu. Kapı önünde bir aracın durduğunu gören yaşlı zat, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde usulca ayağa kalktı ve bahçe kapısından selam veren bizlere, “Buyurun buyurun...” diyerek bizi içeri davet etti. Geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimiz söyleyince çok memnun oldu.
Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimiyle büyük bir olgunluk ve vakar içinde, bizleri asma dallarının altındaki sedire davet etti. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi.
İçimizden bir arkadaşımız, günümüzde çocuk terbiyesinin ne kadar zor olduğundan bahsetti, ahlaksızlığın ne kadar hızla yayıldığından şikâyetçi oldu.
Yaşlı zat, tüm söylenenleri sakin ve olgun bir tavırla, “Doğru.” diye onayladı. Elinde tuttuğu tiryaki bardağından çayını yudumladıktan sonra derin bir nefes aldı, “Sizi tenzih ederim... Kusura bakmazsanız, günümüz anne-babaları hakkına düşüncelerimi arz edeyim.” dedi ve konuşmasını sürdürdü. “Günümüz anne-babalarının galiba en büyük sorunu ‘çokbilmişlik’... Bugün anne-babalar maşallah her konuda her şeyi biliyorlar, ama iş, asıl kendi meseleleri olan aile hayatına, çocuk yetiştirmeye gelince çaresiz kalıyorlar. Problemlerin içinden çıkamıyorlar. Annelik nasıl yapılır, babalık nedir bilmiyorlar… Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.”
Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, sükût içinde devam eden bu sohbeti can kulağı ile dinliyorduk…
“Günümüz anne-babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyorlar!” Yaşlı zat, bir süre sustu ve uzaklara baktı, sonra devam etti. “Evvelden çocuklar yetiştirilirken bir ‘mahremiyet’ eğitimi vardı. Eskiler mahremiyet eğitimine hayati derecede önem verirdi. Şimdiki anne-babalara bakıyorum, daha mahremiyetin ne olduğunu bile bilmiyorlar...” dedi ve iç çektikten sonra, “Özetle, anneler çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diye ekledi.
Konuyu biraz daha açması için, “Nasıl yani, örnek verir misiniz?” diye bir soru yönelttik kendisine.
Yaşlı zat, “Örneğin günümüz çocuklarını gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, çocuğun kıyafetleri oyun esnasında kirlenmiş olsa… Annesi, çocuğun kirlenmiş elbiselerini herkesin ortasında çıkarıp üstünü değiştirebilir. Buna alışmış olan çocuk da kıyafetleri üzerinden çıkartılırken hiç utanıp sıkılmaz, mahcup olmaz… Bu çok yanlış. Anne-babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar.” dedi.
Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri zihnimizde tek tek karşılık buluyordu. Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne-babaların nasıl yanlışlar içine olduğunu örneklendiriyordu:
“Ya da bir başka örnek vereyim size... Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani 7-8 yaşlarında, ama bakıyorsunuz ki banyo yaparken, ‘duş’ denen bir fıskiyenin altında anne-babasıyla kucak kucağa banyo yapıyor. İkisi de çırılçıplak... Olmaz ki böyle, böylesi bir DAVRANIŞ çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir. Çocuk belli bir yaştan sonra anne-babasını kıyafetsiz görmemelidir. İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki bir genç kızın iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Düşünün ki şu oturduğumuz sedirlere bir grup hanım otursun. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da şu çalıların arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca ‘estağfirullah’ denir... İşte bu hal mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın halidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarında mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen bir çift hain gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder.”
Bu yaşlı zatın seksen küsur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.
Güvenli Bağlanma
Tanıtım
Hayat bağlanmalardan ibarettir.
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından "yaşama" ve "yaşamaya" bağlanma… Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır. Ve bu duygusal kazanım ancak çocukluk yıllarında edinilir.
Bebeğin, kendisini tümüyle bebeğine bırakmış annesinin kucağında huzur bulmasıyla başlayan, yetişkinlik yıllarında romantik bağlanmalara kadar devam eden hayatın ana çizgisidir bağlanma.
Pedagog Adem Güneş yeni kitabı Güvenli Bağlanma'da insanın olmanın, kişilik gelişiminin, hayatın her döneminde sağlıklı ve doyum veren ilişkiler kurmanın esası olan "bağlanma" konusunu ele alıyor.
Emzirmeden birlikte uyumaya, aidiyet ilişkisinden ayrılmaya, süt annelikten tuvalet eğitimine, farkında olmadan bebeğe hissettirilen duygusal ve psikolojik şiddetten baba-bebek ilişkisinin sınırlarına varıncaya kadar pek çok konuyu "bağlanma" çerçevesinde değerlendiriyor.
İçindekiler
Başlarken 11
Önsöz 13
Hayat Bağlanmalardan İbarettir 15
Bağlanabilme 17
“Güven Duygusu” Bağlanmanın Özüdür 25
Hisleri Hissedememek 28
Bağlanma ve Bağlanmaya Karşı Koyabilme 30
Bağlanma ve İrade İlişkisi 32
Düşünce Gücü 35
3 Temas İle Bağlanma 36
Ten ile temas 37
Göz ile temas 38
Ses ile temas 39
Bağlanmanın Temeli: Anne ile Yatma 40
Anne ile Yatan Bebekler Daha Huzurlu Oluyor 44
Birlikte Yatarken Bebeğime Zarar Verirsem… 46
Bebekle Birlikte Yatmak Onun Mahremiyet Duygusuna
Zarar Verir mi? 48
Anne-Çocuk Arasındaki Büyülü Bağ: Emme 49
Sütannelik ile Güvenli Bağlanma İlişkisi 51
Hangi Şartlar Altında Emzik Kullanılmalı? 55
Bağlanma İçin Gündelik Fırsatlar 57
Güvenli Bağlanma ve Hastalık 58
Güvenli Bağlanma Döneminde Babanın Rolü 59
Anneden Koparken 63
Birinci Aşama: Sütten Kesme 64
İkinci Aşama: Tuvalet Alışkanlığı 66
Üçüncü Aşama: Yataktan Ayırma 67
Dördüncü Aşama: Odadan Ayırma 71
“Vaktinde ve Yeterince” 75
Annenin Güçlüğü 76
Modern Yaşam ve Annelik 76
Dakik Bebekler! 80
İhtiyacın “Yeterince” Karşılanması 82
İhmal, Suiistimal ve Şiddet 83
Bir Anne Çocuğuna Neden Şiddet Uygular? 90
Yetersizlik Duygusu… 90
Annenin Çocukluk Yılları… 90
Benmerkezci Olmak… 91
Yaşama Sevinci Yoksa… 92
Anne Yeterli Miktarda Uyumalı… 92
İleri Yaşlarda Çocuk Sahibi Olma… 93
Psikolojik Şiddet, Duygusal Şiddet 93
“Sığınacak Bir Liman” Arayışı 97
Mizacı-Fıtratı Bozmak 105
Suiistimal ile İhmaller Fıtratı Bozar 108
Asıl Amaç DAVRANIŞ Öğretmek Değil 110
Mizaç İhtiyaçları Ortaya Çıkarır 111
Dengeli Yaşam İçin Feraset ve Basiret 115
Feraset Nedir? 115
Ferasetin Basiretle İlişkisi 119
Eşyaya Nüfuz Edebilme, Feraset ve Basiret 122
Duyguda Özgürlük, DAVRANIŞta Disiplin 124
Uyum 125
Feraseti Olmayanlar Sabırsızdır 127
Ebeveynler Çocukların Ferasetini Kapatmamalı 130
Karşıdakini Duymak 135
Empati 135
Empati ile Değersizlik-Suçluluk Hissi Bağlantısı 137
Auralar ve Kişilik İhlalleri 140
“Atmosfer” 147
Evde Dedikodu Yapılıyorsa… 147
“Evet, Annem Haksızlık Yapmış” 149
“Bu Kıyafet Sana Hiç Yakışmamış” 150
Ebeveyn Küsmemelidir 150
“Bana Kötü Davransan da Seni Çok Seviyorum” 151
Duygusal Bağı Kesmek 151
Çocukluk Hisleri Peşini Bırakmaz… 152
Atmosferin Kabuklaşması: Aidiyet 153
“Kaybetmek” 161
Güven Duygusu Sonuç Değil Süreçtir 161
Annelik Cesareti 164
Güven Duygusuyla Bağlanma İlişkisi 168
Bağlanma ile Aidiyet İlişkisi 172
Kazanılmış Güven Duygusu Kaybı 173
Güven Duygusu Kaybedilince 176
DAVRANIŞla Kişilik Birbirinden Ayrılmalı 180
Son Söz: Her Şey İçin Geç mi Kaldım? 183
Notlar 186
Önsöz
İlk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda anne-babalığın bu kadar mesuliyetli olduğunu hiç düşünmemiştik. Oysa dokuz yüz yıl önce Epictetos “Bir insanın anavatanı çocukluğudur” diyerek hepimiz için son noktayı koymuş. Açıkçası bu gerçeği kavramak bizim zamanımızı aldı. Pedagog Adem Güneş Bey’in kitapları, radyo programları bu zorlu yolda bize hep yoldaşlık etti. Eşim de ben de okuduklarımız, dinlediklerimiz sayesinde çok şey öğrendik. Düşe kalka ama iştiyakla mesafe katederken tek amacımız çocuğumuzun güven duygusunu zedelememekti. Ama her sorumuza cevap, her hatamıza ikaz, her problemimize çözüm bulmakta zorlandığımız zamanlar çok oldu. Şu an elinizde tuttuğunuz gibi bir eserin kütüphanemizde yokluğunu her zaman hissettik. Neyse ki ikinci kızımızın dünyaya geldiği şu günlerde bütün sorularımıza cevap bulabileceğimiz bir başucu kitabımız var artık.
Bence bu eser sadece kendini yetiştirmek isteyen anne babalara değil, aynı zamanda her şeye yeniden başlama cesaretini kendinde bulan yetişkinlere de hitap ediyor. Özü itibariyle de mükemmel şekilde yaratılmış insana nasıl kıymet verileceğini; dünyaya dupduru gelmiş bir bebeğin yavaş yavaş annesine, babasına, ailesine, çevresine sonra da hayata nasıl bağlandığını anlatıyor.
Umarım Güvenli Bağlanma hayatınızda yeni yeni kapılar aralar, anne-babalık kıvamınıza katkı sağlar.
Herkese verimli okumalar dilerim…
Tuba Kabacaoğlu
HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye. Sonra babaya ve aileye. Ardından da yaşama… Yaşama sevinci olmayan kişiler bağlanamayanlardır. Birçok psikolojik sorunun kökeninde ya bağlanamamak ya da bağlanmanın şiddetini ayarlayamamak vardır.
Bağlanma derin, duygusal bir beceridir ve çocukluk yıllarında edinilir. Bağlanamamak bir sorun olduğu gibi kime ne kadar bağlanacağını bilememek de ayrı bir sorundur.
Çocukluk yıllarını “güven” duygusu ile geçirememiş kişiler yetişkinlik yıllarında bağlanmaktan kaçınır. Bunlar “bağlanamayanlar”dır.
Bir çocuğun en belirgin DAVRANIŞı “bağlanma çabası”dır.
Bebek kendisini henüz dünyaya getiren annesine tutunma gayretindedir.
Bağlanmayla alakalı psikolojide farklı farklı tanımlar yapılsa da bağlanmaya en basit hâliyle “Çocuğun güven içinde kendini bir duygusal yakına bırakabilmesidir” diyebiliriz.
Bağlanma bir sonuçtur, başlangıç ise güven duygusudur.
Kaygı varsa duygular özgürce yaşanamaz. Kaygı bağlanamamanın verdiği tedirginliktir, kişinin kendini emniyette hissedememesi hâlidir.
Çocukluk döneminde güvenli bağlanma süreci yaşamamış kişiler yetişkinlik yıllarında iç dürtülerinin esiri olur, bağlanmaması gereken kişilere ve durumlara bağlanır. Örneğin lise çağındaki çocukların yoğun duygusal bağlanmalar yaşaması ve bunlara karşı koyamamalarının altında yatan temel etken erken dönemde çocuk ile ebeveyn arasındaki bağlanma problemidir. Bu nedenledir ki uzmanlar, babaları ile duygusal doyuma erişmemiş kız çocuklarının daha fazla erkek arkadaş arayışına girdiğini söyler.
Ten ile temas
Bağlanmanın en etkin yolu tensel temastır. Çocuk ilk iki yıl yoğun bir şekilde tensel temas açlığı çeker. Sükûnet içinde dokundukça rahatlar, gevşer, kendini emniyet içinde anneye bırakır. Bu bırakmışlık hali, anne-çocuk bağlanmasının en önemli bağlanma noktasıdır.
Göz ile temas
Bağlanmanın en güçlü ikinci kanalı “göz ile temas”tır. Göz, duygu dünyasının dışa açılan kanalıdır. Kişi duygularında ne yaşarsa göz içteki duyguyu dışa yansıtır. Sevinçli anlarda göz hafif kısılır ve bakışlar sıcaklaşır… Korku, öfke ve kızgınlıkta göz bebekleri büyür… Mutluluk ve sevinç anlarında “göz suyu” göze ışıltı vererek onu ıslatır, hissizlik ve duyarsızlık anlarındaysa gözler ölü gibi cansızlaşır… Gözün duyguyu dile getiren bütün bu istemsiz hareketleri bebek tarafından oldukça net algılanır. Çocuk kendisine öfke duyan birini, gözlerinden anlar. Hissizce bakan göze karşı kendini kapatır. Duyarsızlığa karşı ağlayarak kendini korumaya çalışır.
Ses ile temas
Ses ile çocuğa temas etmek, bağlanmanın “güven” eksenli kısmını oluşturur. Çocuğu ile bağlanmaya çalışan bir anne, ses tonunu “sıcak” ve “içten” kullanmalıdır. Sert, ince, sesle emredici ve kararlı bir duyarsızlık içinde bir konuşma biçimi, çocuk ile bağlanmayı zarara uğratır. Sesin okşayıcı, kulağa hitap edici, kendi içinde melodik bir yapıya sahip olması gerekir.
“VAKTİNDE VE YETERİNCE”
Güven duygusunun oluşmasındaki temel faktör ihtiyaçların “vaktinde ve yeterince” karşılanmasıdır.
Duyusal gelişim dönemindeki bir çocuğun güven duygusunu zedeleyen en önemli unsur çocuğun ihtiyaç duyduğu an ihtiyacının giderilmemesidir. İhtiyaç olarak fizyolojik, ruhsal, duygusal çalkantılar, korkular, anlamsız sevgi ihtiyacı, mahcubiyet anı, uykuya dalma sırasında çocuğun yaşadığı hâller gibi birçok durum sıralanabilir.
Çocuğu ihtiyaç hâline sokan durum giderilmiyorsa çocukta içsel direnç, tepkisellik ve kendini ebeveyninden ayrı tutma çabası görürüz. Bu durum bağlanmanın zarara uğradığının sinyalidir. Dolayısıyla özellikle ilk iki yıl ve dört yıla kadar azalan bir süreçte çocuğun duygusal ihtiyaçları koşulsuz, uyum içinde giderilmelidir.
Birçok yetişkin, çocuğa çok yüz vermemeyi eğitim tarzı olarak benimsemiştir. Hâlbuki bu tutum çocuğun benlik yapısını zarara uğratır. Bazı yetişkinler ise çocuğun isteklerini annenin gidermesini çocuğun anneyi kullanması, kandırması gibi görür. Bu yanlıştır. Çünkü çocuğun içinde ilk dört yaş döneminde anneyi çağırarak kandırma, oyun oynama, suiistimal etme gibi anormal duygular yoktur. Sadece bu dönem “ihtiyaç” dönemidir, ihtiyacı kim karşılarsa çocuk ona bağlanır.
“SIĞINACAK BİR LİMAN” ARAYIŞI
Güven duygusu emniyet hissini oluşturur. Emniyet hissi ile var olan biri, kişiliğine zarar verilmeyecek olmasının keyfini yaşar. Aksi takdirde oldukça kasılır, kendini tehlikelerden koruma çabası içine girer, gerginleşir.
Çocuğun ilk tadacağı duygu aile içinde “güven” duygusudur. Çocuk “Annem babam zarar veren, zorlayan, baskı yapan insanlar değil, beni olduğum hâlimle kabul ediyor, incitmiyor. Çevremiz de tıpkı onlar gibi” diye hissetmelidir.
Emniyet hissinin oluşmasında aslında iki temel faktör vardır. Birincisi kişinin kendini var olduğu hâliyle ortaya koyabilmesi, ikincisi de bu hâl ile çevresi tarafından kabul edilmesidir.
Evet, günümüz anne babaları çocuklarını seviyor, onlarla ilgileniyor. Fakat çok önemli bir şey eksik kalıyor. Çocuğu “o hâli” ile kabul etme… Çünkü çocuğun doğal bir şekilde var olması ayrı, ebeveynin bunu kabul etmesi apayrıdır.
Ebeveynin çocuğun içinden geldiği gibi davranmasına tepki vermemesi, çoğu kez özgür bırakması onu olduğu şekilde kabul ettiği anlamına gelmez. Burada kilit nokta çocuğun duygularına, hislerine, düşüncelerine, hayallerine “eşlik etmek”, “eşduyum” gerçekleştirebilmektir.
Mesela çocuk hayal kurar, bir yere gitmiş gelmiş gibi anlatır. Ebeveyn anlatımı “etkin” şekilde dinler, oğluyla-kızıyla aynı heyecanı iç dünyasında yaşarsa çocuğunu var olduğu hâliyle kabul etmiş olur. Çocuğun hayal ve anlatımlarına duygularıyla eşlik etmez, jest ve mimiklerini onunla eşgüdüm hâline getiremezse çocuğuna özgür bir ortam sunsa bile onunla bütünleşemez.
Bunun ötesinde, ebeveyn çocuğun coşku dolu anlatımlarını eleştirel göz ve dudak hareketleriyle takip ediyor, duygusuz ve ruhsuz vaziyette ona sadece bakıyorsa anne baba açısından bu utanç verici bir durumdur.
Bu şekilde sürekli engellenen, hayallerine itiraz edilen çocuklar bir süre sonra ebeveynle bir şey paylaşmamaya başlar ve her duyguyu kendi içinde yaşar.
Çocuklar rol modeller aracılığıyla gelişimlerini tamamlamak ister. Bu esnada kendisinin anne, annesinin de kızı olmasını planlar. Kız çocuğu baba olmak istediği zaman bu da çok anormal değildir. Çünkü çocuk yaşamların her birini etraftan görerek öğrenir.
Bu açıdan bakıldığında çocuk ile ebeveyn arasındaki uyuşmazlığın en problemli alanı burasıdır. Çocuk kendini doğal hâliyle ortaya koymaya çalışırken ebeveyn “Hayır, öyle değil, böyle olacak” diye yönlendirmeye başlarsa çatışma ve uyumsuzluk ortaya çıkar. Bu gibi tavırlara ebeveynlerin yakasını bir türlü bırakmayan gerçeklik saplantısı neden olur. Oysa çocuğun gelişim dönemlerini hesaba katmadan, onu eleştirel bir gözle değerlendirmek, çocuğu hayal kırıklığına uğratmaktır.
MİZACI-FITRATI BOZMAK
Çocuğun “kim” olduğunu, ruhsal yapısının neye uygun olduğunu bilmeden ona yaklaşmak onun gelişimi için risk oluşturur. Yani Fatih Sultan Mehmet olacak bir çocuk Mevlana’ya dönüştürülmeye çalışılıyorsa problemler başlar. Bundan dolayı ebeveynler, kişiliğin sorunsuzca nasıl geliştiğini ya da hangi yanlış tutumlarla zarara uğratıldığını bilmelidir. Konuyu biraz daha netleştirebilmek için önce “Fıtrat, mizaç nedir?” sorularına cevap verilmelidir.
Fıtrat “bir varlığın kendine ait türünün özelliğini barındırmasına” denir.
Örneğin insan fıtratından bahsediyorsak, “insan türünün” özelliklerine “insan fıtratı” denilir. Ya da “kuşların fıtratı” denildiğinde, “kuşların ortak özellikleri kastedilmiştir; onların uçmaları, gagalarının olması, ötmeleri o canlı türünün genel özellikleridir. Veya “kadın fıtratı” denildiğinde insanlar içindeki bir grup olan “kadınların” ortak özellikleri kast edilir.
Mizaç ise; bireyin kendine has özellikleridir.
Her bir bireyin, sadece kendisine has özelliği o kişinin mizacını ifade eder.
Dünyada yaratılmış insan kadar farklı mizaç özelliği bulunur. Fakat fıtrat birdir. Fıtrat genel özellikler, mizaç ise bir fıtrata sahip şahsın sadece kendisine has özellikleridir.
Fıtrat ve mizaç doğuştandır. İnsanın özünü oluşturur.
Mizaç fıtratla asla çelişmez. Çeliştiğinde kişilik bozukluğu riski başlar. Bu çelişki doğuştan değil, kişinin sonradan edindiği alışkanlıklardan kaynaklanır.
DENGELİ YAŞAM İÇİN FERASET VE BASİRET
Feraset Nedir?
Ferasetin kelime anlamı öngörüdür. Aynı zamanda farkına vararak yaşama, bir süre sonrasını tahmin edip hissedebilmektir. Duyuların işlevselliğiyle hayatı yudum yudum tatmaktır, bir bardak su içerken onu zerresine kadar hissedebilmektir.
Alışkanlık kazanmadan yaşamaktır. Çünkü bu insanda iki şeyi ortadan kaldırır; biri hissedebilme diğeri de irade.
İradede uyanıklık mecburidir. İrade yoksa “Bir kişinin sürekli ve iradi DAVRANIŞları” şeklinde tanımlanan karakter de ortadan kalkar. Mesela alışkanlıklarıyla namaz kılan birine “namaz karakteridir” denilemez. Orada irade ve uyanıklık hâli ortadan kalkmıştır zira.
Ferasetin Basiretle İlişkisi
Feraset aynı zamanda fark etmektir. Bunun için de “görebilmek” gerekir. İşte “görebilme yeteneği” olarak tanımladığımız basiretle feraset bundan dolayı birbiriyle ilintilidir.
Ne feraset basiretsiz, ne de basiret ferasetsiz olabilir. Kişi olayları, kâinatı basiretle görür sonra da olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi ferasetle yakalayabilir.
Konuyu biraz daha ayrıntılandıralım. Eşyayı ya da olayı tek başına görebilmeye “yalın görebilme” diyoruz. Örneğin kişi sandalyeyi, masayı, kütüphaneyi direkt görür ama birbiriyle ilişkisini çözemez. “Bu parçaların devamında hangisi gelmelidir?” diye sorduğumuzda cevap “Araba” olabilir.
Yalın görebilme eşyalar arasındaki ilişkiyi fark edebilecek hâle getirildiyse ancak o zaman basiretten söz edebiliriz. Eşyalar arasındaki ilintiyi görebilmekse eşyaya nüfuz etmenin sonucudur. Üstelik enerji de gerektirir.
Halk arasında “tembel” diye tarif edilen kişilerin yeteneklerinin sınırlı kalmasının sebebi eşya ve olaylar arasındaki ilişkiyi-ilintiyi görememeleridir. Bireyin gücü bunları algılamaya ne yazık ki yetmez.
Aslında modern psikoloji feraset ile basiretin birleşimine “zekâ” diyor ve bunu “olaylar arasındaki ilişkiyi en hızlı şekilde kavrayabilme yeteneği” olarak tanımlıyor. O yüzden zekâ ölçüm testlerinde birbiriyle ilişkili üç resim verilir, dördüncünün bulunması istenir. Orada kişinin basireti ölçülür. Bellek gücü ne kadar yüksek çıkarsa zekâsı da o kadar fazladır, gözüyle bakılır.
KARŞIDAKİNİ DUYMAK
Empati
Benlik, kendini emniyette hissederse güzel kokulu çiçekler gibi etrafa ruhsal salınım yapar. Bir de kendini annelik hissiyatına bırakmış, duru bir kadının duygularıyla buluşursa bağlanma gerçekleşir. Böylece ilk ruhsal temas başlar. Ondan sonra çocuk buradan elde ettiği yetenek, başarı ve beceriyle karşısındakinin duygu dünyasına temas edebilecek empati gücünü kendi içinde geliştirir. Aslında bizim duygusal gelişim dediğimiz olgunun özünde de empati vardır.
Auralar ve Kişilik İhlalleri
Eşyaya nüfuz edebilme eşyayla özgürce meşgul olmanın, onu kavramanın bir neticesidir. Bunu başarabilmiş kişiler asla eşyayı cansız-değersiz göremez, ona zarar veremez, her zerresinin kıymetini bilir, varlık sebebini en iyi şekilde anlamaya çalışır. İnsanla k da aslında böyle bir şeydir.
Empatisizlik kişinin hak ve auralarına saygısızlığı da beraberinde getirir. Kişilik ise fiziksel, duygusal ve zihinsel auraların birleşiminden oluşur.
Uzmanlar çocuk eğitimini “Çocuğa kişilik ve karakter kazandırma” olarak tanımlar. Yani çocuk yetiştirmek kızınızın-oğlunuzun dişlerini fırçalaması, erken uyuması, çok kitap okuması değildir.
Kişilik ise çocuğun kendi aurasını (sınır-alan) oluşturabilmesidir. Bunu “Çemberin içine alınmış biri” gibi de hayal edebilirsiniz. Eğer bir ebeveyn çocuğunun kişilik sınırına bodoslama girip onu ihlal ediyor, umursamıyor, bu sınıra istediği gibi girip çıkıyorsa çocukta kişilik oluşumu engellenir.
“ATMOSFER”
Atmosfer oluşturma, kültürümüzde, çocuk terbiyesinde ve insani ilişkilerde oldukça önemli yer tutar. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” göndermesi atmosfer oluşturmaktır mesela. Karşı tarafa direkt değil indirekt nüfuz etmektir.
Atmosfer oluşturmayı modern pedagoji de sıklıkla kullanır. Çocuğun bazı DAVRANIŞlarını değiştirmesi isteniyorsa ona hikâyeler anlatılır. Çocuğun baş kahramanla sı sağlanır. Kahramanın DAVRANIŞlarının nasıl değiştiği anlatılır, bu yolla çocuğa nüfuz etmeye çalışılır. Bazı aileler bu yöntemi bilinçli şekilde kullansa da çoğu aile evdeki atmosferi direkt çocuğa yansıtır.
“KAYBETMEK”
Çoğu ebeveyn çocuklarına kazandırdıkları güven hissinin devamının nasıl olacağını, ilerleyen yıllarda nelere dikkat etmesi gerektiğini merak ediyor. Yanlış birtakım tutum ve DAVRANIŞa düşmemek için kaygılanıyor, bir çuval inciri mahvetmekten korkuyor.
Öncelikle güven duygusunun temel fonksiyonunu tekrar hatırlamak gerekir. Güven duygusu veya emniyet hissi çocuğun kabuğundan çıkıp mizacını ortaya koyabilmesi için gereklidir. Yalnız burada geçen “güven duygusu” çocuğun annesine, babasına ya da kendine güvenmesi değil içinin, benliğinin kendini güvende hissetmesi hâlidir. Bir başka deyişle çocuğun içinde bulunduğu ortamdan güven duymasıdır.
Aile İle Bağlanma Aidiyet
Tanıtım
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini emniyette hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna, doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumunu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu kitapta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
İçindekiler
AİDİYET 15
AİDİYET OLUŞUMUNUN TEMELLERİ 23
DEĞER GÖRME, OLDUĞU GİBİ KABUL EDİLME 23
KORUNAKLI BULMA 26
SEVME İHTİYACI 26
VARLIĞIN ONAYLANMASI 28
Ben Algısı 33
Sosyal Ben Algısı 35
YETERLİ BULMA 36
Ebeveyn Karşında Kendini Yeterli Bulma 38
ENGELLENME 40
İLETİŞİM KURMA 42
Açık İletişim 48
Kapalı İletişim 48
Kendini Paylaşma: Duyusal İletişim 50
Ergenlerle İletişim 58
Çocuğun Çocukla İletişimi 59
MANTIKLI BULMA 59
EMPATİ BULMA 61
PAYLAŞMA (Kendini, acıyı, hüznü, sevinci...) 64
AİDİYETİ KIRAN SEBEPLER 69
DEĞERSİZLİK HİSSİ 69
KOŞULLANDIRMA 75
SUÇLULUK 77
Suçluluğun İnşası 80
“Ben almadım, ben yapmadım, ben görmedim!” 84
Örtebilmek 84
“Ne yapacağım ben?” 85
YETERSİZLİK HİSSİ 88
EMNİYETSİZLİK 101
ULAŞAMAMAK 107
ÖN YARGI 109
“Ben hak ettim zaten...” 112
YAŞINDAN BÜYÜK BEKLENTİ 114
Geçmişle Bağlantı 116
Küçük Adam, Hanım Hanımcık Kız 119
KIYASLANMAK 122
Kıyas Benliği Zayıflatır 123
DAVRANIŞ Bozukluklarının Özünde Kıyas Vardır 127
MÜKEMMELİYETÇİLİK 129
Mükemmeliyetçilik Bulaşır 131
GÜVENSİZLİK 133
Sizin Değil, Oranın Çocuğu 136
Yalansızlık Tesiri Artırır 138
GERÇEKÇİLİK - GERÇEKÇİ OLMAYAN BEKLENTİ 141
BAĞLANMAMIŞ OLMAK 147
VARLIĞIN ONAYLANMASI 150
AİDİYET AŞAMALARI 155
AİLEYLE AİDİYET 157
SOSYAL HAYATLA AİDİYET 161
SOYUT AİDİYET 172
AİDİYET YANILGISI 183
Sahiplenme 183
Minnet Oluşturma 186
PASİF AİDİYET 187
YAPAY AİDİYET 189
AİDİYET SAPMALARI 193
AİDİYETİN KENDİNDENLİĞİ 193
SAPLANTILI AİDİYET 194
AİDİYET KARMAŞASI 197
AİDİYET YOKSUNLUĞU 199
AİDİYET-KİŞİLİK BOZUKLUĞU İLİŞKİSİ 202
DOYUMSUZ AİDİYET 204
YENİDEN AİDİYET 209
1. Bastırılan aidiyetin yeniden uyarılması 210
2. Aidiyetin aile dışında başka yerlerde giderilmeye
çalışılması 218
Önsöz
Aidiyet ihtiyacı insanın en karmaşık duygusudur. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar kendini emniyette hisseder.
İnsan bir yandan “ellerimi bırak hür olmak istiyorum” derken, diğer yandan “yanımdan ayrılma ait olmak istiyorum” der.
Çocuk da böyledir…
Çocuğun elleri tamamen bırakılırsa, bireyselleşme; kendi olmasına izin verilmezse bağımlılık oluşur.
Kişilik gelişimi sağlıklı olan çocuklar, daha küçük yaştan itibaren bu karmaşık duygu durumuna doğru rehberlik edilmiş çocuklardır...
Çocukluk döneminin en önemli kazanımlarından biri olan aidiyet duygusu zarara uğradığında bütün bir yaşamı etkileyecek duygusal çalkantıların oluşmaması işten bile değildir.
Dolayısıyla, temeli “Güvenli Bağlanma” olan aidiyet duygusunun oluşumu ve gelişimini anne babaların dikkatine sunmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece ebeveyn-çocuk değil, öğretmen-öğrenci, karı-koca, işveren-işçi ilişkisi... Ve komşuluk, memleket, vatan, etik ve ahlaki değerler bağı aidiyet duygusunun şekle bürünmüş halidir.
Kişi, yaşama aidiyet duygusu ile tutunur.
Yaşamdan tat alamayanların en belirgin özelliği tutunacak bir yerleri olmamasıdır.
Bu kitapta çocukluk döneminden itibaren aidiyet duygusunun oluşumu adım adım ele alındı. Aidiyeti bozan durumlar ve aidiyet yanılgılarına değinildi. Kitabın son bölümünde ise kırılmış aidiyet duygularının nasıl yeniden yapılanacağı izah edildi.
Umarım faydalı olur...
Adem Güneş
Çocuk Deyip Geçmeyin
Tanıtım
"Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.
Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, 'insan olmanın değerini' duyarak yaşamış çocuklar…
Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin 'çocuk deyip geçilmiş' olduğunu da gördüm.
Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.
Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?"
Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin'de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman "Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir" diyor, kimi zaman "çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına" dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan "güven" duygusunun altını çiziyor.
İçindekiler
Önsöz ....................................................................................................................................9
ZAMAN AKIYOR ÇOCUKLUK YILLARI GERİDE KALIYOR .........................................11
Çocukluk Yılları Geride Kalırken .......................................................................................13
Anne ile Uyumak Güven Veriyor ........................................................................................17
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur ......................................................................21
Çocukların da Bir Tükenme Noktası Vardır ........................................................................25
Çağın Hastalığı: Narsisizm ..................................................................................................29
Hiperaktif Çocukların Dramı ...............................................................................................35
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?..........................................................................................39
Kız Çocuklarında Baba Yoksunluğu Daha Derin Oluyor ....................................................43
Ancak Sevilen Kişi Sevmeyi Bilir....................................................................................... 49
Ceza ile Çocuk Eğitimi Olur mu?........................................................................................ 53
Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Çocuklar .............................................................................57
“Sorun Yok, Ben Hallederim” ..............................................................................................61
İnternet Oyunları ve Farklı Bilinç Halleri ............................................................................65
İletişim Yeteneğini Kaybeden Çocuklar ...............................................................................69
Suçluluk Duygusu Kalıcıdır .................................................................................................73
Çocukluk Yılları ve Değersizlik Hissi .................................................................................77
Hitap Edilemeyen Çocukların Dramı ...................................................................................83
Çocuklarda Zamana Karşı Duyarlılık ..................................................................................87
Hayatı Yaşayarak Öğrenmek ...............................................................................................91
HER ÇOCUK ÖZELDİR .........................................................................................................95
Her Çocuk Özeldir...............................................................................................................97
Öğrenmenin Üç Sihirli Anahtarı .......................................................................................101
Yaşatılmayan Çocukluk Yılları .........................................................................................105
Cezasız Çocuk Eğitimi Olur mu? .....................................................................................109
Korku Eğitimin Bir Unsuru Olamaz .................................................................................113
Mahcubiyet Hissi Yitirilirse…...........................................................................................117
Birinci Sınıfta Eğik Yazı Öğretmek Doğru mu? ...............................................................121
Ders Derste Öğrenilir ........................................................................................................125
Eğitimdeki Temel Sorunlar ...............................................................................................129
Cinsel Eğitim mi Mahremiyet Eğitimi mi? .......................................................................135
Eğitim Şefkat ile Başlar ....................................................................................................139
Kreşe Uzun Süre Bırakılan Çocuklar ...............................................................................143
Çocuğuna Sahip Çıkan Kazanır .......................................................................................147
Çocuklar Spor ile Sosyalleşir ...........................................................................................151
Futbol Fanatiği Çocuklar .................................................................................................155
Tatil Ödevi Olmalı mı? ....................................................................................................159
Bazı Kayıplar Sınav Kaybından Daha Acıdır ..................................................................163
Okul Serviste Başlar ........................................................................................................169
Okul Servislerinde “Sesli Kitap” .....................................................................................173
ANNELERİN DE BİR ÇOCUKLUK ÖYKÜSÜ VAR........................................................ 177
Eş Eşin Terapistidir ..........................................................................................................179
Sağlıklı Evlilik İçin Sağlam Kişilik .................................................................................183
Terapiye Muhtaç Terapistler ............................................................................................187
Çocuğa Bağlanmak ..........................................................................................................191
Annelerin de Bir Çocukluk Öyküsü Var ..........................................................................195
Kardeş Sayısı ve Çocuk Gelişimi ....................................................................................199
Baba Bugün Ne Oldu Biliyor musun? .............................................................................201
Anne Babaların Çocukluk Hatıraları ...............................................................................205
BAYRAM YAŞANMAK İSTENİRSE BAYRAM OLUR ...................................................209
Kusurun Nazara Verilmemesi Prensibi ............................................................................211
“Tekne Orucu” ve İrade Eğitimi ......................................................................................215
Bayram Yaşanmak İstenirse Bayram Olur .......................................................................219
Çocukluk Yıllarında Bayramlar Özeldir ..........................................................................221
Yetişkinlerin İbadeti ve Çocuklar ....................................................................................225
Çocuk Dövmeyi Din mi Emrediyor? ...............................................................................229
Kur’an Eğitiminin Püf Noktaları .....................................................................................233
Çocuklar Uyurken Kur’an Dinlerse.......................................................................................237
Önsöz
Hani hep bildik bir teselli vardır ya “çocuktur unutur” diye...
Yetişkinler bilirler ki, çocuk ne kadar zarara uğratılsa da ertesi gün yine gelecek ve coşku dolu hali ile kendisini inciten yetişkinin etrafında dönüp duracaktır.
Çocuğun bu hali yetişkini yanıltır, çocuğun dünü unuttuğu zannedilir…
Hâlbuki çocuğun aklı unutsa da hisleri unutmaz…
Zira çocukluk dönemi, “akıl” ile öğrenme dönemi değil, “his” ile kişilik kazanma dönemidir.
Örneğin, karanlıktan korkmak “akıl” ile ilgili değildir, ruhun incinmişliğidir… Ya da tırnak yemek akılla izah edilemez, ruhsal zayıflığın dışa vurumudur. Veya öfkesine yenik düşen bir çocuğu akli nasihat ile durdurmanız zordur, zira o, içsel sıkıntılarını şiddet ile dışa vurmaktadır.
Ve bütün bu hisler çocukluk yıllarında oluşur.
Çocuk küçük düşürülürse kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa kendini değersizlik hissi ile geliştirir.
Çocuk zihninin savunması yoktur, çocuk ne yaşarsa o olur…
Değer verilen çocuk değerli olur… Ve çocuğa değer vermek ona bir lütuf değil, insan olarak onun en doğal hakkıdır…
Gelecek, “çocuk deyip geçmeyen” ebeveyn ve eğiticilerle inşa edilecektir.
Adem Güneş
İstanbul
Anne ile uyumak güven veriyor
Fransa Notre Dame Üniversitesi “Anne-Bebek Uyku DAVRANIŞları Laboratuvarı”nda yapılan çalışmalar, bebeğin annesi ile yatmasının hem “fizyolojik” hem de “psikolojik” olarak bebeğe fayda sağladığı gibi, bu yakınlığa annenin de ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Laboratuar’da anne ile uyuyan bebeklerin daha “huzurlu” ve “uyumlu” olduğu gözlemlendi.
İsviçre’de yapılan iki ayrı araştırmada ise bebeği ile birlikte uyuyan annelerin “oksitosin” (emzirme esnasında salgılanan hormon) düzeyler inde artış gözlemlendi. Oksitosin düzeyinin artması ise hem annenin hem de bebeğin yararına olacak şekilde rahim kasılmalarına ve gelen süt miktarının artmasına neden oluyordu. Aynı zamanda bu hormon, doğumdan sonra ana rahminin eski halini almasında oldukça önemli bir rol üstleniyordu. Yapılan bu çalışmada, bebeğinden ayrı uyuyan annelerde “sütten kesilmelere” daha sık rastlandığı halde, bebeği ile uyuyan annelerde anne sütündeki belirgin artış oldukça dikkat çekici idi.
Anne ile uyuyan bebeklerde anne vücudunun doğal sıcaklığı ile bebeğin kendi vücut ısısının dengede durması bebeğin fiziksel gelişimi açısından önemli rol oynamakta.
Kaygılı Çocuğun İlacı “Güven” Duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa o ruhun kimyasını bozar. Anormal DAVRANIŞlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyi”dir. Ancak çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan DAVRANIŞına odaklanmak yerine yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır.
Çağın Hastalığı: Narsisizm
Kişilik bozuklukları içinde en sinsi olanı “narsist kişilik bozukluğu”dur.Zira kişi, narsist olduğunu bilmez. O kendini beğenerek değil, insanları yetersiz bularak kendini yüceltir. Nedir narsist kişilik bozukluğu? Kişinin kendini “bir şey” zannetmesi halidir. Kendini beğenme, başkalarını yetersiz bulma hastalığına yakalanmasıdır. Araştırmalara göre, toplumların yüzde birinin narsist kişilik bozukluğu taşıdığını biliyoruz. Yüzde bir az gelmesin sakın, zira böylesi kişiler duyarsızlıklarından elde ettikleri güç ile toplumda kolay yer edinir. Etraflarında zayıf kişilere tesir eder, onları istediği gibi kullanırlar ve genelde başarılıdırlar. Ancak bu, başkalarını ezmek ve duyarsızca yaşamaktan kaynaklandığı için gerçek bir başarı değildir.
-Çocukluk yıllarında annesi ile “bağlanmasında” problem yaşamış çocukların yetişkinlikte narsist kişilik bozukluğuna daha “yatkın” olduğu biliniyor. Reddedici, otoriter ve baskıcı annelerin çocukları önce içlerindeki anne yoksunluğunu “bastırmayı”, kendi iç dünyalarına “derinleşmemeyi”, fazla “duygusal olmamayı”, kimseye “bağlanmamayı”, “güvenmemeyi” öğreniyorlar. Annesine güvenle bağlanamayan kişi hayata güvenle bakamıyor.
-Çocukluk yıllarında “aşağılanmış” kişiler narsisizme yatkın oluyor. Kişi aşağılandıkça kendini güçlendirmeyi, kendini güçlendirdikçe başkalarını hissetmemeyi, onları ezmeyi bir tarz haline getiriyor. Ebeveynler çocuklarını şu ya da bu sebeple aşağılarken aslında duyarsızlaştırdıklarını görmelidir. Duyarsızlık ruhsal ölümdür. En basitinden söylenecek olursa, kardeşi ile kıyaslanan çocuk, aşağılanan çocuktur. Ödevini yapmadığı için sınıfta alay konusu edilen çocuk adım adım duyarsızlaşan bir çocuktur.
-Yine çocukluk yıllarında, ebeveynleri tarafından devamlı “övülmüş” çocuklar da potansiyel bir narsisttir. Örneğin bir ebeveyn “Benim kara gözlü kızım, senin eşin benzerin yok” diyerek kızını sevmişse veya “Benim oğlum gibisi yok bu dünyada” denilerek çocuğa bu övüngen ruh edindirilmişse, böylesi çocuklar potansiyel narsisttir.
Dikkat Eksikliği Bir Yanılgı mı?
Çocuk okula geldiğinde evdeki oyuncağını düşünür. Kardeşi ile kavgasını düşünür. Dışarıda kuş görse o kuşun nasıl uçtuğunu, arkadaşında hoşuna giden bir kalem görse o kalemin ne güzel bir kalem olduğunu düşünür. Zaten “normal” bir çocuğun zihninde yüzlerce düşünce aynı anda gelip gider.
Önemli olan eğitimcinin, çocuğun zihnini bunca “düşünce akışı” içinde kendi anlattıklarına doğru bir “merak hissi” ile yönlendirebilmesidir. Dikkatleri toplayabilmek çocuğun değil eğitimcinin becerisidir. Adını çokça duyduğumuz ama kendisini henüz ülkemizde bir türlü göremediğimiz “çocuk merkezli eğitim”in temel amacı, eğiticinin birtakım enstrümanlar kullanarak çocuğun dikkatini anlatılan konuya odaklayabilmesidir.
Böylesi sıcacık ve rengârenk dünyası olan insana “yavan” bir eğitim sunmak, onu “can sıkıcı” bir eğitici ile baş başa bırakmak, daha ilkokuldan itibaren “ödevler” altında ezmek ve sonra da yetişkinin beklentileri altında ezilmiş bu çocuğu “dikkatini toparlayamıyor” diye etiketlemek ona büyük saygısızlıktır.
Ancak sevilen kişi sevmeyi bilir
Çocuk kendisini zorla yataktan kaldıran, söylene söylene servise bindiren, odasını toplamadığı için aşağılayan, ödevler yüzünden her gün vaaz veren ebeveynine karşı bir süre sonra sağır oluyor, ne söylerse söylesin ebeveyn çocuğa tesir edemediğini görüyor.
Hâlbuki çocuk ancak kendisini güven ve emniyet içinde hissettiğinde ebeveyn yanında duygu dünyasını geliştirir ve aidiyet hisseder.
Çocuk, kendisini sözle inciten, tehditle aşağılayan ebeveyni ile aidiyet duygusu kuramaz. Böyle çocuklar ya dışarıda kendilerine bir güvenli liman arar ya da kendi duygu dünyalarını sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar “bastırırlar.”
İnternet oyunları ve farklı bilinç halleri
Günümüz teknolojisi ile üretilen oyunların birçoğunun çok tutulması, oynayan kişiye farklı bilinç hâlleri yaşatmasından ve onu paralel bir yaşam tarzına sürüklemesinden kaynaklanıyor. Bu türevdeki oyunlar özellikle Norveç katliamından sonra Batıda adım adım takip ediliyor ve yasaklanıyor. Mesela Norveç, elli bir adet oyunun ülkesine girişini ve oynanmasını yasakladı.
Neden yasaklanıyor? Çünkü farklı bilinç hâllerini yaşamaya başlayan kişiyi oluşturduğu o paralel yaşamdan çıkartmak oldukça zor. “Fizik” olarak bilgisayarın arkasında olmasına rağmen “ruhu” ile oyunun içine giriyor.
İletişim yeteneğini kaybeden çocuklar
İletişim yeteneğini kaybetmiş kişiler ise bir bunaltı kaynağıdır. Yanında canınız sıkılır, ne diyeceğinizi bilemezsiniz, öylece derin nefes alır, of çeker durursunuz.
Aktif iletişim yeteneği çocukluk yıllarında elde edilir ve ömür boyu kullanılır.
Kendisini dinleyen bir ebeveyn yanında “dili tatlanan” çocuk, kendisini ifade etmenin keyfini çıkarır.
Göz ucu ile dinlenen, konuştukça sözü kesilen, her konuştuğuna bir eleştiri getirilen çocuklar bir süre sonra kısa kısa konuşmaya başlar. Böylesi kişiler için iletişim bir hayat tarzı değil, sanki bir mecburiyetin yerine getirilmesidir.
Aktif iletişim yeteneğini yitirmiş kişiler genelde “hiç anlaşılmadıklarından” şikâyetçidir. Hâlbuki anlaşılmak ancak kendini ifade etmekle mümkündür. Fakat böyle kişilerin beklentisi “söylemeden anlaşılayım” oluyor.
Kendisini ifade edemeyen kişilerde bir süre sonra “içsel konuşmalar” başlar. Kişi kimi zaman bulaşık yıkarken, kimi zaman yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark eder. Kendi kendine konuşmaktan yorulmaya başladığında, bunalımların başladığı görülür.
İletişim kişinin kendisini depresyondan koruyan kalkanıdır.
Çocuk Neyi Neden Yapar-1
Tanıtım
Her anne babanın canını sıkan sorunlardır; çocuğunun bir türlü tuvalet alışkanlığı kazanamaması, yemek yememesi, kardeşiyle kavga etmesi, inatçılığı, internet düşkünlüğü ve dahası...
Bir kısım anne baba, bu DAVRANIŞların ne anlama geldiğini bildikleri için çocuklarını incitmeden sorunları çözerken, bir kısım anne baba ise sorunların çözümünde çaresiz kalarak çocukları ile bir çatışmaya girerler. Bu çatışmalarda, hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratırlar.
Pedagog Dr. Adem Güneş Çocuk Neyi Neden Yapar? İsimli kitabı, bir 'çocuk DAVRANIŞları anlama rehberi' olarak hazırladı. Çocuk DAVRANIŞlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın bir dille, ebeveynlerle paylaştı. Konu bitiminde verilen soru-cevaplarla da anne babaya; o DAVRANIŞın nasıl ortaya çıktığını, çocuğun bu DAVRANIŞı niçin sergilemiş olduğunu ve anne babanın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlattı.
Oğlum neden yalan söylüyor olabilir?
Oğlum, geçen gün okulda arkadaşının kalemini almış. Bana, "Öğretmenim verdi bu kalemi" dedi. Arkadaşının annesiyle konuşunca, gerçekleri öğrendim. Oğlum neden yalan söylüyor?
Kendisini baskı altında hisseden çocuk, yalan söyler.
Çocuğa ihtiyacı olduğu halde kalem alınmıyor, okulda da öğretmen illa o kalemin getirilmesini istiyorsa, anne-baba da çocuğa, "Şimdi alırız, yarın alırız" diye uygulamada gecikmeye sebep oluyorsa, çocuk da kalemi olması adına kendince bir çözüm bulmuş olabilir.
Arkadaşının kalemini alarak ihtiyacını gidermeye çalışan çocuğa, anne evde sorsa, "Bu kalem kimin?" diye, bu çocuğun annesine "Arkadaşımdan bu kalemi izinsiz aldım" diyebilmesi için, annesi tarafından ne duygusal, ne de psikolojik baskı altında tutuluyor olması lazım.
Eğer çocuk annesinden gelecek bir şiddet veya tepkiyle karşılaşacağını tahmin ederse, o takdirde kendisini koruyabilmek için yalan söyleyecektir. Böylesi bir durum varsa sizden korkuyor demektir. İzinsiz aldığını söylediği zaman vereceğiniz tepkiden çekiniyor demektir. O takdirde, çocuğun yalan söylememesi için üstünde baskı olmaması lazım. Çocuk bugün kalem için yalan söylemeye başlarsa, yarın daha kötü şeyler için de yalan söyleyebilir.
Pedagog Dr. Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar? Kitabında temel pedagojik bilgilerle birlikte, kısa ve öz olarak olumsuz çocuk DAVRANIŞlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini sunuyor. Yalın bir dille ele alınan bu konuların tamamı, bütün anne-babaların sorunları arasında belki de...
Ve Pedagog Dr. Âdem Güneş, satırları arasında çocuk DAVRANIŞlarının altında yatan nedene şöyle bir açıklama getiriyor:
"Çocuk kendini olduğu gibi kabul eden bir ebeveyn yanında değilse, içinde yaşadıklarını dışa vuramıyorsa veya kendini dışa vurduğu kadarlık kısmıyla dahi ciddiye alınmıyorsa, böylesi bir çocuk, düdüklü tencerenin ısınması ve patlamaya hazırlanması gibi bir durumdadır."
Çocuk eğitimine dair 'sıkça sorulan sorulara' cevap vermeye çalışan kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor. Kitap tam manasıyla, pratik bir bilgi kaynağı...
İçindekiler
Teşekkür 11
Önsöz 13
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı 15
Gelişimsel İhtiyaçlara Gelince 18
Temel İhtiyaçlar Nelerdir? 19
Yeme Problemi 21
3Z Formülü Nedir? 22
Çocuğa Damak Tadı Sunmak Gerekir mi? 25
Televizyon İzlerken Çocuğa Yemek Yedirmek Doğru mu? 26
Ödül ve Ceza ile Yemek Yedirsek Olmaz mı? 26
Çocuklarda Uyku Düzeni 33
Hangi Sebeplerle Çocuk Uykuya Direnir? 34
Anne-Babanın Uyku Düzeni Çocuğa Tesir Eder mi? 37
Çocuklar Neden Gece Ağlayarak Uyanır? 37
Gece Terörü Yaşayan Çocuklara Nasıl Davranılmalı? 39
Sallayarak Uyutmak Doğru Bir Yöntem mi? 39
Çocuklarda Dil Gelişimi 45
Gecikmiş Konuşma Nedir? 46
Konuşma Gecikmesinde Anne-Babanın Rolü Nedir? 46
Çocuğun Yanlış Söylediği Kelimeyi Düzeltmek Doğru mu? 47
Televizyon İzlemek Çocuğun Dil Öğrenimini Hızlandırır mı? 48
Çocuğun Konuşmasının Gecikmesi Ne Anlama Gelir? 49
İkinci Dil Öğrenimi Nasıl Olmalıdır? 49
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler 55
Çocuklar Küfür İçeren Kelimeler Kullandığında Ceza Verilmeli mi? 56
Olumsuz Söz Kullanan Çocuklara Nasıl Yaklaşmalı? 56
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar 63
Anne-Baba Ne Yapmalı? 64
Çocuğu Bağırmaya İten En Önemli Sebep Sindirilmesi mi? 64
Bağırmak Anne-Babadan Kalıtımla mı Geçer, Sonradan mı Öğrenilir? 65
Adım Adım Tuvalet Eğitimi 69
Tuvalet Eğitiminde Püf Noktalar Neler? 72
Anne Nasıl Davranmalı? 73
Tuvalet Alışkanlığı Kazanamayan Çocuk İçin Ne Zaman Pedagoga Başvurulur? 73
Çocuklarda Parmak Emme 81
Parmak Emme Alışkanlığına Nasıl Son Verilir? 82
Parmak Emme, Duygusal Yoksunluktan Kaynaklanıyorsa Ne Yapılmalı? 83
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci 89
Bu Dönemin Özellikleri Nelerdir? 90
Çocuğun Damak Zevkinin Gelişmesi, Emme Alışkanlığının Kesilmesinde Etkili Olur mu? 91
Emme Alışkanlığı Nasıl Bıraktırılır? 91
Çocuklarda Tırnak Yeme 99
Tırnak Yiyen Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalı? 100
Tırnak Yemek, Alışkanlığa Dönüştüğünde Ne Yapılabilir? 101
Çocuklarda Korkular 105
Çocukluk Dönemi Korkuları Nelerdir? 106
Kardeş Kıskançlığı 113
Kardeş Kıskançlığını Hangi DAVRANIŞlar Tetikler? 113
Anne-Baba Ne Yapmalı? 115
Kardeşler Arası Çatışmalar Bazen Faydalıdır da...116
Kardeş Kavgalarında Ne Zaman Müdahale Edilmelidir? 116
Çocuklar ve İçe Kapanıklık 125
Çocuk Duyarlı mı, Ezilmiş mi? 126
İçe Kapanıklığın Sebepleri Nelerdir? 127
Anne-Baba Ne Yapmalı? 128
Çocuk ve Yalan 135
7 Yaşından Önce Söylenenler Yalan mı? 136
Çocukları Yalan Söylemeye Sevk Eden Nedir? 136
Yalan Nasıl Alışkanlığa Dönüşür? 138
Anne-Babalar Ne Yapmalı? 138
İzinsiz Eşya Getirme 145
7 Yaşından Küçük Çocukların Anne-Babaları Ne Yapmalı? 146
Çocukları İzinsiz Eşya Almaya İten Nedir? 147
İzinsiz Eşya Almanın Alışkanlığa Dönüşmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 148
Hareketli Çocuklar 155
Çocuğun Hiperaktif Olup Olmadığını Nasıl Anlarız? 158
Üstün Zekâlı Çocuklar ile Hiperaktifler Nasıl Ayrılır? 159
Hiperaktivite Nasıl Tedavi Edilir? 159
Hareketli Çocuk Aynı Zamanda Dikkati Dağınık Çocuk mudur? 160
Çocuklarda İnatçılık 167
Çocukla İnatlaşılırsa Ne Olur? 168
‘İnat Döneminin’ Kalıcı Hale Gelmemesi İçin Neye Dikkat Edilmeli? 169
Çocuk Her Şeyi İnatla Yaptırmayı Öğrendiyse, Çıkış Yolu Nasıl Olmalı? 170
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı 177
Her Vurma Şiddet midir? 177
Çocuklarda Tik’ler 183
Hangi Sorunlar Tiki Tetikler? 184
Kimlerde Daha Sık Görülür? 184
Anne-Baba Ne Yapmalı? 184
Tik Başka Sorunları da Tetikler mi? 185
Teknoloji Bağımlılığı 189
Teknoloji Bağımlılığı Neden Çok Çabuk Yayılıyor? 190
Anne-Baba Ne Yapabilir? 191
‘Bilgiye Ulaşma Kültürü’ Nasıl Oluşturulur? 193
Çocuk İnternet Bağımlısı Olduysa Ne Yapılmalı? 194
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme 201
Çocuklar Neden Kendini Tatmine Yönelir? 202
Kendi Kendine Geçer mi? 203
Çözüm Nedir? 203
Önsöz
Bir gün sanatçı bir dostum “Kitap okumaya hiç vaktim yok... Şöyle pratik çocuk eğitimi kitabı yazsanız da beş-on dakikalık fırsatlarda göz atarak bir şeyler öğrensek” demişti. Çocuk eğitimi ‘şöyle bir göz atarak’ öğrenilecek şey değildir aslında. Ancak, birçok anne-baba maalesef yoğun koşturmacalar içinde detaylı kitap okumaya fırsat bulamıyor.
İşte bu kitap temel pedagojik bilgileri içermesine rağmen, kısa ve öz olarak ele alındı. Ele alınan başlıklar hemen hemen bütün anne-babaların sorunları arasındaydı. Ki bilhassa da sıklıkla karşılaşılan bu sorunlardan seçmeye çalıştık konuları. Her konu bitiminde, soru-yorumlara da yer verildi ki, konunun anlaşılmasında kolaylık olsun. Çocuk eğitimine dair ‘sıkça sorulan sorulara’ cevap vermeye çalıştığımız bu kitap, ebeveynlerin başucu kitabı olmayı hak ediyor.
Uzman Pedagog Adem Güneş İstanbul, 2014
Çocuklarda Yeme Alışkanlığı
İhtiyaçların bir kısmı doğuştandır. Bebeğin dünyaya geldiği andan itibaren kendini gösterir; ki bunlar, ‘temel’ ihtiyaçlardır. Doğan her çocukta şaşmaz bir aynılık içindedir, fıtrîdir. Bu ihtiyaçlar, onun yetişkin olma serüveninin temelini teşkil eder. Fıtrî ihtiyaçların karşılanmaması, insanın yaşama devam edemeyeceği anlamına gelir; ölüm ile sonuçlanır.
-Çocuklarda saldırgan DAVRANIŞların birçoğu, ihtiyacın önündeki engelleri kaldırmak için masum DAVRANIŞlardır
-Kişiliğin bir parçası haline dönüşmüş bir ihtiyaç karşılanmazsa, insanda bir gerilim hali oluşur.
-Gelişimsel ihtiyaçlar, çocuğun yaşı ilerledikçe, belli dönemlere eriştikçe ‘fıtrî’ olarak ortaya çıkar.
-Yemek yemek temel bir ihtiyaçtır, ebeveynler bu temel ihtiyacı yanlış DAVRANIŞlarla sorunlu hale getirmemelidir.
-Aşırı tat, tuz ve acı gıdalarla tat sınırı aşılmış yemeğe alıştırılan çocuklarda yeme bozuklukları sık görülür.
-Yeme sorunları anlık bulunan çözümlerle çözülmemelidir.
Çocuklarda Uyku Düzeni
Uyku, direnilmesi zor bir ihtiyaç halidir. Öyle ki, açlığa dayanılır, uykusuzluğa direnilemez! İster çocuk olsun ister yetişkin, uykusuzluğa tahammül edemez. Böyle olduğu halde birçok ebeveyn çocuklarının geç uyuduklarından, sabah uyanmadıklarından yakınır. Burada bilinmesi gereken en önemli ayrıntı; ebeveynler çocuklarını uyutmaya zorladıkça çocuklarının direnecekleridir. Zira zorla uyku olmaz!
-Çocuk güncel yaşamda ebeveyni ile duygusal doyuma erişmedikçe, uykuya karşı direnç gösterir.
-Erken ya da geç uyuması için zorlanan çocuk, uykusu olsa da uyumamak için direnç gösterir
-Uyumamak üzere ağlayan çocukların ya duygusal ya da fiziksel ihtiyacı giderilmemiştir.
-Çocuk annesinin yatağından kademeli şekilde ayrılırsa kendi odasına geçişi, daha kolay olur.
-Gece teröründe çözüm, anne-çocuk bağlanmasıdır.
Çocuklarda Dil Gelişim
Çocuklarda dil ‘edinimi’ doğdukları andan itibaren başlar. Daha birkaç günlük çocuk, işittiği her bir sesi, hafızasına kaydeder. Benzer sesler duydukça kendi de o sesleri çıkartmak için çaba harcar. Çocuğun dil ediniminde iki hafızası vardır. Birincisi; pasif hafıza ki, her duyulan sözcük buraya kaydolur. Pasif hafızaya kaydolan sözcükler 6 ay boyunca kullanılmaya devam edilirse, bu kayıtlar ‘aktif hafıza’ya aktarılır.
-Dil öğrenme, işitmenin devamıdır.
-Konuşma çabasıyla dalga geçilen çocuklarda konuşma bozuklukları daha sık görülür.
-Televizyon, dil gelişimini ilerletmek yerine, geriletir. İletişim diyalog halinde olursa dil gelişimine katkı sağlar, ki televizyon monolog bir iletişim aracıdır.
-İki dil öğrenecek olan çocuklarda ana dilin annenin konuştuğu dil olması, öğrenilecek yabancı dilin de babanın dili olması çift dil öğrenmeye katkı sağlar.
Çocuklarda Kaba ve Çirkin Sözler
Çocuk yetişkinliğe doğru yolculuk yaparken, farklı kişiler, farklı DAVRANIŞlar ve farklı alışkanlıklarla tanışacaktır. Çocuk olmanın da gereği olarak, her karşılaştığı yeniliği pratiğe geçirmekten de büyük bir haz duyacaktır. Çocuğun yeni kelimeler öğrenmekten çok mutlu olduğu okul öncesi dönemde, zaman zaman ‘argo’ kelimeler veya ‘çirkin/küfür/kaba’ içerikli kelimeler de kendi kelime dağarcığına dokunuverir. Panik yapmamak gerekir, çünkü çocuk kullandığı argo veya kötü sözlerin içeriğini bilerek değil, yeni yeni duyuyor olmanın heyecanı ile kullanır.
-Kaba ve argo kelimeler kullanan çocuğa kızmak, azarlamak, dövmek çözüm değildir. Bunun verdiği tepkisellik sorunu daha derinleştirir.
-Çocuk, kızgınlık ve üzüntü anında hangi kelimeyi kullanacağını bilirse, argo kelimelere başvurmak zorunda kalmaz.
-Anne-babalar, çocukların kullandığı kaba ve çirkin söze değil, bu sözün nereden öğrenildiğine odaklanmalıdır.
Çocuklarda Hırçınlık ve Bağırtılar
Çocuk içinde biriktirdiği negatif ya da pozitif hisleri sözel olarak dışarı çıkartamıyorsa bu noktada sorunlar başlar. Kendini ifade edemeyen çocuk agresiftir, hırçındır, duygusal ve mızmızdır. “Gözünün üzerinde kaşın var” dense; ya ağlamaya, ya da saldırmaya hazırdır. Konuşarak kendini ifade edemeyen çocuk, ağlamayı ya da bağırmayı bir çıkış yolu olarak görür.
-Çocuk ancak kendini varolduğu hali ile kabul eden bir ebeveyn yanında sakindir.
Adım Adım Tuvalet Eğitimi
Tuvalet eğitimi özellikle annelerin en can sıkıcı konusudur. Bilinmesi gereken birkaç noktaya dikkat edildiğinde, tuvalet eğitimi can sıkıcı olmaktan çıkıp, çok keyif verici birkaç günlük eğitime dönüşebilir. Küçük bir çocuk için alt ıslatmanın bir haz ve keyif hali olduğunu gözden kaçırmamak en önemli husustur. Çocuk sıkışmış, zorda kalmış ve idrar yolu tam da dolu olduğu bir sırada rahatlamak için bırakır kendini.
-İdrar yollarındaki kasları kullanma becerisi gözlemlenen çocuklarda tuvalet eğitimi başlayabilir.
-Tuvalet eğitiminin ilk adımı çocuğun ıslaklığı hissetmesini sağlamaktır.
-Tuvalet eğitiminin neden gerektiğini anlaması, çocuğun bu alışkanlığı kazanmasını kolaylaştırır
Çocuklarda Parmak Emme
0-2 yaş, emme refleksinin zirve olduğu bir dönemdir. Çocuk normalde 2 sene boyunca devam eden emme refleksine karşılık olan anne göğsünü bulamadıysa, başka bir şey emmek zorundadır. Elini ağzına alır, parmağını emmeye alışır. Ağzına emzik verilse, emziğe alışır. Eğer çocuk anne sütünü erken dönemde bıraktıysa, o takdirde yeni emdiği şeyi ileriki yaşlara doğru bir alışkanlık olarak götürür.
-Çocuk üzerinde baskı varsa, huzursuz bir atmosferdeyse, kaygı ve korku içindeyse parmağını ağzına sokarak kendisini güvende hisseder.
-4 yaşından sonraki parmak emmeler, duygusal yoksunluğun işaretidir.
-Çocuk ile anne arasında bir bağlanma sorunu olduğunda çocuk parmak emmeye yönelir
Çocuk ve Sütten Kesilme Süreci
Annelerin en çok zorlandıkları konulardan bir diğeri de sütten kesmedir. Anne ile bebek arasında, emzirme döneminde büyük bir ilişki başlar. Bu ilişkinin adı ‘güvenli bağlanma’dır. Annesini doya doya emen, her ihtiyaç duyduğunda annesini yanında bulan ve annesiyle sarmaş dolaş yatan bir çocuk ancak annesine doyar.
-Çocuklarda emme refleksi 24 aydır.
-Çocuk, anne göğsünden kademeli olarak ayrılmalıdır.
-Annesinin ihtiyaçlarını karşılayacağından emin olan çocuk, 24. aydan sonra emme alışkanlığından zorluk çıkarmadan vazgeçer.
Çocuklarda Tırnak Yeme
Bir çocuğun tırnağını ya da parmağını emmesi eğer 2 yaş öncesindeki döneme denk geliyorsa, bu, emme dönemindeki eksikliğin gideriliyor olduğu anlamına gelir. Eğer çocuk 2 yaşından önce anne sütünü bırakmışsa, emme refleksini tamamlayamadığından dolayı elini ağzına götürür. Veyahut taklit döneminin gereği olarak, çocuğun yanında tırnak yiyen bir yetişkin varsa, çocuk da tırnaklarını yemeğe başlayabilir. Hatta elini keyifli bir şekilde ağzına alıyorsa, bu da bir alışkanlığın belirtisidir.
-Emme dönemini tamamlamış olan bir çocukta tırnak yeme, güven yoksunluğunun dışa vurumu olarak ortaya çıkar.
-Çocuk sosyal yaşamda kendi gibi olmayı becerdiğini ve bu haliyle kimseler tarafından eleştirilmediğini fark ettiğinde tırnak yemeyi kendiliğinden bırakır.
Çocuklarda Korkular
Korku, her insanda potansiyel olarak varolan, yaşamın devamlılığı için gerekli olan istemsiz savunma DAVRANIŞıdır. Korku, insanın yaşam ile uyum sağlamasını, sosyal hayat içinde yer almasını sağlayan, doğal bir duygu durumudur. Sorun olan korkular, bu doğal sınırların aşılmış olmasıdır. Bir başka deyişle ‘korku eşiğinin’ yükselmiş olması halidir.
-Çocuklar belli yaşlarda, duygusal ve zihinsel gelişimin bir gereği olarak korku dönemi yaşayabilir. Bu normaldir.
-Gerçekçi ve soğukkanlı bir ebeveynin yanındaki çocuk, korkularını daha kolay; duygusal ve kaygılı bir ebeveynin yanındaki çocuk ise bu dönemi daha zor atlatır.
Kardeş Kıskançlığı
Kıskançlık duygusu, her insanın yaradılışında vardır. Bu duygunun varlığı, kişinin gelişiminde etkili olduğu kadar, aşırı uyarılmış olması halinde de yaşamı zora sokar. Hele ki bu bir çocuksa daha da zorlaşır yaşam...
-Kıskançlığı anormal hale getiren en önemli sebep anne-baba tutumlarıdır
-Kardeş kıskançlığını oluşturmak istemeyen ebeveynler kardeşler arası ilişkilerde gerçekçi ve doğal olmalı.
-Belirli bir düzeyde, kardeşler arasındaki çatışmalar iletişim yeteneklerini geliştirir, problem çözme becerilerini artırır.
-Kardeş kavgasında asıl olan kimin haksız ya da haklı olduğunu bulmak değil; hangi DAVRANIŞın doğru olup olmadığına karar vermektir.
-Ebeveynler, kardeşler arasında yol gösterici olmalı.
Çocuklar ve İçe Kapanıklık
Bir çocuk mizacına uygun bir yaşam sürüyorsa, sükûnet içindedir ve genellikle sosyaldir. Böylesi bir çocuk olaylara birdenbire atılmaz, reaksiyon göstermez. Önce etrafını gözler, çevresini tanır, kendisini emniyette hissettikten sonra ortama dâhil olur
-Mizacına uygun bir yaşam süren çocuk, sükûnet içindedir ve sosyaldir
-Annesinden duygusal olarak beslenemeyen çocuk; ya agresif olur, çatışmacıdır ya da içe dönük ve mutsuzdur.
-İçe kapanık çocukların ortak özellikleri, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşamamalarıdır.
Çocuk ve Yalan
İnsanın üç farklı dünyası vardır: (1) Uyku ve rüya dünyası, (2) Hayal dünyası, (3) Gerçek dünya. Sağlıklı bir yetişkinde, bu üç dünya birbirinden net ve kesin çizgilerle ayrılmıştır. Hiçbir yetişkin hayal kurduğu bir şeyi, gerçekmiş gibi anlatmaz. Oysa ilk 7 yaş dönemindeki çocuklar bu üç dünyayı birbirinden ayırt edemez. Onlar için rüya ile gerçek arasında bir fark yoktur. Ya da hayal dünyası, tıpkı gerçek dünya gibidir.
-Yalan, insan fıtratının değil; korkunun, kaygının ürünüdür.
-Yalanı yakalanmak üzere peşinden gidilen çocuk, yalan söylemekte ustalık kazanır
İzinsiz Eşya Getirme
7 yaş grubundan küçük çocuklar için başkasının malı diye bir şey yoktur. Çocuğun çevresindeki her şey, çocuğundur. Üçüncü bir şahsa ait bir şey yoktur. O yüzden çocuk, okuldaki oyuncakları, arkadaşının eşyalarını çok rahatlıkla alır, cebine koyar ve getirir. Çocuk okuldan alıp getirdiği oyuncağı ne çalma niyeti ile alır, ne de başkasının malına el koyma niyeti ile cebine koyar.
-‘Çalma hastalığı’ ile çocukluk döneminde görülen izinsiz eşya alma aynı şey değildir.
-Çocuğu izinsiz eşya almaya iten en önemli sebeplerden biri, ilgisizliktir.
-Çocuğun kişilik haklarına saygı gösterilirse, o da başkalarınınkine göstermeyi öğrenir.
-Yetişkinlik döneminde çalma, bir kişilik probleminin habercisidir.
Hareketli Çocuklar
Çocukta huzursuzluk hali varsa, bu huzursuzluk fiziğe de yansır. Çocuğun eklemlerine yansır. Eli-kolu hızlanır, omuzları kımıldamaya başlar, ayakları kımıldamaya başlar, sağa-sola doğru sallanmaya başlar... Öncelikle bu huzursuzluğa sebep olan unsurların tek tek tespit edilmesi gerekir
-Çocuğa ‘ekstra dürtü’ veren bir ortam sunulursa, çocuk hareketlenir
-Çocuğun biyolojik ritmi bozulmuşsa, bozulmuş olan o ritim de çocuğa dürtü verir ve çocuğu hızlandırır.
-Duygusal yoksunluk yaşayan çocuklar, hiperaktif gibi, hızlı hareket etmeye başlarlar
-Çocuk hareketlenmeye başladığında beraberinde bir sorun daha çıkar: dikkat eksikliği
-Dikkat eksikliği öğrenme güçlüğünü oluşturur.
Çocuklarda İnatçılık
Her gelişim döneminin kendine özgü DAVRANIŞları vardır. Çocuk 2 yaşından sonra anormalleşmez, normalleşir. 2 yaşına kadar bütün ihtiyaçlarını annesiyle gideren bir çocuk, annesiyle ruhsal bir sekine dönemi yaşadıktan sonra, sanki bir uykudan uyanır ve insan olma yolunda adımlar, “Ben yapacağım” demeye başlar.
-‘Ben gelişim’ döneminde, çocuğun yapmak istediği şeylere izin verilirse, kişilik gelişiminde olumlu tesirler oluşur.
-Çocuk, yaşamda engellerle karşılaştıkça güçlenir; engellendikçe agresifleşir.
-Çocuk engelleri şiddet kullanarak aşmayı alışkanlık hali getirmeye başlarsa, bu, ileriki dönem için DAVRANIŞ bozukluğuna sebep olur.
Hırçınlık ve Vurma Alışkanlığı
Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma DAVRANIŞı gösterirler. Arzu ettikleri şeye erişememek, anne-babayı kendine yöneltememek, içlerinde sevgi ihtiyacı kaldığı halde ebeveynine ulaşamamak çocukların vurma DAVRANIŞlarının ortaya çıkmasında etkilidir.
-Çocuklar genellikle kendilerini ifade edemediklerinde vurma DAVRANIŞı gösterirler.
Çocuklarda Tik’ler
Tik istemsiz kas kasılmasıdır. Çocuğun istemeden bir kasının sürekli olarak aynı periyot ve aynı zaman dilimi içerisinde kasılıp bırakılıyor olmasıdır. Bir insanın üzerinde baskılar artmaya başladığında, bu insandaki ilk fiziksel reaksiyonların göz kırpmalar, kaş kaldırmalar, dudak ısırmalar gibi kafasıyla, vücuduyla alâkalı birtakım fizyolojik tepkiler olduğu görülür. Ne kadar baskı artar ve çocuk ne kadar işin içerisinden çıkamaz ise kaşı, gözü, dudakları, vs. o kadar çok hareket etmeye başlar.
-Tik’lerin kaynağı gerginliktir.
-Çocuğu gerginliğe iten sebep bulunmadıkça, tik de ortadan kalkmayacaktır.
-Müdahale edilmediği takdirde tikler kronik seyir gösterebilir.
Teknoloji Bağımlılığı
Alkol ve uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının yanında bilgisayar, cep telefonu, internet gibi teknolojik gereçlerin de bağımlılığa dönüştüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Özellikle, aile içi iletişimin zayıf olduğu ortamlarda yetişen çocukların böylesi bağımlılığa düşme riskinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Aile içinde bir bireyin, teknolojik gereçlerden birine bağımlılık kazanması ailenin diğer bireylerini anında etkiliyor.
-Teknolojik gereçler, zayıf aile bağı olan çocuklarda daha çok bağımlılık yapmaktadır.
-Teknoloji, bir oyun değil bilgiye ulaşma aracı olarak tanımlanmalıdır.
-Çocuk teknoloji ile düşman değil, onunla dost yetiştirilmelidir.
-İnternet kullanımında ailenin sloganı, “Kullan, işini hallet, çık” olmalı.
Çocuklarda Kendini Tatmin Etme
Henüz ön ergenliğe erişmemiş bir çocuğun kendi bedenine yönelmesini cinsel tatmin olarak göremeyiz. Genellikle erken yaşlarda, bir şekli ile çocuklar kendi bedenlerini keşfedebiliyorlar. Cinsellik olmayan, fakat tıpkı bir tatlı kaşınma şeklinde kendi genital bölgelerine yoğunlaşabiliyorlar. Günümüzde oldukça sık rastlanılan bu çocuk DAVRANIŞını, cinsellikle bağdaştırmak çocuğa yapılacak bir haksızlık olur.
-Kendini tatminde en belirgin sebep, çocuğun anne ile bağlanmasındaki problemlerdir.
-Çocuk mastürbasyonu vaktinde önlenmez ise kalıcılık gösterir.
-Böylesi bir alışkanlığın terki, 6 ayı bulan, ‘haz değiştirme ve DAVRANIŞ unutma süreci’ni kapsar
-Sorunun çözümü, anne ile çocuk arasındaki yeniden bağlanmayla gerçekleşir.
Makale Kategorisinde “DAVRANIŞ” Kelimesinden “55” Adet Bulunmuştur.
Adem Amca, benim babam bir canavar!
Geçenlerde bir dostum, 6 yaşındaki kızını getirdi yanıma… “Hocam, çocuk son bir haftadır geceleri sanki ‘cin çarpmış gibi’ uyanıyor, korku içinde bağırarak ağlıyor.” dedi.
Biraz sordum soruşturdum… Problemin nereden kaynaklanmış olabileceğini algılamaya çalıştım ama belirgin hiçbir şey de yoktu ortada…
Gayet düzenli, tertipli bir aile ortamı vardı çocuğun. Beyefendi bir baba ve hanımefendi bir anne ile yaşıyordu…
Oturduk bu küçük hanım ile sohbet etmeye başladık…
Görüşme ilerledikçe şaşkınlığım arttı… Çünkü çocuk, babasından korkuyordu… Rüyasında babasını gördüğü gecelerde korku ve dehşet içinde uyanıyordu…
Hâlbuki yıllardır tanıdığım bu arkadaşım, çok şefkatli bir beyefendiydi… Karıncaları bile incitmekten kendini alıkoyan birisiydi… Baba olarak da imrenilecek güzelliklere sahip bir insandı…
Şaşırdım… Hem de çok…
Babasının bir kâbus gibi geceleri neden rüyasına girdiğini anlamak için çocuğun ruhunun derinliklerine doğru bir göz attığımda, şaşkınlığım daha da arttı…
“Pes yani” dedim…
Alın size ülkemizdeki eğitim anlayışından bir manzara, ister gülün ister ağlayın…
Bu çocuğun gittiği bir anaokulu var… Bu okulda trafik kurallarının öğretildiği bir derste öğretmen, çocuklara hitaben “Ülkemizde trafik canavarları yüzünden birçok insan ölüyor, birçok çocuk da babasız kalıyor.” deyince, çocuklardan biri “Trafik canavarı nasıl oluyor öğretmenim?” diye sormuş.
Öğretmen de cevap vermiş: “Trafik canavarları çok iyi bir insan gibi görünüyorlar, ancak arabaya bindikleri sırada birdenbire trafik canavarı oluyorlar ve hızlı gitmeye başlıyorlar. Sanki birilerini öldürmek için uğraşıyorlar.”
Üstüne üstlük bir de hızlı gitmenin ne demek olduğunu göstermek için arabanın kilometre sayacını öğretmiş çocuklara: “Eğer bir arabanın hız çizgisi şurayı geçiyorsa o kişi trafik canavarı oluyor.”
Sonra trafik canavarının sembolünü göstermiş… Hani şu yuvarlak bir levha içinde dişleri dışarı çıkmış, saçları dik dik duran ve üzerine de bir çizgi atılmış iğrenç resmi…
Tabii bu değerli öğretmen hanım iyi niyetli… Amacı, hız yapan anne babalara çocuklar vasıtası ile bir mesaj iletmek ve ülkemizdeki trafik sorununun çözümüne bir katkı sunmak… Ama kullandığı yöntem, korku ve şiddet…
Aslında sorun öğretmende değil…
Trafik kazalarını “bir terör” olarak nitelendiren ortak akıl tutulmasına yakalanmışız… Trafiği terör gibi görürsek, mücadelemiz de şiddet üzerine kurgulanır…
Bakın, trafikteki düzensizliği engellemek için kullanılan sembole… Korkunç bir adam… Dişler vampir gibi… Gözler yerinden fırlamış sanki…
Amaç nedir bu resimde? Trafikte kurallara uymayanlara dönük bir nefret oluşturmak toplumda… Ve böylece insanları trafik kurallarına uymalarını sağlamak...
Bu aklı ortaya atanlar hayatlarında hiç mi pedagoji kitabı okumamış acaba? DAVRANIŞ değişikliği oluşturmak için şiddet ve nefret unsurlarını kullanmanın yeni yeni problem alanları oluşturabileceğini hiç mi düşünmez bu konuda söz sahibi olan kurumlar…
Hiçbir pedagojik değeri olmayan bu sembolün okullarda, yollarda, televizyonlarda kullanılması ne kadar üzülecek bir durumdur…
Bütün bunlar ülkemizin acınacak pedagojik tümörleri… Toplumsal dokumuza derinden derine tesir ediyor ama farkında değiliz…
Neyse…
Çocuk ne oldu diye düşünüyorsunuz değil mi?
Böylesi durumların çözümü bir-iki günde olmuyor maalesef… Birkaç haftayı bulabiliyor, bazen de birkaç ayı...
Biz şimdilik küçük hanımla babasının bir “canavar” olmadığını hissettik…
Ancak babası canavar olmasa da etrafta birçok canavarın var olduğuna hâlâ inanıyor… İnanıyor, çünkü her yerde “Trafik canavarına dikkat!” diye levhalar asılı… Sayın yetkililer ve özellikle Karayolları Genel Müdürlüğü, yollardaki trafik canavarlarını ne zaman kaldıracaksınız acaba?
Çocuğa karşı mahcubiyet hissi yitirilirse
Önceki gün bir arkadaş telefon etti: “Hocam, biliyorsunuz bizim kız 3 yaşında. Kızımızın araç koltuğuna oturması yasal bir mecburiyet. Ancak koltuğa oturtacağımız sırada ciyak ciyak bağırıyor, tepiniyor… Baş edemiyoruz… Bize bir yol gösterin.”
Sordum: “Araca bindiğinizde siz emniyet kemeri takıyor musunuz?”
Arkadaş biraz mahcup vaziyette cevap verdi: “Öyle bir alışkanlık edinemedim hocam.”
Tebessüm ederek çocuk dünyasını anlatmaya başladım: “Bu yaşlardaki bir çocuğun DAVRANIŞ kazanması, anlatarak, ikna ederek değil, görerek olur… Çocuk neyi görüyorsa öyle biri olur… Yetişkinlerin yapmadığı bir DAVRANIŞ çocuktan istenirse çocuk korkar, kaygılanır ve güvensizlik hissetmeye başlar… O yüzden siz emniyet kemerini takmadan çocuğunuzdan emniyet kemerini takmasını istemek pedagojik olarak oldukça yanlış bir ebeveyn tutumudur.”
Biz yetişkinler nedense yapmadığımız şeyleri çocuklardan istemekten çekinmiyoruz… Çocuğun karşısında mahcubiyet hissetmiyoruz…
Çok yakın bir arkadaşımla çay içip sohbet ediyoruz… Bir ara arkadaşım günümüz çocuklarının ders yapma konusundaki eksikliklerinden bahseder oldu… Ve kendi çocuğundan örnek verdi: “Hocam, bizim oğlanı oturtup bir saat ders yaptıramıyoruz. Bıraksak akşama kadar televizyon izleyecek, sabaha kadar internette oyun oynayacak. Bir kenara oturup şöyle sakin sakin bir kitap okumuyor.”
Merak edip sordum: “Evinizin içinde belirli bir kitap okuma saati var mı? Koltuğun bir kenarına siz, diğer kenarına da eşiniz oturup belli saatlerde kitap okuyor musunuz?”
Arkadaş ne demek istediğimi anladı ve sustu. Sonra kafasını kaldırıp “İyi de hocam, biz akşama kadar çalışıp çabalıyoruz, kafamız beynimiz bir kelime dahi götürmüyor artık eve vardığımızda.” dedi.
Azıcık dikkat etse, kendi çocuğunun da sabah erkenden evden çıktığını düşünür, akşama kadar okulda zihnen yorulmuş olabileceğini çok rahatlıkla kavrayabilirdi…
Çocuk eğitimi böyle bir şey değil…
Galiba biz, çocuğa karşı “mahcup olma” hissini kaybettik…
Sadece yapmadığımız bir şeyi çocuktan istemek değil, örneğin çocuğa psikolojik şiddet uygulamak da utanç verici bir şey… Ama birçok yetişkin, hâlâ, sokak ortasında çocuğunun kulağından tutup eve doğru götürüyor olmayı bir marifet zannediyor…
Ne garip değil mi?
Birçok anne babaya bakıyorum, hiç mahcup olmadan çocuklarına bağırabiliyor, hakaret edebiliyor… Hâlbuki bu, çok kötü bir çocuk yetiştirme yöntemi… İnsan çocuğuna şiddet uygularken utanmalı…
Utanma ne zaman biter? Kişinin duygu dünyasını hissetme yeteneğini kaybettiğinde…
Eğer bir yetişkinin duyarlılığı yok olursa oturup hep beraber ağlamak gerekir…
Zira duyarlılığı kaybolmuş olan yetişkinin yanında yetişen çocuk da duyarlılığını kaybeder… Duyarlılığını kaybeden kişi, mahcubiyet hissini de kaybeder…
Ve böylesi biri, acınacak kişi olur...
Çocuk dostu valiler
Geçen hafta Çorum’daydık. Çorum Valisi Nurullah Çakır’ın konutunda misafir olduk. Ordu Valisi Orhan Düzgün’ü tanıma fırsatım oldu. Kısacık bir sohbet esnasında kendilerinden birçok şey öğrendim.
Onlar, “Türkiye Çocuk Zirvesi” tarafından çocuklar adına yaptıkları çalışmalar nedeniyle ödüllendirilen valiler.
Sıradanlığın içinde barındırdıkları güçlü yöneticilik yeteneklerini nasıl da doğal olarak kullanıyor olduklarını görmek çok keyif verici idi.
Daha da ötesi, onca yıllık yöneticilik tecrübelerine rağmen, mütevazı kişilikleri ayrı bir hayranlık uyandırdı bende.
Çay içerken samimi bir sohbet oluştu.
Nurullah Bey sohbetin bir yerinde, “Aslında her bir yöneticiye, kendi idaresi altındaki kişilerle nasıl bir iletişim içinde olduklarını gözlemleyip hatalı DAVRANIŞlarını kendisine gösterecek bir psikolog desteği lazım. Hatta, ve belki de bu hatalı DAVRANIŞları düzeltmek için yöneticilere ‘drama’ eğitimleri oluşturmak ne güzel olurdu.” dedi.
Onca yıllık yöneticilik tecrübesine rağmen büyüklük taslamadan sunduğu bu teklif, öyle her yöneticinin “ha deyince” söyleyebileceği bir teklif değil.
Kendisine özendim.
Çorumlular adına da sevindim.
Böylesi içten yöneticilerle o şehirde neler yapılmaz ki…
Hatta kimbilir, Çorum ve Ordu’da da Montessori Okulları açılabilir… Tıpkı İstanbul Bahçelievler’de olduğu gibi...
Kreşe uzun süre bırakılan çocuklar
İnsanın sevgiye en çok ihtiyaç duyduğu dönem çocukluk dönemidir.
Bir kişi, çocukluk yıllarını ne kadar annesinin kucağında ve babasının omuzlarında geçirmişse ruhen o kadar dingin olur.
Bu yüzden bir çocuğun ilk yıllarını annesinin yanında geçirmesi çok önemlidir.
Sevgi sunan hiç kimse anne kucağı kadar sıcağını sunamaz çocuklara. Ve hiçbir omuz baba omuzu kadar yücelere çıkaramaz çocukları.
Özellikle erken çocukluk döneminde bir çocuğu annesinden uzun süre ayrı kalması onun duygusal gelişimini olumsuz etkiler, bazen ciddi hasarlara sebep olabilir.
Zira çocukluk döneminde bir duygusal yakına ‘güvenli bağlanamayan’ kişiler yetişkinlik döneminde ‘güvensiz’ bir hayat sürer. Hem küçüklükleri hırçınlık ve söz dinlemezlik içinde geçer, hem de yetişkinlik yılları problemli olur.
Annesine güvenle bağlanamayan kişi, eşine de güven içinde kendisini teslim edemez. Hep, bir yanı kendisini korumak üzere kenarda durur. “Ne olur ne olmaz, dünyanın bin bir türlü hâli var” diyerek en yakınlarından bile kendini korumaya çalışır. Ve hayatın bir savaş üzerine kurulu olduğunu her fırsatta dile getirir, kendi hayatını da o anlayışla kurgular, eşi ile savaş, işi ile savaş, komşu ve akrabaları ile savaş...
Böylesi kişiler hayatlarında başarılı olsa da ruhen hep bir tükenmişlik içindedir. Tahammül güçleri zayıftır, her an patlayacak bir bomba gibidirler.
Çocukluğunda güven duygusunu doyasıya tadamamış çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında kullandıkları en belirgin söz ‘babana bile güvenmeyeceksin’ olur.
Belki kalabalıklar içinde çok neşelidir bu kişiler. Sosyal hayatın ‘palyaçosu’ gibi vazgeçilmezdirler. Girdikleri ortamların cıvıl cıvıl şenlendiricisidirler. Ama geceleri aynanın karşısında yüzlerindeki maskeyi çıkardıklarında altındaki ‘mutsuz’ asık suratlarını kendileri bile görmeye tahammül edemez. Dolayısıyla çoğu defa kendileri ile baş başa kalmayı hiç sevmezler.
Kendi ruh acılarını kendilerinden başkası bilemez…
Bugün toplum olarak, ruhunda böylesi acılar barındıran kişilerin sorunları ile boğuşuyoruz. Annesiz büyüyen çocukların sorunlarını konuşuyoruz. Annesi olduğu hâlde anne sevgisine doyamamış veya annesi yanında olmadan büyüyen çocukların oluşturduğu toplumun sıkıntısıdır çektiğimiz.
Sevgisizliktir sorunumuzun adı, aşkı bilememektir. Mevlana’sızlıktır çocukların kalbindeki katılaşmış yükün adı. Çocuklar anne sevgisine doyamadan büyüdükleri için kendi çocuklarına da hakkıyla annelik yapamıyor. İşte bu yaman çelişkinin sıkıntısını yaşıyoruz toplum olarak. Çocuklar ile annelerin koparılması sorunudur bugünkü sorunumuzun temelinde yatan.
Bakın etrafınıza göreceksiniz, çocuğuna yetemediğini düşünen birçok anne daha erken yaşlarda ‘DAVRANIŞ öğrenmesi’ için onu kreşe veriyor. Belki de hiç ihtiyacı yokken ‘madem çocuğu kreşe verdim, okul parasını da çıkarayım’ düşüncesiyle çalışma hayatına atılıyor.
Günümüz çalışma hayatı ise kadına karşı çok acımasız, ‘Bu kadının bir çocuğu var, işten erken çıksın da çocuğu ile buluşsun’ demiyor. Aksine, ‘kadın, erkek ile eşittir’ diyerek erkek gibi çalıştırıyor anneleri.
Eğer bir toplumsal diriliş yaşanacaksa, bu dirilişin ilk ‘saygın kişisi’ kadınlar olmalı, anneler olmalı. Bunun yolu anneler ile çocuklarını buluşturmaktan geçiyor.
Örneğin, kadınların mesaisi geç başlasın, sabahları bebekleri ile sarmaş dolaş olsunlar. Erkeklerden daha yüksek maaş alsınlar, daha az çalışsınlar. Mesaisi erken bitsin annelerin. Hiçbir şey yapamazsanız, belediyeler annelere özel otobüs, taksi oluştursun. Pembe taksi deyin örneğin bunlara. Anneler saatlerini sokakta otobüs bekleyerek, çocuğuna yetişmek üzere sağa sola koşturarak geçirmesin.
Biliyorum, ‘Bunlar sanayi toplumuna uygun değil. Kadın önce bir iş gücüdür, anne değil’ diyeceksiniz. Ama gidin bakın kreşlere, çocuklar ‘çiftlik civcivleri’ gibi işten çıkıp kendisini alacak annelerini bekliyor geç saatlere kadar.
İster işveren olun, ister bu ülkeyi yöneten bir makam sahibi, saat 07.00’de kreşe bırakılıp 19.00’da alınan çocuklardan oluşacak bir toplumda ‘güvenli’ ve ‘huzurlu’ insanlar beklemeniz doğru olmaz.
‘Tekne orucu’ ve irade eğitimi
Çocuk eğitimi, çocuğa zoraki “DAVRANIŞ öğretmek” değil, ona “irade” kazandırabilmektir. Bir başka deyişle çocuğa “iç disiplin” kazandırmaktır.
Bugün anne babaların şikâyet ettikleri birçok sorunun kökeninde, iç disiplin elde edememiş çocukların hâllerini görüyoruz.
“Bu çocuk neden yarım saat oturup da dersini yapamıyor?”
Çünkü bir iç disiplini, iradesi yok ki yarım saat kendisine gücü yetsin de ders yapabilsin.
“Bu çocuk neden kemik görmüş ‘fino’ gibi kızların peşinden koşup onları rahatsız ediyor?”
Çünkü kendisine gücü yetmiyor, hazlarını kontrol edemiyor, içinde uyanan her duygunun esiri oluyor da ondan.
“Peki, bu çocuk neden namaz kılamıyor?”
Kılamaz, çünkü ruhunun gücü bedenine yetmiyor da ondan.
Örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Neden bu çocuk odasını toparlayamıyor?
Neden bu çocuk vaktinde uyanamıyor?
Neden bu çocuk öfkesine hâkim olamıyor?
Çünkü iradesi zayıf da ondan.
Nedir irade?
Pedagojide irade, çocuğun zorluklara karşı direnebilme gücü elde etmesidir. Kişinin kendisine gücü yetmesidir.
Peki, çocuğa irade nasıl kazandırılır?
Bir çocuğun irade kazanabilmesi, ancak “kendi yapabilmelerine” fırsat verilmiş olması ile mümkündür.
Ve irade zayıflığı da ya anne babası tarafından aşırı korunan ve sevilen çocuklarda veya şiddete maruz kalan çocuklarda görülür.
Neden?
Çünkü aşırı korumacı anne babalar, çocuklarının “kendi yapabilmesine” fırsat vermezler de ondan.
Böylesi anne babalar çocuklarına yemeklerini kendileri yedirir, ayakkabılarını kendileri giydirir, elbiselerini kendileri çıkartırlar...
Hâlbuki çocuk, kendisine “yapabilme fırsatı verildiği kadar” güçlü bir iradeye sahip olur.
İşte bu yüzdendir ki Ramazan ayı, çocuklarına irade kazandırmak isteyen anne babalar için bulunmaz bir fırsattır. Zira bu ayda, anne babası oruç tutan neredeyse bütün çocuklar, oruç tutmaya özenirler…
Bu özentiyi bir kazanıma dönüştürmek için, çocukların dayanabildiği kadar oruç tutmalarına izin vermek gerekir…
Bu yılki Ramazan uzun yaz günlerine denk geldiği için çocuklar bütün bir günü oruçlu geçiremez belki ama onlar için “tekne orucu” imkânı sunulabilir…
Çocuğunu “gerçekten” seven anne babalar, çocuklarını “Sen daha küçüksün, büyüdüğünde oruç tutarsın” diyerek aşağılamak yerine, “Demek sen de oruç tutmak istiyorsun” diyerek teşvik etmeli ve ona yol göstermeli.
Bu arada belki “Nedir bu tekne orucu?” diyenler için küçük bir açıklama yapmak gerekirse… Tekne orucu, bir Anadolu geleneğidir. Bütün gün oruç tutamayan çocukların, günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirmesine tekne orucu deniyor.
Tekne orucunda çocuk oruç tutmaya sabah ezanı ile değil, öğle ezanı ile başlıyor... ğleye kadar yiyip içen çocuk, öğlen ezanını duyduğunda artık yeme ve içme işini bırakıyor. Ta ki anne babası ile birlikte iftar sofrasına oturuncaya kadar kendi kendine bir iç savaşın içine giriyor. Öğlen ile akşam arasında aç kalmaya dayanamıyor mu, sorun değil, eğer çocuk hevesli ise hevesini kırmayın, ikindi ezanı ile başlasın, akşama kadar bir kaç saat tutsun tekne orucunu... İkindi ile akşam arasında da mı tutamıyor, hiç problem değil, akşam iftar için ezan okunmadan 10 dakika önce tekne orucuna başlasın, kendisini anne babası ile birlikte oruçlu kabul edip iftar sofrasına o da otursun... Böylece sadece irade eğitimi değil, aynı anda aynı ibadeti yaparak aidiyet duygusu da pekişsin...
Bazen yetişkinler, çocukların, tekne orucu da olsa böylesi bir irade eğitime sıcak bakmıyor... Halbuki pedagojik olarak bakıldığında, sorun, çocuğun heves içinde tekne orucu tutmasına izin vermek değil, heves ve heyecanının önüne geçip ona engel olmaktır... ya da heves ve heyecanı olmayan bir çocuğu 1 dakika bile olsa, adı tekne orucu da olsa aç kalmaya zorlamaktır...
Daha çocuk yaşta çok susadığı hâlde “kendi iradesi ile” bir bardak suyu “hayır içmeyeceğim” diyerek iç disiplin elde eden çocukların eğer “ahlâk eğitimi” de düzen içinde geçmişse, böylesi çocukların daha güçlü bir ruhsal donanıma sahip oldukları gözlenmektedir.
Bütün bunların yanı sıra, daha ilk çocukluk yıllarında tutulan orucun tadı da sanırım hiçbir şey ile değişilmez.
İtiraf etmeliyim ki ben kendi çocukluk yıllarımda tuttuğum tekne oruçlarının tadını hiçbir orucumda bulamadım.
O çocuksu saflığım ile tuttuğum oruçlarım sanırım en ihlaslı oruçlarımdı.
Kendisine has tuhaf bir lezzet taşıyan tekne oruçlarından çocukların mahrum kalmaması dileğimle…
İyi Ramazanlar...
Okul öncesi kurumlar kapanıyor mu?
Yaşantımıza alelacele giren 4+4+4 eğitim sisteminin sonuçlardan biri ufukta göründü.
Okul öncesi kurumları maalesef bu yeni süreçte ciddi zarar görecek… Kimi kapanacak, kimisi ise gündüz bakım evine dönüşecek.
4-6 yaş arası çocuklara eğitim sunan bu kurumlar, yeni sistemde 4 yaşındaki çocukların “uğrak yeri” haline gelecek.
Böylesi bir durum ana okullarını ciddi bunalıma sokar ve öğrenci kapasitesini yarı yarıya düşürür.
Hükümet bu sorunu fark etmiş olsa gerek ki okul öncesi kurumları ayakta tutabilmek için birtakım tedbirler alıyor.
Ancak bu tedbirler uzmanlar tarafından yeterince tartışılmadan hayata geçirilmeye çalışıldığı için yeni yeni problemlere de aday görünüyor.
Mesela, bu tedbirlerden biri, anaokuluna başlama yaşının 37 aylık çocuklara kadar düşürülmüş olması…
Böylece 4 yaşındaki çocuklara arkadaş olarak 3 yaşındaki çocuklar da ana okullarına alınacak…
Avrupa’da okul öncesi kurumların birçoğu çocukları 3 yaşından itibaren okullara kabul ediyor. Ancak böylesi bir uygulama ülkemizde ciddi sorunlara neden olur.
Çünkü Türkiye’de yetişen okul öncesi öğretmenleri, “DAVRANIŞçı ekol”e göre eğitim alıyorlar üniversitelerde. Yani “sınıfta disiplin sağlamak, sınıfa hâkimiyet kurmak, çocuğu yönergelerle yönlendirmek” üzerine yetişiyorlar. Bütün bunları sağlayabilmek için ise ceza ve mükâfat gibi pekiştiricileri kullanmayı öğreniyorlar.
Böylesi bir eğitim yöntemi artık çağ dışıdır. Sırf bundan dolayı okul öncesi kurumlara çocuğunu gönderen ebeveynler ciddi sorunlar yaşıyor. Çocuklar bir-iki gün severek gittiği okuluna bir daha gitmemek için anne babası ile delice mücadele ediyor. “Ben okulu istemiyorum!” diye yerlere yatıp tepiniyorlar. Bu durum ülkemizdeki okul öncesi kurumların görünmeyen ama en temel sorunudur.
Böylesi zor durumda kalan birçok anne baba, sorunu hep kendi çocuklarında buldukları için okula ve öğretmene toz kondurmuyorlar. Aslında kan içiyorlar, ama kızılcık şerbeti içiyoruz diye etrafa gülücükler saçıyorlar.
Çocuk sevecen bir ruha bürünmüş bu baskıcı ortama alışsa bile bir süre sonra anne babasına yeni yeni sorunlar getirmeye başlıyor. Birden bire çocuğun huyu, konuşması değişiyor. Gülmesi, ağlaması farklılaşıyor.
Hâlbuki bu yaş grubu çocukların eğitimi için “hümaniter” eğitim modelleri uygulanması gerekir. Çocuk merkezli eğitim modelleri yani. Çocuğun gelişim sürecine uygun eğitim sistemi hayata geçirilmesi, hayati öneme sahip.
Okul öncesi kurumlarına öğrenci bulmak için alınan tedbirlerden bir diğerini de geçen hafta öğrendik.
Gazetelere yansıyan haberlere göre, çalışan anneler çocuklarını okul öncesi kurumlara gönderdikleri takdirde kreş ücretinin belli bir bölümünü devlet üstlenecek…
Tamam, kulağa hoş geliyor böylesi bir teklif ama bu tedbir anaokullarının kapasitesini artırmaz ki… Hem çalışan annelerin sorunu kreş parasını denkleştirememek değil ki…
Anneler çocuklarını özlüyor… Henüz bebeğinin emzirme döneminde işine geri dönmek zorunda kalan bir annenin duygularını düşünür müsünüz lütfen?
Anneler bebeklerini bırakıp iş yerlerine geldiklerinde gizli gizli koridorlara çıkıp “Kızım… buradayım… anneciğim… akşam geleceğim” diye henüz konuşma yetisi olmayan çocuklarına seslerini duyurmaya çalışıyor ve sonra da acılarını içlerine gömüp çalışma arkadaşlarının yanına dönüyorlar. Ve bu trajik hallerden kurumdaki hiç kimsenin kolay kolay haberi olmuyor…
Okul öncesi kurumlarının öğrenci açığını kapatmak ve anneleri çocuklarından ayırmak için “teşvik primi” verir gibi kreş yardımı yapmak yerine, annelere Avrupa’da olduğu gibi en az 3 yıl ücretsiz izin hakkı verilmeli. Ve bu süre dolup işyerine geri döndüğünde de yaşayacağı uyum sorunlarını atlatmak için yasal yardım yapılmalı.
Ama şu an böylesi bir kanun çıkartılamaz. Çünkü kreşlerin kapanma aşamasına girdiği bir süreçte hükümet annelerin bebekleri ile evde 3 yıl geçirmelerine göz yumamaz.
Zor bir döneme giriyoruz…
Bu dönemi önceden okuyabilen kurumlar ayakta kalacak, süreci geriden takip eden kurumlar ise maalesef kapanacak...
“Toplumsal Erdem”i yakalayabilmek için
Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum.
Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum.
Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısırdöngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum.
Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş.
Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir.
Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar.
Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur.
Kaygı ise birçok DAVRANIŞ bozukluğunun temelidir.
Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz, bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya.
Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı?
Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular.
İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum.
Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı…
Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde.
Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte.
Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler.
Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor.
İşte bakın, trafikte şiddet…
Aile içinde şiddet…
Kadına şiddet…
Markette şiddet…
Siyasette şiddet…
Medyada şiddet…
Reklamda şiddet…
Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır.
Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur…
Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve emniyet sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür...
Mezdeke yerine sesli kitap
Geçen hafta bu köşede, okul servislerinin eğitimin bir parçası olması gerektiğinden bahsetmiştim. Ebeveynlerin araçların modeline dikkat ettiği kadar, çocukların o servislerin içinde neler yaşadıklarına da özen göstermesi gerektiğinin altını çizmiştim.
İyi ki çizmişim. Bu yazıdan sonra aldığım geri dönüşlere baktığımda gördüm ki, okul servisleri eğitimin görünmeyen bir yarasını oluşturuyor.
İşin acı tarafı, ebeveynler bu yarayı görüyor, ama çok da yapacak bir şeyleri olmadığı için gözlerini kapatmış durumdalar. Ta ki ciddi bir sorunla yüz yüze gelinceye kadar…
İşte size iç acıtıcı bir örnek:
“Adem Bey, yazınızdan sonra bu konuyu sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim. Geçen yıl kızım, hep servisteki olumsuz atmosferden bahsediyordu. Ama bizim asıl şok geçirmemize sebep olan olayı okullar kapanmadan bir hafta önce yaşadık. O gün kızımın saçlarını özenerek bağlayıp okula yolcu etmiştim. Okul dönüşünde ise saçları açılmış, ter içinde kalmıştı. Eve gelince ‘Ne oldu kızım? Bu ne hâl?’ diye sorduğumda, ‘Anne hani okullar tatil olacak ya… Servisçi amca Mezdeke’yi açtı… Hostes abla da hadi kalk oyna dedi… Ben de servisin içinde oynadım, herkes de beni alkışladı.’ deyince kanım dondu… Aracın içindeki küçük bir boşlukta dansöz gibi oynatılan kızım, servisin ani bir manevrasıyla savrulup düşebilirdi. Sinirimden kendi kendimi yedim. Ertesi gün duyarlı olduğunu düşündüğüm okul yönetimiyle bu konuyu konuştum ama derdimi tam anlatamadım. Anlatamadığım gibi bir de adım ‘problemli anne’ye çıktı.”
Bir başka anne ise okul servisi tecrübesini şöyle anlatıyor: “Hocam, biz ailecek araç içinde emniyet kemerini mutlaka takarız ve bu güzel alışkanlığı küçük yaştan itibaren oğlumuza da kazandırdık. Ama maalesef bizim yıllar süren bu eğitim kazanımımız bir haftalık okul servisi sürecinde yıkıldı gitti. Oğluma servise bineceği ilk gün sıkı sıkıya tembih ettim emniyet kemerini mutlaka taksın diye… Akşam olup servisten aldığımda, ‘Emniyet kemerini taktın mı oğlum?’ diye sordum. Oğlum ilk defa bana karşı öfkeli bir ses tonu ile ‘Bir daha bana emniyet kemeri deme anne! Herkes benimle dalga geçti.’ dedi… ‘Neden oğlum? Ne oldu ki?’ diye tekrar sorduğumda, ‘Serviste emniyet kemeri takılmazmış… Servisçi amca 20 yıllık şoförmüş, korkmama gerek yokmuş… Eğer emniyet kemeri takmak istersem uçakla yolculuk yapmalıymışım.’ dedi. O gün bugündür çocuğum kendi hususi aracımızda dahi emniyet kemeri takmaz oldu…”
Onlarca örnekten birkaçı idi bunlar…
Evet, bu örnekler sorunun bizzat kendisi… ‘Peki, çözüm için ne yapılabilir?’ diye düşünürken, bir habere rastladım. Haber içeriğinde, Kayseri’de uygulanan sesli kitap projesinden bahsedilmiş. ‘Sesli Kitap’ projesi ile ‘100 Temel Eser’in Kayseri’deki tüm okul servislerinde dinletildiği aktarılmış. Bu proje sadece Kayseri ile de sınırlı kalmamış, Türkiye genelinde 4 bin 400 servis aracında hayata geçirilmiş…
Ne denir buna bilmiyorum! Yukarıdaki olumsuz örneklerden sonra bu duyarlı projeye şapka çıkarmak gerekir. Anca, Kayserili ‘dehası’ ile ortaya çıkan bu proje burada kalmamalı, il il yaygınlaştırılmalı. Sadece ‘100 Temel Eser’ değil, yol boyunca ‘Mezdeke’ çalıp çocukları oynatmak yerine, olumlu DAVRANIŞlar kazandırmak için hazırlanmış, ‘radyo tiyatroları’ dinletilmeli.
İşte bu bir toplumsal duyarlılıktır.
Veli-okul işbirliği içinde geliştirilecek olan ‘Eğitim Serviste Başlar Projesi’ servis araçlarındaki bu çirkinlikleri önleyebilecek bir reçete olabilir. Çocukların yol boyunca ‘kaba, çirkin’ sözleri işitmeleri ya da trafik kuralları ile ‘dalga geçen’ konuşmalara şahit olmaları yerine okul yolunda eğitimi başlatmış oluruz.
Ben inanıyorum ki böylesi kaliteli bir hayatı, bizim ülkemizin çocukları da hak ediyor. Yeter ki yetişkinler çocukların neler yaşadığını görebilecek duyarlılığa sahip olsun, böylesi duyarlıca hazırlanan projelere candan destek çıksınlar.
Eş eşin terapistidir
Anne-çocuk bağlanması üzerine bir akademik çalışma yürütüyorum şu sıralar. Bir çocuğun annesine “güvenli bağlanması” nasıl gerçekleşiyor? Anne ile çocuk arasında gerçekleşen (ya da gerçekleşemeyen) bu “bağlanma”, çocuğun gelecekteki yaşamına nasıl tesir ediyor? Araştırma oldukça önemli ve bununla meşgulüm şu günlerde…
Belki ülkemiz için yeni olabilir ama pedagojinin en önemli konularından biri olan anne-çocuk “bağlanması” ve “ayrılması”, Batılı akademisyenler için hayati önem taşıyor. Zira erken çocukluk döneminde anne ile çocuk arasında kurulan bu bağın kalitesi çocuğun gelecek yaşamında oldukça belirgin bir rol oynuyor.
Bu konudaki önemli çalışmalardan birini Prof. Dr. David M. Fergusson yaptı. Yeni Zelanda’da 1265 çocuğun, doğdukları günden itibaren, tam 30 yıl boyunca duygusal gelişimleri gözlem altında tutuldu.
Dünya pedagoji literatürüne çok önemli bir katkı sağlayan bu çalışmada, “erken çocukluk döneminde” anne-çocuk arasındaki bağlanmanın çocuğun gelecek yaşamında oluşturduğu etki, hayret verici bir belirginlik ile ortaya konuldu.
Buna göre bebeklik döneminde annesi ile “güvenli bağ” kuramamış çocukların temel ortak özelliği, “kaygılı” olmaları. Endişeli benlik yapısına sahip çocuklarda ise ilerleyen yaş dönemlerinde farklı farklı DAVRANIŞ bozuklukları gözlemleniyor. Örneğin bu çocuklar 7 ile 9 yaş arasında ya içe kapanık bir ruh hâli sergiliyor, sosyal DAVRANIŞlarında bir gerileme gözlemleniyor ya da agresif bir ruh yapısına sahip oluyorlar…
Daha net ifade ile söyleyecek olursak, erken çocukluk döneminde anne ile doyasıya bağ kuramamış çocuklar ya yaşadıkları bu hayal kırıklığı ile etrafa karşı yıkıcı ve saldırgan oluyorlar veya içe kapanık bir ruh hâli ile yaşamlarının geri kalan kısmını asosyal olarak sürdürüyorlar…
“Çocuk böylesi bir ruha büründü ise her şey bitmiş mi oluyor?” sorusu hemen sorulabilir ama insan ruhuna ait sistem mükemmel bir şekilde işlediği için yapılan hata ve eksikliklerin giderilmesi de her dönemde mümkün oluyor.
Yine aynı araştırmada, çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağ kuramamış çocuklara “ergenlik döneminde” pozitif bir aile ortamı sunulduğu takdirde DAVRANIŞlarındaki bu negatiflik yeniden olumluya dönebiliyor…
Bütün bu çalışmaları veri olarak aldığımızda, ülkemizdeki anne-çocuk bağlanmasının ne durumda olduğunu araştırmanın, ülkemiz çocuklarının psikolojisini anlamak için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz…
Bu nedenle 800 anne ile bir anket gerçekleştirdik. Ankete katılan annelere iki temel soru sorduk. Birincisi, kendi gözlemlerine dayanarak çocukları ile “güvenli bağ” kurup kuramadıkları idi. Diğeri ise çocuklarında hangi DAVRANIŞ bozukluklarını gözlemledikleriydi.
Anketin değerlendirilmesi devam ediyor, ancak ilk sonuçlara baktığımızda oldukça önemli bir bilgiyi içeriyor.
O bilgi de ankete katılan 800 kişinin sadece 159’unun kendi çocukluk döneminde annesi ile “güvenli bağ” kurduğunu söylemesiydi. Bir başka deyişle annelerin yüzde 81’i kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ile doyasıya bir anne-çocuk ilişkisi kuramadıklarını ifade ediyorlardı…
Annesi ile doyasıya anne-çocuk bağı kuramamış çocuklar, bugün kendileri annelik yapıyor… Bu, oldukça üzücü bir durum…
Zira çocukluk döneminde kendisinde güven ve emniyet duygusu oluşmamış bir anne, kendi çocuğuna veya eşine ne kadar güvenebilir ve ne kadar kaygısızca annelik yapabilir ki? Evet bu zor, ama imkânsız da değil…
Eş eşe yardımcı olabilir ve eşler birbirlerinden “mükemmel olmayı beklemezlerse” çocukluk döneminde ne yaşanırsa yaşansın evlilik süreci bu olumsuzlukları olumluya çevirebilecek bir özellik taşıyor… Eşler birbirlerine çocukluk dönemlerinde yaşadıkları gerçekleri de görecek şekilde iletişimde bulunurlarsa birbirlerinin “terapisti” gibi oluyorlar. Ne ilaç, ne psikolog… Eş eşe yetiyor…
Ve o zaman yıllar süren olumsuz hayat, evlilik içinde “yeni bir yaşama” dönüşebiliyor… Aksi takdirde annelerin çocukları ile hırçın ve sinirli, eşlerin de huzursuz ve kavgalı olması kaçınılmazdır...
Sorunlar, tek tip kıyafet içine saklanarak çözülemez
Uzmanlar, çocuklarda görülen DAVRANIŞ problemini analiz ederken ‘kök’ probleme inmeye çalışır. ‘Yansıyan’ problemlerle uğraşmazlar.
Anne babalar ise çocuklarında gördükleri problemlerin temeline inmek yerine, problemin dışa yansıyan kısmını ortadan kaldırmaya çalıştıkları için, çocukları ile her dönemde yeni ve enteresan sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Mesela, tırnaklarını yiyen bir çocuğun ebeveyni, bu problemi ortadan kaldırmak için kimi zaman çocuğun tırnaklarına acı biber sürer, kimi zaman parmaklarına yara bandı yapıştırır, kimi zaman da kızar, azarlar ve böylece çocuğun tırnak yemesinin önüne geçmeye çalışır. Bu yöntemler bazen işe yaramış gibi görünse de tırnak yemeyi bırakan çocukta bir süre sonra alt ıslatma veya tikler görülmeye başlayabilir. Bu defa ebeveyn çocuktaki bu problemleri yok etme gayretine girmişken, hiç beklenmedik bir anda okulda yeni bir sorun patlak verir: “Çocuğunuz arkadaşları ile kavga ediyor, derslerini hiç dinlemiyor.”
İşte ebeveynler çoğu defa böylesi bir kısır döngünün içine girdiklerini fark ettiklerinde artık bir uzman desteğine ihtiyaç duyduklarına inanır.
Uzmanlar ise böylesi problemlerle karşılaştıklarında, mesela, tırnak yemeyi bir problem olarak görmez. Alt ıslatma da bir problem değildir aslında. Veya çocukta görülen tikler de bir uzman için asıl problem değildir. Bunların her biri ‘yansıyan’ problemdir ve çocuğun “duygu dünyası”nda var olan bir “kök” problemin habercisidir. Eğer uzman, bu haberciyi ortadan kaldırmaya çalışırsa, o zaman kökte yatan asıl probleme ulaşamaz. Tırnak yemek bir habercidir ve bir çocuğun duygu dünyasına derinleşen uzman, çoğu defa tırnak yeme DAVRANIŞının kökeninde çocuğun kendisini yetişkinlerin yanında ‘güçsüz, yetersiz, değersiz’ hissetmesin yattığına erişebilir.
Böylece uzman, aslında kökte yatan bu ‘yetersizlik’ hissi ile mücadele eder, çocuğa yetersizlik hissi veren yetişkinleri daha duyarlı hâle getirirse, tırnak yeme olarak dışarıya yansıyan problemin de kendiliğinden ortadan kalktığı görülür.
Bütün bunları neden söyledim…
Geçen günlerde okullardaki tek tip kıyafet uygulaması kaldırıldı, kıyafet serbestisi getirildi.
Ben de geçen haftaki yazımda “Ülkemiz çocuklarının üzerindeki deli gömleği nihayet çıkartıldı” diyerek bu durumun çocuk dünyasına nasıl olumlu yansıyacağını işlemiştim.
Ancak gelen maillerden gördüm ki ebeveynler ve yöneticiler okullarda kıyafet serbestisi getirilmesinden dolayı endişeli…
Kimi ebeveyn “Kıyafet serbestliği ile çocuklar okula her gün başka kıyafetle gitmek için birbiriyle yarışacaktır” derken, kimi yönetici, “Fakir çocuklar eski ve yıpranmış kıyafetlerle okulda mahcup duruma düşecek” diyor… Bir başka ebeveyn marka tutkunu olan çocuklarının kendilerini nasıl da zora sokacağının endişesini yaşıyor.
Ve daha onlarca endişeli mail.
Her ne kadar bazı ebeveynler kıyafet serbestliğine böyle baksa da ben bir uzman olarak bu endişelerin temelinde, anne-babaların çocuklarındaki kök problemlerin üzerini ‘okul önlüğü’ ile örtmeye çalıştıklarını üzülerek görüyorum.
Bir çocuk marka bağımlısı ise marka bağımlılığı bir ‘kök’ problem değildir, bu ‘yansıyan’ bir problemdir. Ebeveynler kıyafet serbestisi ile marka bağımlılığının daha da üst seviyeye çıkacağını düşündüğü çocuğunun bu durumunu tek tip okul kıyafetiyle örtmek yerine, korkusuzca problemin derininde neler yatıyor diye durup düşünmesi pedagojik olarak daha sağlıklı olur. Veya bir fakir çocuğu tek tip kıyafet içinde ‘gizlemek’ yerine, o çocuğun bu hali, o okuldaki ebeveyni harekete geçirmeli ‘sağ elin verdiğini sol el görmemeli’ düsturu ve el birliğiyle o çocuğun kök problemini çözme gayretine girilmelidir.
Evet, endişeler yersiz değil, ancak tırnak yiyen çocuğun sorunu tırnağına bant yapıştırarak çözülemeyeceği gibi, her gün yeni bir kıyafet isteyen çocuğun sorunu da tek tip kıyafetle çözülmez.
Kıyafet serbestisi ebeveynlere ve yöneticilere çocuklardaki kök problemlerin görünmesi ve çözümü için bir fırsat verecek.
Bu fırsatı kazanca dönüştürmek lazım...
Kaygının ilacı, emniyet ve güven duygusudur
Kaygı, bir tetikçidir… Kimin ruhunda var olursa, o ruhun kimyasını bozar. Anormal DAVRANIŞlara yol açar. Mesela, aslında hiçbir çocuk “yalancı” değildir. Yalan söylemek insanın özünde yoktur, çünkü insan “iyidir.” Ancak, çocuğu azıcık kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” yalana başvurabilir. Sınavdan zayıf alan bir çocuk, anne babasının üzüleceği “kaygısı” ile, sınav notunun yüksek olduğu yalanını söyleyebilir. Burada, çocuğun bizzat kendisine ve onun yalan DAVRANIŞına odaklanmak yerine, onun yalan söylemesine neden olan “kaygı” ortadan kaldırılırsa, yalan söyleme eğilimi de ortadan kalkacaktır…
Veya aslında hiçbir çocuk “saldırgan” değildir. Ancak çocuğu kaygılandırırsanız, çocuk “kendini korumak için” saldırgan bir DAVRANIŞ sergileyebilir. Mesela, yeni bir kardeşi dünyaya gelen çocuk, annesinin kardeşi ile daha çok ilgilendiğini ve kendisinin artık daha az sevildiğini zannederse “kaygılanır. Böylesi bir kaygı hâli, bu çocuğun küçük kardeşine yönelik “şiddet”, “kıskançlık” ve “zarara uğratma” eğilimini artırır. Burada, çocuğun saldırgan DAVRANIŞından daha önemli olan şey, çocuğun anne sevgisini kaybediyor olduğu kaygısıdır. Böylesi bir çocuğun tekrar “normalleşebilmesi” ancak onun duyduğu kaygıdan arınması ile mümkündür…
Kaygı, bugüne ait düşüncelerle oluşmaz, geleceğe ait belirsizliktir kaygıya sebep olan şey… Sınavından zayıf alan bir çocuğun kaygısı, zayıf aldığı dakikalara ait değildir, sonrası ile ilgilidir. “Biraz sonra anne babama ne diyeceğim?” düşüncesi kaygıyı oluşturur…
Kaygının iki ilacı vardır. Birincisi “anı yaşamak” prensibidir. “Sonuca” odaklanmak değil, “süreci” yaşamak üzere kişi yetenek geliştirirse, kaygının ilk panzehirini almış olur. Ancak bu yeterli değildir. Kişinin kaygıdan arınması için kendini “emniyette” hissetmesi gerekir.
Ne antidepresanlar, ne de sakinleştiriciler… Kaygının en etkin ilacı “emniyet” ve “güven” duygusudur.
Yazılıdan zayıf alan bir çocuk, ebeveynine karşı kendini hâlâ emniyette hissederse, kendisinin zarara uğramayacağının “emniyetini” ruhunda duyuyorsa, böylesi bir çocuğun yalan söylemesi ihtimal dahilinde değildir… Veya annesinin sevgisini kaybetmeyeceğinden emin olan çocuk, kardeşini kıskanmayacak, ona karşı saldırgan DAVRANIŞlar sergilemeyecektir…
Çocuk DAVRANIŞlarının normalleşmesi için, pedagojinin uyguladığı en temel prensip “çocuğun kendini emniyet ve güven içinde hissetmesi” prensibidir…
Koşulsuz bir sevgi içinde çocuğa, “sen beni sevmesen de ben seni seviyorum” güveni verildiği sürece çocuk kaygılarından arınır, DAVRANIŞları normalleşir…
Günümüz ebeveynleri, çocuklarında gördükleri anormal DAVRANIŞlarla mücadele etmek için çoğu defa, zaten kaygılarından dolayı anormal davranmaya başlamış olan çocuğun üzerine baskı ve zorlamalarla giderek yeni yeni kaygı alanları oluşturuyorlar… Böylesi bir durum ise çocukta yeni yeni anormal DAVRANIŞlara yol açıyor…
Önümüzdeki hafta çocuklar karneleriyle evlere gelecekler… Karneleri ellerine geçtiğinde, kim bilir kalpleri ne kadar da pır pır atacak, “Acaba annem babam ne diyecek?” diye akşamı bekleyecekler…
Eğer çocuğunuzun başka başka anormal DAVRANIŞlar edinmesini istemiyorsanız, elinize aldığınız karneye şöyle bir göz ucu ile bakın, düşük notlarını görseniz bile, onu incitmeyin, üzmeyin. “Bu ne biçim karne!” diyerek kaygılandırmayın. Ona “Bunlar hep gelip geçici şeyler oğlum/kızım” diyerek karneyi bir kenara koyun, çocuğunuza coşku ile sarılın… Korkmayın, “Çocuğum bunu suiistimal edebilir” kaygısından siz de kurtulun.
Unutmayın, siz de kaygılarınızdan arınabildiğiniz kadar normal bir ebeveyn olacaksınız.
Hem unutmayın, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, sadece çocuğunuza ait değil. Eğer çocuğunuzun zihinsel bir sorunu yoksa karnedeki notlar aynı zamanda o dersi anlatan öğretmenin notudur… Öğretmenin, öğretmeyi ne kadar başarabildiğinin notudur… Bunun da ötesinde, çocuğunuzun elinde tuttuğu karne, aynı zamanda bir ebeveyn olarak sizin de karnenizdir… Bütün bir yarı yıl boyunca, çocuğunuzla ne kadar ilgilenip ilgilenemediğinizi çocuğunuzun karnesine bakarak görebilirsiniz...
Yazarın 21 Ocak 2013 tarihli yazısıdır
Video Kategorisinde “DAVRANIŞ” Kelimesinden “64” Adet Bulunmuştur.
Pedagoji Okulu- Güvenli Bağlanma & Soru Cevap
VİDEO İÇERİĞİ:
GÜVENLİ BAĞLANMA VE SORU CEVAPLAR
01.34 - 05.45: NEDEN GÜVENLİ BAĞLANMA?
06.04 - 07.15: ÇOCUĞUN DUYGUSAL İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI
Duygusal ihtiyaçları vaktinde ve yeterince karşılanan çocuklar, gerginliği bir tarafa bırakır, sâkin ve ruhsal huzura erişir.
07.52 - 20.37: ÇOCUK İLE ANNE ARASINDA BAĞLANMAYI OLUŞTURAN FAKTÖRLER: “ANNE SESİNİN TONU”
21.38 - 38.00: ÇOCUĞUN RUHSAL İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI
SORULAR VE CEVAPLAR
43.28 - 43.44: 15 aylık bir kızım var. 3. ayından beri iki parmağını emiyor. Bıraktırmalı mıyım yoksa kendi hâline mi bırakmalıyım?
46.30 - 48.47: Hocam, oğlum anaokuluna başlayacak ama hâlâ büyük tuvaletini altına kaçırıyor, tırnakları ile oynuyor. Minecraft zararlı mı?
48.56 - 49.25: 4,5 yaşında oğlum var. Emmeyi bıraktığından beri elini sürekli göğsümde tutmaya çalışıyor. Yapmalı mıyım?
49.39 - 50.24: 4 yaşında oğlum, kardeşi 3 aylık. Oğlum kardeşi doğduğundan beri söz dinlemiyor çok hırçın oldu. Ne yapmalıyım?
50.40 - 52.54: Oğlum 3,5 yaşında, 1 yaşından beri ayrı odada yatıyor ama hep bizim odamıza geliyor. Ne yapmalıyım?
52.56 - 54.35: 2,5 yaşındaki oğlum oyuncakla istediği gibi oynayamayınca yere fırlatıyor. Bunun için ne yapmak lâzım?
54.48 - 57.35: Akrabalarına ve kardeşine şiddet uygulayan 5 yaşındaki çocuğuma nasıl davranmalıyım?
1.02.19 - 1.03.57: Hocam, oğlum 12 aylık hâlâ bizimle yatıyor. Ne zaman ayırmalıyım?
1.03.57 - 1.05.15: Çocuğumun girişken olabilmesi için ne yapmalıyım?
1.05.20 - 1.06.33: Hocam 9 yaşındaki kızımı yanımdan ayıramıyorum, benimle yatıyor. Ne yapmalıyım?
1.06.56 - 1.08.18: Sesimizi geri kazanmanın yolu nedir?
1.09.57 - 1.11.05: Hocam, kızım 18 aylık. Bazen çok hırçın olabiliyor, yaşıtlarını ısırıyor?
1.11.10 - 1.12.14: Çocuklarda yeniliğe karşı tepkisellikte mi bağlanma probleminden kaynaklanıyor?
1.13.03 - 1.13.17: Kardeşler arası kıskançlık nasıl önlenir? Bir de oğlum teknolojiye aşırı düşkün. Ne yapmalıyım?
1.13.04 - 1.13.40: Hocam, 6 yaşında bir oğlum var. Beni hiç dinlemiyor, üzerinde hiç etkim olmuyor. Nasıl davranmalıyım?
1.14.20 -1.15.33: 2.5 yaşındaki kızım konuşmuyor, elinde sürekli telefon var, izliyor. Etkisi var mıdır?
1.15.35 - 1.17.09: Hocam, 4,5 yaşındaki oğlumla güvenli bağlanmayı yeniden nasıl inşâ edebiliriz ve güvenli bağlanma olduğunu nasıl anlayabiliriz?
1.17.14 - 1.18.58: Hocam, oğlumun aramızda yattığı olmuştur. Bağlanma karmaşası olduysa nasıl telâfi edebilirim?
Pedagoji Okulu- Bağlanma ve Aidiyet Duygusu/ Soru Cevaplar
VİDEO İÇERİĞİ:
BAĞLANMA VE AİDİYET DUYGUSU /SORULAR VE CEVAPLAR
05.20 - 20.58: Çocuk yetişirmek için ihtiyaç olan iç genişliği
21.20 - 32.05: İnsanın gelişimi baskı ortamında aksar
33.33 - 53.30: İnsan yaşamı üç dönemden oluşur
53.40-1.01.58 Çocuk yetiştirme toplumsal duyarlılık gerektirir
1.02.00-1.08.50 Düşük farkındalık seviyesi olan ebeveynler
1.09.06-1.10.37 Aynada kendi eksiğimiz görebilmek
1.10.39-1.24.10 İki yaş sendromu
1.25.18-1.29.46 DAVRANIŞ eğitimi çağı
1.30.05-1.31.16 İktidar mücadelesi
1.34.46-1.35.50 Bağlanma karmaşası sendromu
1.35.54-1.39.30 Bağlanmadan annelik yapılmaz
1.39.43-1.40.35 Kendi duygusal eksiklerimiz
1.44.52-1.47.25 Çocuklara ismi ile hitap etmek
SORULAR VE CEVAPLAR
1.40.38 - 1.42.24: Hocam, 5 yaşındaki kızımın doğumdan beri parmak emme alışkanlığı var. Ne yapabilirim?
1.42.47 - 1.44.35: Ben öğretmen olarak yeni atandım. 3 yaşında bir oğlum var, güvenli bağlanmamızda bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Her gün 3 saat parkta oynayan oğlum ile şimdi küçük ve hiç parkı olmayan bir yerde yaşamak zorundayız. Ben okulda iken anneannesi bakıyor ama artık yetemiyoruz, arkadaş ve kardeş isteğini dile getiriyor. Bu durumda yarım gün kreşe gönderirsem güvenli bağlanmamızda sıkıntı olur mu? (Kreşe başlama yaşı)
1.47.40 - 1.48.48: Güvenli bağlanması bakıcı ile sağlanması durumunda çalışan annenin çocuk ile yatması, çocuk ile ilişkisi nasıl olmalıdır? (Çalışan anneler)
Pedagoji Okulu- Çocuklarda Davranış Bozuklukları ve Çözüm Önerileri
VİDEO İÇERİĞİ:
01.45: Hiperaktif çocuk
09.54: Çocuğun duygu dünyasının bozulması
18.38: Duygu dünyası bozulan çocuğun onarılması
21.10: Çocuklarda DAVRANIŞ bozukluğunun sebepleri
37.07: Çocuk eğitimi toplumsal duyarlılık işidir
45.12: Sevk hisleri
48.04: Bilişsel çarpıtmalar
01.11.46: Alışkanlık bozukluğu
SORULAR VE CEVAPLAR
01.18.53: 22 aylık ve iki buçuk aylık çocuklarımın uykuları çok hafif hemen uyanıyorlar ne yapmalıyım?
01.19.56: Kardeşler arası hakaret nasıl engellenir?
01.21.43: Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız!!!
01.24.05: Üç yaşındaki çocuğun isteklerini bağırarak elde etmesi
01.26.00: Oğlum beş yaşında anaokuluna gitmek istemiyor ne yapmalıyım.
01.26.59: Kızım iki yaşında doğduğundan beri parmağını emiyor ve battaniyesini hep yanında istiyor onsuz uyumuyor
01.27.50: Çocuğumun öz güveni yok korkuları var ne yapmalıyım?
01.29.28: Beş yaşında oğlum gündüzleri hala altına kaçıyor ?
01.31.08: İki yaşında çocuğum konuşamama sorunu var ne yapmalıyım?
Pedagoji Okulu- Çocuklarda Davranış Eğitimi
VİDEO İÇERİĞİ:
00.01 - 31.28: ÇOCUĞA HİS KAZANDIRMA
31.29 - 1.04.14: ÇOCUĞA HİS KAZANDIRMA
1.06.22 - 1.17.17: ÇOCUKLARDAKİ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI DÜZELİR Mİ?
SORULAR VE CEVAPLAR
1.21.12 - 1.21.34: 19 aylık oğlum ismine tepki vermiyor bizi kaale almıyor ?
1.22.13 - 1.28.13: Hocam eskiden siz yoktunuz okuduğumuz öğrendiğimiz şeyler hep batı tarzı idi. Peki çocuk iken yaptığımız hataları ergenlikte nasıl halledeceğiz?
1.29.33 - 1.30.00: Oğlum üç yaşında uykusu gelince çok huzursuz oluyor, duygusal yoksunluk içinde oluyor.
1.33.03 - 1.34.44: Hocam oğlum üç buçuk yaşında sakin, uyumlu bir birey, fakat kendisini koruyamıyor, vuruyorlar, bağırıyorlar, itiyorlar sadece bağırıyor ?
1.34.50 - 1.35.34: İki buçuk yaşındaki oğlum bezinden rahatsız oluyor, ama tuvalete de yapmıyor, henüz tam konuşamıyor. Sizce bezi bırakmaya hazır mıdır?
1.35.40 - 1.36.13: İki yaşındaki kızım konuşamıyor sadece baba diyor normal mi? Her şeyi anlıyor.
1.36.15 - 1.36.32: Hocam psikoloji ve PDR mezunları için eğitim vermeyi düşünüyor musunuz?
1.36.45 - 1.37.37: Dört buçuk yaşında oğlum her gördüğünü istiyor, nasıl davranmalıyım?
1.37.37 - 1.38.12: Yedi yaşında kızım,çok sinirli kardeşine sürekli bağırıyor ne yapmalıyım?
1.38.26 - 1.39.16: Duyarsız öğretmenlerden çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
1.39.24 - 1.40.02: Hocam bir kız bir erkek ikizlerim var kızım gayet güzel kendisini ifade edebilen dışa dönük bir çocuk ama gereksiz yere ağlıyor?
1.40.05 - 1.41.29: Çocuklarım üç buçuk yaşında oyun grubuna başladığı zaman alışma dönemi ne kadar olmalı, nasıl davranmalı, kaygı oluşturmaması için?
1.41.30 - 1.43.13: Hocam çocuğum çok hareketli ve çok bencil altan alıyoruz olmuyor, sert çıkıyoruz olmuyor, kurallara kesinlikle yanaşmıyor, nasıl davranmalıyız?
1.43.17 - 1.44.20: Merhabalar, benim oğlum 16 yaşında çok yalan söylüyor ne gibi bir yol izlemeliyim?
1.44.35 - 1.46.45: 22 aylık kızım erkeklere yaklaşmıyor dedesine dahi, sevmek isteyen erkeği cırmalıyor.
1.47.23 - 1.49.12: 20 aylık bir oğlum var, sebepli sebepsiz ısırıyor, mutlu olduğu zaman da kızgın olduğu zaman da. Ne yapmalıyım?
1.49.15 - 1.51.32: Oğlum üç yaşında, televizyon izlememize rağmen silah merakı var, her oyuncağı silah gibi kullanıyor bu konuda nasıl yaklaşmalıyız?
1.52.31 - 1.53.10: 20 aylık oğlumda ayak takıntısı var. Özellikle çorap giydiğimiz zaman gelip ayaklarımızın üstüne yatıyor?
1.53.13 - 1.56.02: Oğlum beş buçuk yaşında iki sene kreşe gitti şimdi gitmek istemiyor ne yapmalıyım?
Pedagoji Okulu- Edinerek Öğrenme/Eşler Arası Duyarlılık Farklılığı
VİDEONUN İÇERİĞİ:
EDİNEREK ÖĞRENME VE EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKLILIĞI
1.53 - 32.14: EDİNEREK ÖĞRENME
32.40 - 47.50: ENGELLENEN ÇOCUK EDİNEMEZ
47.52 - 55.55: DUYGUSAL REDDEDİLMİŞLİĞİN KARŞILIĞI?
SORULAR VE CEVAPLAR
58.56 - 1.00.40: 25 aylık çocuklarda merdiven testini nasıl yapabiliriz?
1.01.15 - 1.04.16: Kızım bebekliğinde eşyaya nüfuz etti, engellemedik ancak, birinci sınıfa başladı dikkat dağınıklığı var ne yapmalıyım?
1.04.20 - 1.04.57: Hocam kızım bir buçuk yaşında, her şeye çığlık atarak ve kendini yere atarak karşılık veriyor ne yapmalıyım?
1.05.05 -1.08.15: Adem Bey, 17 yaşındaki oğlumla yeniden bağlanma umudumuz var mı?
1.08.32 - 1.09.22: Tepkiselliğin düzeltilmesi için ne yapmalıyız?
1.09.25: Bebeğimin yemek yemesi ve uykusu konusunda çok kaygılıyım, kaygılarımızı nasıl yönetebiliriz?
1.11.19 - 1.11.12: Kızım 18 yaşında parmak emiyor bununda duygusal eksiklikle alakası var mı?parmak emme, alışkanlık bozukluğu, ergenlik
1.12.04 - 1.17.32: Dört yaşındaki kızım yabancılara karşı oldukça utangaç ama evde oldukça açık ne yapmalıyım?
1.18.03 - 1.18.53: Beş yaşında ikizlerim var bir saniye bile gözlerini kaçırsalar ağlıyorlar….
1.19.16 - 1.21.10: Hocam çocuğumuz beş yaşında ölüm ile ilgili sorular soruyor. Nasıl davranmalıyız?
1.21.20 - 1.23.09: Özgürlüğün bir sınırı var mıdır? Nüfuz etme konusunda da açıklar mısınız?
1.24.36 - 1.25.03: Üç buçuk yaşındaki kızım, biraz kızsam hemen beni sevmiyor musun diye küserek köşeye çekiliyor…
1.25.08 - 1.26.03: Oğlum birinci sınıfa başladı, çok zeki ama yazı çalışması için kalem tutmak istemiyor parmaklarım acıyor diyor ne yapalım?
1.26.05 - 1.26.36: Oğlum beş yaşında kreşe gidiyor, uyurken dişlerini gıcırdatıyor sebebi ne olabilir?
1.26.18: Diş gıcırtdatmanın iki sebebi vardır; biri fizyolojik mide asiti ile ilgili sebep, diğeri ise duygusal problemden kaynaklanır.
1.26.38 - 1.27.13: Oğlum dinlemek ve öğrenmek istemiyor nasıl yaklaşmalıyım?
1.27.15 - 1.38.00: EŞLER ARASI DUYARLILIK FARKI
Pedagoji Okulu- Duygusal Yoksunluk/İktidar Mücadelesi
VİDEO İÇERİĞİ:
00.25 - 25.52: KENDİ ÇOCUKLUK ÖYKÜMÜZLE YÜZLEŞMEK
26.01 - 37.54: KENDİ GERÇEĞİMİZLE TANIŞMAK
38.00 - 1.01.11: ÇOCUKLUK YILLARINDA İNCİTİLMİŞ KİŞİLER BAŞKALARININ YAŞAMINI YIKMAKTAN ZEVK ALIR
SORULAR VE CEVAPLAR
1.02.57 - 1.05.20: İki, altı ve dört yaşlarında çocuklarım var, öfkemi kontrol edemiyorum, dövüyorum....
1.02.15: Çocuk anneye iyi gelir. Eğer çocuğunuz size iyi gelmiyor ve dövüyorsanız çocuğunuzu bilin ki içinizde acı var.
1.03.05: Bize negatif duygular aktaran kişilere nasıl yaklaşmalıyız?
1.05.10 - 1.08.12: Ablamın altı yaşındaki oğlu tuvalete yalnız giremiyor, havalandırmadan hınzır girecek diyor ne yapmalıyız?
1.08.24 - 1.10.44: Sekiz yaşında kızım var yapacağı bir işi ancak kızıp bağırınca yapıyor….
1.11.59-1.13.04: 40 yaşından sonra insan değişebilir mi?
1.13.06-1.17.59: Beş yaşındaki ikizlerimi öz yaşam becerilerine alıştırmakta zorlanıyorum ne yapabilirim?
1.17.13 - 1.18.14: 20 aylık oğlum var paylaşmayı bilmiyor elinden bir şey aldığımızda ağlıyor ne yapmalıyız?
1.18.18 - 1.18.42: Rehber öğretmeni olarak pedagoji alanında uzmanlaşmak istiyorum yardımcı olur musunuz?
1.18.47 - 1.19.37: Kızım 14 yaşında büyük ayı istiyor pahalı olduğu için almak istemiyorum,
1.19.42: Uyku arkadaşı..
1.25.23 - 1.25.46: Toplumsal duyarlılıktan bahsettiniz kendi çocuğumuzu duyarlı yetiştirmekten başka toplumsal duyarlılık için neler yapabiliriz?
1.25.50 - 1.26.34: Hocam merhaba dört yaşında Burak adında bir oğlumuz var aşırı derecede çamaşır makinasına ve elektronik eşyalara ilgisi var...
1.27.10 - 1.28.30: Mahremiyet eğitimi nedir?
1.29.00 - 1.32.14: Hocam sekiz aylık bebeğim gece saat başı uyanıp emmek istiyor, aslında esas isteği beni görmek, beşinci ayından beri kendi odasında uyuyor...
1.32.16 - 1.32.50: Çocuklar hangi yaşta ne kadar süre uyumalı?
1.33.48 -1.34.12: Çocuk sürekli küsüyor ise ne yapmalıyız?
1.34.17 - 1.34.53: Çocukla yeniden bağlanma nasıl kurulur?
1.34.57 - 1.35.47: Hocam üç yaşındaki kızımın odasını ayırdım ama sürekli bizimle yatmak istiyor ne yapmalıyım?
1.35.50 - 1.37.50: Babam annemi rahat bırakmıyor, yaşları 58 ve 62 yaşlarındalar, annem Alzheimer hastası ve yatalak annemde kalmak istemiyor, her şeye karışır, geçmişi konuşup annemin ailesini suçluyor, bu yüzden kavga ediyorlar, annem de hala iyi davranıyor, psikoloğa gitmek de istemiyor, ben hasta değilim diyor ne yapabiliriz?
1.38.45 - 1.39.37: Hocam 3.5 yaşında oğlum var beni hiç dinlemiyor yapma dediğim şeyi yapıyor, inadına yapıyor…
1.39.40 - 1.42.12: Çocuk ile baba arasında bağ var mıdır ?
Pedagoji Okulu- Çocuklarda Öfke Kontrol Bozukluğu ve Çözüm Önerileri
VİDEONUN İÇERİĞİ:
02.18: Ruhsal Bozukluk
13.42: Öfke duygusunun yönetilmesi
57.12: Öfkenin dengeli hale getirilmesi için çözüm önerileri
01.15.30: Öfke kontrolünde etkin rol oynayan yetişkinin kendi öfkesini yenmesi
01.33.01: Pedagoji toplumsal duyarlılık işidir
SORULAR VE CEVAPLAR
01.38.57: 5 aylık oğlumuz var. Gece dört beş kere ağlayarak uyanıyor, annesini emmeden sakinleşmiyor, ne yapmalıyız?
01.40.15: Çocuğum bir yaşında, istediği olmadığı zaman ağlayıp saldırıyor ne yapmalıyım?
01.41.17: Ailede şiddet gören çocuklar, sınıfta bahsettiğiniz tekniklerle baş edemiyoruz. Kural tanımayan çocuklarla nasıl yaklaşabiliriz?
01.43.01: Hocam kızım dört buçuk yaşında, korkuları başladı. Babasına bir şey olacak mı diye soruyor, normal mi?
01.44.00: Hocam, kızım sekiz aylıkken odasını ayırdım, şimdi 14 aylık oldu. İşte sizi dinledikten, çok erken ayırdığımı anladım, ne yapmalıyım?
01.44.38: Merhaba, çocuğum üç yaşında, sebepsiz yere ağlamaya başlıyor ve bu dakikalarca susmuyor nedeni ne olabilir?
01.45.12: 20 aylık oğlumuz var, sabahları işe giderken çok zor ayrılıyoruz, benimle gelmek istiyor. Ne tavsiye edersiniz?
Pedagoji Okulu- Mahremiyet Eğitimi 1
VİDEONUN İÇERİĞİ:
MAHREMİYET EĞİTİMİ- 1
00.20 - 13.04: DUYGULARIN YÖNETİLMESİ EĞİTİMİ
13.04 - 46.13: FİZİKSEL AURA
46.14 -57.09: DUYGUSAL AURA
58.09 - 1.21.50: MAHREMİYET EĞİTİMİNİN TEMEL PRENSİPLERİ
1.22.23 - 1.24.13: MAHREMİYET EĞİTİMİNİN ÖZETİ
SORULAR VE CEVAPLAR
1.25.30 - 1.26.37: Mahremiyet eğitimi yedi yaşına kadar verilmemiş ise geç mi kalınmıştır, neler yapılabilir?
1.26.40 - 1.26.50: Kızım emzirme sürecini unutmadığı için oyuncak bebeğini emzirmeye çalışıyor, engellemeli miyim?
1.26.52 - 1.27.50: Hocam kaçyaşından itibaren tuvalette yalnız bırakmalıyız, oğlum üç yaşında tuvalette yanında olmamızı istiyor.
1.28.31 - 1.29.45: Çocuğun edineceği bilgide tehdit unsuru varsa yola çıkma, düşme vs. durumlarda ne yapmalıyız?
1.30.38 - 1.30.52: Çocuklara duygularını yönetmeyi nasıl öğreteceğiz?
1.30.55 - 1.32.37: Gece gündüz altını ıslatan çocuğa nasıl davranmalıyız?
1.33.23 - 1.36.42: TACİZ HABERLERİNİN PEDAGOJİK KRİTERLERE GÖRE VERİLMESİ
1.36.43 - 1.38.38: Çocuğum sert düşünce kızınca acımadı ki diyor duygularını nasıl düzeltebilirim?
1.38.40 - 1.40.50: 4-6 yaş aralığındaki çocuklara öğretmenler fiziksel auralarına dokunmamaları gerektiğini özel bölgelerini nasıl anlatmalıdır?
1.40.53 - 1.41.21: İki yaşındaki oğlum hala benimle uyuyor kaç yaşına kadar benimle uyumalı?
1.41.23 -1.42.51:Hocam 18 aylık kızımın altını bende değiştirebilir miyim?
1.43.16 - 1.45.27: Kızım üç buçuk yaşında ve herkesin kucağına gitmesi beni rahatsız ediyor, bu konuda ne yapmalıyım?
1.45.28 - 1.46.18: Dört yaşında oğlum oyuncaklarını toplamıyor, bazen bazı oyuncaklarını bir süreliğine izin almadan kaldırıyorum, mahremiyet eğitimine zarar veriyor muyum?
1.46.43 - 1.47.10: Dört yaşında oğlumuz, anaokuluna göndermedik, ayrılamıyor, bir yıl daha beklesek mi?
1.47.15 - 1.48.16: Bir aydır velilerime anlatıyorum tuvalet eğitimini yardımcı öğretmen vermez, siz öğreteceksiniz diye….
1.48.23 - 1.50.52: Dört yaşında kızım var çoğunlukla uykuya dalma sürecinde beni istiyor, ben uyutuyorum, gelişimini negatif etkiler mi?
1.50.51 - 1.52.00: Hocam kızım bir yaşında bir hafta anneannesi bir hafta babaannesi bakıyor, akşamları babası ile ben bakıyorum mahremiyet eğitimini nasıl vereceğiz?
1.52.05 - 1.52.42: Hocam kızımız yedi yaşında ve yutmaktan korkuyor, ağzında bekletiyor, dört yaşına kadar reflüsü vardı, kusunca kızardım…
1.52.43 - 1.53.03: Kız ve oğlan çocuklarımız özel bölgelerinin adını sorduğunda nasıl davranmalıyız?
1.53.06 - 1.53.20: Bir buçuk yaşındaki oğlum dışarıdaki insanlardan ilgi gördüğünde oğlumda onlara ilgi gösteriyor normal mi?
1.54.42 - 1.57.33: Hocam sünnetin mahremiyet eğitimine zararı var mı oğlum dört buçuk yaşında?
1.57.51 - 1.58.47: Üç yaşındaki oğlum kabızlık şikayeti yüzünden korkudan tuvalete oturmuyor, fitil kullanmak ne kadar doğru?
Pedagoji Okulu- Mahremiyet Eğitimi 2
VİDEONUN İÇERİĞİ
MAHREMİYET EĞİTİMİ - 2
01.16 - 19.26: MAHREMİYET EĞİTİMİ ÇOCUĞU KORKUTMA EĞİTİMİ DEĞİLDİR
19.27 - 28.56: KİŞİNİN KENDİNİ DEĞERLİ HİSSETMESİ ONU TACİZDEN KORUR
28.57 - 47.30: KIZ ÇOCUKLARININ ROL MODELİ ANNESİDİR
47.33 - 1.03.59: TACİZ BİR HİS BULAŞTIRMADIR
1.04.00 - 1.19.00: TACİZCİYİ UZAKLARDA ARAMAYIN
SORULAR VE CEVAPLAR
1.21.52 - 1.23.19: Kardeşler arası mahremiyeti nasıl sağlamalıyız?
1.23.21 - 1.27.33: Okul öncesi öğretmeniyim öğrencilere mahremiyet eğitimini nasıl anlatmalıyım?
1.27.36 - 1.28.28: Hocam iki yaşındaki çocuğun çekingenliğini nasıl yeneriz?
1.28.30 - 1.29.29: Üç yaşında kızım var evde televizyon kullanmıyoruz, internetten video izliyoruz fakat her gittiğimiz yerde televizyon izlenmekte ne yapmalıyız?
1.29.10 - 1.31.22: 0-6 yaş döneminde öfkeye maruz kalan çocuğun pasif öfkeye kapıldığını nasıl anlarız?
1.31.31 - 1.32.31: Dört buçuk yaşındaki kızım hastahanede sedyede yatan erkek gördü resmini çizdirdim…
1.32.56 - 1.34.47: Tacize uğrayan çocuğu aile nasıl farkeder, bu kadar hassas konuda nasıl davranmalı, çocuğa nasıl yaklaşılmalı?
1.34.54 - 1.35.28: Dördüncü sınıfa giden kızımız evde ve okulda tek başına duramıyor, yanında yetişkin olmadığı zaman korkuyor?
1.35.31 - 1.36.49: Beş yaşında iki kız çocuğu birbirlerine vurdular diye müdürün yanına götürüp müdürün yanına götürüp kızması doğru mudur?
Pedagoji Okulu- Aile ile Bağlanma: Aidiyet 1
VİDEONUN İÇERİĞİ:
AİLE İLE BAĞLANMA: AİDİYET- 1
0.07 - 21.45: AİLE OLMA İLE EVLİ OLMA ARASINDAKİ FARK
22.21: Aidiyette bir problem yaşanıyorsa iki yerde sorun arayacağız; bu buranın annesi ile bağlanma problemi vardır, kendini ya da yüzeysel bağlanma figürlerine iter.
31.13: Aidiyet farklı duygular ile bağlanma gerektirir. Her bağlanma figurunun sizde oluşturacağı duygu ve his farklı olmalıdır.
38.46: Kıskançlık problem bir evin içerisinde aidiyet probleminin varolduğuna gösteren en önemli kıstastır.
39.01: Oyalanma DAVRANIŞına sıklıkla kullanılıyorsa aidiyet problemleri vardır.
40.59: Aidiyeti kıran sebeplerden biri değersizlik hissidir.
42.21: Değersizlik duygusunun oluşmasına sebep olan etkenler; eleştiri, aşağılama, yönlendirmedir ve yönetmedir.
46.00: Aidiyeti kıran sebeplerden biri de koşullandırmaktir.
49.45: İnsanin en büyük ihtiyacı tesellidir.
52.07: Aidiyeti kıran sebeplerden üçüncüsü suçluluk hissidir.
54.55: Cezalandirma değersizlik hissinin en büyük sebebidir.
59.20: Aidiyet problemi yaşayan kişiler karşısındaki kişinin birey olmasını engeller.
01.02.23: Aidiyet problemi olan insanlar başkalarına yaptığı iyilikleri su üstüne çıkarır; karşı tarafı edilgen hale getirir.
01.03.14: Edilgen hale getirmenin iki yolu vardır; sevecenlik yolu ile ya da korku ile.
01.08.20: Aidiyeti kıran bir unsur da minnet duygusudur. Diğeri korku ve saygıdır.
01.11.54: Aidiyet problemlerinden biri pasif aidiyettir. Pasif aidiyette kisi mecburi aidiyet kurar.